GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:62
Tarih:20.02.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA SELCAN HAMŞIOĞLU (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifinin ikinci bölümü üzerine İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Dokuz yıl önce bugün Ege Üniversitesinde karşıt görüşlü öğrenci kavgasında değil, PKK terör örgütünün metropolleri cephaneliğe çevirmesinin, üniversite kampüslerini âdeta işgal etmesinin çözüm, barış, demokrasi sayıldığı bir iklimde üniversitede barınmalarına göz yumulmuş, bütün uyarılara rağmen ellerini kollarını sallaya sallaya üniversiteye girmelerine göz yumulmuş, bu cüreti bulacak kadar şımartılmış teröristlerce katledilen ülküdaşımız, arkadaşımız, kardeşimiz, canımız Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nu rahmetle anıyorum. Biz biliyoruz ki ölüm yılar, Fıratlar yılmaz. Zira, dokuz yıl önce Türk milliyetçileri bir bedeni değil, bir ideali omuzladı hep birlikte İzmir'de, ebediyetti adresleri. Yine biliyoruz ki katillerine değil müebbet, idam verilse hatta o idam infaz da edilse müsebbiplerinden hesap sorulmadığı sürece, müsebbipleri pişkinliğe devam edebildiği sürece adalet tecelli etmiş olmayacak. Fırat'ın ardından yükselen o millî ah, kanının düştüğü yerden kalkmayacak, vebal sahiplerinin peşini bırakmayacak; her dem yeniden bir azap gibi saplanacak vicdanlara.

Değerli milletvekilleri, sağlığa geleceğim ama ondan önce gündem malum, birileri toplumun sinir uçlarını kaşımaya başladı. İnancı alet ederek ve cumhuriyeti, Atatürk'ü, cumhuriyet değerlerini bir karşı cephe olarak konumlandırarak aslında boğazlarına kadar da şirke batarak fütursuzca yaftalıyorlar. Kontrolden çıkmaya, Allah muhafaza, hepimizin canını yakmaya namzet çatışma alanları oluşturmaya çalışıyorlar. Şükür ki bizler ne dinimizi, ezanın semamızla yeniden vuslatını borçlu olduğumuz Atatürk'ün adını hutbelerinde anmaktan imtina eden bir grup maaşlı siyasal kadroya yahut her devrin provokatörlerine ne de cumhuriyetimizi bu tiplerin artığı olduğu iş birlikçi, mütarekeci, ellerinde Gönen Müftüsü şehit Şevki Efendi'nin, şehit Müderris Sivaslı Ali Kemali Efendi'nin, Eşme Müftüsü şehit Hacı Ahmet Nazif Efendi'nin ve daha nice âlimin, hafızın, imamın kanı bulaşmış sözde hocalara borçluyuz. Dinimiz, Yüce Allah'ın emri; cumhuriyetimiz ise Hacı Bayram Camisi'nde kıldırdığı cuma namazından sonra "Ey cemaatimüslimin! Asker kıyafetine girdim, memleket ve din kurtuluncaya kadar cephelerde düşmanla çarpışacağım." diyen İsmail Şükrü Hocaların, teslim emri veren İzmir Valisi İzzet'in karşısına dikilip de "Bu sakalım kanımla kızarabilir ama bu alna Yunan alçağını sükûnetle selamlamış olmanın karasını sürerek huzur-u İlahî'ye çıkamam." diyen Rahmetullah Efendilerin emanetidir. Dolayısıyla, yüz yıl sonra hâlâ bu fitneden medet umanlara Müftü Ahmet Hulusi Efendi'nin Denizlililere hitabındaki cümleler layıktır: "Sizlere vatanımızı düşmana teslim etmekten başka bir çarenin olmadığını söyleyenler, düşman esareti altında olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değillerdir. Bu vaziyette olanların emri ve fetvası aklen ve dinen caiz, makbul ve muteber değildir."

