GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:42
Tarih:21.12.2023

CHP GRUBU ADINA KADRİ ENİS BERBEROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Avrupa Birliği Başkanlığı bütçesi üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, Avrupa Birliği hikâyesi, kimilerine göre yılan hikâyesi, kimilerine göre yalan hikâyesi; bence ikincisi daha doğru çünkü aslında daha AKP iktidarı AB'den gün almadan altı ay kadar önce, AB'yle bizim bu işi yürütemeyeceğimiz belli olmuştu. Nedense bazı olaylar, bazı gelişmeler tarihin çöplüğüne, arşivine atılır ve unutulur. Bugün, üzerine bu kadar hamaset yapılan Kıbrıs -hatırlar mısınız bilmiyorum- yirmi yıl kadar önce masadaydı, Kıbrıs'ın geneli ve özelinde KKTC'nin geleceği Bürgenstock'ta pazarlık meselesiydi. O tarihteki Başbakan, bu tarihteki Cumhurbaşkanı Bürgenstock'ta şuna karar verdi: Kofi Annan'ın hazırladığı plan uyarınca Türk kesimi KKTC ve Kıbrıs Rum kesimi aynı çatı altında AB'ye girecekti ve bu konuda da adanın iki tarafında da referandum yapılacaktı, hatırladınız mı biraz? Nisan 2004'ten bahsediyorum. Merhum Rauf Denktaş bu plana şiddetle karşı çıktı fakat Türkiye şöyle bir baskı kurdu, dedi ki: "Eğer biz bu fırsatı da kaçırırsak Rumlar, Kıbrıs Rum kesimi AB'ye tek başına girecek." Peki, sonuçta ne oldu? Referandumda Ankara'nın istediği oldu, KKTC üçte 2 çoğunlukla Kofi Annan'ın planını yani birlikte AB üyeliğini onayladı, buna karşılık Rumlar dörtte 3'le reddetti. Netice ne oldu? Kıbrıs Rum kesimi "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında tek başına adayı temsilen AB üyesi oldu, Türkler ortada kaldı.

Şimdi bunu niye anlattım? Peki, bu yalan hikâyesi, yılan hikâyesi -her neyse- niye "mış" gibi devam etti? Çünkü güzel para vardı, tamamen duygusal(!) Bakın, o tarihte Türkiye'de 2001 krizi yüzünden bütün şirketler neredeyse batmıştı, hepimiz hatırlarız bunu. Başka? Türkiye'ye kuruş gelmiyordu. Türkiye'nin cari açığı patlamış gidiyordu. Hemen her ekonomik sistemde cari açık kapatmanın en makul yolu doğrudan yatırımdır. Peki, Avrupa Birliği ve Türkiye karşılıklı "mış" gibi yaparak ne kazandılar? Çok fazla rakama girmek istemiyorum, sadece şu kadarını söyleyeyim yeter: 1993 ila 2004 yılları arasında Türkiye'ye giren yabancı doğrudan yatırımın miktarı 15 milyar dolar -şöyle notlarıma bir bakayım izninizle- sadece 2006 yılında 21,2 milyar dolar yani cari açık kadar. Peki, böyle "mış" gibi gitmenin perde arkası neydi? Hemen onu da söyleyeyim çok kısa olarak: 2001 travmasını yaşayan dünya ve özelinde 16 ila 20 milyon civarında Müslüman'ın yaşadığı Avrupa Birliği laik, demokrat ve Müslüman bir ülke arıyordu örnek olarak, onu da Türkiye olarak seçtiler. Elhamdülillah, Müslümanlıkta hiçbir eksiğimiz olmadı, olmasın da ama demokrasi ve laiklik açığı büyüyünce Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler de tavsadı. O kadar tavsadı, o kadar tavsadı ki bugün 6 milyar dolar gayrimenkul girişi olmasa toplam 1 milyarlık doğrudan yabancı girişiyle yetinmek zorunda kalacaktı geçen yıl bu ülke. Gayrimenkul dediğimde de artık bunları ekonomi sütunlarında veya ekonomi haberlerinde göremezsiniz, İçişleri Bakanlığının ceraim raporlarında görüyorsunuz. Mafya babalarının Türkiye'ye gelip parayla vatandaşlığı satın alıp ondan sonra işlediği suçların dökümüdür bu 6,3 milyar dolar; büyük ölçüde tabii, tamamını kastetmiyorum. Ne yapılmalı? Çok basit; beceremediniz, yapamadınız, Kemalistlere bırakın; yedi düvelle önce çarpışıp sonra masada eğilmeden bükülmeden, diz çökmeden pazarlık yapabilen kadrolara bırakın. Bu ülkeyi muasır medeniyete taşımamıza izin verin.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)