Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 10'uncu Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 43 |
Tarih: | 22.12.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA CİHAN PAÇACI (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, Hükûmetin değerli temsilcileri; İYİ Parti Grubu adına 2024 yılı Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle ilgili görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle Gazi Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, özellikle 2002 yılı öncesi, her yıl yapılan bütçe görüşmeleri Meclis çalışmaları içerisinde çok önemli bir yere sahipti. AK PARTİ iktidarı öncesi bütçe görüşmeleri için tüm siyasi partiler çok ciddi hazırlıklar yapar ve yapılan konuşmalar halkımız ve medya organları tarafından ilgiyle takip edilirdi. Özellikle parti liderlerinin konuşmaları bir yıla damga vuracak nitelikte olurdu, birbirlerine saygılı ve esprili atışmalarla konuşmalara renk katarlardı. Bu konuşmalar sadece TRT'de değil diğer kanallarda da naklen yayınlanırdı, zira halkımız bütçe görüşmelerini büyük bir dikkatle takip ederdi. Bir de bugüne bakalım: Bütçe görüşmelerinin başladığı 11 Aralık günü, bir milletvekili arkadaşımız grubu adına konuşurken 264 milletvekiline sahip AK PARTİ sıralarında maalesef sadece 12 kişi vardı. Bugün bırakın halkın ve medyanın ilgilisini, öyle görünüyor ki milletvekillerimizin de ilgisi yok olmuş.
Değerli arkadaşlar, geldiğimiz noktadaki bu durumun temel sebebi Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemidir. Bilindiği üzere, 2017 yılında gerçekleşen şaibeli bir Anayasa referandumuyla parlamenter sistemi terk ederek Cumhur İttifakı'nın mucidi olduğu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi demokratik dengeyi zayıflatmış, kuvvetler ayrılığı ilkesini erozyona uğratmış, ekonomiyi krizden krize sürüklemiş, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamış, özetle, yolsuzlukları, yasakları ve yoksulluğu artıran bir düzeni ortaya çıkarmıştır.
İyi işleyen demokratik bir hükûmet sistemine sahip olunabilmesi için iki temel prensibin bir arada bulunması gerekir. Bunlar, etkili yönetim yapısı ve denge denetleme araçlarının bulunmasıdır. Bugün ülkemizde uygulanmakta olan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ise bu özellikleri taşımayan otoriterleşmiş bir sistemdir. Bu sistemle Cumhurbaşkanı hem devletin başı hem yürütmenin başı hem de bir siyasi partinin Genel Başkanı sıfatına sahiptir. Cumhurbaşkanı olan bir kişinin partili olması Anayasa'mıza göre tarafsızlığını ve halkın tamamını kucaklama zorunluluğunu engellemektedir.
Gelin, bu sistemde Cumhurbaşkanlığı makamını birlikte analiz edelim. Öncelikle, Sayın Cumhurbaşkanı cumhuru ne kadar temsil etmektedir? "Yüzde 50'yi zor tutuyorum." diyen Cumhurbaşkanı hepimizin Cumhurbaşkanı olabilmiş midir? AK PARTİ Genel Başkanlığı nerede başlayıp nerede bitmektedir? Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla halkımızın tamamını kucakladığını ve herkesin Cumhurbaşkanı olduğunu ifade etmek gerçeklikle bağdaşmaz. Zira bir partinin genel başkanının rakip partilere karşı eleştiride bulunması doğaldır; bu durum, Cumhurbaşkanının halkın tamamını kucaklama zorunluluğu ve tarafsızlığıyla çelişmektedir. İşte, bu çelişki, mevcut sistemin ucube olmasına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Cumhurbaşkanlığı sistemi, devletimizin bütün köklü kurumlarını zayıflatmış, devletin sahip olduğu kurumsal hafızayı yok etmiş ve binlerce yıldır süregelen devlet geleneğimizin yarattığı birikimi açıkça tasfiye etmiş ve etmeye de devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, mevcut sistemle siyasi parti ve devlet yönetimi de iç içe geçmiştir. Bugün siyasallaşan bir devlet yapısı ve devletleşen bir siyasi partiyle karşı karşıyayız. Geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyeti devleti maalesef "şahsım" devletine dönüşmüştür. Bütçe hakkı bulunan ve yürütmeyi denetleme görevi olan Meclisin bu görev ve yetkileri de yeni sistemle elinden alınmıştır. Bugün bütçe oylamasının da hiçbir işlevi ve önemi kalmamıştır. Bütçe Mecliste reddedilse bile Cumhurbaşkanı yeniden değerlemeyle bütçeyi uygulamaya devam edebilmektedir. Anayasaya göre yürütmeyi denetleme görevi öncelikli olarak Meclise verilmiştir ancak suç varlığı tespit edilen Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanların Yüce Divana sevk edilebilmesi için oy sayısı Meclisin üye tam sayısının üçte 2'si yani 400'dür. Bu sayı bu ülkede Anayasa değişikliği yapmak için gerekli olan sayıdır ve bu sayıyı bulabilmek hemen hemen imkânsızdır. Böylece, bu Anayasa'yla partili Cumhurbaşkanına ve bakanlarına sözde "anayasal denetim" adı altında resmen bir anayasal koruma zırhı sağlanmıştır, hem de bu zırh ömür boyu devam edecektir.
