GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 9'uncu Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:41
Tarih:20.12.2023

DEM PARTİ GRUBU ADINA SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, Sayın Genel Kurul; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, Türkiye cezaevlerinde açlık grevi var, Türkiye'de de açlık var. Bu iki açlık, aslında, Türkiye'deki siyasi kriz ile ekonomik krizi bize birlikte ifade ediyor. Evet, Türkiye cezaevlerinde açlık grevi var çünkü Türkiye'de çok derin bir siyasi kriz var. Bu çok derin siyasi krizin en temel nedeni, kuşkusuz tecrit ve Kürt sorunundaki çözümsüzlüktür. Bu konuda ısrar edildikçe tecrit sürdükçe, Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar edildikçe, siyasi kriz derinleşecek. Bunun en önemli etkisi de ekonomik kriz üzerinde kendini gösterecek. Bir ülkede ekonomik krizin geldiği boyutu görmek açısından en önemli gösterge kuşkusuz yoksulluktur, açlıktır dolayısıyla da Türkiye'de artık açlık vardır. Türkiye'de her zaman bir yoksulluk sorunu olmuş mudur? Evet, olmuştur ama bugün dönüp baktığımızda artık ciddi boyutta bir yoksulluğun ve buna eşlik eden bir açlığın söz konusu olduğunu görmemiz mümkün. Hatta bunu, geçenlerde, burada AKP milletvekili, konuşmasında şöyle bir şeyle ifade etti -tabii, onlar tabloyu hep başka bir yerden okudukları için- dedi ki: "Bizim dönemimizde sosyal yardım harcamaları 47 kat arttı." Bu şu anlama geliyor: Sizin döneminizde yoksulluk 47 kat arttı. Siz bir muhtaçlar ekonomisi yarattınız, siz bir yoksulluk ekonomisi yarattınız ve sonucunda da tabii, burada 47 kat artmış bir sosyal yardım sisteminden bahsediyoruz. Dolayısıyla ortada sosyal devlet yoksa hayırseverlik vardır, zaten neoliberal politikaların da temel dayandığı mesnet budur; dolayısıyla halk yoksul, sermaye zenginleşmeye devam etsin.

Şimdi, böyle bir durumda, böyle bir ülke ekonomisinde özellikle de ekonomik kriz çok derinleşmişse ve bu ekonomik krizin en önemli nedenlerinden biri enflasyon olarak gösteriliyorsa biz iki yere çok dikkatli bakarız: Bir Merkez Bankasına bir de Hazine ve Maliye Bakanlığına. Şimdi, Merkez Bankasına baktığınızda, Merkez Bankasının başındaki hanımefendi geçen gün bir röportaj vermiş, izlemişsinizdir, okumuşsunuzdur röportajı. Biz çok Merkez Bankası Başkanı gördük ama bu kadar ciddiyetsizini ilk defa gördük, bu kadar laubaliliği ilk defa gördük, dolayısıyla Merkez Bankası Başkanı röportajında âdeta yoksul halkla alay eder gibi, Sadık Efendi'yle alay eder gibi bir açıklamada bulunmuş, demiş ki: "Ekmeğin fiyatının, ürünlerin fiyatının düştüğünden haberi yok." Ya, o her gün 40 daireye ekmek götürüyor, nasıl fiyatından haberi yok? Esas senin bu ülkede fiyatların ne olduğundan haberin yok. Diyor ki: "Kira endeksi düştü." Ne düştü? Yüzde 5 artmış, senin bundan haberin yok. Sen çıkmışsın, gayet laubali bir şekilde röportaj veriyorsun; bir de yoksullarla, asgari ücretle geçinmek zorunda olanlarla alay ediyorsun; diyorsun ki: "Ben de geçinemiyorum, annemin evine sığındım." Milyon dolarları olan Manhattanlı bu hanımefendi âdeta bu ülkenin yoksullarıyla, emekçileriyle alay ediyor dolayısıyla ülkedeki durum bu. Şimdi böyle bir Merkez Bankası Başkanıyla -Cumhurbaşkanı ona 3 sektör söyleyecekmiş, o şahlandıracakmış ekonomiyi- siz enflasyonla mücadele edeceksiniz, fiyat istikrarı sağlayacaksınız. Fakat burada daha ilginç bir şey var: Merkez Bankası Başkanı neden şimdi böyle bir röportaj veriyor? Çünkü şu anda asgari ücret görüşmeleri yapılıyor ve dolayısıyla sinsice, aslında, bu ülkede ücretlilerle, emekçilerle bu anlamda uğraşılmaya devam ediyor.

