GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin millî çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Libya'daki gayrimeşru silahlı gruplar ile terör örgütleri tarafından Türkiye'nin Libya'daki menfaatlerine yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımları ulaştırmak, dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti tarafından talep edilmiş olan ve bilahare kurulan Millî Birlik Hükûmetinin de gerek duyduğunu bildirdiği desteği sürdürmek, bu süreç sonrasında meydana gelebilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde,
Yasama Yılı:2
Birleşim:28
Tarih:30.11.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Uluslararası politik sistem özellikle son iki yılda devletler arası ilişkilerin doğasını, küresel siyasetin değişmez ilkelerini ve kurallarını en sarih biçimde ortaya koyuyor. İlk önce 24 Şubat 2022'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ve daha sonra 7 Ekim 2023 itibarıyla İsrail'in her türlü ahlak ve vicdan kaidesinden yoksun mezalimi tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiştir. İşte tüm bu gayrihukuki, gayrivicdani ve gayriinsani işgal ve katliamların aleniyeti bize ulus devletler arasındaki ilişkilerin tek ve gerçek kuralını göstermektedir. Uluslararası düzen güçlü olduğunuz nispette hakkınızı müdafaa edebileceğimiz bir düzendir. Uluslararası ilişkiler disiplininin en başat teorisi de işte bu sebeple realizmdir. Realist görüşün temel argümanı özetle şudur: İçinde yaşadığımız bu uluslararası sistem aslında bir anarşi düzenidir çünkü ulus devletlerin üzerinde, onları ilzam edecek, yargılayacak, cezalandırılacak hiçbir güç ve otorite bulunmamaktadır. O hâlde her ulus devlet varlığını, egemenliğini ve istiklalini sürdürebilmek için yalnızca kendi gücüne, kendi kuvvet ve kudretinin sınırlarına güvenebilir. "Uluslararası hukuk" denilen kavram, güçlü olanın zayıfı ikna etmek için kullandığı, kendisinin ise işine geldiğinde uyduğu, işine gelmediğinde yok saydığı bir temenniler beyannamesidir. Şöyle bir bakın yakın tarihe, Amerika Birleşik Devletleri 2002 yılında 11 bin kilometre uzaklıktan gelerek Irak'ı işgal ettiğinde acaba uluslararası hukuk neredeydi? Rusya 2014 yılında Kırım'ı yahut 2022 yılında Ukrayna'yı işgal ettiğinde uluslararası hukuk acaba ne yapabildi? Ege Denizi'nden Avrupa'ya geçmek isteyen Suriyeli mülteci botlarını Frontex yani Avrupa Birliği Sınır Güvenliği kapsamında Yunanistan bir bir batırırken ve o mültecileri Ege Denizi'nde ölüme terk ederken uluslararası hukuk neredeydi? Bugün geldiğimiz noktada, işte, İsrail fosfor dâhil tüm yasaklı mühimmatı kullanıyor, kadın, çoluk çocuk demeden katlediyor, hayâ ve vicdan, ahlak tanımıyor ancak ortada görünen ne bir Birleşmiş Milletler var ne de tecelli eden bir uluslararası adalet ve hukuk. O hâlde biz de bu gerçekleri görmeli, realist bir dış politikanın özüne sadık kalarak dış politika tercihlerini, duygu ve hamasete göre değil, millî çıkarlarımıza göre belirlemeliyiz. Türkiye, çok riskli bir coğrafyada, çok ciddi meydan okumalarla karşılaşmakta ve coğrafyanın önceden belirlediği değişmez gerçekler güvenlik politikasının realist ilkelerle tanımlanmasını