| Konu: | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 46 |
| Tarih: | 25.12.2023 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, aziz vatandaşlarımız; bugün 2024 yılı bütçesinin son günündeyiz. İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Üzüntümüz, acımız büyük; şehitlerimiz var. Ben bir kez daha Cenab-ı Allah'tan bütün şehitlerimize rahmet diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
Yaklaşık bir buçuk aydır Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulda bütçeyi görüşüyoruz. "Şöyle bir özetleyin, ne oldu?" derseniz, aslında tabii, biz muhalefet olarak elbette eleştirilerimizi yaptık, yanlış gördüğümüz şeyleri söyledik, geçmişte olduğu gibi ikazlarımızı yaptık, çok az olmakla birlikte doğru yapılan işler varsa onları da takdir ettik, zaman zaman da çözüm önerilerinde bulunduk ancak iktidar tarafı, maalesef, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve sayın bakanlar buradaki veya Komisyondaki konuşmalarında sanki hiçbir sorun yokmuş gibi davrandılar. Şimdi, geçenlerde bir konuşmasında Sayın Cevdet Yılmaz'ın "Ya, biraz da önerilerde bulunun." diye bir ifadesi oldu, doğru bir taleptir ancak böyle bir talepte bulunabilmek için bir defa hastalığı kabul etmek lazım yani sorunu kabul etmek lazım. Siz "Hiçbir sorun yok." derseniz o zaman çözümü niye bekliyorsunuz, kimden çözüm bekliyorsunuz? Örnek olsun diye söylüyorum: Burada Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesini de görüştük. Orada Sayın Mehmet Şimşek'in -Komisyonda- kendi genel tutumunu da biliyoruz, sorunları kabul etti, hataları kabul etti ve "Çözüm arıyoruz." dedi. Örnek olsun diye söylüyorum, ben yirmi dakikalık Genel Kurul konuşmamda yirmi dakika boyunca kamu maliyesi alanında vergi veya harcamalar veya kamu mali yönetimi alanında neler yapılırsa başarılı olunur, neler yapılırsa sorunlar çözülür, ona ilişkin önerilerde bulundum. Yani eğer öneri talep ediyorsanız, çözüm talep ediyorsanız, önce bu sıkıntıyı, hastalığı kabul etmeniz lazım; hastalığı kabul etmedikten sonra çözüm, öneri talebinizin bir samimiyeti olmaz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, "İkazlarda bulunduk." diyorum, Türkiye'nin zorluklarını biliyoruz, pek oralara girmeyeceğim ama mesela ikiz açık problemi yaşıyoruz, bütçe açığı ve cari açık. Parası rezerv para olmayan hiçbir ülkenin bu ikiz açığı birlikte sürdürmesi mümkün değildir değerli arkadaşlar.
Bakın, 2017'den beri bu konuya dikkat çeken iktisatçı bir milletvekiliyim, tam 37 kez bu konuyu konuşmuşum değişik şekillerde, 2017'den sonra Genel Kurulda ve Plan ve Bütçe Komisyonunda. Hep üzerine yatıldı, hiç kabul edilmedi. Şu anda bu kabul edilmeye başlandı. Sayın Cevdet Yılmaz yine kabul etmedi ama Mehmet Şimşek bir ikiz açık problemi olduğunu kabul etti.
"Enflasyon" demişiz mesela, defalarca "enflasyon" demişiz. Bakın, 2021 bütçesini görüşürken -daha henüz enflasyon yüzde 14 biliyor musunuz- o zaman şunu söylemişim, tutanaklardan okuyorum: "Bakın, arkadaşlar, enflasyon çok hızlı gidiyor. Türkiye enflasyondan çok çekti. Lütfen, bu enflasyonu küçümsemeyin." Mesela, Nihat Zeybekci diye bir Bakanımız vardı -daha önceki bakandan bahsediyorum- onun ben bir kısım sözlerini hatırlıyorum "Ya, enflasyon 2 puan yüksek gelse ne olur?" gibi sözleri olmuştu yani enflasyon küçük küçümsendi. Bakın, enflasyon yüzde 14'ken bugünü görmüşüz çünkü hızlı ilerleyen bir şeydir. Bugün, Hükûmet, yüzde 62 enflasyon geldiğinde -hem Hazine ve Maliye Bakanı hem de Cumhurbaşkanı Yardımcısı- neredeyse o enflasyona sevinir hâle geldi. Türkiye ciddi bir enflasyon problemi yaşıyor.
Şimdi, ben bugünkü konuşmamda, daha çok, aslında, Hükûmetin veya Hükûmet temsilcilerinin bir kısım iddiaları var "Şu alanlarda çok iyiyiz." diye iddiaları var, o iddialar gerçek mi değil mi, onların analizini yapacağım. Beş başlıkta bunu topladım: Birincisi, diyorlar ki: "Efendim, biz büyüyoruz." Şimdi, doğru, Türkiye büyüyor, elbette büyüyor. Ama burada, şu grafikle başlayalım, bu grafiği ben daha önceden gösterdiğimi hatırlıyorum ama anlatamamış olacağız ki hâlâ sanki Türkiye'nin büyüme performansı çok üstünmüş gibi görülüyor. Şimdi, burada, değerli arkadaşlar, birinci blok, şurası AK PARTİ'den önceki yirmi bir yıl, mavi olanlar da gelişmekte olan ülkeleri gösteriyor. Niye gelişmekte olan ülkeler? Çünkü bu büyüme öyle bir şeydir ki kendi emsallerinizle mukayese ederseniz doğru bir mukayese yapmış olursunuz. Gelişmiş ülkelerle mukayese ederseniz, onlar yatırımlarını tamamlamıştır, büyümesini tamamlamıştır, belli bir refaha gelmiştir, onlar düşük büyür veya geliri çok düşük ülkelerle mukayese ederseniz, onlar hakikaten büyüme kapasitesi olmayan ülkelerdir. Dolayısıyla mukayeseyi gelişmekte olan ülkelerle yapıyoruz. Bakın, Türkiye, AK PARTİ'den önceki yirmi bir yılda yüzde 4,02 büyümüş. (Uğultular)
BAŞKAN - Sayın Usta, bir dakikanızı alabilir miyim.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulda bir uğultu var, hatibin sözleri anlaşılmayabilir. Lütfen, hatibi saygıyla dinleyelim, konuşmalarımızı başkalarını rahatsız etmeyecek bir ses düzeyiyle yapalım.