Meclis adına kamu kurum ve kuruluşlarını denetlemekle görevlendirilen Sayıştay kurumu da neredeyse işlevsiz hâle getirilmiştir. Ayrıca, Varlık Fonu olmak üzere, birçok kurum ve kuruluş da Sayıştay denetiminin dışına çıkartılmıştır.
Özetle; Gazi Meclisimiz, bütçe hakkı ve yürütmeyi denetleme yetkileri elinden alınmış, bütçenin veya yasa tekliflerinin virgülünü dahi değiştiremeyen, işlevsiz bir konuma itilerek sadece prosedürü yerine getirmekle görevli sembolik bir kurum hâline dönüştürülmüştür. Şimdi, bütçenin ilk günkü görüşmelerinde iktidar partisinden sadece 12 milletvekilinin bulunmasının sebepleri sanırım daha iyi anlaşılmıştır.
Biraz da yürütmeye bakalım; bilindiği gibi Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi içinde artık Bakanlar Kurulunun yerini Cumhurbaşkanlığı Kabine sistemi almıştır. Bu sistem içinde yer alan bakanlar Cumhurbaşkanının sekreteryası düzeyine indirgenmiştir ve bugün sayın bakanların isimleri dahi kamuoyunda pek bilinmemekte ve merak da edilmemektedir. Zira, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi içinde Kabine inisiyatif kullanamayan, her konuda Cumhurbaşkanının onayını alma ihtiyacı duyan ve Cumhurbaşkanının talimatına göre icraat yapmaya çalışan bir kurul hâlini almıştır. Bu konuyla ilgili size trajikomik bir örnek vereceğim. Türkiye'nin yangınlarla mücadele ettiği dönemde, dönemin Tarım ve Orman Bakanının bu hususla ilgili verdiği demeçlerden birinde "Cumhurbaşkanının talimatıyla orman yangınlarının söndürülmesine başladık." şeklinde söylemi sistemdeki garabeti gözler önüne sermektedir. Yani maazallah, Cumhurbaşkanı talimat vermese yangına da müdahale edilmeyecek; öyle mi? Bu sistemde bakanlar yetki kullanan değil, acz içinde talimat bekleyen bir konuma düşürülmüştür.
Biraz da yargıya bakalım. Yeni hükûmet sisteminde yapılan değişikliklerle yargı, maalesef, yürütmenin vesayeti altına girmiş ve böylece, bağımsız ve tarafsız olması gerekirken siyasallaştırılmıştır. Yargı kurumlarına olan güven duygusu bugün en düşük seviyeye inmiştir. İktidara mensup bir il veya ilçe başkanının yanında devletin hâkimi veya devletin savcısının elleri önünde bağlı, boynu bükük bir tarzda fotoğraf vermesi devletin parti vesayeti altına girmesinin acı bir tablosudur. Yargı organlarının vermiş olduğu kararlar karşısında halkımızın adalete olan güveni ve inancı da her geçen gün zayıflamaktadır. Sayın Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen hak ihlali kararıyla Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasında yaşanan hukuki kriz yargının siyasallaşmasının sonucudur. Bugün gelinen noktada, her kesimin uymasının zorunlu olduğu Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması hukuk devleti olma özelliğimizin yitirildiğinin de göstergesidir. Özellikle, yargı organlarına seçilen üyelerin büyük çoğunluğunun, yürütmenin başı olan Sayın Cumhurbaşkanı tarafından liyakat yerine parti sadakatinin esas alınarak atanması hukukun üstünlüğüne ve yargı bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Bunun en bariz örneğini HSK'nin yapısındaki siyasal gücün ağırlığında görmekteyiz. Sonuç itibarıyla, devlet organizasyonunun ana taşıyıcısı olan yargı erki adil ve tarafsız olma kimliğini kaybetmiş, siyasi iktidar adına hareket eden bir yapıya dönüşmüştür.
Değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle ilgili teknik açıdan görüşlerimizi Değerli Milletvekilimiz Sayın Ümit Özlale gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Genel Kurulda kapsamlı bir şekilde ifade etmiştir. Sayın Özlale'nin ifade ettiği şu tespit son derece önemlidir: Cumhurbaşkanlığı mal ve hizmet alım ödeneği 7 ayrı bakanlığın mal ve hizmet alım ödeneğinden daha fazladır. Bu tablo bile iktidarın ekonomik programının çarpıklığının bir göstergesidir. AK PARTİ'nin yirmi iki yıllık iktidarında ekonomide en başarısız olduğu dönem Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin devreye girdiği dönemdir. Bu dönemde yaşanan hayat pahalılığından dolayı bugün ülkemizde 51 milyon 600 bin kişi açlık sınırının altında yaşam mücadelesi vermektedir. Maalesef, simit hesabıyla iktidara gelenler vatandaşı simit alamaz hâle getirmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, sistemin zarar verdiği bir diğer husus da siyaset kurumudur. Gerek iktidarın beceriksiz yönetimi ve gerekse de sistemdeki çarpıklıklar siyaset kurumunun zemin kaybetmesine sebep olmaktadır. Devlet yönetiminin tek kişi tarafından üstlenilmesi, vatandaşın problemlerinin çözülemeyişi, topluma örnek olmamız gereken biz siyasetçilerin tutarsız tavırları ve birbirimize karşı kullandığımız üslup ve dilin çirkinliği bugün vatandaşı siyaset kurumundan ve siyasetten uzaklaştırmaktadır. Yapılan araştırmalar da önümüzdeki yerel seçimlerde seçmenin yüzde 40'ının sandığa gitmek istemediğini ortaya çıkarmıştır. Siyasi partiler ve siyasetçiler olarak bizlerin birbirimize karşı daha anlayışlı, daha hoşgörülü ve daha saygılı bir tavır içinde olmamız inanıyorum ki siyaset kurumuna güven ve itibarı artıracaktır.
Değerli milletvekilleri, Mustafa Kemal Atatürk ömründe birçok savaş yaşamış biri olarak savaş sayfasını 1922 yılında kapattıktan sonra bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ne çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmayı hedef göstermiştir. Millî Şair'imiz Mehmet Akif Ersoy ise "Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı/Düşün altında binlerce kefensiz yatanı." dizelerine İstiklal Marşı'mızda yer verirken "On yılda yarattık 15 milyon genç." ifadesi ise Onuncu Yıl Marşı'nda yerini almıştır. Ancak ne yazık ki bugün "toprak" diyerek geçmeyip tanımamız istenen toprakları günümüzde mafya ve yabancılar yağmalarken milyonlarca genç ise Türkiye'nin geleceğinden umudunu keserek ülkeyi terk etmek istemektedirler. Yukarıda açıklamaya çalıştığım toplum trajedimizin panoraması karşısında toplumun büyük bir bölümü derin bir huzursuzluk ve çaresizlik yaşamaktadır. Bir taraftan sürekli tahrip edilen devletin temel değerleri ve yapısı, diğer taraftan ekonomik olarak perişan olan vatandaşlar.
Arkadaşlar, bu gidiş iyi bir gidiş değil. Ülkemiz bu kötü tabloyu hak etmiyor. Türkiye'yi bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştıran bu sistem ülkemizin en büyük beka sorunu hâline gelmiştir. Gelin, demokrasinin tam olarak işlediği, bireysel hak ve özgürlüklerin var olduğu, hakkın, hukukun ve adaletin adil ve tarafsızca uygulanacağı parlamenter sisteme geçecek çalışmaları başlatalım. Kendimiz için olmasa da gelecek nesiller için bunu yapalım.
Bu görüş ve düşüncelerle sözlerime son verirken bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)