| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin millî çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Libya'daki gayrimeşru silahlı gruplar ile terör örgütleri tarafından Türkiye'nin Libya'daki menfaatlerine yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımları ulaştırmak, dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti tarafından talep edilmiş olan ve bilahare kurulan Millî Birlik Hükûmetinin de gerek duyduğunu bildirdiği desteği sürdürmek, bu süreç sonrasında meydana gelebilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 30.11.2023 |
CHP GRUBU ADINA NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada Libya'yı konuşmaktayız. Ben izninizle önce coğrafi, siyasal ve tarihsel bir genel çerçeve çizeceğim, böylece Libya konusunun ülkemiz açısından jeostratejik öneminin daha iyi anlaşılabileceğini umuyorum.
Ülkemiz coğrafi olarak doğudan batıya doğru Akdeniz'e uzanan bir yarımada, tarihsel kimlik olarak da yine doğudan batıya yönelen bir cumhuriyet. Hepimizin üzerine titrediğini varsaydığım cumhuriyetimiz, yalnızca dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı'nın ardından kurulmadı. Cumhuriyetimiz, Balkan Savaşı ve bozgunundan başlayıp Kurtuluş Savaşı, Dumlupınar Zaferi'yle sonuca ulaşan on yıllık bir savaşın ardından kuruldu. Dış politika ve ulusal güvenlik politikaları bakımından da Kurucu Önder'imiz Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış." ilkesi yol göstericimiz oldu.
Geçtiğimiz yüzyılda, uzun süren soğuk savaşın bir cephe veya kanat ülkesiydik. 21'inci yüzyıl, El Kaide'nin 11 Eylül saldırılarıyla açıldı. Bu defa, ister istemez sıcak çatışmaların ve terörle mücadelenin âdeta merkez ülkesi konumuna geldik. Daha yakın geçmişe geldiğimizde ise Arap Baharı'nın ardından tarihin akışı hızlandı. Hemen güneyimizde, Suriye ve Irak'ta IŞİD belası ortaya çıktı. Daha öncesinde, Irak'ta, 2003'te Amerika Birleşik Devletleri'nin askerî müdahalesi sonrasında Suriye'de, Arap Baharı'nın devamında iç savaşlar patlak verdi. Her iki ülkede de iç savaşlar sönümlenmiş gözükse de içten içe kıvılcımlanarak sürüyor. Yine o cenahta, Lübnan, kendi içine çökmüş görünümde. Ve nihayet Gazze'de yaşananları hepimiz esefle izliyoruz. Diğer komşumuz İran'ın örtülü silah uzantılarının Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve hatta Gazze'deki etkinliklerini de kaydetmeden geçemeyeceğim. Kuzeyimize döndüğümüzde, Rusya, Gürcistan'la savaşarak Abhazya ve Güney Osetya'yı bu ülkeden kopardı, Moldova da Transdinyester'i dolaylı yoldan yine istila etti, ardından Kırım'ı işgal ve ilhak ederek Ukrayna'nın işgaline girişti. Bugün de Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimi sürmekte. Doğumuzda Azerbaycan yaklaşık otuz yılın ardından Karabağ ve diğer bölgeleri Ermenistan işgalinden kurtardı. Biraz daha uzağımıza baktığımızda, Somali'de, Etiyopya'da ama şimdi özellikle Sudan'da çok kanlı iç savaşlar süregittiğini görüyoruz. Özetle, sık kullanılan terime başvurursak, alelusul bir ateş çemberinin tam göbeğinde olduğumuzu belirtmek yanlış olmayacak.
