| Konu: | (8/35,36,37,38,39,40) Esas No.lu Srebrenitsa soykırımının unutturulmaması, Filistin halkına yönelik benzer saldırıların ve bu türden insan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik tedbirlerin görüşülmesi, 11 Temmuz Srebrenitsa soykırımını anma günü ilan edilmesi, Gazze'de yaşanan insani krizin sona erdirilmesi ve kalıcı barışın sağlanarak benzer soykırımların önüne geçilmesi konularında genel görüşme açılmasına ilişkin önergelerin Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 102 |
| Tarih: | 11.07.2024 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA SELCAN HAMŞIOĞLU (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün insanlığın ortak bir acısını anmak için toplanmadık aslında burada çünkü Bosna'da yaşananlar hiçbir zaman insanlığın ortak derdi, ortak acısı, ortak ızdırabı olmadı. "Modern" Batı, gözü önünde yaşanan vahşete, katliama, soykırıma göz yumdu. Tıpkı Türkmeneli'de, tıpkı Karabağ'da, tıpkı Doğu Türkistan'da ve nice Türk ve İslam yurdunda olduğu gibi. O gün de 1995 Temmuzunun 11'inde de ve hatta o günün geldiğini çığlık çığlığa haber veren günler, geceler boyunca da Bosna'da, Srebrenitsa'da yaşananlar, yalnız ve ancak yüreğinde Batı Trakya'nın, yüreğinde Rumeli'nin, yüreğinde Balkanların onlarca yıllık hasretini taşıyanların, "evladıfatihan" dendiğinde ciğeri sızlayanların derdiydi.
Şimdi Bosna'da yaşayanlar "Hayat, geçmişte kaldı." diyor. Hayattalar ama yaşamıyorlar. Yaşadıkları son şey acı; o klişe, bildiğimiz adıyla dinmeyen acı, kendinden sonra başka hiçbir duygunun o yüreklerde yeşermesine izin vermeyen o acı. Modern Batı'nın, modern dünyanın göz yumduğu bu soykırımdan kurtulmaya çalışırken ölüm yürüyüşünde katledilen binlerce Boşnak kardeşimiz, yalnızca bedenlerinin defnedilmesinin bile yıllar sürdüğü, cenazelere toplu mezarlarda ulaşılan bir dramdan söz ediyoruz. Cenazelere ulaşmak için bugün çoğumuzun yakasında olan bu Srebrenitsa çiçeklerinin izinin sürüldüğü, o mavi kelebeklerin izinin sürüldüğü vahşi gerçekle, gerçeküstü, mucizevi bir sabrın, dayanma gücünün iç içe geçtiği bir trajediden söz ediyoruz; ufka dalgın bakışlı kadınların hedef tahtası, hâlâ uzaklardan bir yerden saçları bu çiçeklerle süslü çocukları sanki... Affedersiniz. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Hamşıoğlu, isterseniz yerinizden devam edebilirsiniz. Takdir sizin.
Buyurun.
SELCAN HAMŞIOĞLU (Devamla) - Yok.
BAŞKAN - İsterseniz ara da verebiliriz.
SELCAN HAMŞIOĞLU (Devamla) - Devam edeceğim, tamam.
...kayboldukları yaşta dönecekmiş gibi bakan kadınların ülkesinden.
Bu arada, bir pusula gibi sadece mezarlarının üzerinde açar var sayılan bu çiçekler, bugün bizim yakamızda ise eğer herkes bilsin ki bizim de bugün, içimizde birer mezar var ve biz artık nasıl öldüğümüzü konuşmayacağız, güneşin altındaki yerimizi alacak, önce kendimiz yüksek sesle gerçekleri haykıracak, sonra dünyanın bu gerçeklerle yüzleşmesini sağlayacak, hesap soracak ve böylelikle yaşanan, yaşanması muhtemel yeni soykırımlara engel olacağız.
Merhum Aliya İzzetbegoviç'in dediği gibi "Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın çünkü unutulan soykırım tekrarlanır." diyecek ve asla unutmayacağız. Srebrenitsa unutulmasın mı istiyorsunuz, o zaman, Boşnak kardeşlerimizin katledildiği gerçeğiyle birlikte neden katledildiklerini de hiç unutmayacağız. Sırpların, Boşnak kardeşlerimizi kimden öç almak uğruna katlettiklerini de hiç unutmayacağız, kimliğimizi hiç unutmayacağız. O kimliğin kıtalar, milletler, ülkeler üzerindeki tezahürlerini unutmayacağız ve soykırımların ancak kırılmak istenen soylar tarihe karışırsa maksadına ulaşmış olacağını unutmayacağız.
Bu âlemde, bazı milletlerin canının diğerlerinden daha ucuz olmasını bir kabul olmaktan çıkaracağız. Cüssesi, bütçesi ne olursa olsun kimseye canımıza paha biçtirmeyeceğiz ancak o zaman zambaklar şiirdeki gibi yeniden açar ve Bosna, ölümsüz bir hürriyet kuşu olarak Bilge Kral'ın avuçlarına konar, ancak o zaman keyifli sevdalinkalar tutturur Mostar'da genç kızlar, delikanlılar ve ancak o zaman gül yüzlü ninelerin duaları cennetteki evlatlarına ebedî zaferi muştular.