Buyurun Sayın Usta.
ERHAN USTA (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Şimdi, ilk bloka bakıyoruz, turuncu, Türkiye, yüzde 4 büyümüş. Gelişmekte olan ülkeler aynı dönemde kaç büyümüş? 3,7 büyümüş değerli arkadaşlar. Türkiye, AK PARTİ'den önceki yirmi bir yılda, gelişmekte olan ülkelerin 0,3 üzerinde -yıllık büyümeler bunlar- bir performans göstermiş. Şimdi, AK PARTİ hükûmetleri döneminde turuncu çizgi büyümüş, değil mi? Büyümüş, evet. Kaç olmuş AK PARTİ hükûmetleri döneminin ortalama büyümesi? 5,36; yuvarlayalım, 5,4 diyelim. Gelişmekte olan ülkeler ise 5,3 büyümüşler, büyüme farkı 0,1'e düşmüş değerli arkadaşlar. Evet, hep söylüyoruz, 2000'li yıllar gelişmekte olan ülkeler açısından büyümenin arttığı dönemlerdi, önceki yıllar da gelişmekte olan ülkelerde büyümenin düşük olduğu yıllardı. Sermayenin daha az gelişmekte olan ülkelere gittiği yıllarda büyümeler düşük olmuş. Ancak Türkiye'nin büyümesi mensubu bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin daha fazla üzerinde olmuş; şimdi bu farkın kapandığını görüyoruz. Dolayısıyla işte, meseleye böyle baktığımızda büyüme performansımızın çok yüksek olduğunu söyleyemeyiz.
Yine, bunu teyit eden bir grafik de şu, Türkiye'nin, millî gelirinin gelişmekte olan ülkelerin millî gelirine oranı; grafik 90 yılından başlıyor, sona kadar geliyor: Şu kırmızı çizgi trend çizgisi yani gidişatı gösterir. Eğim ne yönde? Bakıyorsunuz, geçmişte de aslında Türkiye'nin millî gelirinin gelişmekte olan ülkelerin millî gelirinin içerisindeki payının zaman içerisinde azaldığını görüyoruz. Ancak bu, AK PARTİ hükûmetleri döneminde tersine çevrilememiş; tam tersine, oradaki eğimin daha da dikleştiğini görüyoruz. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerle mukayese ettiğimizde öyle çok iyi bir büyüme performansından bahsetme imkânımız yok. Biz bunu söylediğimizde Sayın Cevdet Yılmaz dedi ki: "Çin hariç bakmak lazım, Çin kıta büyüklüğünde." Evet bunu bir akademisyen söyleyebilir ama Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten birisinin bunu söyleme hakkı yok. Çin iyi yönetiliyor, biz kötü yönetiyoruz ülkeyi. "Çin hariç bakarsak belki iyi olur." Bunu kabul etmek mümkün değil ama ona rağmen ona da baktık arkadaşlar, bu trend değişmiyor; bakın, kırmızı çizgi yine aşağıya doğru. Çin'i dışarı da alsanız içeri de alsanız, gelişmekte olan ülkeler içerisinde Türkiye'nin millî gelirinin payı maalesef azalıyor.
Şimdi, tabii, sıralama olarak da baktığımızda, bu da dünyadaki sıralamamız. Bakın, Türkiye 1993 yılında dünyanın en büyük 18'inci ekonomisiymiş. Bu daha sonra bozulmuş, 2003'te 21'e düşmüş yani sıralamada gerilemişiz. AK PARTİ hükûmetleri döneminde 16'ya kadar ilerlediğimiz dönem olmuş ama maalesef şu kırmızı çizgi 2023 rakamıdır, Türkiye 19'uncu sırada yani 93'teki performansının altında ama ilk AK PARTİ'nin geldiği döneme göre biraz daha iyi.
Şimdi, burada da Sayın Cevdet Yılmaz 17'yi kullanıyor. O 17 IMF rakamıdır arkadaşlar yani burada dünya rakamlarını, dünyanın ülkelerini IMF'den alıyoruz ama ben Türkiye'nin Türkiye tahminine daha fazla güvendiğim için ve bunun diğer türlüsünü nezaketsizlik kabul edeceğim için Türkiye rakamını kullandığımızda Türkiye 19'uncu sırada yani az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir arpa boyu yol maalesef, Türkiye bu dönemde gidemedi. Şimdi, dolayısıyla büyüme meselesi böyle.
