| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının bölge ülkelerinin kara suları dışında olmak üzere Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle mücadele amacıyla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 10/2/2024 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/826) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 17.01.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA BİLAL BİLİCİ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri Deniz Unsurlarının Aden Körfezi, Somali Açıkları, Arap Denizi ve Mücavir Bölgelerde Görev Süresinin Bir Yıl Daha Uzatılmasına İlişkin Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi üzerine İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuya ilişkin olarak partimizin görüşlerini aktarmadan evvel, geçen hafta terör örgütü PKK'nın hain saldırısı nedeniyle şehit olan kahraman askerlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı, yaralılara ise acil şifalar dilemek istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz 17 Nisan 2022'de başlattığı Pençe-Kilit Harekâtı çerçevesinde Irak'ın kuzeyinde konuşlanarak terörü kaynağında yok edebilmek için büyük bir mücadele yürütmektedir. Irak'la 378 kilometre, Suriye'yle 911 kilometrelik sınır hattımızın korunması ve terör yuvalarının ortadan kaldırılması şarttır. Bu, iç ve dış güvenliğimiz açısından hayati bir önem taşımaktadır. Kuzey Irak'taki üs bölgesindeki saldırıyı yapan teröristlerin üzerlerinde ileri teknolojiye sahip teçhizatlar tespit edilmesi ve ele geçirilen mühimmatın boyutları gerek dış desteğin gerekse Irak-Suriye hattındaki destek koridorunun çalışmaya devam ettiğini göstermektedir. Bir kez daha vurgulamak isterim ki Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyindeki operasyonların yanındayız ve destekliyoruz. Buradaki terör yataklarının ivedilikle kurutulması isteğimizin altını da tekrar çiziyorum.
Değerli milletvekilleri, PKK terör örgütüyle mücadelenin bir Suriye, bir Irak boyutu, bir de uluslararası desteği bulunmaktadır. Türkiye'ye yönelik stratejik tehdit Suriye'nin kuzeyinden gelmektedir. Meseleyi sığınmacı tehlikesiyle bir arada değerlendirdiğimizde, Suriye'nin kuzeyinde bir terör devletçiğinin kurulmaması için gerekli adımların atılması gereklidir. Belirtmek isterim ki, hem Rusya'nın hem de İran'ın Suriye'de farklı çıkarları bulunmaktadır, onların çıkarları bizim çıkarlarımızdan farklıdır. Üçüncü taraflar aracılığıyla da yürütülecek görüşmelerden istenilen faydanın sağlanamayacağı da açıktır. Nitekim Astana sürecinden de bugüne kadar beklenen ve arzulanan bir sonuç alınamamıştır.
Irak'a geçmeden önce, bu noktada, Suriye bağlamında Türkiye açısından son derece olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir gelişmeye de değinmek istiyorum. Dünya Gıda Programı, finansman yetersizliğinden dolayı, Suriye'nin kuzeybatısına yönelik yardımlarını Ocak 2024 itibarıyla durdurma kararı aldı. Program önceki yıllarda yaklaşık 5,5 milyon kişiye gıda ulaştırmıştı. Programa göre, son yıllarda yardımların önemli ölçüde azaldığı ülkede, 12 milyondan fazla Suriyeli açlıkla mücadele etmektedir. Bu durum bir nevi, 1990'lı yıllardaki gibi, bazı aktörlerin Birleşmiş Milletler ambargosu sonucunda masum Iraklı çocukları cezalandırdığı durumu bizlere tekrar hatırlatmaktadır. 1996 UNICEF raporlarına göre, Irak'ta yarım milyon çocuğun ambargolardan dolayı yaşamını yitirdiğini de belirtmek istiyorum. Suriye'deki durumun ortaya çıkacak insani kriz nedeniyle sınırlarımızda yeni bir yığılmaya neden olabileceği göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda gerekli tedbirlerin alınması konusunun da altını çiziyorum.
