GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri deniz unsurlarının bölge ülkelerinin kara suları dışında olmak üzere Aden Körfezi, Somali açıkları, Arap Denizi ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu, silahlı soygun eylemleri ve denizde terörizmle mücadele amacıyla görevlendirilmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 10/2/2024 tarihinden itibaren bir yıl süreyle izin verilmesine ilişkin tezkeresi (3/826) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:50
Tarih:17.01.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA BERDAN ÖZTÜRK (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, ezilenin, yoksulun bu ülkede bir kez daha nasıl adaletten mahrum bırakıldığını dün basına yansıyan haberlerle hatırlatmak isterim. Bu, aynı zamanda Somali tezkeresiyle de yakından alakalı olduğu için bahsetme gereği duyuyorum. Bildiğiniz üzere, 30 Kasım 2023 tarihinde İstanbul'da meydana gelen bir trafik kazasında "Yunus Emre Göçer" isimli bir yurttaş, alın teriyle eve ekmek götüren bir motokurye hayatını kaybetmişti. Sonradan, merhum Göçer'e çarpan şahsın Somali Cumhurbaşkanının oğlu olduğunu öğrendik. Kusurlu olduğu tespit edilmesine rağmen serbest bırakılmış fakat kamuoyunun baskısıyla dava açılmıştı. Evet, sevgili arkadaşlar, o dava dün sonuçlandı; yoksulun, emekçinin adaletten mahrum bırakıldığı bu davayla bir kez daha tescillenmiş oldu. Somali Cumhurbaşkanının oğluna takdiri indirim uygulanarak, evet, takdiri indirim uygulanarak iki yıl altı ay hapis cezası verildi. Peki, yetti mi bu? Hayır, yetmedi; hapis cezası para cezasına çevrildi. Yine, yetti mi diye soruyoruz, bu da yetmedi; verilen para cezası tamı tamına 27.300 Türk lirası. Bir yurttaşın bir saray çocuğu tarafından öldürülmesinin bedeli tamı tamına 27.300 Türk lirası. Bu ülkede Cumhurbaşkanı çocukları araçla insan öldürür, mahkeme o çocukların sırtını sıvazlar ve gereğini yapar. Peki, siyasi iktidar ne yaptı bu duruma karşı? Yaptığı şey, Somali Cumhurbaşkanının oğlunun kendi vatandaşını öldürdüğü yetmezmiş gibi, o Cumhurbaşkanının ülkesine asker gönderiyor; iktidarın bugün Genel Kurulda onayınızı istediği şey bu. İktidar diyor ki: Somali Cumhurbaşkanının talebi üzerine Somali kara suları ve açıklarında haydutluğu, silahlı soygunu önlemek için oraya ülkemizin yoksul çocuklarını gönderelim. Peki, soruyorum size arkadaşlar: Madem Somali'nin güvenliğini tehdit eden bir durum var, neden Somali Cumhurbaşkanının oğlu korsanlara karşı mücadele için silah altına alınmıyor? Neden bu ülkenin yoksul çocukları savaşa gönderiliyor da söz konusu ülke Cumhurbaşkanının oğlu burada 27 bin lira bedelle insan öldürebiliyor ve ödüllendiriliyor? Ben size söyleyeyim: Sarayda alınan savaş ve tezkere kararlarından sarayın çocukları muaf tutulmuştur da ondan.

Genel Kurula gelen tezkerede "haydut" ibaresi geçiyor ama biz size Somali'de ne olduğunu anlatalım. Somalilerin, özellikle yoksul halkın en önemli gelir kaynağı balıkçılıktır. Küçük teknelerle karın tokluğuna balıkçılık yapan halkın karşısına büyük ölçekli yabancı firmalar geldi ve yoksul halkın balığını elinden aldı. Bu durumda Somali nüfusunun neredeyse yüzde 70'i açlıkla karşı karşıya kaldı ve bu sebeple 1990'lardan bu yana halkın bir kesimi yabancı gemileri yağmalayarak hayatını idame ettirmeye çalıştı. Bu uluslararası firmalar sadece Somali halkının balığını yağmalamıyor, aynı zamanda her yıl zehirli atıklarını da buraya bırakıyor. Birleşmiş Milletler Somali temsilcisi de bu durumu, özellikle Avrupalı ve Asyalı şirketlerin zehirli atıklarını Somali kıyılarını bıraktığını doğrulamıştı. Şimdi, siz söyleyin: Burada, haydut olan, kendi doğasını ve kaynaklarını koruyan Somali halkı mı, yoksa halkın malını ve doğasını talan eden Somali devleti ve iş birlikçileri mi?