Peki, büyümenin kalitesi nasıl? Yani bu, şimdi gençlerin tabiri var "filtreli, 'fotoshop'lu büyüme" diyorlar, mesela öyle mi, dengeli bir büyüme mi veya kim büyüyor? Hakikaten bir büyüme varsa niye bu kadar yoksulluklar var, bu kadar sıkıntı var? Bir de bunlara bakmamız lazım.
Şimdi, arkadaşlar, şurada büyümenin... Bu, gelirler itibarıyla yani büyümeden ücretlerin, iş gücü ödemelerinin aldığı payı ve sermayenin aldığı payı gösteriyor. Şu üstteki çizgi kârların büyüme içerisindeki payı, alttaki çizgi değil efendim, ücretlerin, iş gücü ödemelerinin daha doğrusu, burada hem emekliler var hem çalışanlar var, onların aldıkları pay. Bu payın nasıl düştüğünü burada net bir şekilde görüyoruz. Zaten büyüme performansımız çok iyi değil emsal ülkelere göre ama bu büyümenin dağılımında da bir adaletsizlik oluşuyor, bunu zaten net bir şekilde görüyoruz. Burada 2023 çeyreklik rakamlarında bir miktar düzelme var, onu kabul ediyoruz ama bunda da emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili o defaten yığılmış ödemelerin, kıdem tazminatı ödemelerinin bir katkısı olduğunu görmemiz lazım. Eğer onları dışarı alarak bize bir analiz yaparlarsa o zaman mesele daha açıklığa kavuşur. Bu da aynı meselenin firmalar bazında gösterilişi, Türkiye'nin en büyük 500 firmasının dağılımını gösteriyor değerli arkadaşlar. Burada, üsteki çizgi ücret ödemelerinin faiz ve vergi öncesi kâra oranı; diğeri, ortadaki çizgi ücret ödemelerinin satışlara oranı; alttaki çizgi de ücret ödemelerinin brüt katma değere oranı. Bakın, 2019'dan sonra hepsinde ücretlerin firmaların diğer unsurlar aktif kalemlerinin içerisindeki payının ciddi bir şekilde azaldığını maalesef görüyoruz.
Şimdi, dengeli bir büyüme mi peki? Son 15 çeyreğe baktım, 2020'den bu tarafa bir baktım bizim büyümemize hani katkılar, harcama yönüyle baktığımızda nasıl bir katkı var? Türkiye son 15 çeyreğin ortalamasında yüzde 6,1 büyümüş, 2019'u dışarıda alıyorum çünkü kriz yılı, eksilerin de olduğu bir yıl; o baz üzerine daha iyi bir büyüme performansı gösterilen yıl. 6,1. Bu ne? Son 15 çeyreğin ortalama büyümesi. Değerli arkadaşlar, burada büyümeye katkı tüketimden geliyor yani tüketim kaynaklı büyüme. Tüketimin büyümeye katkısı toplam büyümeden daha fazla, 8,5. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Eğer tüketim kaynaklı bir büyüme olmasaydı bu 6,1'lik büyüme 2,4 eksiye düşecekti. Büyümenin fazlasıyla toplam büyümeden daha fazla bir katkı tüketimden geliyor. Yatırımların katkısı ne kadar diye baktığımızda sabit sermaye yatırımlarına 1,5'luk bir katkı var -daha yüksek olması beklenir bizim gibi gelişmekte olan ülkede ama bu biraz daha düşük- ama daha önemlisi stok değişim meselesi. Değerli arkadaşlar, "stok değişimi" dediğimiz -fazla tekniğe boğmayacağım ama- artık bir kalemdir yani bütün büyüme kalemlerini yaparsınız en sonunda tutturamadığınız zaman hepsini stoka atarsınız. Burada son 12 çeyrektir stok değişiminin büyümeye katkısı negatif yani hep stok değişimi üzerinden bir negatif katkı var. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir millî gelir dengesi olamaz, iddia ediyorum, bana bir tane örnek göstersinler, 12 çeyrektir stok değişiminin büyümeye katkısının negatif olduğu bir ülke olmaz. Bu temel olarak -başka argümanlarım da var, onları da söyleyeceğim- büyüme rakamlarının da hatalı olduğunu gösteren en ciddi argümandır. Buna ilişkin Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı bize bir şey söylerse ben çok mutlu olurum.
Diğer bir husus: Şimdi "Dengeleme başlandı büyümede." filan deniyor. Bu "dengeleme" dediğimiz, net ihracatın yani ithalat-ihracat farkının büyümeye katkısı nedir diye meseleye bakılır, bu önemli bir şeydir yani büyümenin ihracattan gelmesi önemlidir. Değerli arkadaşlar, şimdi, son 15 çeyreğe baktığımızda net ihracatın büyümeye katkısı yüzde eksi 0,6 yani net dengesiz bir büyüme; ihracat odaklı bir büyüme değil, tamamen tüketim üzerinden yapılmış bir büyüme.
Şimdi, aynı büyümeye kaynakları itibarıyla bakalım. Öyle ya, en ciddi argüman ne? Büyüme. Büyüyoruz, büyüyoruz... Dengesiz olduğunu söyledik; ücretlerin payı düşmüş, net ihracatın katkısı düşük, tamamen tüketim kaynaklı bir büyüme.