Irak'a dönecek olursak, ülkedeki süregelen iç karışıklık teröristlerin rahatça hareket etmeleri ve operasyon yapmaları için elverişli bir ortam yaratmaktadır. Irak'ın onlarca yıldır PKK'yı kendi topraklarında barındırmasını kabul etmemiz katiyetle mümkün değildir. Irak Anayasası'nın 7'nci maddesi, Irak Hükûmetini Irak topraklarında komşu ülkelere tehdit oluşturacak terör örgütlerini barındırmamakla yükümlü kılmaktadır. Irak'ın en başta kendi anayasasında yer alan hükümlere uyması, daha sonra da Türkiye'yle oluşturulan güvenlik mekanizmaları çerçevesinde terör örgütünün yok edilmesi amacıyla etkin bir çaba sarf etmesi, Hükûmetin de bunun takipçisi olması temel beklentilerimizden biridir.
Ayrıca, bugün, bir şehit ailesinin aldığı maaş 11.858 liradır, bazı aileler oransal olarak bunun daha da azını almaktadır; açlık sınırındaki bu maaş kabul edilebilir değildir. İYİ Parti olarak biz daha önce, ocak ayından geçerli olmak üzere, şehit yakını maaşlarının en düşük memur maaşı düzeyine taşınmasını teklif etmiştik. Şehitlerimizin geride bıraktığı, bakmakla yükümlü olduğu ailelerine, belirli bir hane gelirinin altında bulunmaları ve başka bir eve sahip olmamaları kaydıyla devletimiz tarafından barınma imkânı sağlanması için partimiz tarafından bir kanun teklifi hazırlandı ve bu da şehit yakınları için önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, ayrı bir nokta olan Türkiye-ABD ilişkileri hakkında da birkaç cümle söylemek istiyorum: İçinde yaşadığımız çok kutuplu dünyada küresel ve bölgesel iktidarsızlıkların çoğunlukla Orta Doğu'dan başlayarak süratle başka yerlere yayıldığını görüyoruz. İki ülke arasında derin güven bunalımı vardır; bunun sebeplerini genel hatlarıyla ABD'nin Türkiye'yi bölgesinde bir oyun bozucu olarak görmesi, bu nedenle de kendisine başka ortaklar bulma yoluna gitmesi, Türkiye'nin ise ABD'nin bu hamlelerini kendi ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit olarak algılaması şeklinde özetleyebiliriz. Tek kutuplu düzenden çok kutuplu düzene geçilmesi sürecinde ABD Türkiye'yi güvenilemez ve öngörülemez ülke kategorisine koyarken sınırımızın güneyinde yapılmak istenen emeller bir nevi yeni koloniciklerin altyapısını da hazırlamaktadır. Amerika'nın bölgesel ve yerel oyunculara karşı uyguladığı havuç ve sopa, diğer anlamıyla da ödül ve ceza anlayışının götürüsü getirisinden de fazladır. Bu çerçevede, ABD Suriye'de PYD/YPG terör örgütleriyle birlikte hareket etmeyi seçmiş, Türkiye ile Yunanistan arasındaki geleneksel denge politikasını açık bir şekilde Yunanistan lehine çevirmiştir. ABD'nin bu tutumu ne ortaklık ne de müttefiklik ilişkisiyle bağdaşmaktadır. Türkiye'yi F-35 programından çıkaran ABD'nin F-16'ları bile Türkiye'ye çok görmesi ve İsveç'in NATO üyeliği süreciyle birleştirmesi de kabul edilebilecek bir davranış değildir. Ayrıca, Amerikan Kongresi, kendisinin Yunanistan ve Türkiye'yle ikili ilişkilerinde hazırlamakta olduğu planında Yunanistan'a F-35 satmayı düşünürken ülkemizi hem F-35 programından çıkarmış hem de sadece F-16 alternatifi sunmuştur. Yakın bölgemizde bir değil iki savaş yaşanıyorken Amerika'dan beklentimiz, vakit kaybetmeksizin F-16 satışına ilişkin resmî bildirimi Kongreye yapması ve onay sürecini başlatmasıdır. Bir ülkenin güvenliği hiçbir zaman pazarlık unsuru hâline gelmemelidir ve getirilmemelidir. İyi niyet çerçevesinde diğer beklentimiz ise ülkemizin tekrar F-35 programına dâhil edilmesi ve F-35 uçaklarının Silahlı Kuvvetlerimizin envanterine dâhil edilmesidir. Türk-Amerikan ilişkilerinin belirttiğim parametreler çerçevesinde sürdürülmesinin mümkünatı bulunmamaktadır. İki ülke arasındaki kangrenleşmeye başlayan sorunların çözüme kavuşturulması özellikle bölgedeki son gelişmeler sonucunda da önem kazanmıştır. Bu nedenle, ABD'yle ilişkiler karşılıklı yarar temelinde yeniden gözden geçirilmeli, ABD'nin teröre verdiği desteğin sonlandırılması için ilgili kurumlarımız tarafından her düzeyde girişimler artırılmalıdır. Bu çerçevede, özellikle her türlü yoğun girişimlerin yapılması gerektiği açıktır, özellikle parlamentolar nezdinde girişimler de yarar sağlayabilir.