Peki, Merkez Bankası Başkanı böyle de Hazine ve Maliye Bakanlığı farklı mı? Sayın Şimşek de Manhattanlı değil ama Londralı dolayısıyla da Sayın Şimşek de aynı şekilde düşünüyor. Şimdi diyor ki her açıklamasından sonra: "Beni yanlış anladınız." Ya, biz seni niye yanlış anlayalım? Biz seni yanlış anlamayacak kadar siyaseti de biliyoruz ekonomiyi de biliyoruz ama sen İngilizce düşünüp Türkçe konuştuğun için aslında aklındakini ifşa ediyorsun bize. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Senin rasyonel politikaların var ya, bak, o rasyonel politikalar, hani emperyalizmin merkezlerinde üretilen -sizin arkadaşlar hiç sevmiyor bu emperyalizm merkezlerini- orada üretilen şeyler var ya, orada üretilen şeylerin birinci cümlesi aslında tam da bu rasyonel politikaları ifade eder, der ki: "Ücret artışları enflasyonu yükseltir." Oysa sizin çok sevdiğiniz bir kurumun yaptığı son bir araştırma var -eminim takip etmişsinizdir- IMF bir araştırma yaptı, dedi ki: "Yaşanan son dönem enflasyon üzerinde etki yapan faktörler ücretler değil; ücretlerin payı yüzde 4,5 ama kârların payı yüzde 45, faizin payı yüzde 40." Yani bugün dünyada yaşanan enflasyonun nedeni kârlar. Siz ISO 500'e baktınız mı? Ben Komisyonda size söylemiştim, eminim bakmışsınızdır. ISO 1000'e baktınız mı? Banka kârlarına baktınız mı? Baksanız zaten enflasyonun nedeninin bu olduğunu, Türkiye'deki enflasyonun da kâr etkili bir enflasyon olduğunu; süper sömürü aşamasında olduğumuzu ve giderek ücretlerin üzerinde inanılmaz bir yükün oluştuğunu siz de görürsünüz.

Bakın, Türkiye'de zaten bir vergi adaletsizliği var, Türkiye'de zaten ciddi anlamda bir gelir dağılımı adaletsizliği var, Türkiye'de çok ciddi bir servet uçurumu var ve siz bütün bunları görmek yerine... Enflasyonla mücadeleyi -zaten Merkez Bankası Başkanının yapamayacağını anladık- sizin yapabilmeniz için aslında sizin de bu rasyonaliteden kendinizi kurtarmanız lazım. Dolayısıyla, sizden önceki Sayın Nebati'ye o kadar haksızlık yaptınız, "irrasyonel" dediniz, yerden yere vurdunuz; e, sizin rasyonalitinize baktığımızda, bence Nebati de sizi yakında yerden yere vurabilir. Dolayısıyla, burada dönüp gördüğümüz şey aslında vahim bir tablodur. Vahim tablonun nedeni de ortada oluşmuş olan, aslında emekçi halkın üzerindeki, emeklilerin üzerindeki hem enflasyonist baskıdır hem de uygulanan bu politikaların yaratmış olduğu tahribattır.