Bugün, Somali Cumhurbaşkanı Genel Kuruldan asker isteyerek Somali halkının kalkınmasını ve refah düzeyini artırmaya yönelik politikaları geliştirmeyi tercih etmek yerine halkı açlığa sürüklüyor. Uluslararası sermayenin Somali'de halkı yoksulluğa itecek derecede balıkçılık yapmasına izin veriyor. Ne yazık ki AKP eliyle Türkiye de Somali devletinin bu kirli politikasına alet oluyor ve askerî üsler karşılığında sömürgeci sermayenin gardiyanlığını yapmayı tercih etmeye devam ediyor.

Zenginliğin, bolluğun, israfın ve maddi ihtişamın alabildiğine sergilendiği Suudi Arabistan'ın kıyıdaşı olan Somali'de ve Yemen'de tam tersi bir tabloya dünya seyirci kalmaktadır. Savaşlar, fakirlik ve açlık Aden Körfezi'nin bu 2 ülkesini esir alırken bu 2 ülkenin kara sularından dünya sermayedarlarının başta petrol olmak üzere milyonlarca euroluk ürünlerini taşıyan ticaret gemilerinin güvenliği öncelikli bir mesele olarak Meclisin gündemine taşınıyor. Önceki yıllarda olduğu gibi, tekrar bu küresel sermaye gardiyanlığının üstlenilmesi biçiminde saraydan gönderilen tezkerelerin uzatılması talebinin Meclise gelmiş olmasını üzüntü ve utançla karşılıyoruz.

Değerli arkadaşlar, vakit yettiğince AKP'nin neden ve kimin için Somali'ye asker göndermek istediğini açıklamaya çalıştım. Hakikat şudur ki bu tezkere Somali halkının sömürülmesini meşru kılan bir tezkeredir. Uluslararası sermayeden pay alan ve oğlunu Türkiye sokaklarında magandalık yapmaya gönderen Somali Cumhurbaşkanının vesayetini koruma tezkeresidir.

AKP illa Somali'ye asker göndermek istiyorsa size bir tabur oluşturacak kadar liste önerisinde bulunabiliriz. Öncelikle, bu tezkereye "evet" oyu verecek olan bütün vekillerimizin kendi ailelerini, yakınlarını göndermeyi öneriyoruz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Yine, Somali Cumhurbaşkanının oğluna ceza yerine ödül veren savcı ve mahkeme heyeti gidebilir. Aynı şekilde, Somali Cumhurbaşkanının oğlunu da gönderebiliriz. Eğer yukarıda saydığım liste Somali'ye gidecekse parti olarak size engel olmayız fakat bu halkın yoksul evlatlarını çıkar gruplarına hizmet eden hiçbir savaşa yollamanıza göz yummadık, yummayacağız. Tıpkı Suriye'de, Irak'ta, Libya'da verdiğiniz savaş tezkerelerine karşı çıktığımız gibi buna karşı da "hayır" oyu kullanacağız.

AKP'nin, yoksul çocuklarını savaşa göndermesi bir ritüel hâline gelmiştir. Ulusal güvenlik ve ulusal çıkar yalanları altında Kafkasya'dan Orta Doğu'ya, oradan Kuzey ve Orta Afrika'ya kadar uzanan bir coğrafyaya asker göndererek oradaki halkların geleceğini hedef almaktadır. Bu coğrafyalardan biri de şüphesiz, Kürtlerin anavatanı olan Kuzey ve Doğu Suriye'dir.