Değerli milletvekilleri, nitekim ve maalesef, bugün görüşeceğimiz Libya da aynı bağlamda kısaca tasvir etmeye gayret ettiğim bu ateş çemberinin içindedir. Dolayısıyla ulusal güvenlik politikaları ve dış politika gündeme geldiğinde yineleyegeldiğimiz nitelikler ülkemiz için hayati önemi haizdir. Cumhuriyetimizin dış politikası sağduyulu, tutarlı, öngörülü ve öngörülebilir, özgüvenli olmalı; serüvenci olmamalıdır ve mutlak surette yalnızca ama yalnızca ulusal çıkarları korumakla yükümlüdür. Başka deyişle, bu yükümlülüğü savunmak hepimize ait olan bir ödevdir. Bunları yinelemekten, sürekli akılda tutmaktan kaçınmayalım. Dış politikayı bir heykel yontmaya benzetecek olursak bu etkinlik elde çekiç, keskiyle değil, aksine bisturiyle, ıskarpelayla yani ince işçilikle yürütülmelidir; el, alet çantasına her uzandığında hep çekice gitmemelidir, ne olursa olsun, elinde her zaman çekiç tutan her sorunu çivi zanneder. Bu minvalde, önemle vurgulamak gerekir ki ne askerî konular siyaset dışıdır ne dış politika siyasetüstü, hele arsa tahsislerinden tutun, genel müdür atamalarına dek her dosyada nihai kararın tek adamın imzasına baktığı bir Başkanlık rejiminde hiç değildir.
Değerli milletvekilleri, işte bu bağlamda, Libya'daki askerî varlığımızın sürdürülmesi konusunu taslağını çizmeye çalıştığım iç ve dış çerçevede, geniş açıdan ele almamız yerinde olacaktır. Sözde legalist bir yaklaşımla ayrıntılara girerek "meşru Hükûmet" "darbeciler" "isyancılar" "ulusal Meclis" "yerel çeteler" "aşiretler" "insan kaçakçıları" "çeteciler" diye bir sınıflandırma yapmaya kalkarsak bugün burada bu yumağın içinden çıkabileceğimizi hiç sanmıyorum; esasen, Libya dediğimiz dosya bu içinden çıkılmaz yumağın ta kendisidir. Ayrıca, güç dengeleri değiştikçe, Mısır, Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve bunun gibi oyuncuların destekleri artıp azaldıkça yahut yön değiştirdikçe tek bir anın fotoğrafını çekip o donuk resme bakarak tüm gerçeğin bu olduğunu iddia edebilmek de mümkün değildir. Biz, Libya'da batıdaki başkent Trablus'a, doğudaki Bingazi tarafından gelen tehdidin bertaraf edilmesi için askerî güç konuşlandırmıştık, deyim yerindeyse, radarlara yakalanmadan silah taşıma girişimlerimiz de oldu. Ardından, bunu, Deniz Kuvvetlerimizin korumasında göstere göstere yapmayı denedik. Sonuçta, bugün, geniş bir U dönüşüyle yeniden barıştığımız Libya'nın komşusu Mısır açısından iç savaşın perde gerisindeki taraflarından biri olarak görüldük.
Libya'nın petrol ve doğalgaz zenginlikleriyle askerî harekâtımızın kendi kendini finanse edeceğini, bir anlamda tazminatının yahut mükâfatının alınacağını öne sürenler oldu. Libya'yla yapıldığı söylenen ancak Meclis onayı da olmayan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması girişiminin Yunanistan, Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail'i tek bir hat üzerinde yan yana bizim karşımıza dizmesi gibi olumsuz bir sonucu oldu. Oysa aradan geçen zamana ve alandaki tüm bu gelişmelere karşılık Libya'da askerî varlığımız yerinde kaldı. Söz konusu askerî varlığımızın cesamet ve maliyeti kadar görevin amaç, tanım ve kapsamını da öğrenmek hakkımızdır. Amaç, terörle veya düzensiz göçle mücadele etmek midir; yok, hiçbiri değilse bir yerel fraksiyonu diğerine karşı ayakta tutmak mıdır? Entegre yani Türkçesiyle tümleşik bir bütün olan ulusal güvenlik politikaları ve dış politika içinde somut katkısı, getirisi nedir? Libya'daki askerî misyon, Cumhurbaşkanının oradaki temsilcisi olan diplomatik misyon şefi Büyükelçimize mi bağlıdır? Dillere pelesenk edilen askerî vesayet sona erdiyse öyle olması gerekmez mi? Kısacası, amaç, güç gösterisi değil bayrak göstermek ise ay yıldızlı bayrağımız Büyükelçiliğimizde dalgalanmakta değil midir?