Şimdi, üretim faktörleri yönüyle baktığımızda daha ilginç bir hikâye var yani -tekniğine fazla girmeden söylemeye çalışacağım- şöyle bir şey söyleyeyim: Şimdi, büyüme nereden gelir? Sabit sermaye stokundan gelir; yatırım yaparsınız, ekonominiz büyür, istihdam artışından gelir, bir de bunun dışında kalan her şeye "toplam faktör verimliliği" denir, hesap edemediğimiz her şey yani hukuk sisteminizi iyileştirmişsinizdir veya bozmuşsunuzdur, özgürlüklerle ilgili, yoksullukla ilgili, yolsuzlukla ilgili, kamu yönetimiyle ilgili her şeyin gelip biriktiği yer toplam faktör verimliliğidir; buralardan büyümeye ciddi katkı gelmesi bir ekonomi açısından son derece iyidir. Bizim gibi özellikle kaynak kısıtı çeken ülkelerde sermaye stokundan aşırı büyüme imkânınız yoksa buralardan büyümesi lazım Türkiye'nin. Mesela, 2000-2007 arası Türkiye çok ciddi bir şekilde buradan büyümüştür ve bu büyüme anlamlıdır. Niye anlamlıdır? Çünkü ciddi reformlar yaptı, Türkiye'ye güven arttı ve o güven sayesinde Türkiye'nin büyümesi, yatırımlar üzerinden daha ziyade toplam faktör verimliliği üzerinden geldi, yaptığı doğru işlerden geldi. Şimdi, Onuncu Plan'da toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı sadece 0,1 puan olmuş. Yani Türkiye Onuncu Plan döneminde 4,9 büyümüş bunun sadece 0,1'lik kısmı toplam faktör verimliliğinden gelmiş çünkü kötü işler yapıldı, bu normal. Peki, On Birinci Plan'da hedef olarak 4,3'lük büyüme konulmuş, bunun 0,6'sının toplam faktör verimliliğinden yani az önce söylediğiniz adalet sistemi, kamu yönetimi, aklımıza gelen o diğer her şeyden 0,6'lık bir büyüme olacak denilmiş, şimdi, hedef bu konulmuş. On Birinci Planı 2023 hariç baktığımızda buradan 1,7 puan katkı geldiğini görüyoruz arkadaşlar. Şimdi, bu nasıl, böyle bir şey olabilir mi? Elinizi vicdanınıza koyun, sizlerin vicdanınıza ve aklınıza hitap ediyorum. Özellikle 2019-2022 döneminde her şeyin tepetaklak geriye doğru gittiği bir dönemde büyümeye 1,7'lik... Yani "Ortalama büyümenin de yüzde 36'sı toplam faktör verimliliğinden geldi." diyorlar. Böyle bir şey mümkün değil değerli arkadaşlar. Artık bir kalemdir, büyümeyi çok yüksek koyunca, o hormonlu büyümeyi yaparsanız hiçbir yerle dolduramazsınız; sabit sermayeyle, istihdamla dolduramadığınızda kalanına işte böyle toplam faktör verimliliğinden geldi dersiniz. Bahsi fazla uzatmamak için detaylarına girmeyeceğim ama bu, kesinlikle bu şekildedir. Dolayısıyla enflasyonunun yanlış ölçülmesi nedeniyle, özellikle 2020 yılından itibaren enflasyon yanlış ölçülmesi nedeniyle Türkiye'nin büyümesi o dönemden beri yüksek gösteriliyor ve bu büyüme açıklanamıyor, en sonunda "residue" olarak bulduğumuz yere atılıyor ve "Toplam faktör verimliliğinden Türkiye büyümüştür." deniliyor. Buna hiç kimse inanmaz değerli arkadaşlar. Şimdi, baktım, bir de 2019-2022'de hani büyümenin yüzde 36'sı toplam faktör verimliliğinden gelince başka ülkelerden neler olmuş? Öyle ya, olabilir; bir de pandemi var, "Pandeminin büyümeye etkisi nasıl oldu?" diye şurada şöyle bir tablo var değerli arkadaşlar, büyümeye toplam faktör verimliliğinden gelen katkının ekseriyetle dünya ülkelerinde negatif olduğunu görüyoruz; tam tersine, bizde büyümenin yüzde 36'sı bu dönemde gelmiş. Dolayısıyla bu büyüme rakamı, hiçbir şekilde, inandırıcı, güvenilir bir büyüme değildir. Toplam faktör verimliliğini biraz da izah etmek anlamında şöyle söyleyebiliriz: Bir makineniz var diyelim ki 1 de işçiniz var, 1 tane mal üretiyorsunuz. Şimdi, 1 makina, 1 işçi sabit kalıp mal üretiminizi 2'ye çıkardıysanız toplam faktör verimliliğinin büyümeye bir katkısı olmuş demektir. Bunu yatırımla yapıyorsanız yatırımın katkısı vardır, böyle bakmak lazım meseleye, toplam faktör verimliliği budur. Dolayısıyla bunun böyle olmadığı... Bütün uluslararası endekslere bakın, Yolsuzluk Algı Endeksi, Hukukun Üstünlüğü Endeksi, Basın Özgürlüğü Endeksi, kamu yönetimi, hükûmetin kısıtlanması, her birinde Türkiye tepetaklak giderken "Toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı oldu." demek yanlıştır.
