| Konu: | İslam İşbirliği Teşkilatı Çalışma Merkezi Tüzüğünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 23.11.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA SELCAN HAMŞIOĞLU (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ Parti Grubu adına 54 sıra sayılı Teklif üzerine söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Çocuk Hakları Günü dolayısıyla geçtiğimiz iki gün boyunca iktidar temsilcileri çok duygusal konuşmalar yaptılar burada. Dünyanın farklı yerlerinde zulüm gören çocukların, bizim de vicdanımızı yaralayan dramlarını anlattılar. Ben size dün hitap edebilseydim burnumuzun dibini, kendi sokaklarımızı işaret edip "Peki, bu çocukların hakkı?" diyecek ve okula aç giden, yatağa aç giren, annelerinin daha altı aylıkken sanki bir işgal ülkesindeymişiz, sanki savaş hâli varmış, sanki ambargo altındaymışız gibi ancak ekmeği ıslatarak doyurabildiği, besleyemediği; çalıştırılma yaşları 5'e kadar düşmüş çocuklardan örnekler verecektim. Ama bugün tam da Mecliste Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bütçesini görüşmeye başladığımız saatlerde benim de seçim bölgem olan Tekirdağ'da, başından sonuna hepimizin çok utanmamızı gerektiren bir davanın, 7'si çocuk 25 vatandaşımızın can verdiği Çorlu tren kazası davasının duruşması vardı. Sanıklardan 3'ünün bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan cezalandırılmaları ve tutuklanmaları talebi reddedildi ve dava bir kere daha ertelendi.
Dolayısıyla, ben bugün bu çocukların, 10 aylık Beren'in, 7 yaşındaki Mavinur'un, 13 yaşındaki Gülce'nin, 14'ündeki Bihter'in, 5 yaşındaki Ömer Alperen'in, 16 yaşındaki Sena'nın, 9 yaşındaki Oğuz Arda'nın haklarını sormak istiyorum. Yaşamak bu çocukların da hakkı değil miydi ve onların bu en temel hakkını kim ne uğruna gasbetti? Ben hâlâ bu çocukların fotoğraflarına bakamıyorum, hiçbirinin fotoğrafına bakamıyorum ve bir anne olarak, bu çocuklara annelerinin bir daha hiçbir zaman sarılamayacağı gerçeğiyle yüzleşmeyi kaldıramıyorum, aklımı yitirecek gibi oluyorum; bütün samimiyetimle söylüyorum.
Bugün mahkemede Mahkeme Başkanı, evladına bir daha asla sarılamayacak o annelerden birine "Şunu tutuklayın." dedi, böyle hitap etti ve böyle işaret etti o anneyi; daha önce de hakaretten cezalandırılmıştı. Bu insanların mahkemeye hakaret gibi bir derdinin olmadığının anlaşılması için ne gerekiyor, gerçekten bilemiyorum. Bu insanların derdi, mahkemeye hakaret etmek değil, hakkın, hukukun, adaletin güçlüye göre tanzim edildiği bu düzen. Hakaret değil, feryat aslında ağızlarından çıkan; "Biri de bizi duyar." ümidiyle her duruşmada feryat ediyorlar.
Bin dokuz yüz altmış dört gün geçti ve bugün hâlâ o anne diyor ki: "Ben her gece evladımın o camdan fırlarken, parçalanırken ne hissettiğini, acı çekip çekmediğini düşünmekten uyuyamıyorum." Bir annenin, bu durumdaki bir annenin öfkelenme hakkı yok mudur; acı çekme hakkı yok mudur? Her türlü felaketi fıtratla normalleştirenler neden bu yürek yangınını bir türlü anneliğin fıtratından, insanlığın fıtratından göremiyorlar? Çocukların yokluklarına alışamamakla mı suçlayacağız şimdi biz bu aileleri?
Bakın, bu dava olaydan tam üç yüz altmış gün yani bir yıl sonra ancak başlayabildi. İlk duruşmada mahkeme heyeti çekildi, üç yıl boyunca bir iddianamesi bile yoktu bu davanın. Üç yılın sonunda faillerin tespiti için yürütülen soruşturmanın neticesinin beklenmesine karar verildi. Tren var, iç ve dış görüntü kaydı var, tanık var, oluş şekli var; fail yok. O rayı oradan kim geçirdi, zemin etüdünü kim yaptırdı, menfezi kim, ihaleyi kim, denetimi kim? Bunların hiçbiri belli değil mi? Kim bu zincirin en tepesindeki belli değil mi? Nerede aranıyor da bulanamıyordu acaba bu işin failleri? Bu dava nasıl sonlanır bilemem ama çok iyi bildiğim bir şey var: Bu suçu örtebilirsiniz, suçluları adaletten kaçırabilirsiniz, bunu ifşa eden gazetecileri susturmayı deneyebilirsiniz ama anneliği hizaya getiremezsiniz. O annelerin ahı iki cihanda bırakmaz her kimse bu facianın sorumlularının yakasını.
Ayrıca 23 Kasım 1970'te öğrencisi olduğu Ankara Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda üç gün boyunca işkence gören, bütün uzuvları kanırtılan, ciğerlerine pompayla hava basılan ve pencereden aşağı atılan, dirisi gibi ölüsü de işkenceye uğrayan, cenazesi babasından kaçırılan, cenazeye katılmak isteyen ülküdaşlarına kelepçe vurulan Ertuğrul Dursun Önkuzu'yu şehadetinin 53'üncü yılında rahmetle anıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Dursun yaşasaydı öğretmen olacaktı. Onun gibi henüz 22 yaşındayken "Bayrağımın dalgalandığı her yere giderim." diyerek gittiği...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SELCAN HAMŞIOĞLU (Devamla) - ...Diyarbakır Bismil'de, Çavuşlu köyünde babasıyla birlikte PKK'lı teröristlerce katledilen Tekirdağlı, Şarköylü hemşehrim Neşe Alten başta olmak üzere -Aybüke, Necmettin, Sinan, Fırat, Ayşegül- bütün şehit öğretmenlerimizi saygıyla anıyor, Gazi Meclisimizi kutsal görevlerini insan onuruna yakışır şekilde yapabilecekleri düzenlemelerde anlaşmaya davet ediyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)