Değerli milletvekilleri, bu sorulara bugün burada açık, somut ve ikna edici yanıtlar alamayacaksak bizim ana muhalefet partisi olarak önümüzdeki tezkereye onay vermemiz mümkün değildir. Buna karşılık, genel olarak ama bugün ele aldığımız Libya özelinde de biz, teenni kisvesiyle atalet mi, proaktif dış politika yerine reaktif dış politika mı öneriyoruz? Asla. Trablus'ta en zor şartlarda bile görev yapan Büyükelçiliğimizin yanı sıra Bingazi Başkonsolosluğumuzun yeniden açılmasını da destekliyoruz, bu misyonlarımızın güvenliklerinin layığınca sağlanacağını varsayıyoruz. Özellikle Arapça konuşan yeterli sayıda memurun da buralarda görevlendirilebileceğini umuyoruz. Kundakçı-itfaiyeci çelişkisinden de sihirbaz yamaklarının denemeci-yanılmacı heveskârlığından da uzak durulması gerektiğinin altını çiziyoruz. Dış politikada etkinlik ile işgüzarlığın birbirlerine karıştırılmaması gerektiğinin bilincine varılmasını diliyoruz. Çok özenilen stratejik özerkliğin, hatta diplomatik manevra kabiliyetinin ancak hem üyesi olduğumuz uluslararası teşkilatlar hem ait olduğumuz devletler ailesi içinde etkin olmakla sağlanabileceğini vurguluyoruz. Gücümüzü tarihimizden, hariciyede büyük devlet geleneğimizden almamız gerektiğini biz de söylüyoruz, genç cumhuriyet 1923'te Lozan ve 1936'da Montrö'yle bunun en güzel örneklerini verebilmiştir, Avrupa Konseyi kuruculuğu, NATO üyeliği, nihayet Avrupa Birliği adaylığıyla dış politika yapısının temel taşlarını birer birer üst üste koymuştur. Öyleyse bugün de örnek diplomasi vakası olarak Libya'da ulusal çıkarlarımızın korunacağı bir duruma erişilmesi için Birleşmiş Milletler ve NATO içinde sesimiz gür çıkmak bir yana neden hiç duyulmuyor?
Geçenlerde onayladığımız UNIFIL'in görev süresinin uzatılması bağlamındaki Lübnan tezkeresi bu bakımdan Libya'dan ayrışmaktadır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Birleşmiş Milletler kararlarıyla onaylanan ve barış inşası için oluşturulan uluslararası güçlere Türk Silahlı Kuvvetlerinin katılımını destekleriz. Lübnan, Kosova, Azerbaycan konularında uluslararası meşruiyeti olan girişimlerde de "evet" oyu kullandık fakat getirdiğiniz Libya tezkeresi için durum böyle değil. Bu bağlamda şu soruları yöneltiyoruz: Öncelikle Libya'da Birleşmiş Milletlerin meşru gördüğü hükûmeti desteklemeniz olumlu. Peki, aynı tutumu Suriye'de almak yerine burada neden ÖSO gibi gayrimeşru unsurları muhatap kabul ediyorsunuz? Suriye'de Rusya'yla yakın politika izlerken Libya'da Rusya'dan doğrudan destek alan ve hatta Wagner grubunu cephede savaştıran Hafter'e karşı saf tutmanız karşısında Moskova'dan nasıl bir tepki alıyorsunuz? Libya'ya yardımı Birleşmiş Milletler ambargosunu delmeden ve Türkiye'yi dış dünyanın önünde güç duruma düşürmeden yapmanın başka bir yolu yok mudur? Siz Mısır'la daha yeni yakınlaşırken Libya'da Hafter cephesini yani isyancıları destekleyen Kahire'yle nasıl bir zeminde anlaşmayı planlıyorsunuz? İsrail'in Gazze'yi hukuksuz işgal girişimi olmasa Tel Aviv'le de yakınlaşma sürecine girmiştiniz. Bu süreçte Türkiye'ye karşı oluşmakta olan Yunanistan-İsrail-Mısır ittifakına karşı ne gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz?