Şimdi, siz, bir de etrafta olan bitene çok duyarsız bir Bakansınız. Yani memlekette olmayacak işler oluyor, siz bu konularda hiç açıklama yapmıyorsunuz; yaptığınız açıklama, biraz önce söylediğim konularla sınırlı kalıyor. Ne mi oluyor ülkede? Bir Ponzi rezaleti var, kozmetik fonlar var, kripto fonlar var, narkofonlar var, sportif fonlar var; etraf fon kaynıyor. Yani futbol artık bir bahis oyununa dönüşmüş durumda, kozmetik sektörü kara para aklama sektörüne dönüşmüş durumda, uyuşturucu rakamları havada uçuşuyor. İçişleri Bakanı geldi, burada bize 325 tane bu türden örgütü -beş ayda galiba- çökerttiğini söyledi, daha da devam edecekmiş. Tabii, İçişleri Bakanına da şunu sormak gerekiyordu; sanki Çiller Hükûmeti gitmiş, onlar yeni gelmiş gibi konuşuyor. Ya, geride bıraktığımız beş yıl boyunca -görev suistimali denen bir kavram var- görevi ihmal etmiş adamlarla ilgili bir soruşturma açmak hiç aklına gelmiyor mu? Neyse, o onun konusu. Sizin konunuz şu: Ortada bir kara para var. Para, kara da olsa ak da olsa para, fon yani Hazineyi ilgilendiriyor; siz çıkıp bir cümle etsenize, bunların peşine düşsenize, bunlarla ilgili Hazine müfettişlerini, Maliye müfettişlerini harekete geçirsenize. Siz hiç oralı değilsiniz, bu dünyaya Fransız takılıyorsunuz. Şimdi, böyle bir dünya yok; dünyanın her yerinde -Al Capone hikâyesini bile bilirsiniz- Hazine kara paranın peşine düşer ama siz âdeta kara para gelsin diye sessiz kalıyorsunuz. Nereden mi biliyoruz? 2022 yılında 26 milyar dolar net hata noksan hesabı var. Normalde bu ülkenin net hata noksan hesabı 5-6 milyar dolardır, ilave 20 milyar dolar gelmiş, sessiz kalmışsınız. Bu 20 milyar dolar ölçülebilen, ya ölçülemeyen? Ortada dolaşan para zaten 40-45 milyar dolar olarak konuşuluyor; rakamlar ortada, suç ortada, kara para ortada ama ortada olmayan Hazine ve Maliye Bakanı.

Turizm Bakanıyla beraber gelmeniz isabetli olmuş çünkü geçen gün bir şey gördüm, hatta siz de Komisyonda çok dile getirdiniz, Sayın Cevdet Yılmaz da çok dile getirdi "Turizm gelirleri 100 milyar dolara çıkacak, cari açığı kapatacak, ülke ekonomisini düzeltecek." filan. Şimdi, geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı Yunanistan'a gitti, biliyorsunuz, hani "Bir gece ansızın gelebiliriz." filan derken gündüz vakti gitti, iyi de oldu, böyle gündüz vakti seyahatler iyi, diplomasi iyi, diyalog, müzakere iyi. Rojava'ya da böyle gidin, hadi gidemiyorsanız onlar böyle gelsin, müzakere yapın, görüşün; bu militarist bütçeden, bu savaştan bizi kurtarın. Fakat Yunanistan'da ilginç bir şey yaşandı, elde edilen şeylerden biri şu: Adalarda bir hafta boyunca kapıda vizeyle seyahat edilebilecek yani Yunan adalarına Türk zenginleri gidebilecek. Ya, siz üç kuruş turizm geliri için ülkede orman bırakmadınız; sizin zenginleriniz gidip parayı o yaz mevsiminde adalarda tatil yaparak harcarken siz de yine Arap çöllerinde fon aramaya devam edeceksiniz; işte, Türkiye'deki iktidarın birkaç fotoğrafı bu. Dolayısıyla, esas Merkezde olması gereken maliye ve para politikalarının eş güdümünde bir istikrar politikasıyla -çünkü siz bu sözü çok seviyorsunuz; "makroekonomik istikrar" "finansal istikrar"- istikrar sağlamak gerçek anlamda bir disiplin ister, sorunların gerçek anlamda teşhisini gerekli kılar, bu sorunlarla çözümü var edecek bir siyasi iradeye ihtiyaç duyar ve bunun hayata geçmesi için çabalar. Biz, burada, böyle bir siyasi irade göremiyoruz, böyle sorunları doğru teşhis etmiş bir aklı da maalesef göremiyoruz.