Değerli arkadaşlar, eğitimde PISA sonuçları ortada, son sonuçlar açıklandı, burada baktık, matematikte, fende, okuyup anlamada, tamamında OECD ortalamasının altındayız ve en altlardayız yani orada oynama bir iki basamak oluyor, daha fazla bir şey yok. Değerli arkadaşlar, şimdi, mesela, bakıyorsunuz, son yirmi yılda Avusturya, Polonya, Danimarka, Çek Cumhuriyeti 2003 yılında OECD ortalamasının altındaymış PISA sonuçlarında; ondan sonra, 2022 yılında tüm alanlarda OECD ortalamasının üzerine çıkmışlar; demek ki yapınca oluyor. Yirmi bir yıllık AK PARTİ Hükûmeti asla bunu beceremedi. Bakın, iyi yönetilince, yapınca oluyor. Verdiğim ülkeler OECD ortalamasının altından OECD ortalamasının üstüne çıkmayı başarmışlar. Estonya'nın 1,3 milyon nüfusu var değerli arkadaşlar; 37,2 milyar dolar millî hasılası var. Estonya'nın PISA'daki sıralamasına bakıyorsunuz, 2006 yılında 3 alanda da 10'uncu ve 11'inci sırada fakat son beş yıldır bütün alanlarda ilk 3'te yani elin oğlu -hani tabiri caizse- bakın yapıyor. Nasıl oluyor bu işler? Dolayısıyla hani iki yıllık hükûmetten bunu bekleyemezsin ama yirmi bir yıllık, istikrarlı olduğunu ifade eden bir hükûmetten biz buralarda bir şey beklerdik. Şimdi, burada hiçbir gelişme olmaksızın siz nasıl diyeceksiniz ki "Toplam faktör verimliliğinden Türkiye büyüdü." Estonya'nın rakamlarından doğru orantı yaparsak -1,3 milyon- bizim onun 65 katı nüfusumuz var, ona göre bizim millî gelirimizin bugün 2,4 trilyon olması lazımdı ancak 1 trilyonu bulduk. Hani şimdi küçük ülke... Kıta büyüklüğünde olunca Çin'i bir avantaj görüyor, al size küçük ülke işte, küçük ülkedeki performans da bu. Küçük ülke, büyük ülke diye bir şey yok; iyi yönetim var, iyi yönetmek var, iyi kadroların ülkeyi yönetmesi var; onu yapmadıktan sonra zaten doğru sonuç almak mümkün değil.
Şimdi, "Çalışanlara ne vadediliyor?" diye bakıyorsunuz... Ha, bir şey daha söyleyeyim: Bu PISA'da çok kritik fakat üzerine çok fazla gidilmeyen bir mesele de fırsat eşitsizliğinin daha da arttığını görüyoruz. Dezavantajlı çocuklarımızın PISA sonuçları çok daha berbat, çok daha kötü, bu da Türkiye'nin üzerine durması gereken bir konu. Tabii, çalışanlarının yarısına asgari ücret verilen ve asgari ücreti de açlık sınırının 3 bin lira altında olan bir ülkede de daha fazla bir performans beklememek lazım zaten. Yaşam memnuniyetinde, Türkiye'de, 2003 yılında 100 insanımızdan 60'ı mutluymuş, şu anda bu mutlu insan sayısı 50'ye düşmüş, bunları görüyoruz.
Şimdi, tüm bunlara bakmıyorlar, istihdam oranımız yüzde 50'nin altında, genç işsizlik oranı yüzde 17'lerde, atıl iş gücü oranı yüzde 20'nin üzerinde, bunlara bakmadan dönüp Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Kalkınma Planı "Efendim, ülkemizin refahı için -insanımız iş beğenmiyor, refah bir ülkeyiz- göç almalıyız." diyor değerli arkadaşlar, işi göçe getiriyorlar. Bakın, Avrupa ülkeleri göç aldılar, değil mi? Mesela, Almanya 1960'lı yıllarda göç almaya başladı, Almanya'nın göç almaya başladığında kişi başı geliri Amerika Birleşik Devletleri'nin yüzde 78'iymiş yani belli bir kalkınma seviyesine, belli bir gelir seviyesine gelmiş; Kanada'nın, Danimarka'nın, Finlandiya'nın da aynı şekilde. Mesela, Fransa biraz düşükmüş, yüzde 44'müş; onun bile kişi başı geliri Amerika'nın yüzde 44'ü kadarmış. Şimdi, böyle bakıyoruz. Türkiye'nin kaç 2022 yılında? Yüzde 14'ü. Yani bu gelir seviyesinde, insanınız aç gezerken, insanınız boşta gezerken, çalışanlarınız da yoksulken "Biz göç almalıyız." diyorsunuz; bunu asla kabul etme imkânımız yok.
AR-GE harcamalarına bakıyorsunuz yani Türkiye'de AR-GE harcamaları yüzde 1 değerli arkadaşlar. Evet, AK PARTİ'den önce yüzde 0,6'ydı; yüzde 0,6'dan millî gelirin yüzde 1'ine getirdi ama bu yeterli mi? Yani yirmi bir yılda gelmemiz gereken nokta bu muydu? Şimdi orta yüksek gelirli ülkelere bakıyorsunuz, mesela, Belçika'da bu pay, evet, yüzde 3,5; İsrail'de yüzde 5,4; Güney Kore'de yüzde 4,8; Avrupa Birliği ülkelerinde, yeni ülkelere rağmen bizim çok çok üzerimizde. Böyle baktığımız zaman da buralara kaynak ayırmayınca, hem özel kaynaklarınızı hem de kamu kaynaklarınızı bu alanlara aktarmayınca zaten büyümeden bahsetmek, doğru bir büyümeden bahsetmek mümkün değil.