2020 yılında Libya'da bir ateşkes imzalandı ve 2020 yılı Mayıs ayında dönemin Dışişleri Bakanı Necla el-Menguş mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu'yla yaptığı ortak basın toplantısında dahi savaşın bittiğini açıkladığı ve "Artık Türkiye'den askerlerini Birleşmiş Milletler kararlarına uygun olarak çekmelerini bekliyoruz." dediği hâlde "Biz orada bazı eğitimler vereceğiz." gerekçesiyle askerlerimizi neden tutuyorsunuz? Topraklarına askerlerimizi açan ülke açıkça "Artık sizin varlığınızı istemiyoruz." demesine rağmen siz neyin ısrarındasınız? Dünya basınında, üstelik sadece Avrupa ya da Amerika'da değil, Çin basınında bile Türkiye'nin Libya'ya müdahale etmesi esnasında "SADAT" adlı hukuksuz, sözde şirketin girişimleriyle paralı askerler getirdiği, bölgeye ÖSO gibi gayrimeşru güçlerin sevk edildiği iddia ediliyor. Bu iddialar gerçekse zaten durumu en şiddetle kınamak haricinde söyleyecek sözümüz yok fakat durum böyle değilse ve iktidarınız böyle tehlikeli ve hukuksuz oyunlara tevessül etmiyorsa, etkin bir iletişimle dünyanın önünde bu iddiaları neden yalanlamıyorsunuz? Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ne işe yarıyor?
Son olarak, siz Libya'da nasıl bir dış politikayı kimin eliyle ve hangi aktörlere muhatap olarak yürütüyorsunuz? Trablus'a meslek dışından Kenan Yılmaz isimli bir Büyükelçi atamışsınız. Bu kişinin ne elçilik sayfasında ne internette herhangi bir yerde geçmişine, mesleki birikimine dair tek bir sayfa bilgi var, sanki özellikle internetten sildirilmiş. İttifak ilişkisi kurduğunuz tüm Akdeniz politikasının merkezine oturttuğunuz Libya'ya bizim hakkında doğru düzgün bir bilgiye ulaşamadığımız birisini hangi gerekçeyle tayin ediyorsunuz? Meslek dışı büyükelçi atamaları konusunda sizi zaten parti olarak uzun yıllardır eleştiriyoruz fakat bu durum artık tahayyül sınırlarımızı zorluyor. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'dan ya da buradaki Hükûmet yetkililerinden acilen net bilgi bekliyoruz. Bizim Trablus Büyükelçimiz kimdir, geçmişi ve birikimi nedir?
Değerli milletvekilleri, savaş dış politikanın farklı araçlarla uzantısı olarak görülebilir. Devletler terörizmin ortak bir tanımı üzerinde anlaşamamış da olabilirler ama diplomasi, askerî hamlelere deyim yerindeyse kılıf dikilen bir icraat olamaz. Askerî güç projeksiyonları, maliyetleri çok yüksek, görevleri ve süreleri çok açık biçimde belli, çok zorunlu durumlarda kısıtlı dış politika bütününe diplomatik ayak bağı olmayacak, sivil yönetim denetiminde yürütülmesi gereken istisnai etkinliklerdir. "Biz demir alalım, istim arkadan gelsin." yaklaşımı çok tehlikelidir. Meclise hesap vermeyen bir dış politika olmaz, olamaz. Libya ve benzeri tezkerelerin süreleri usulen el kaldırılıp indirilerek, âdeta otomatiğe bağlanarak ilanihaye uzatılmamalıdır. Bu yola tevessül edilmesi gerek ulusal güvenlik bakımından gerek demokrasi açısından son derece sakıncalıdır.