Bakın, son olarak -bu çok önemli- bir mesele var: Bütçe açığı. 2,6 trilyon bütçe açık verecek yani bütçenin yüzde 25'i açık. Buraya bir sürü bakan geldi, hepsi "Onu yapacağız, bunu yapacağız..." fakat bu yaptıklarının finansmanı tabii bütçeden sağlanacak. Bunun yüzde 75'inin nasıl olacağını biliyoruz; dolaylı vergilerle yine halkın gırtlağını sıkacaksınız, zamlarla olacak, bazen para basacaksınız ama ortada yine 2,6 trilyon açık var. Bu açığı nasıl finanse edeceğiniz konusunda da konuşmuyorsunuz. Biz bilmiyoruz, bunu nasıl finanse edeceksiniz? Mesela, çıkıp bu konuda bir açıklama yapmanız lazım. Sizin yerinize biz yapalım: Borçlanacaksınız. Peki, size kim borç verecek? Zenginler çünkü serveti olanlar ancak borç verebilir. Asgari ücretle geçinenler size borç verebilir mi, bu mümkün mü? Yok, zaten geçinemiyorlar, borç içindeler, kiralarını ödeyemiyorlar, annelerinin evine taşınıyorlar ama size borç verecek olanlar servet sahipleri. Peki, nasıl borç verirler size? Politika faiziniz yüzde 40, yüzde 40'la size borç verirler mi? Hayır. Yine, Merkez Bankası satır arasında ağzından kaçırıyor, diyor ki: "Bankaları teşvik ettik." Bankalar şu anda yüzde 59'la fon topluyor, bunu size satacaklar. 59'la topladığını size kaçak satacak? Enflasyonun üzerinde satacak. Dolayısıyla, siz servet transferine devam edeceksiniz. Dolayısıyla, siz gelir dağılımını bozmaya devam edeceksiniz. Servet sahiplerinin servetine servet katacaksınız. Bu kârlar nereden ortaya çıkıyor dediğimizde, işte, devlet eliyle yaratılmış kârlardan bahsediyoruz; böyle ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla, cari işlem açığı ve diğer bir sürü sorun bir tarafa bir de şimdi çok ciddi bir bütçe açığı söz konusu. Bu bütçe açığının finansmanı meselesi, kur korumalı mevduatın yaratmış olduğu krizi şimdi yeniden derinleştirerek karşımıza çıkacak. Kur korumalı mevduat deli saçması bir meseleydi; bunu anladınız hatta Plan ve Bütçe Komisyonunda AKP'li bir arkadaş çıktı, dedi ki: "Her dönemin kendine has stratejisi olur." "Dönem" dediği geçen sene yani sanki on sene önceden bahsediyor. Bu anlamıyla, geçen sene kur korumalı mevduatla geldiğiniz noktadan bu sene kurtulmaya çalışıyorsunuz. Ne zaman? Hazirana kadar bunu sönümlendireceksiniz. Şu anda 2,7 trilyon para var. 2,7 trilyon para, 2,6 trilyonluk bütçe açığının finansmanına nasıl çevrilecek? Yüksek faizle. İşte, bu yüksek faiz, bu borçlanma önümüzdeki dönemin krizinin habercisi. Peki, ortaya çıkmış olacak bu maliyeti, ortaya çıkmış olan bu finansal yükü kim taşıyacak? İşte, o yüzden asgari ücret görüşmeleri zamanında böyle demeçler veriyorsunuz; halka taşıtacaksınız. Bakın, Merkez Bankası "Haziranda açlık sınırı 21 bin lira olacak." diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - BAŞKAN - Sayın Temelli, lütfen sözlerinizi tamamlayın.

SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Siz, asgari ücret görüşmelerini 14-15 bin liradan başlatıyorsunuz. Aradaki fark, sadece asgari ücretlilerin katlanacağı işte bu faiz yüküdür.

Dolayısıyla, bir çözümsüzlüğün içinde debelenmeye devam ediyorsunuz çünkü siyasi krizinizi çözecek siyasi iradeden yoksunsunuz, ekonomik krizinizi çözecek iktisadi iradeden de yoksunsunuz. Sizin "rasyonalite" dediğiniz şey, Atlantik'in uydurduğu neoliberal politikalardır. Buradan çıkış mümkün mü? Mümkün. Buradan çıkışın yolu; Türkiye halklarının, emekçilerinin, kadınların, sömürülenlerin, mağdur olanların yan yana gelmesiyle mümkün. Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Bu yerel seçimlerde kent uzlaşıları çerçevesinde bu büyük buluşma bu gidişatı durdurabilir. O yüzden de biz diyoruz ki: "..."(*)

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)