Yüksek teknoloji ürünlerin imalat sanayisi içerisindeki payına bakıyorsunuz değerli arkadaşlar, Türkiye'de yüzde 3,3 ama ilk 10 büyük ekonomiye bakıyorsunuz -hani, bizim 10 büyük ülke içine girme hedefimiz vardı ya, şimdi çöp oldu; 2023'de ilk 10 dediler, 19 olarak gerçekleşti- bu ülkelerde yüksek teknoloji ürünlerin imalat sanayisi içerisindeki payı bizde yüzde 3,3; onlarda yüzde 24. Bunu buraya getirmedikten sonra sizin hamasetten başka söyleyecek hiçbir şeyiniz olmaz. Üstelik İsrail'de yüzde 30; işte, İsrail o yüzden bütün dünyaya kafa tutabiliyor. Şimdi, dolayısıyla kaynaklarımızı üretken alanlara vermemiz lazım, sanayinin üretkenliğini artırmamız lazım, sanayinin yatırım yapmasını sağlamamız lazım, teknolojiye yatırım yapmasını sağlamamız lazım firmaların, teknolojiyi iyi kullanmasını sağlamamız lazım. Bunları niye yapsınlar? Yani "Bir firma arsa, arazi aldığı zaman çok daha fazla kâr ediyorsa niye buraya yatırım yapsın?" sorusunu da Hükûmete sormamız lazım. O yüzden "Rant vergisini mutlaka çıkarın." diyoruz.
Şimdi, tabii, sosyal yardım sistemimiz, istihdamı caydıran sosyal yardım sistemimiz var; eğitim ile istihdam piyasası arasında hiçbir ilişki yok.
Şimdi, sayın Hükûmet yetkililerinin diğer bir iddiası "Dış kaynak bağımlılığımız azaldı." Cevdet Yılmaz bunu özellikle söyledi. Yani bunu nasıl söyledi, neye istinaden söyledi, ben gerçekten çok merak ediyorum. Bakın, Türkiye'nin dış faiz ödemesinden başlayalım. 2002 yılında 6,4 milyar dolar dış faiz ödemişiz. Aslında o günkü millî gelirimize göre baktığımız zaman yüksek bir orandır. Bu, daha sonra, işte, devam etmiş; 2016'dan itibaren ilk kez 10 milyar doların üzerine çıkmış. Şimdi, 2022 yılında 12,5 milyar dolar -bakın hızlı artışa- bu yıl sonunda tahmin 18 milyar dolar değerli arkadaşlar. Bu ülke 18 milyar dolar dış faiz ödüyor, biz "Dışa bağımlılığımız az." diyoruz. Bir yıl içerisinde ödememiz gereken dış borç 219,9 milyar dolar, 220 milyar dolar; biz "Bağımlılığımız azaldı." diyoruz. Bunu neye istinaden söylüyorlar? Strateji ve Bütçe Başkanlığında Haftalık Ekonomik Gelişmeler Raporu vardır, o rapor ilk kez benim Genel Müdürlüğüm döneminde çıkarılmıştır, hâlen devam ediyor; çok da güzel bir rapordur. Onun 45'inci slaytı, Sayın Cevdet Yılmaz, bakın, size, kendi rakamlarınızla... Zaten hepsi devletin rakamları da bu da özellikle kurumunuzun, size bağlı kurumun yaptığı rakam. Şimdi, burada "toplam finansman ihtiyacı" diye -çok detayına girmeyeceğim- bir kalem var, hesaplamaları yapılmış; en üstte toplam finansman ihtiyacı var. Mesela, kaçmış? 2019 yılında dış finansman ihtiyacı 63 milyar dolarmış, 2020'de 84 milyar dolar, 2021'de 75 milyar dolar, 2022'de 100 milyar dolar olmuş; dış finansman ihtiyacı sürekli artıyor. 2023'ün on ayında da 79,5 milyar dolar, 80 milyar dolar; yıl sonu muhtemelen 110 milyar dolar olacak. Şimdi, bu realite de ortadayken rezervlere bakıyorsunuz ve uluslararası yatırım pozisyonunda Türkiye'nin 295 milyar dolar yatırım açığı var; buna baktığımızda bunu nasıl söylüyorsunuz, ben bunu anlayamıyorum. Bizim dış bağımlılığımız nasıl azaldı?
Bakın, bir grafik daha göstereyim; bu da Türkiye'nin büyümesi ile dışa bağımlılığı arasındaki ilişki. Değerli arkadaşlar, şimdi, yine, burası AK PARTİ hükûmetleri döneminden önceki yirmi bir yıl, şurası da AK PARTİ hükûmetleri yirmi bir yılı. Böyle baktığımızda, şu yeşil olanlar cari açık; bakın, AK PARTİ'den önceki yirmi bir yılda yüzde 4'lük -griyi söylüyorum- büyümeyi sağlamak için millî gelire oran olarak yüzde 0,6'lık bir cari açık yetmiş yani dış kaynak yetmiş. Şimdi evet, büyümemiz 4'ten 5,4'e çıktı, onu izah ettim zaten ama bunu sağlayabilmek için yıllık ortalama yüzde 4'lük cari açık vermişiz değerli arkadaşlar. Siz nasıl böyle bir ülkede "Dışa bağımlılık azaldı." diyebilirsiniz?