zorunlu kılmaktadır. İşte, bu sebeple, Atatürk'ün mirası olan geleneksel Türk dış politikası daima rasyonelliğe ve denge politikasına dayanır. Maalesef, 2011 Suriye iç savaşıyla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti yalnızca Suriye'de değil, Doğu Akdeniz'den Orta Doğu'ya uzanan geniş bir spektrumda ideolojik ve mezhepsel saiklerle hareket etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin yüksek çıkarlarına zarar vermiştir. Müslüman Kardeşler eksenli, İhvancı dış politika sonucunda 2011 yılında Suriye'de Esad yönetimi düşman ilan edilmiştir. Türkiye, dış ticaret fazlası verdiği bir ülkeyi kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda dünyanın en çok sığınmacı barındıran ülkesi konumuna getirilmiştir. Suriye'nin kuzeyinde PKK-YPG terör devletinin nüvesi oluşmuş ve terör örgütü, Suriye'nin üçte 1'ini ele geçirmiştir. Türkiye'nin demografik yapısı hızla bozulurken Suriye'nin kuzeyinde bir terör devletinin demografik altyapısı oluşturulmuştur. Türkiye, Rusya ve ABD'yle âdeta sınır komşusu hâline gelmiştir. 2013 yılında Mısır'da Sisi Türkiye'nin düşmanı ilan edilmiş ve Doğu Akdeniz'de en büyük ikinci kıyıya sahip olan Mısır, Türkiye'nin karşısındaki siyasi ittifaka yani Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin tarafına itilmiştir. AK PARTİ iktidarının Suriye ve Mısır başta olmak üzere dış politikada yaşadığı yenilgiler, gelgitler basit bir hesap hatası değil; onun ideolojik perspektifinin bölgedeki tarihsel gelişmeleri okuma ya da bir diğer ifadeyle okuyamama biçiminin doğal bir sonucudur. Dış politikada geleneksel çizgiden kopuş ve Müslüman Kardeşler merkezli siyaset anlayışı Türkiye'nin elini ziyadesiyle zayıflatmıştır.

Doğu Akdeniz kaynaklarının paylaşımında Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail kendi aralarında yapmış oldukları zirvelerle bu koalisyonu sürekli tahkim etmişlerdir. Avrupa Birliğinin bu ittifakı desteklemesi ve Türkiye'ye karşı radikal yaptırımlar uygulama tehditlerinin altında yatan temel gerekçe Avrupa Birliği ülkelerinin enerji bakımından Rusya'ya son derece muhtaç olmasıdır. Doğu Akdeniz'de bulunan doğal gaz kaynakları Avrupa Birliğinin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak açısından da önem arz etmektedir. Doğal gaz ihracatında bölgesel yönde adımlar atan İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimi Akdeniz'in altından Yunanistan'a, oradan da Avrupa'ya gaz tedarik edecek, aklın ve mantığın almadığı bir proje olan "EastMed" adlı bir boru hattı projesini dahi uzun yıllar hayata geçirmeyi düşündüler. Şüphesiz bu uygulanması mümkün olmayan bir projeydi ancak Avrupa'nın Türkiye'yi enerji hattından baypas edebilmek için neler tahayyül edebileceğinin de somut bir kanıtıydı. İşte, tüm bu gelişmeler Türkiye'nin geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Türkiye, doğal gaz ihtiyacının yüzde 98'ini ithal eden bir ülke olarak Doğu Akdeniz meselesine ve elbette Libya'da olan gelişmelere bigâne kalamaz. Çünkü açık ve net bir şekilde Türkiye'nin doğal gazda dışa bağımlılığı göz önüne alındığında Doğu Akdeniz'deki bu potansiyel, Türkiye'nin geleceği açısından çok kritik bir konumdadır.