Bugün, en yüksek perdeden dillendirilen, eyleme geçirilen İslam düşmanlığının altında yatanın ne olduğunu söylemekten çekinmeyecek ve korkmayacağız. Zahirde İslam düşmanlığı olan şeyin bâtında Türk'e ve Türklüğe düşmanlık olduğunu -ki Karadiç bunu en açık ve seçik ifadelerle bütün dünyaya duyurmuştu- kavrayacak ve ona göre hareket edeceğiz. Türk'ün gönül coğrafyasında Türk'e dair ne varsa düşman olan, hiçbir vakit medeni olmadığını bildiğimiz Batı'nın, çetniğe yol verip bozkurda "Dur!" diyen Batı'nın zihninin ardında sakladığı Orta Çağ karanlığının meydana çıkmak için nasıl hevesle beklediğinin ayrımında olacak, Türk devletini güçlü ve tetikte kılacağız. Bunu yaparken de dış politikada rasyonellikten ayrılmayacak, güvenlik bürokrasimizi devlet ve millet düşmanlarının eline bırakmayacak, savunma sanayimiz tümüyle millî hâle gelene kadar uğraşacağız. Güçlü bir ekonominin, kalkınmış, müreffeh bir devletin dünya sahnesinde neler yapabileceğinin farkında olarak üreteceğiz, üreteceğiz, üreteceğiz. Kendi içimizdeki istikrarsızlık ve kavgaların "Türk beklenendir." diyerek bizi bekleyen milyonların başına ne felaketler getirdiğinin farkında olacak ve ona göre davranacağız. İktidarı elinde tutmanın bu hâliyle gururlanılacak bir şey olmadığını anlayacak, yapılan en küçük bir hatanın bile sadece kendi devlet idaremizde tesiri olmadığını idrak edeceğiz. Attığımız her adımı ona göre tartacağız, söylediğimiz her sözü ona göre söyleyeceğiz. Hamasi nutukların, havalı sözlerin arkasına saklanıp popülizmin şehvetiyle değil, binlerce yıllık devlet aklıyla, tecrübesi ve mirasıyla hareket etmek zorunda olduğumuzu kavrayacağız. Biz dünyayla rekabet edebilen bir Türkiye'nin yüz yıldır hasret çeken coğrafyalardaki mazlum ve mahzunların yürek çarpıntısı olduğunu görmemek, bilmemek için meselelere Türkçe bakamıyor olmak gerektiğinin farkındayız. Ancak bundan daha mühim ve tehlikeli olarak bu meselelere emperyalizmin penceresinden de Vehhabi gözlüğünden de selefi cihatçı perspektifinden de bakılmasına müsaade etmeyeceğiz. Tertemiz Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı şerefli bir bayrak gibi dalgalandıran Üsküp'ü, Selanik'i, Ohri'yi, Kosova'yı, Bosna'yı asla terk etmeyeceğiz. Bu uğurda gerek Bosna Savaşı'nda gerekse daha sonraki süreçte taş üstüne taş koyan herkesi şükranla hatırlayacak, devletimizin tüm kurumlarına, emek verenlerine teşekkürü borç bileceğiz. Bunu yaparken de Aliya'nın sözleriyle, ibadethaneleri yıkmak bizlere bilhassa yasak edilmiştir. Bu yasak sayesinde bugün Sırbistan'da -ki bu ülke dört yüz sene Türkler tarafından idare edilmiştir- Decani, Graçaniça ve Sopacani manastırları ayakta kalmıştır, bunlara hiç dokunulmamıştır. Zira, saygıyla yaklaştığımız kitapta böyle yazılmıştır. Biz farklı inançlara saygıyla yaklaşarak Avrupa demokrasi geleneklerine göre davranmış olmayacak, doğrudan ve açık bir şekilde böyle bir şey yapamayacağımızı söyleyen kutsal kitabımızın emrine uymuş olacağız. Velhasıl, bu savaşı ölerek kaybetmediğimiz gibi düşmanlarımıza benzemeyerek de kazanacağız. Tüm bunların yanında, Balkan coğrafyasıyla bizi birleştiren gönlümüzün Mostar köprülerini yıkmak isteyen emperyalist Batı'nın gölgesinde beşinci kol faaliyetleri yürütenlere, bunlara çanak tutanlara, bu coğrafyaları narkoterör ve sınır aşan suçlarla kirletmeye çalışanlara asla göz yummayacağız. Aliya'nın omuzlarına asker parkası yük eden Batı'nın ikiyüzlülüğüne karşı duracağız, putları reddedip idealleri koruyacağız. Kısacası, Türkçe bakacağız, Türkçe söyleyeceğiz, Türk olacağız ve Allah'a yemin ederim, biz köle olmayacağız.
Büyük Türk milletinin Meclisini selamların en güzeliyle, Aliya İzzetbegoviç'in Bosnalı askerleri selamladığı konuşmasındaki hepimizin unutmadığı, unutamadığı o selamıyla selamlıyorum: Esselamünaleyküm. (İYİ Parti ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)