Şimdi, Sayın Hükûmet yetkililerinin bir iddiası da ne? "Rezervlerimiz arttı, 142 milyar dolar; tüm zamanların en büyük rezervi, brüt rezervlerimiz 142 milyar dolar." Niye hiç netten bahsetmiyorsunuz? Ya, biraz inandırıcı olun, biraz piyasalara güven verin. Bunun neti ne? Burada 142 milyar dolar rezervimiz varsa şu cebimizde de 182 milyar dolarlık yükümlülüğümüz, borcumuz var. Niye bunu söylemiyorsunuz? Ha, bunu biz sonradan anladık; bu mantıksızlık niye? Aslında hiç de mantıksız filan değilmiş, o da şu arkadaşlar: Şimdi, Türkiye'ye doğrudan yatırım gelmiyor, Türkiye sıkıntıda, sıcak para bekliyor. Sıcak para ne? Vurkaç parası; gel, al yüzde 5'i, kazan bir ayda, çık, geri git, döviz cinsinden falan. Artık talep bu paraya dönüşmüş durumda. Şimdi, değerli arkadaşlar, sıcak paracılar Türkiye'den 2 tane şey istedi. Bir, "Politika faizini artırın." dediler. 8,5'tan başladılar, 42,5'a kadar artırıldı. Doğrudur, yanlıştır, onu tartışmıyorum; önceki yapılan hataların bedeli. Yüzde 19'a tahammül edilseydi bugün faiz oranları yüzde 10'un altına düşecekti. Yüzde 19'a tahammül etmediniz, 8,5'a kadar düşürdünüz, şimdi 42,5'a kendiniz geri çıkardınız; nas hikâyesine de girmiyorum. Şimdi, sıcak paracılar diyor ki: "Faizi artır." artırdılar, artırıyorlar. İki: "Yetmez. Ben geleceğim, bir hafta sonra geri çıkacağım, ya, senin cebinde para var mı? Onu söyle bana." diyor. Aslında para cebinde yok yani bu cepte para var da, parayı birisinden almışız, on beş gün sonra ödeyeceğiz parayı, bir ay sonra, iki ay sonra ödeyeceğimiz bir parayı cebime koyarak hava atıyorum etrafa ama sıcak paracı için bu kâfi "Benim çıkacağım anda senin cebinde biraz dövizin varsa problem değil. Sen o dövizi istersen vatandaştan yüksek faizli döviz mevduatıyla al, şu, bu... Benim için fark etmez, benim çıkarkenki paramı garanti et." diyor. Sıcak paracılara oynanan bir durum var, bunu da milletimizin idrakine havale ediyorum.
Şimdi, kişi başı gelir artıyor. Sayın Akbaşoğlu da burada, bir şey oluyor, biz bir sıkıntıyı söylüyoruz, vergiyle ilgili bir şey söylüyoruz, diyor ki: "Efendim, biz, kişi başı geliri 3.608 dolardan 10 bin doların üzerine çıkardık, filan." Ya, gelin, biraz da bunu analiz edelim. Şimdi, doğru, 3.608 dolardan 10.659 dolara çıktı. Hükûmetin 2022 yılında 2023 yılı için tahmini de 12.415 dolar. Peki, önce bunun sıralamasıyla bir gidelim. Şu da kişi başı gelir açısından Türkiye'nin dünyadaki sıralaması değerli arkadaşlar. Bakın, 1993 yılında Türkiye kişi başı geliri en yüksek 47'nci ülkeymiş, 47'nci ülke, 1993, beğenmediğimiz yıllar buralar. Şimdi, sonrasında kötüleşmiş, 69'lara kadar düşmüş mesela, sonra biraz daha performans olmuş, en son geldiğimiz noktada şu anda 75'inci sırada değerli arkadaşlar ve kötü bir performans var kişi başı gelir açısından dünya sıralamasında. Yani bu ülke 47'leri bile görmüş zamanında. Evet, aldığınız güne göre belki bir miktar... Pardon, o da iyi değil, 2003 yılında 69'uncu sıradaymış, şimdi 75'inci sırada yani şimdi, sadece "Dolar üzerinden kişi başı nominal gelir artıyor." dediğiniz zaman, emin olun, hiçbir şekilde inandırıcı olmuyorsunuz. Şimdi, dolar da olsa, yirmi bir yılın enflasyonu var değil mi? Bunu bir reele getirelim; 3.600'den 12.415'e çıkmış, Amerikan TÜFE'siyle yaptığınızda aslında "3.608 dolar" dediğimiz şey, bugünkü parayla 6.110 dolar. Doğrudur 6.110 dolardan 12.415 dolara bu yıl sonu geleceği tahmin ediliyor, yüzde 100'lük bir artış var. Az değil ama yeterli değil, başka ülkelerle mukayese ettiğimizde yeterli değil, bir de daha da önemlisi borçla mukayese ettiğimizde.
Değerli arkadaşlar, evet, kişi başı gelir artıyor ama ondan daha fazla borç artıyor. Hakan Özyıldız'ın -eski Hazine Müsteşar Yardımcısı- bir çalışması var, devletin rakamları kullanılarak yapılan bir çalışmadır, ondan alıntıyla söylüyorum. Şimdi, fazla teferruatına girmeyeceğim, 2002 yılında 3.608 dolar -şimdi nominal rakamlardan gidiyorum, ikisi de nominal olduğu için problem yok- kişi başı gelir var dedik, bunun karşılığında 2002 yılında Türkiye'nin toplam borcu iç artı dış borç, kamu artı özel borç 4.014 dolar arkadaşlar yani kişi başı gelirin yüzde 11 fazlası Türkiye'de kişi başına da borç varmış. Ya, 2023'ün üçüncü çeyreğine geldiğimizde bu oran hiç değişmemiş biliyor musunuz? Evet, 12.415 dolara -yıl sonunu alıyorum- çıkacak gelirimiz ama kişi başı ülkenin borcu da 13.751 dolar, şu anda, eylül sonu itibarıyla gerçekleşmiş durumda arkadaşlar. Bunu niye söylemiyorsunuz? Yani borçla finanse edilmiş, borçla artan bir kişi başı gelir var bu ülkede, borçluluk artarak yapılıyor. Yani bunları hani bir düşürürsünüz, en azından -makul- oran olarak düşürürsünüz. Bakın, gelir/borç oranı 2002'de yüzde 111,3, şu anda yüzde 110,8; hiçbir "improvement" hiçbir gelişme aradan geçen yirmi bir yılda maalesef yok. Bunun daha teferruatlı başka detayları filan da var, dış borç açığı üzerinden yaptığımızda da oralara da baktığımızda aslında aynı şeyi görüyoruz, hatta biraz vaktim kalırsa bir miktar oraya bakayım.
