Konu: | İktidar-muhalefet ayırt etmeden milletvekillerine söz söyleme haklarını mümkün olan en geniş şekilde kullandırmaya çalıştığına, riyaset ettiği günden beri "bir dakika timi" olarak kendilerini tanımlayanların sürekli bir becayiş içinde olduklarına, 38 kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanmasına ve ağır bir tedavi görmesine rağmen görevini bu kadar tahammüllü ve zarafetle yürütmeye çalışırken biraz önce meydana gelen hadiseleri kabul edemeyeceğine, bundan sonra 20 kişiden başka hiçbir milletvekiline söz vermeyeceğine ve bir milletvekilinin kendisine parmak sallamasıyla ilgili de İç Tüzük'ün kendisine yüklediği hiçbir şeyi yapmayacağına ilişkin konuşması |
Yasama Yılı: | 2 |
Birleşim: | 83 |
Tarih: | 16.05.2024 |
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, biraz önce meydana gelen hadiseyle ilgili birkaç açıklama yapmam gerekiyor. Benim birincil görevim, İç Tüzük kaynaklı birinci görev ve sorumluluğum -Meclis söz söyleme yeridir- söz söyleyen hatibin sözünün anlaşılır, dinlenir olmasını yani Genel Kurulun sükûnetini, konuşma ortamının, konuşma zemininin kaybolmamasını sağlamak; birincisi bu.
Elbette ki inip bir öğretmen gibi bunu sağlama şeyim yok; elimizde İç Tüzük var, onun verdiği argümanlarla, uyarıdan başlayıp farklı yaptırımlara gidecek şekilde... Takdir edersiniz ki Genel Kurulun akışını da bozmadan, ilk 20 konuşmadan sonra, mümkün olan en geniş şekilde, iktidar-muhalefet ayırt etmeden arkadaşlarımızın söz söyleme haklarını en geniş kullandırmaya çalışan bir arkadaşınızım. İşte, daha iki gün önce 67 kişiye kullandırdık, altmış yedi dakika ediyor. Arkadaşlarımızın fehmetmesi gereken şey şu: Bu bir süre uzatma değildir. Aslında 67 arkadaşımız konuşunca, derdini anlatınca bir şekilde buradaki tansiyon, zemberek... Kendisini ifade olanağı bulan hiçbir arkadaşımız kürsüye doğru bağırma, sesini yükseltme, laf atma gibi şeyler kullanmıyor yani bazen bir saat arkadaşlarımıza tek tek söz vermek Mecliste iki üç saat tasarruf etmek anlamına da geliyor; bunu hepimiz biliyoruz.
Şimdi, bir arkadaşımız, bir sayın milletvekili parmak salladı. Değerli arkadaşlar, bakın, açılışta hiç bahsetmeden girdim. Şu anda 38 kez ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılanıyorum; hakkımızdaki ferman yarım saat, bir saat içinde açıklanmış olacak. 38 kez ağırlaştırılmış müebbet -affedersiniz- boru değil. Hele bugünkü ortamda böyle "Yahu, bir şey olur, olmaz; buradan adalet çıkar, çıkmaz." diyecek bir vekil varsa 2'ncisi de ben olayım. Buna rağmen kendi sorumluluğumuzu müdrik geliyoruz, burada bu işi uhuletle ve suhuletle yürütmeye çalışıyoruz.
Bu sayın milletvekilinin bilmesi gereken şu ki ben parmak sallanacak bir insan değilim. (CHP, DEM PARTİ ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar) 38 kez, bu parmak değil bir gürz başında sallanırken gelip burada görev ve sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum; bana sökmez. Ama bütün arkadaşlarımızın, o sayın milletvekili de dâhil olmak üzere hepsinin hukukunu korumak, gözetmek benim tüm kişisel görüşlerimden ve hassasiyetlerimden daha önde gelir. Eğer var ise "Ya, şurada şöyle bir buğuzla davrandın." diyecek bir arkadaş, boynum kıldan incedir. Onun için, herkesi tertipli olmaya davet ediyorum.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Sayın Başkanım, ben söyleyeceğim müsaade buyurursanız.
BAŞKAN - İzin verin; bir tartışma yürütmüyoruz, bir dert yanıyorum.
Burada riyaset ettiğim günden beri, arkadaşlar, oturumu açtığımızda orada daima bir küme var. Sürekli bir becayiş, kendilerini "bir dakika timi" olarak kendileri tanımlıyorlar. Bunu hiç olmazsa asgari nezaketin gereği olarak şöyle şu arka sırada yapabilirler çünkü bir hatip beş dakikalık gündem dışı sözü bir yasama yılında 1 kere ya alabiliyor ya alamıyor. Sizin için oradaki o bir dakikanın hercümerciğinden çok daha önemli; bu asgari bir saygının, aslında hatibe de değil kendinize duyduğunuz saygının bir gereği olmalı.
Yine, bunu söylemek istemezdim ama benim beyne bir pıhtı attı Genel Kurulu yönetirken. Gittik -işte, her şer bir hayra gebedir- pankreasta tümör çıktı, gittik, aort anevrizmasını o beyne pıhtı atmasıyla beraber yaşadık. Ağır da bir tedavi görüyorum. Ona rağmen ben bu kadar tahammüllü, bu kadar saygılı ve bu kadar -ayıp bir şey insanın kendisi için bu tanımı kullanması da- zarafetle yürütmeye çalışırken bu hoyratlık kabul edebileceğim bir şey değil. Yani acaba zarafetimizi, nezaketimizi, edebimizi başka bir şey olarak mı yorumluyorlar duygusuna kapılıyorum. İncindiğim bir şey; bu ikinci bir dakika için sisteme giremeyen bütün arkadaşlar beni demokrasi dışı davranmakla itham ettiler, muhalefetten de vekiller geldi. "Efendim, kırkyılda bir aldık, o da sizin keyfiyetiniz yüzünden..." Şimdi, tabii ki ben de bütün bunlardan kendime bir ibret, ders çıkarmazsam ayıp olacak. Bundan sonra 20 kişi; başka hiçbir arkadaşıma söz vermeyeceğim. Muhalefetten gelip burada çemkirmeselerdi diyecektim ki yine ben eski tutumuma devam edeyim. İç Tüzükse İç Tüzük nasıl uygulanır hepsini göreceğiz ama asgari bir konsensüs, asgari bir zarafet, asgari bir nezaket, anlayış, hemhâl olma, empati, adına ne derseniz deyin... Burada hepimizin dert ettiği, memleketin hâlidir; bir şekilde bir yol bulmaya, üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyoruz. Onun için, o saygısızlıkla ilgili İç Tüzük'ün bana yüklediği herhangi bir şey yapmayacağım. Onu bile ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyorum. Saygı sınırlarını zorlasa da benim bir sayın vekile bu konuda herhangi bir disiplin işlemi yapmak gibi bir tutumum kırkyıllık ilkelerimi çiğnemek olur. Hiçbir saygısızlık, prensiplerimi çiğnetemez; daima şehim ifade edebilmesi, bunda aşırıya gitse, kabalaşsa bile buna tahammül etmek şeklinde gelişiyor.
Vaktinizi aldım, özür dilerim, bağışlayın beni.