GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:42
Tarih:21.12.2023

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, Sayın Bakanlar, kıymetli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ile ilgili kurumlarla ilgili İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Ülkemizde en önemli ve derhâl çözülmesi gereken sorun, yargıya güven sorunudur. İktidarın Anayasa Mahkemesi üyelerini devamlı tehdit ederek hizaya getirmeye çalışmasının normalmiş gibi algılandığı, uluslararası sözleşme ve mahkemeleri tanımadığı akıl almaz bir dönemden geçmekteyiz. Bu, öyle bir dönem ki Sayın Cumhurbaşkanı bir taraftan Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımadığını beyan ederken diğer taraftan Netanyahu'nun Uluslararası Ceza Mahkemesinde ceza alması için elinden gelen her şeyi yapacağını ifade ederek daha başta dışa karşı inandırıcılığını kaybetmektedir. Dış politikada sürekli "Burası muz cumhuriyeti değil." diyerek meydan okuyan Sayın Cumhurbaşkanı "Bizim mahkeme kararlarımızı tanımayanı biz de tanımayız." diyerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımadığını ifade etmişti. Oysa kendisi de 1999, 2001 ve 2002 yıllarında hak ihlali talepleriyle Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Bunu neden açıklıyorum? Anayasa'nın hukuk devleti ilkesi gereğince, yürütmenin en üst seviyesinde yer alan Cumhurbaşkanı dâhil bütün kamu görevlileri hukukun üstünlüğüne riayet etmek zorundadır. Kanunlarını beğenmeseniz de eğer uluslararası sözleşmelere tarafsanız kararı eleştirebilirsiniz ancak "Ben seni tanımıyorum." diyemezsiniz. Yarın bir gün eğer vaatler yerine getirilir de Türkiye için Uluslararası Ceza Mahkemesinin yolunu açan Roma Statüsü imzalanırsa, "Ben Uluslararası Ceza Mahkemesini tanımıyorum." denilirse kimsenin şaşıracağını sanmıyorum.

Değerli milletvekilleri, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün "Bir Bakışta Hükûmet 2023 Raporu"na göre, 2010 yılında yüzde 59 olan Türkiye'de vatandaşların yargıya güveni 2020 yılında yüzde 37'ye, 2022 yılında yüzde 33'e kadar gerilemiş durumda yani vatandaşlarımızın üçte 2'si yargıya güvenmiyor. Yargı sistemimiz ne yazık ki iktidarın istediği kararları veren hâkimlerin ödüllendirildiği, aksi durumda hâkimlerin cezalandırıldığı bir sisteme dönüştürülmüştür. Ayrıca, yerel mahkemede hâkimlere hukuka uygun kararların değiştirilmesi için baskı yapan, dava takip eden Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi üyeleri olduğu bilinmekte ise de bu konuda ayrı bir çalışma yapmakta olup tamamlanınca yüce Meclisin bilgisine sunacağım.

Sayın milletvekilleri, aslında tüm sorunların başında hukuk fakültelerindeki eğitimin yetersizliği ve nitelik eksikliği bulunmaktadır. Sorunu tespit ederken buna eğitimden başlamak gerekmektedir. Bu konuda tarafımca bir Meclis araştırma önergesi de verilmiştir. Türkiye'de 2023 yılı itibarıyla 84 hukuk fakültesi bulunmaktadır. Bu fakültelerin 38'i devlet üniversitelerinde, 35'i vakıf üniversitelerinde ve 11'i Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde bulunmaktadır. 2012'de 78 bin olan avukat sayısı 2022 sonunda 175 bine dayandı. Avukat sayısı son beş yılda yüzde 64, son on yılda ise yüzde 123 artış göstermiştir. Henüz uygulanmaya başlanmayan avukatlık sınavı bir çözüm olmaktan ziyade işsizler ordusu yaratacaktır. Belki avukatlık sınavı kaliteyi yükseltme amacına hizmet edecek ama sınavda başarılı olamayanların da mesleki perspektifleri tamamen ortadan kalkacaktır. O nedenle de yeni hukuk fakültesi açmak yerine mevcut hukuk fakültelerinin niteliğini artırmak başlıca amaç olmalıdır. Hâkim, savcıların nitelikleri artsa da niteliklerinin yetersiz olması makul sürede yargılanma hakkının korunmasını engellemektedir. Makul sürede yargılanma hakkı ülkemizde en yaygın olarak ihlal edilen hakların başında gelmektedir. Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde yayınlanan verilere göre 2023 yılı içinde makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla 38.826 başvuru yapılmıştır. Makul sürede yargılanma hakkının temini için yargıçların niteliğini artıracak çalışmaların yapılması ve mahkemelerin dosya yükünün makul bir düzeye indirilmesi gerekmektedir.