Yirmi bir yıllık AK PARTİ hükûmetleri döneminde Türkiye 652 milyar dolarlık cari açık verdi yani dış kaynak kullandı değerli arkadaşlar, dışarıdan para kullandık. Bu para tabii keyfine gelmiyor, bunun 344 milyar doları bize borç olarak geldi, dış borcumuz 131'den 475'e çıktı. Tamam mı? 344'ü. Kalanı da varlıklarımızı satarak geldi; fabrikalarımızı sattık, bankalarımızı sattık -ne bileyim ben- sigortacılık şirketlerimizi sattık hisse senetleriyle, 68 milyar dolar da toprak sattık, aldığımız bu açığı finanse ettik. Şimdi, 2 tane seçenek var insanın önünde, bir şeyi ya borçla finanse edersin ya da varlık satarak finanse edersin, varlık satışlarını da borçla yapmış olsaydık 2002 yılında Türkiye'de -dış borç açısından söylüyorum- yüzde 55,4 olan borç/gelir oranı yani kişi başı gelir/kişi başı borç oranı bu dönemde yüzde 74'e çıkmıştır arkadaşlar. Dış borç açısından da çok daha kötü bir performans olduğunu söylememiz lazım.
Son konu olarak da "İhracatımız artıyor." "İhracat artıyor." Doğru, artıyor. Ya, bunun ithalat ayağı yok mu? İhracatı ithalatsız konuşmayı kendinize nasıl yakıştırıyorsunuz? 36 milyar dolardan 255 milyar dolara geldi ihracat ama ithalat da 51,6 milyar dolardan 367 milyar dolara geldi değerli arkadaşlar, ikisi de 7,1 kat artmış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Usta, lütfen tamamlayın.
ERHAN USTA (Devamla) - Biraz süre verirseniz memnun olurum Sayın Başkan.
Evet, dolayısıyla ikisi de çok fazla artmış ama daha berbatı ne biliyor musunuz? 2002 yılında Türkiye'nin cari açığı sadece 600 milyon dolarken -bakın, 1 milyar dolar bile değilken- bugün 42,5 milyar dolar olacağını söylüyorlar. Buraları görmeden bize ihracat masalları okumanın hiç kimseye bir faydası yok.
Son grafik olarak da şunu söyleyeyim: Oradan da bir şey çıkmayacağını anlayınca Sayın Cevdet Yılmaz en son "Türkiye'nin ihracatının dünya ihracatındaki payı artıyor." dedi. Artıyor mu? Evet, şu -mor mudur, mavi midir, nedir- ihracatın payı. 2002 yılında kaçmış? Türkiye'nin payı 0,55. İthalatın payı kaç? 0,79. Aradaki fark nedir? Yaklaşık 0,24'lük bir fark var, 0,2'lik bir fark var. Arkadaşlar, evet, ihracattaki payımız artmış ama ithalattaki pay ondan daha fazla artıyor, bundan niye bahsetmiyorsunuz ya? Böyle bir analiz, doğru bir analiz olabilir mi? Yani, hiç ithalatı görme... Hâlbuki bir şeyi ithal ediyorsun, ondan sonra ihraç ediyorsun yani meseleye bu şekilde bakmamız lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - Selamlayacağım.
BAŞKAN - Sayın Usta, lütfen...
Buyurun.
ERHAN USTA (Devamla) - Sonuç olarak şunu söylüyorum: Türkiye ekonomisinin maalesef ve maalesef, ciddi makroekonomik sorunları var değerli arkadaşlar. İkiz açık, bütçe açığı, cari açık, enflasyon ve yoksulluk problemi aynı anda, Türkiye'nin kurumları da çökmüştür; hani, ekonomi kısmını konuştuğum için söylüyorum. Maalesef, Türkiye'nin böyle sıkıntıları vardır. Bu sıkıntıları aşabilmek ancak ortak akılla olur, ancak istişareyle olur, hataları kabul etmekte olur. Çözüm arıyorsanız çözüme varız, sürekli önerilerde bulunuyoruz. Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinde yirmi dakika öneride bulundum, hangisini dikkate aldınız? Dolayısıyla, bilimle, istişareyle, ortak akılla bunlar aşılabilir; kutuplaşmayla, inatla, "Ben bilirim."le, hiçbir şey bilmediğiniz hâlde "Ben bilirim."le bu sorunları aşma imkânı yoktur; olan millete olur, millet yoksullaşır. Seçim kazanabilirsiniz, o ayrı bir şey ama millet yoksullaşır, Türkiye bağımsız dış politika uygulayamaz diyorum.
Her şeye rağmen, bütçenin milletimiz için, memleketimiz için, kurumlarımız için hayırlı olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Çok teşekkür ederim efendim.