Kıymetli milletvekilleri, bölgemiz, 100'üncü gününü geride bıraktığı Gazze savaşı ve İsrail'in çatışmaları bölgeye yayma riski taşıyan eylemleri nedeniyle istikrarsızlığa sürüklenmektedir. Gazze'de hayatını kaybeden masum ve sivillerin sayısı 24 bini geçti, yaralıların sayısı 60 binden fazla; binlerce kişinin ise yıkılan binaların altında olduğu bilinmektedir. İsrail yüz günde Gazze'ye 62 bin ton bomba yağdırdı; 2,3 milyon Gazzelinin 1,9 milyonu ise yerlerinden edildi, toplumun yüzde 80'i akut açlık çekmektedir. Savaşın devam etmesi hâlinde temiz su ve tıbbi malzeme yokluğunun kitlesel ölümlere yol açması da kaçınılmaz hâle gelecektir. Ayrıca, bununla beraber salgın hastalıklar da baş göstermiştir. Kısacası, Gazze'deki katliamın ve yıkımın modern tarihimizde eşi benzeri bulunmamaktadır.
İsrail Hükûmeti kendi siyasi emelleri uğruna Filistinlileri yok etme, Gazze'yi insansızlaştırma planını uygulamakta kararlı görünmektedir. Hem İsrail Başbakanı hem de Genelkurmay Başkanı yaptıkları son açıklamalarda savaşın 2024 boyunca devam edeceğini söyleyerek bu katliamın süreceğini de teyit etmişlerdir. ABD'nin savaşın başından bu yana İsrail'e koşulsuz şartsız destek vermesi de tabiatıyla İsrail'i cesaretlendirmektedir. Biden yönetimi İsrail'e yönelik tutumu nedeniyle hem içeride hem de dışarıda ciddi bir itibar kaybına uğramış ve İsrail'le birlikte izole olmuştur. Bunun neticesinde, Washington, görünürde tutum değişikliğine giderek bu defa bölgede kalıcı barışın tesisi için bazı adımlar atma gayreti içerisine girmiştir. Diğer yandan, Arap ve İslam dünyası ne yazık ki birlik içerisinde hareket etmekten âciz, olanları seyirci gibi izlemektedir. Bu durum en çok İsrail'in işine yaramaktadır. Zaten İbrahim Mutabakatlarıyla Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan İsrail'i tanımıştır. İran ve Direniş Cephesinin ise İsrail'in bölgedeki provokatif eylemleri karşısında daha ne kadar itidalli davranacağı ise belirsizdir. Pazartesi gecesi İran Devrim Muhafızları tarafından Erbil ve Suriye'deki bazı hedeflere yönelik balistik füze ve İHA saldırıları da düzenlenmiştir. İran'ın bu adımının bölgede İran-ABD gerilimini dolaylı ya da doğrudan artırması da kuvvetle muhtemeldir. Fakat şunu da üzülerek belirtmeliyim ki dikkatler çatışmanın bölgeye yayılmamasına yoğunlaşmışken maalesef Gazze'de ortalama her gün 100 kadar sivil hayatını kaybetmeye devam etmektedir. Özellikle Güney Afrika'nın Lahey'de bulunan Uluslararası Adalet Divanında İsrail'in aleyhine açtığı dava bu yaşanan vahşetin cezasız kalmaması açısından fevkalade önemlidir. Mahkemenin omuzlarında ciddi bir sorumluluk da bulunmaktadır. Temennimiz adaletin yerini bulmasıdır.