Gelelim bugün konuşmamız gereken asıl konuya; sağlık konusuna. Bizim bu teklifte kendilerini hatırlamamızı bekleyecek zamanı olmayan çocuklarımızdan bahsetmek istiyorum size bugün. Fotoğrafta gördüğünüz bebek Yağız Batu Demirtaş; 13 aylık, Tekirdağ Çorlu'da yaşıyor. Ben tanıştığımda 5-6 aylıktı, bugün olduğundan çok daha sağlıklıydı. Aldığı her nefesin onu biraz daha erittiği, her ay, hafta, gün değil, her dakikanın ömründen çaldığı hastalıkla mücadelesinin henüz başındaydı ve ailesi bütün Türkiye'ye defalarca yalvardı. Yağız Batu çok şanslı, teşhisi çok erken yapıldı, kas kaybı başlamadı, makineye bağlanmadı, tedavi görebilirse yaşaması kaçınılmaz. Hiçbir acıyı yaşamayacak. Sağlıklı bir ablası var, o da daha çocuk ve o çocuk hâliyle, kendisi anne-baba bakımına muhtaçken kardeşinin bakımına ortak olarak yıkık dökük bir psikolojiyle büyümeyecek. Yağız Batu koşabilir mi, futbol, basketbol oynayabilir mi bilinmez ama yatağa bağlı olmayacak, makinelere bağlı olmayacak, yürüyebilecek, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek. Boğuldu mu korkusuyla ailesinin her an başında nöbet tutması gerekmeyecek. Tahmin ettiğiniz üzere, Yağız Batu SMA Tip 1 hastası çocuklardan biri. Sağ olsun Genel Başkanımız çağrı yaptı, biz kampanyasını yüzde 50'nin üzerine çıkardık ancak süresi çok daraldı, Valilik izninin bitmesine günler kaldı ve daha 800 küsur bin dolara ihtiyacı var ve bu fotoğraftaki çocuğun adı da, bu bebeğin adı da Güney Elmacı. 1,5 yaşında. O da Tekirdağ'da Velimeşe'de yaşıyor. Daha birkaç hafta önce ziyaret ettim. Onun kampanyası da yüzde 80'i geçti, bir omuz atılsa bitecek aslında, bitmezse Güney'in de nefesi sayılı çünkü Güney aynı zamanda böbrek hastası, olması gereken ameliyatı da olamıyor bu şartlarda. Bunlar sadece benim dokunabildiğim, şahsen tanıdığım, bildiğim çocuklar, onları andım isimleriyle ama adını anmadığım Türkiye'nin her yanından yüzlerce SMA hastası çocuğa da vekâlet ediyorum aslında bugün burada. Şimdi, sorsam "Türkiye SMA tedavisini karşılayan ülkeler arasında." diyecekler ama ben başka bir şey soruyorum: Öyleyse bu çocuklar neden iyileşemiyorlar? Bu çocukların aileleri neden kampanya üstüne kampanya yapmak durumunda kalıyorlar? Neden çocuklarına harcamak zorunda oldukları mesai dolayısıyla işten atılıyorlar? Bu çocuklar tedavi olabildikleri için mi ölüyorlar? Evet, Türkiye'nin geri ödeme kapsamına aldığı bir ilaç var. Evet, kas kaybını önlemede etkili ama eğer zamanında kullanılabilirse, periyotları aksatılmazsa. Şimdi, bu çocuklardan kaçı geri ödeme kapsamında olduğu söylenen o ilacı alması gereken zamanda alabildi, kaçı ilacı bulabildi acaba? Şimdi, sorsam "Yurt dışındaki o tedavinin yüzde 100 iyileşme sağladığı kanıtlanmış mı? Bizim çocuklarımız kobay mı?" diyecekler ama ben şöyle soruyorum: Sağlamadığı kanıtlanmış mı? Yahut misal, kanser tedavisi yüzde 100 iyileşme garantisi verdiği için mi tedavi ediyoruz biz kanser hastalarını? Salgın döneminde milyarlarca insan aşılanırken bütün bilimsel süreçler layığıyla tamamlanmış mıydı? Yahut söz konusu tedaviyi karşılayan Japonya'da çocuklar kobay mı, Avusturya'da kobay mı, İngiliz, İtalyan, İskoç, Arap çocukları kobay mı? Bakın, ben Tekirdağ'a son gidişimde Yağız Batu'nun evine gidecektim, onun adına açılan bir kermes standını ziyaret etmeyi tercih ettim, evine gidemedim. Neden, söyleyeyim: O annenin yüzüne bakmaya utandım çünkü ben. Çocuğunun gözleri önünde her gün biraz daha erimesini seyretmek zorunda kalan -çünkü hastalık tam olarak bu aslında- o annenin yüzüne bakabilme gücünü kendimde bulamadım, o bağışın toplanmasını sağlayamadığım için utandım. Şimdi ben böyleyken o aileleri bağış toplamak durumunda bırakanlar hiç mi utanmıyorlar merak ediyorum. Bir doz ilaç için her ailenin 2,5 milyon dolar toplaması gerekiyor. Sosyal devletimizin bu tedaviyi karşılamamasından sonra en çok neden zorlanıyorlar biliyor musunuz? Berbat ekonomi politikamızdan, dolar kurunun binbir emekle topladıklarını da aslında sıfırlamasından.