Daha önceki konuşmamda da dile getirmiştim, AKP iktidarı tarafından Kuzey-Doğu Suriye'de sivillerin, sivil alanların, altyapı ve hizmet merkezlerinin meşru hedef hâline getirildiği açık bir tabloyla karşı karşıyayız. Bildiğiniz üzere sivil alanların bombalanması, meşru hedef gösterilmesi uluslararası hukuka göre savaş suçudur. Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırılar hâlâ devam etmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye iç güvenlik güçleri basın merkezi, Türkiye'nin son iki günde bölgeye yönelik yaptığı saldırılarının bilançosunu açıkladı. Açıklanan bilanço vahameti bir kez daha göz önüne seriyor. AKP'nin son saldırısında Kuzey-Doğu Suriye'de hedef alınan sivil altyapı hizmetleri şunlardır, bunları teker teker saymamız gerekiyor: Amuda'daki Dirbas Aşevi; Derbesiye, Amuda, Tirbespiye, Kamışlı, Kobani, Ayn İsa ve Rmelan elektrik istasyonları; Tirpespiye'deki tarım istasyonu; Tel Tamer bölgesindeki tahıl depoları; Kamışlı'daki inşaat malzemeleri depoları; Derik'te bulunan Başut Barajı; Kobani'de bulunan büyükbaş hayvan çiftliği; Kobani'deki tahıl deposu; Kamışlı'daki tahin ve helva deposu; Derik'teki sürücü kursu; Cizre bölgesinde sivillerin yaşadığı 15 köy; Kobani ve Ayn İsa'da sivillerin yaşadığı 3 köy; Şahba bölgesinde sivillerin yaşadığı 2 köy. Yani iki günde yapılan saldırılar neticesinde ortaya çıkan tablo bu; yok edilen, ortadan kaldırılan yerler bunlar. Bunları özellikle teker teker belirtmemin sebebi de kamuoyuna "terör hedefleri" diye açıkladığınız yerler bunlardır. Halkın enerji, temel gıda, barınma merkezlerini bombalayarak bir ülkenin ulusal güvenliği sağlanamaz. Eğer "Sağlanır." diyorsanız, İsrail'in Hamas'ı yok etme pahasına vurduğu hastaneler, okullar da size göre o zaman meşrudur.

Değerli milletvekilleri, bugün AKP iktidarının güvenlikçi uygulamaları sadece Kuzey-Doğu Suriye halkını değil, aynı zamanda bütün Türkiye halklarının geleceğini tehdit etmektedir. Kuzeydoğu Suriye'de tahıl deposuna atılan bombanın parası asgari ücretlinin cebinden çıkıyor; olan, savaşta hayatta kalmaya çalışan ile Türkiye'de on iki saatten fazla çalışarak asgari ücretle geçinen yurttaşa oluyor. Biz hep söylüyoruz: Savaşın kazananları silah tüccarları ve iktidarını kanla besleyen anlayış, kaybedeni ise emekçi olan yoksul halklardır.

Bugün AKP'nin Somali'den kuzeydoğu Suriye'ye, Azerbaycan'dan Orta Afrika Cumhuriyeti'ne uzanan maceracı politikasını daha önce bu ülke, yüz yıl önce Enver Paşa'yla yaşadı. O gün yaşananlar Türkiye'nin on yıllarca sırtında yük oldu. Hayatını kaybeden on binlerce insanı hatırlayın. AKP'nin 2002'den bu yana, özellikle 2015 sonrası politikaları sonucu ölen insan sayısıyla yüz yıl önce benzer politikalar sonucu ölen insan sayısı birbirine çok yakındır. Şunu sormak istiyoruz: Hiç mi tarihten ders çıkarmıyorsunuz? On yıllar boyunca savaşarak bu halka özgür bir gelecek var edeceğinizi söylediniz ama şunu açıklıkla net bir şekilde ifade edelim ki çok büyük yanılıyorsunuz. Ortaya çıkan sonuçlar, ülkenin geldiği durum açık, net bir şekilde çok büyük yanıldığınızı bir kez daha bizlere gösteriyor. Bizim bütün çabamız, bedeli ne olursa olsun bütün çabamız, kararlı duruşumuz savaşın son bulması ve Türkiye halklarının adil bir geleceğe sahip olması içindir. Birilerinin çocukları sokak ortasında bir emekçiyi öldürdüğünde 27 bin lira para cezası vermek yerine -böyle değil, bunu yapmamak- tam tersine, kim olursa olsun o emekçiyi katledene gereken -hukuki anlamda söylüyorum- cezanın verilmesi ve tüm dünyaya da şunun gösterilmesi: Her kim olursa olsun bir emekçinin, yurttaşın hayatına kıyıyorsa bunun bedelini ödeyecek. Bunu da, dediğimiz gibi, tüm dünya halklarına göstermek gerekiyor.