Her geçen gün savaşın bölgeye yayılma riski de artmaktadır. Böyle bir senaryoda Türkiye'nin de savaşın içine çekilme ihtimali bulunmaktadır. Türkiye'nin bölge ülkeleri başta olmak üzere, tüm taraflarla aktif bir diplomasi trafiği yürüterek önce kalıcı ateşkes, daha sonra da 2 devletli çözüm için çalışması ve bölgede oyun bozucu değil, oyun kurucu olduğunu göstermesi çok önemlidir. Orta Doğu'nun geleceğine ilişkin kararlar bölge ülkeleri tarafından verilmelidir. Zira, bugün Orta Doğu coğrafyasında yaşanan tüm sorunların temelinde bölge dışı aktörlerin geçmişte aldıkları bazı bilinçli ve şuursuz kararlar vardır. Bugün hâlâ ABD'nin Gazze'nin geleceği konusunda Arap ülkelerini bir araya getirmeye çalışması ve Gazze'nin geleceğine ilişkin İsrail ve ABD'nin çıkarlarına yönelik bir plan ortaya koyması kabul edilebilir değildir. Aynı şekilde, ABD ve İngiltere'nin kendi menfaatlerini korumak adına Yemen'deki Husilere yönelik saldırılarının bölgedeki gerginliği tırmandırmaktan başka bir faydası da yoktur. Nitekim, operasyonlar sonrasında Husiler durmamış, daha pazartesi günü ABD'ye ait bir ticari gemiyi hedef almıştır.
Değerli milletvekilleri, az önce belirttiğim gibi Türkiye'nin bütün bu gelişmelerden olumsuz etkilenmesi kaçınılmazdır. Sınır komşularımızda gerçekleştirilen suikastlar ve terör saldırıları bölgeyi bir kaosa sürüklemekten başka bir amaca hizmet etmemektedir. Gerginliğin tırmanması noktasında terör örgütlerinin işine en fazla bu durum yaramaktadır. Aralık sonunda 12 askerimizin şehit olmasına, geçen hafta da 9 askerimizin şehit olmasına neden olan hain terör saldırılarını bölgedeki gelişmelerden bağımsız değerlendirmemek gerekir. Önümüzde kritik bir süreç bulunmaktadır. Bu zaman zarfında Türkiye'nin bir yandan hain terör örgütüne darbe indirmeye devam etmesi, diğer yandan bölgesel barış için çalışmalara devam etmesi önemlidir.
Kıymetli milletvekilleri, Aden Körfezi'nin dünya deniz ticareti açısından büyük bir öneme sahip olduğu açıktır. Gazze savaşıyla birlikte Husilerin Aden Körfezi ve Babülmendep Boğazı'ndan gerçekleştirdikleri eylemlerin küresel deniz ticaretini ve dünya ekonomisini nasıl etkilediğini de görüyoruz. Yılda 400 civarında bandıralı ya da Türkiye bağlantılı ticaret gemisi bu bölgeden, bu noktadan geçiş yapmaktadır. Son yaşanan gelişmelerden bağımsız olarak Aden Körfezi'ndeki koşullar, Somali kara suları ve açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde karşılaşılan deniz haydutluğu ve silahlı soygun eylemleri bölgesel ve küresel ticaret üzerindeki önemli bir tehdidi de oluşturmaktadır. Özellikle deniz haydutluğunun küresel ekonomiye yıllık maliyetinin 15-20 milyar dolar civarında olduğu da tahmin edilmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de 2008 yılında kabul ettiği kararla bu denizlerde ve Somali kara sularında deniz haydutluğuna karşı meşru deniz kuvvetleri unsurlarının gerek millî gerekse de ittifaklar olarak operasyon icra etmesine izin vermiştir. Silahlı Kuvvetlerimiz de 2009 yılından bu yana, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde bölgede ifa edilen deniz haydutluğuyla mücadele faaliyetlerine iştirak etmektedir. Meşruiyetini Güvenlik Konseyi kararlarından alan bu tür faaliyetlere katkıda bulunmak Türkiye'ye yakışan bir görevdir, bu tutum cumhuriyetimizin geleneksel dış politikasıyla da uyumlu bir tutumdur fakat bölgede gerginliğin had safhada olduğu bir dönemde Silahlı Kuvvetlerimizin gerginliğin içine çekilmemesi ya da gerginliğin tarafı hâline gelmemesi de önem arz etmektedir. Bu çerçevede, İYİ Parti olarak tezkereyi olumlu bulduğumuzu ve kabul oyu vereceğimizi bilgilerinize sunarım.
Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)