Şimdi, bu teklifte bu çocuklar için, SMA'lı çocuklar için sistemi onların ölümüne seyirci kalmaktan bir adım öteye geçirebilecek herhangi bir değişiklik, teklif, düzenleme, ek madde var mı? Hayır, yok. Bu teklifte askerî hastanelerin, harp cerrahisinin gerekliliğini nihayet kavradığımızı gösterebiliyor muyuz? Hayır, tam tersini yapıyoruz. Bu teklifle ilaç krizini aşabiliyor muyuz? Hayır, aşamıyoruz. Bu teklifle tıp fakültesi öğrencilerinin hayallerini yeniden Türkiye'ye döndürebiliyor muyuz? Hayır, döndüremiyoruz. Koruyucu hekimliğin üzerinde çok duruldu ilk bölümde. Bu teklifle, yeterli beslenemeyen bir toplumu, yatağa aç giren, okula aç giden çocukları hekimlerin aslında nasıl önleyici olarak koruyabileceğini formülize edebiliyor muyuz? Hayır, edemiyoruz.

Son söz, mesaisinin önemli bir bölümünü hastane randevusu almaya ayırmak durumunda kalan, aslında hepimiz gibi, her vekil gibi... Yaz aylarında nüfusu 3'e katlanan, hem turizm ilçesi hem de deprem tehdidini en çok hisseden ilçelerimizden olan Şarköy'e bir hastane yapıldı; çok teşekkür ediyoruz, hiç de kuyruk yok gerçekten hastane binasında çünkü hastanede bizim Şarköylü vatandaşlarımızı muayene edecek yani önünde kuyruğa girebilecekleri doktor yok. Kadın doğum yok, üroloji yok. Hastaların her birinin tahlil için ayrı bir ilçeye gitmek durumunda kalmayacağı fiziki donanım yok.

Tekirdağ Şehir Hastanesi yoğun bakımı felç hâlde, kapasitesinin artırılmasını istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

SELCAN HAMŞIOĞLU (Devamla) - İstanbul'a sevk çilesinin bitmesini istiyoruz.

Muratlı'da "devlet hastanesi" deniliyor ama sağlık ocağından hâllice bir hâl; göz yok, kadın doğum yok, göğüs hastalıkları yok, kulak burun boğaz yok, kardiyoloji yok, nöroloji yok. Çorlu Devlet Hastanesinin alt katları her şiddetli yağmurda su altında; birkaç aydan önce poliklinik, bir yıldan önce ameliyat randevusu yok. Hayrabolu'da kadın doğum uzmanı yok, çocuk doktoru yok, anestezi uzmanı yok; göz, birim olarak bile yok. Malkara'da kadın doğum, KBB, göğüs, kalp damar yok. Bakın, buralar köy, belde değil; ilçe, üstelik de Türkiye'nin en çok katma değer üreten büyük şehirlerinden bir tanesinin ilçeleri. Bu teklif bu skandal hak mahrumiyetlerini telafiyi içeriyor mu? Hayır, içermiyor. O zaman biz de "hayır" demek durumunda kalıyoruz, "evet" diyecek bir sebep bulamıyoruz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)