Adli personelin iyi eğitimli ve hak ve özgürlüklere duyarlı olması çok önemlidir. Türkiye'de son yıllarda görülen en önemli sorunlardan biri adli personelin niteliğindeki düşüştür. Hakim, savcı ve diğer adli personelin istihdamında torpil değil nitelik ölçütünü esas alacak ve düzenli hizmet içi eğitimlerle bunu değiştirecek köklü bir değişikliğe ihtiyaç vardır.

Burada siyasi iktidarın yargı teşkilatına ve yargı kararlarına müdahalesiyle ilgili ilginç birkaç somut hususa değinmek istiyorum. İki hafta önce SON TV'de yayınlanan bir haberde üst düzey bir bakanlık bürokratının beyanı referans verilerek "Bakanlık tetkik hâkimlerinin arkalarını, torpillerini görelim, ondan sonra kimleri değiştireceğimize karar vereceğiz." şeklindeki haber yayınlandıktan sonra FETÖ üyelerinin yerine geçici görevle getirilen, yine bu darbe girişiminde taşın altına elini değil bedenlerini koyan 184 Bakanlık tetkik hâkiminin yetkilerinin bir gecede haber verilmeden kaldırılması çok manidardır. Bu sayede FETÖ'den ihraç edilen hâkim, savcıların intikamı mı alınmak istenmektedir.? Bu konunun Sayın Adalet Bakanınca izaha muhtaç olduğunu düşünüyorum.

Sayın Adalet Bakanının son yaptığı personel atamalarında güvenlik bilgilerinin önemsenmediği, güvenlik kaydı bulunan şahısların atamalarının siyasi referansları sayesinde ilgili Adalet Bakan Yardımcısının baskılarıyla yaptırıldığı açıkça ifade edilir hâle gelmiş bir husustur. Bazı komisyon başkanlarının ise baskılara boyun eğmeyerek "Vatan hainlerinin atanmasına sebep olacağıma Ağır Ceza Başkanlığını bırakırım." diye rest çektiği, bunu rest çekenlerin de kararnamede yine aynı Bakan Yardımcısı tarafından görev yerlerinin değiştirileceği söylentileri yine yargı camiasının gündemindedir.

Adalet Bakanlığı bünyesinde tayin taleplerinde bulunan yargı çalışanlarının taleplerinin yasal mazeretlerine göre değil, sendikalarına göre yapıldığı artık adliyelerde dahi yüksek sesle konuşulmaktadır. Kısacası, yasal mazereti olup tayin olamayan bir zabıt kâtibi yerine hiçbir yasal mazereti olmayan, hatta mevzuat gereği atanmaması gereken yeni memurların, sırf Hükûmetin sendikasına üye oldukları için, AKP'den gelen bir telefonla atandıkları bildirilmektedir. Hâl böyleyken iktidar sözcülerinin her birinin yargı bağımsızlığı nutukları atması abesle iştigal değil de nedir?