Türkiye açısından buradaki temel sorun şudur: Doğu Akdeniz'de alanların paylaşımı kıyıdaş devletler arasında antlaşmayla olması gerekirken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye'yi göz ardı ederek Mısır'la, Lübnan'la ve İsrail'le imzaladığı münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşmalarıyla bölgeyi tek taraflı olarak parsellere bölmüştür. Hemen ardından, söz konusu parselleri hidrokarbon araması yapılması için çok uluslu şirketlere açarak uluslararası desteğini artırma kurnazlığına girişmiştir. Biz, Doğu Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Kıbrıslı Türklerin haklarını hiçe sayan bu hukuk dışı işlemlerin kabul edilemez olduğunu buradan bir kere daha ifade etmek istiyoruz. Ancak dış politikanın farklı alanlarında olduğu gibi Türkiye bu konuda da yalnız bırakılmıştır. Avrupa Birliğinin bir taraftan Güney Kıbrıs Rum Yönetimine destek açıklamaları, diğer taraftan Türkiye'ye yönelik yaptırım tehditleri bölgede Türkiye'ye karşı oluşan uluslararası koalisyonun yalnızca bir cephesini teşkil etmektedir. İYİ Parti olarak Doğu Akdeniz Bölgesi'nde Türk milletinin çıkarlarını savunmak için neler yapılması gerektiğini de açıkça ifade ediyoruz. Doğal gazda bölgenin en önemli aktörlerinden biri, Doğu Akdeniz'de ikinci en uzun sahil şeridine sahip olan ülke Mısır'dır. Adalet ve Kalkınma Partisi dış politikası Mısır'ın iç siyasi konularından kaynaklanan sorunlara ya da iç işlerindeki çatışmalara taraf olarak kendi millî çıkarlarından feragat etmeyi derhâl bırakmalıdır. Yunanistan ve Rum kesimine karşı Mısır'la diplomatik ilişkilerimizi sağlam bir temel üzerinde yeniden ve hızla inşa etmek zorundayız. Devletlerin daimi dostları ve daimi düşmanlıkları yoktur, yalnızca çıkarları vardır. Türkiye'nin çıkarları Doğu Akdeniz Bölgesi'nde etkinlik kurabilmek adına bölgenin aktörleriyle iş birliği içinde olacağımız stratejik bir politika izlemek mecburiyetindeyiz. Güney Kıbrıs Rum kesimiyle münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamayan tek ülke olan Suriye'yle de tekrar çıkar dengesini esas alan dostane bir ilişki kurmalı ve Lübnan'ı da yanımızda konumlandıracak dış politika izlemeliyiz. Mısır, İsrail ve Lübnan'ın doğal gaz kaynaklarına saygı duyduğumuzu; bu alanlardaki arama, taşıma projelerine "kazan kazan" temelinde katılabileceğimizi bilmelidir. Türk enerji sektörüne Doğu Akdeniz enerji projelerinde yer almaları için gerekli siyasi ve ekonomik destekler sağlanmalı, enerji sektöründe çalışan bölge özel sektör temsilcilerini de bir araya getirmeliyiz.

Özetle, geleneksel Türk dış politikasının dayandığı aktif denge politikasına geri dönmeliyiz. Türkiye, geleneksel olarak tek eksenli bir dış politikaya hiçbir zaman bel bağlamamış, her daim bir denge arayışında bulunmuştur; Atatürk'ün dış politikası da esasen bu istikametteydi. Devlet aklını hâkim kılarak Türkiye'nin yönünü yine bu istikamete çevirmeli, aktif ama ihtiyatlı bir politika tercihinde bulunmalıyız.