Tabii, bunlardan bahsederken bugünlerde Kobani davası da devam ediyor değerli arkadaşlar. Kobani'ye değinmeden geçmek mümkün değil çünkü bir noktada o da uluslararası ilişkilerdeki yetmezliğin, yetersizliklerin bir örneğini oluşturmaktadır. Bildiğiniz gibi, Kobani'de Kobani halkı DAİŞ çetelerine, barbar çetelere karşı kahramanca direnerek bir tarih yazdı, insanlık tarihini yazdı; sadece bir halkı veya oradaki halkların geleceğiyle ilişkili bir tarih değil, insanlık adına bir tarih yazıldı. Kobani'de sahada o dönemlerde bir kumpas kuruldu, ciddi anlamda bir kumpas kuruldu ve bu kumpas da DAİŞ vasıtasıyla amacına ulaştırılmaya çalışıldı. Bildiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı o dönem "Kobani ha düştü, ha düşecek." dedi. Kobani düşmedi, direnenler sayesinde düşmedi, Kobani direndi, DAİŞ'i durdurdu, DAİŞ çetelerini durdurdu, barbarları durdurdu ve şu anda kuzeydoğu Suriye halkları DAİŞ'i bitirme noktasına getirmiş durumdalar.

Şimdi, sahada o kumpası gerçekleştiremeyenler, sahada büyük bir hüsrana uğrayanlar bugün mahkeme salonlarında bu kumpası devam ettiriyorlar. "Kobani davası" adı altında onlarca yoldaşımızı sadece siyaset yaptığı için yıllardır cezaevinde tutuyorsunuz; barış istedi diye, ülke katiller cennetine dönüşmesin diye canını dişine takan onlarca arkadaşımızı cezaevlerinde rehin olarak tutuyorsunuz. Barış için mücadele edenleri esir tuttuğunuzu zannediyorsunuz, gerçekten böyle bir yanlış var. Barış için mücadele ediyorlar, siz onları rehin tuttuğunuzu zannediyorsunuz ama eğer birazcık cesaret varsa sizlerde, bir önerimdir: O mahkeme salonunda beş dakika durmaya ve yoldaşlarımızın nasıl sizi yargıladığını duymaya davet ediyorum. Eğer buna cesaretiniz varsa sadece beş dakikanızı ayırın, bu arkadaşlarımızın sizleri, sizin anlayışınızı nasıl yargıladığını göreceksiniz. Kobani kumpas davasıyla esir olan siz oldunuz, rehine olan sizsiniz. O mahkemede ne karar verilirse verilsin Sayın Demirtaş'ın, Yüksekdağ'ın, Sebahat Tuncel'in, Nazmi Gür'ün, Gültan Kışanak'ın ve daha birçok arkadaşımızın o salonda söyledikleri hepinizi mahkûm etmiştir. Hepiniz o savunmalarla ülkeyi savaşa sürüklemekten, kaosa sürüklemekten, halkı yoksullaştırmaktan mahkûm oldunuz. Dolayısıyla, en son şunu söyleyelim: Tezkere noktasında da biz tezkereye verilen para cezasından dolayı 27 bin defa "Hayır." diyeceğiz, "Hayır." diyeceğiz, "Hayır." diyeceğiz.

Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)