Sayın milletvekilleri, yargılamayı gereksiz biçimde uzatan usul kuralları da ayrı ayrı gözden geçirilmelidir. Örneğin, Adalet Bakanlığının, seminere katılacağı haftalar öncesinden belli olan bir hâkimin seminerin olduğu güne tatile çıkacağı hafta içine duruşma koyması, sadece zaman yönetimi konusunda eğitim verilmesiyle değil, hâkimlerin çalışma disiplini ve hepsinden de önemlisi sorumluluk duygusuyla ilgilidir. Kadın hâkimlerin doğum iznine çıkmalarından sonra, yerlerine bakan hâkimlerin kendi dosyaları olmadığı gerekçesiyle doğum iznine çıkan hâkimlerin dosyalarını neredeyse bir yıl sürüncemede bırakmaları en çok yaşanan sorunlardan biridir. Adalet Bakanlığının bu duruma yönelik bir personel politikası geliştirmesi, önceliklerini belirlemek amacıyla ilk derece mahkemesi yargıçları ile avukatların bu konu hakkındaki görüşlerine başvurması zorunludur. Yargıdaki hantal işleyişe en çok onlar tanık olmaktadır. Adalet Bakanlığı, Soruşturma, Kovuşturma veya Yargılama Hedef Sürelerinin Belirlenmesi ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik çıkarmıştı. Uygulamada hedef süreye uymak kaygısı ve amacıyla usulüne uygun ve tam bir yargılamanın yapılmaması ya da hedef sürenin mahkeme tarafından dikkate alınmaması gibi olumsuz sonuçlar çıktığı ortadadır.

Gelelim istinaf mahkemelerine. Yargılamanın uzun sürmesini engellemek için ihdas edilen istinaf mahkemeleri, yargılamanın kısa sürede sonuçlanmasına katkı sağlamaktan ziyade temyiz edilebilen kararlarda yargılamayı uzatmakta, çelişkili kararlarıyla içtihat birliğini bozmaktadır; üst mahkeme niteliğini haiz olacak kararlar verilememekte, birçok kararı Yargıtayda bozulan, düzeltilen âdeta ikinci bir yerel mahkeme görevini görmektedir. Kritik ve önemli davalarda istinaf mahkemesi dosyaya elini sürmeye bile korkmakta, amiyane tabirle Yargıtaya atmaktadır. Yargıtayın yoğun iş yükü çalışanlarını olduğu kadar muhataplarını da yıldırmaktadır. Uygulamada sıklıkla şahit oluyoruz ki dosyalar Yargıtaya gidince yıllarca inceleme sırası bekliyor, karar bozulsa bile henüz kesinleşmeyen kararla verilen cezayı tutuklu olarak geçirmektedirler; bu kişiden adalete olan güveni beklemek mümkün müdür?

Sayın milletvekilleri, avukatların yargının sacayağı olduğu unutulmamalıdır. Efendim, ben otuz üç yıl bilfiil serbest avukatlık yapan ve bu süre içerisinde yaşadığım olayları kitaplaştırma çalışması devam eden bir Vekil olarak, fiziki koşullardan 2 duruşma arasındaki sürelere, acil karar verilmesi gereken dosyalar için günlerce hâkim, savcıların kapılarında nöbet tutmaya, yeterli inceleme yapmadan verilen hatalı kararlara tepki gösterdiğimizde "Beğenmiyorsanız temyiz edin Avukat Bey." diyen hâkimlere kadar sayamayacağım yüzlerce sorun... Adalet hizmetlerinin en önemli ve etkin ayağı olan avukatların hiçbir yasama faaliyetinde görüşlerine başvurulmadığı gibi Avukatlık Kanunu'nda değişiklikler yapılmasını öngören, bizzat avukatları ilgilendiren yasa teklifini avukatlar ve barolar basından öğrenmişlerdir. Adalet Bakanlığının bu bakış açısıyla kendi bürokratlarına Avukatlık Kanunu tasarısı hazırlatmasını önce avukat olarak ve hukukçu bir milletvekili olarak asla kabul etmiyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan hazır buradayken, aslında birçok il ve ilçenin sorunu hâline gelen, örnek olarak da özellikle seçim bölgem ve vekili olduğum Afyonkarahisar ilçe adliyeleri sorununa değinerek kendisine sormak istiyorum: Afyonkarahisar'ın en büyük ilçesi olan ve merkeze 55 kilometre uzaklıkta bulunan, dosya sayısı ve nüfus bakımından en büyük bölgeye sahip Hocalar ve Kızılören ilçelerinin de bağlı olduğu Sandıklı ilçesindeki Ağır Ceza Mahkemesini neden kapattınız? Sandıklı Ağır Ceza Mahkemesiyle aynı kararnamede kapatılan Develi Ağır Ceza Mahkemesini on sekiz yıl sonra yeniden kurdunuz, Sandıklı ilçesini neden unuttunuz? Sandıklı'ya da kurmayı düşünüyor musunuz?