Değerli milletvekilleri, 2014 seçimlerinin ardından, biliyorsunuz, Libya ikiye bölünmüştür. Bunlardan biri ülkenin doğusunda Mısır sınırına yakın Tobruk'ta bulunan Temsilciler Meclisi ve diğeri de Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmetidir. Merkezi Trablus'ta bulunan Ulusal Mutabakat Hükûmeti, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, Türkiye ve uluslararası kurumlarca meşru kabul edilmekte ve desteklenmektedir. Öte yandan, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ise Mısır, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Yunanistan tarafından destek görmektedir. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmeti, Türkiye'ye savaş ilan eden ve Doğu Akdeniz'de Yunanistan, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve Mısır tarafından desteklenen General Hafter tarafından mağlup edilirse Türkiye Doğu Akdeniz'deki son avantajlı pozisyonunu da kaybetmiş olacaktır. Mısır açısından bakıldığında Doğu Akdeniz'de Türkiye'yle muhtemel bir iş birliği, Yunanistan'la iş birliğinden deniz yetki alanları genişliği bakımından çok daha kârlıdır. O hâlde Türkiye, Mısır'la ilişkilerini hızla normalleştirmeli ve Yunanistan'a karşı Doğu Akdeniz'de derhâl bir iş birliğine girmelidir. Türkiye'nin Libya'daki kazanımları her hâl ve şartla muhafaza edilmelidir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimine karşı Libya Mutabakatı'yla Türkiye, Doğu Akdeniz'de yetki alanlarıyla ilgili hukuki ve siyasi pozisyonunu güçlendirmiştir. Aslına bakarsanız, Yunanistan Girit Adası'nın güneyinde verdiği arama ruhsatlarıyla Libya'nın da deniz egemenliğini yok saymaktadır. Yunanistan'ın bu pervasız ve gayrimeşru manevraları, Türkiye ve Libya arasındaki bir iş birliğini de zaruri kılmaktadır. Bölgedeki kompozisyona bakıldığında, millî menfaatlerimize en uygun istikamet, Türkiye, Libya ve Mısır üçgeninde tahkim edilecek bir devletler arası iş birliği olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Yunanistan haddini ve hududunu bilmeyen bir devlettir ve Avrupa'nın bu şımarık çocuğunun bölgedeki iddiaları akıl ve mantıkla izah edilemez. Yunanistan, Girit'ten Meis'e kadar olan bölgedeki alanları tek bir sahil şeridi olarak kabul etmek suretiyle Güney Kıbrıs ve Mısır'la deniz yetki anlaşması imzalayarak Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de tamamen izole etmek istemektedir. Yunanlılar hiç boş yere hayal kurmasın, Türkiye Cumhuriyeti devleti ne bugün ne de gelecekte böyle bir oldubittiye asla müsaade etmeyecektir. Yunanistan-Mısır arasındaki iş birliği, Türkiye-Libya arasındaki iş birliği münhasır ekonomik bölgelerin eş güdümlemesiyle engellenmiştir. Bu antlaşmayla Türkiye, Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum kesimi, İsrail hatları arasında çok önemli bir blokaj avantajı elde etmiştir. İYİ Parti olarak Doğu Akdeniz meselesini millî bir mesele olarak görüyor ve Yunanistan tarafından hakları gasbedilmiş ve köşeye sıkıştırılmış bir Türkiye tasavvurunu hiçbir şartta kabul etmiyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetine Doğu Akdeniz'in herhangi bir köşesinde ya da Libya'da atılan her adımın Türkiye'nin kaderini belirleyecek önemi haiz olduğunu bir kez daha buradan hatırlatmak isterim. Dolayısıyla Libya meselesinde sizlerden siyasetüstü bir tavır göstererek uyarılarımızı dikkate almanızı bekliyoruz.

Netice itibarıyla, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin çıkarlarını korumak ve sürdürmek için Türkiye ve Libya arasında imzalanmış olan mutabakatın varlığının tahkim edilmesi vazgeçilmez bir zorunluluktur. Elbette, bu arzumuzun gerçekleşebilmesi için mezkûr anlaşmayı imzaladığımız Ulusal Mutabakat Hükûmetinin de siyasi ve askerî varlığının desteklenmesi ülkemiz açısından bir zorunluluktur. Bu sebeple, İYİ Parti Grubu olarak Libya tezkeresine "evet" oyu vereceğimizi buradan ilan ediyorum.

Zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan kahraman Türk ordusu gerekirse Suriye'nin kuzeyinde, Afrin'de, El Bab'da, gerekirse Kafkasya'da, Karabağ'da, Hocalı'da, gerekirse zaman zaman Cudi'de ve Gabar'da, gerektiğinde ise Irak'ın yüksek dağlarında, nerede olması icap ediyor ise orada olur ve olacaktır. Türk ordusunun görev yerini tayin edecek tek bir amil vardır; o da Türk milletinin varlığı, birliği, istiklali, istikbali ve Türk milletinin ali menfaatleridir.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)