Bakınız, biz Gazze'de ilk günden garantörlük iddiasıyla ortaya atılırken Arap ülkeleri bugün bile Gazze'ye asker göndermeye kesinlikle karşı çıkmaktadır. Sui misal emsal değildir, olmamalıdır. Dış politikada yapılması gereken yanlış resimlere bakarken de doğru akıl yürütebilmeyi becerebilmektir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Meclisi çalıştırmaya, tam arkamda yazan "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." ilkesine bağlı kalmaya, Kurtuluş Savaşı sırasında bile kapanmayıp Hükûmeti ve harbin gidişatını sonuna dek denetleyen millî iradenin tecelligâhı Gazi Meclisin itibarını korumaya kararlıyız. Biz, Osmanlı İmparatorluğu son nefesini vermesin diye Yemen'den Fizan'a, Galiçya ovalarından Allahuekber Dağları'na kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yüzbinlerce evladımızı şehit verdik ama bu toprakları elimizde tutamadık. Aradan yüz on yıl geçmesine rağmen bu evlatlarımız için yakılan yas türküleri hâlâ hepimizin hafızalarında; o ağıtlar, o türküler dillerde. Bugün de yeni acılar yaşamaya, Suriye'de, Libya'da ya da başka ülkelerde, sizin hiç kimseye açıklama gereği duymadığınız birtakım çıkarlarınız için, sizin haricinizde ki partileri dışlayarak yürüttüğünüz sorunlu dış politikanız için daha fazla maceraya girilmesine tahammülümüz yoktur. İktidar olarak siz tek bir şahsın ideolojik ufkuyla sınırlı bu keyfî dış politika anlayışından vazgeçip partilerüstü bir dış politika anlayışına geri dönmedikçe, sadece bizim değil, Parlamentodaki tüm partilerin görüşüne başvurmadan keyfî kararlar alıp bize dayattıkça, iyi günlerinizde "İşte, bu bizim politikamız." diye övünürken sadece kötü günde, sıkıştığınızda bizden destek istedikçe bizden o desteği göremezsiniz. Bizim evlatlarımızın neden cepheye sürülmek istendiğinin açıklamasını bize açık açık yapmadıkça bu vebalin altına giremeyiz. Bu süreçte yeni şehitler vermek istemiyoruz, bu ülkede daha fazla çocuğun babasız anasız kalmasını istemiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tan, lütfen sözlerinizi tamamlayın.
NAMIK TAN (Devamla) - Toparlıyorum.
Kendi vatan savunmamız haricinde askerimizin canını tehlikeye atmanızı, kimseyi ikna etme gereği duymadan çıktığınız yoldaki maceralarınız uğruna bu memleketin çocuklarını ateş hattına sürmenizi kabullenmiyoruz. Bu ulusun bir tek askerinin canı, şu veya bu ülkeden almayı planladığınız 3-5 milyar dolar kredi için feda edilemez. Kimse şanlı Türk askerini başka ülkelerde paralı asker gibi konuşlandıramaz, bu ordunun onurunu çiğneyemez. Onurlu Türk ordusu cephede Wagner gibi gayrimeşru yapıların muhatabı yapılamaz. Meseli bilirsiniz, hecin devesi hayıflanmış "Boynum eğri." diye "Neren doğru ki?" demişler. Biz de önümüzde duran tabloya bakıp yirmi yılı aşan AKP iktidarının bütün olumsuz icraatı içinden kimi ulusal güvenlik ve dış politika dosyalarını çekip bunlara neredeyse kutsallık ya da dokunulmazlık atfedecek değiliz. Bu bağlamda ve milletin partimize tebliğ ettiği muhalefet görevi bilinciyle bu tezkereye "hayır" oyu vereceğiz.
Hepinize saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)