Yine, Sultandağı ve diğer ilçe adliyelerini hangi gerekçelerle diğer adliyelere bağladınız? HSYK, 15/6/2012 tarihinde -aldığı bir kararla- 146 ilçe adliyesini kapatma kararı almıştı, aldığı kararın uygulanmasına geçilmeden siyasi tepkiler yoğunlaşınca da 44 ilçe adliyesinin kapatılmasından vazgeçilmişti, ne oldu da 44 ilçe adliyesi kapatma kararından bir ay geçmeden vazgeçildi? Aldığınız karar mı yanlıştı, kapatma gerekçelerinizde ve kriterlerinizde değişiklik mi oldu, yoksa siyaseten bastıran illerin ve ilçelerin adliyeleri mi açık kaldı? Afyonkarahisar ilçelerini, kapatmaktan vazgeçtiğiniz ilçelerden ayıran kriterler ne olmuştur? Zamanın Afyonkarahisar bakan ve iktidar vekilleri mi kapatılmasına göz yummuşlardır? İktidarınızın hizmet söylemleri, adalet söylemleri olunca rafa mı kaldırılmıştı? İlçelerde vatandaşa hizmet veren mahkemeleri neden kapatıyorsunuz? Vatandaşa eziyet ve ek külfet getiren adliyelerin kapatılması kararını gözden geçirecek misiniz? Şayet ekonomik nedenlerle yapıldıysa bu durum Hükûmetinizin "itibardan tasarruf olmaz" prensibine aykırı değil midir?

Sayın milletvekilleri, sürem az kaldı, konuşmamda son olarak şunları söyleyeceğim. Anayasa Mahkemesi tarafından 26/10/2023 tarihinde örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenleri cezalandıran Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinin 6'ncı fıkrası, keyfî uygulamaları önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir olmadığı gerekçesiyle iptal edilmişti. Bu iptal kararı yerinde olmakla birlikte, Türk Ceza Kanunu'nun 220'nci maddesinin 7'nci fıkrası da aynı gerekçeyle iptal edilmelidir. Türkiye Büyük Millet Meclisince Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesi de dikkate alınarak acilen yeni bir yasal düzenleme yapılması gerekmekte olup Sayın Adalet Bakanlığının özellikle bu hukuki konularda biraz daha fazla çalışması gerekmektedir.

Yine ikinci bir sorum, Sayın Adalet Bakanına soruyorum, cevap verilmediği takdirde soru-cevapta tekrar soracağım: Sinan Ateş hakkındaki davada, 30/12/2022'de vefat etmiş, üç yüz elli altı gün olmuştur, 583 sayfalık bir bilirkişi raporu gelmiştir. Bu bilirkişi raporuna istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına "Dosyayı durdurun." diye bir talimatınız var mıdır? Tutuklu gazeteciler Süha Çardaklı ve Serkan Kafkas'ın dosyasına, utanmadan, suç delili olarak "Şehitler ölmez, vatan bölünmez." pankartının fotoğrafı eklenmiştir. "Şehitler ölmez, vatan bölünmez." söylemi asla bir suç olmadığı gibi gururla söylediğimiz bir slogandır. Kuvvetler ayrılığı sistemini etkin kılmadığınız takdirde adalete ne kadar bütçe ayırsanız aynı sorunlar çözülmeyecektir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)