| Konu: | (8/35,36,37,38,39,40) Esas No.lu Srebrenitsa soykırımının unutturulmaması, Filistin halkına yönelik benzer saldırıların ve bu türden insan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik tedbirlerin görüşülmesi, 11 Temmuz Srebrenitsa soykırımını anma günü ilan edilmesi, Gazze'de yaşanan insani krizin sona erdirilmesi ve kalıcı barışın sağlanarak benzer soykırımların önüne geçilmesi konularında genel görüşme açılmasına ilişkin önergelerin Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 102 |
| Tarih: | 11.07.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben de Genel Kurulu ve ekranları başında bu Genel Kurulu takip eden bütün halkları saygıyla selamlıyorum ve bugün Potoçari Anıt Mezarlığı'na giden ve kalplerinde daha önce sevdiklerinin doldurduğu o büyük yeri, o büyük yerdeki, o boşluktaki sızıyı hisseden bütün Bosnalıları saygıyla selamlıyorum. Acılarını en derinden hissettiğimi üzerinden yirmi dokuz yıl geçmiş olsa bile bu acının ne kadar büyük olduğunu anladığımı ve bu acının bir parçası olmuş bir halkın da parçası olduğumu tekrar hatırlatmak istiyorum. Bu acıyı anlıyoruz çünkü biz de benzer süreçlerden geçtik. Bu acı; tabii ki de benden önceki konuşmacılar yirmi dokuz yıldır süregelen bu anmalarda bunun tarihsel kökenine değiniyorlar, neden oldu, nasıl oldu, kim yaptı, buna çok değiniyorlar ama daha az değinilen neyse ki benden önceki hatip arkadaşımın değindiği o etnik milliyetçi, militarist nefretin hedefi olan kadınlara yönlendirilen cinsel şiddete birazcık değinmek istiyorum ve bu cinsel şiddeti anlatırken 1992 yılında 18 yaşında olan Emina'nın hikâyesini anlatmak istiyorum. Emina'nın hikâyesi bir gazeteci tarafından raporlanmış ve kayda geçmiş bir hikâye. Emina otobüs durağında beklerken Sırp askerlerce kaçırılıyor ve boş bir depoya götürülüyor. Orada başkaca kadınlarla birlikte, başkaca Bosnalı Müslüman kadınla birlikte on hafta boyunca tecavüze uğruyor ve tecavüz sırasında jiletle vücudunu kesiyorlar ve ona dininden ötürü belli hakaretlerde bulunuyorlar, "Sizin gibi Müslümanlar yaşamayı hak etmiyorlar. Siz hamile kalacaksanız da Müslüman pislikler doğuracağınıza en azından Çetnikler doğurun." denilerek hakaretler ediliyor. Emina on hafta boyunca 16 kez tecavüze uğruyor ve daha sonra biraz un karşılığında satılıyor. Neyse ki o dönemde Tuzla'ya getiriliyor, o Sırplardan olan, hamile kaldığı o çocuk en azından kürtajla alınıyor ve Emina hayatı boyunca bu travmanın fizikselleşmiş hâline bakmak zorunda kalmıyor. Emina'nın olayı yalnızca Emina'ya özgü bir şey değildi, 50 bine yakın Bosnalı Müslüman kadına o dönemde tecavüz edildi ve tecavüz, savaş süreçlerinde militarist erkek aklın bir savaş aleti edevatı olarak kadınlara uyguladığı bir şiddet biçimidir. O dönemde etnik militarizm ile etnik milliyetçilikle manipüle edilen, toksik zehirlenmiş olan Sırp toplumu bu tecavüz hikâyeleri ortaya çıktığında diyorlar ki: "Bunlar Batı'nın Sırbistan'a karşı yürüttüğü birer kampanyadır. Bizim askerlerimiz öyle şeyler yapmaz. Sırp halkının düşmanları tarafından abartılan olaylardır." ve tecavüzü yönlendiren, bu sistematik tecavüz kampanyasının başında duran Sırp komutanları da kahramanlar olarak nitelendiriyorlar.
Emina'nın hikâyesinden yaklaşık yirmi yıl sonra Şengal'de "Leyla" isimli bir kadın 2014 Ağustosunda eşini ve 2 çocuğunu yanına alarak evinden bir an önce çıkmak zorunda kalıyor çünkü Müslüman komşuları IŞİD çetelerine "Burada kâfir birisi var, gelin, alın." dedikleri için evini terk etmek zorunda kalıyor. Leyla ne yazık ki kaçamıyor, çocuklarıyla birlikte bir IŞİD'li komutanın eline düşüyor ve iki yıl boyunca çeşitli milletlerden, Suudisinden Lübnanlısına, Filistinlisine, Hollandalısına, Iraklısına varan çeşitli milliyetlerden erkeğin tecavüzüne uğruyor, bir seks kölesi olarak tutuluyor ve daha sonra Suriyeli bir insan kaçakçısının aracılığıyla 20 bin dolara Leyla ailesine satılıyor, 2016 yılında bu işkenceden kurtuluyor. Leyla kurtulmuş olabilir ama 3 bini aşkın Ezidi kadın şu anda hâlâ köle olarak tutuluyorlar, işkence görüyorlar ve bir kısmı şu an Ankara'da Hacı Bayram'da, bir kısmı Kırşehir'de tutuluyor. Bir tanesi şu an Çocuk Esirgeme Kurumunda bir IŞİD'li ailenin gözetiminde ortaya çıktı bu kız çocuğu. Bu IŞİD'li aileyi kendi ailesi sanıyor ama bu Ezidi bir kız çocuğu; bir savaş ganimeti olarak alınmıştı. Bu devletin şu anda bu kızın ailesini bulmaya dair göstermiş olduğu bir çaba yok.
Ve elbette ki bu cinsel şiddet, kadınların bedenini savaşı sürdürebileceği bir alan olarak görme anlayışı yeni bir anlayış değil. Sadece 1992'de çıkmadı, 1995'te çıkmadı, 2014'te olmadı, 2016'da olmadı ama 1915'te Anadolu'da, 1930'da Zilan'da, 1938'de Dersim'de, 1995'te Bosna'da, 2014'te Şengal'de ve 2024'te şu anda Gazze'de hâlâ devam ediyor. Kadınların bedeni savaşın tam hedefi olmaya devam ediyor. Bu vesileyle, tabii, Srebrenitsa'dan bahsederken şunu diyoruz, diyoruz ki: "BM'nin gözetiminde oldu, BM'nin güvenli bölge dediği yerde oldu." diyorsunuz. Doğrudur; bundan birkaç yıl önce BM'nin New York'taki Genel Kurulunda bir harita kaldırıldı ve o haritada bir güvenli bölge gösterildi ve o güvenli bölge şu anda kadınların militarist erkek, etnik milliyetçi ve bazı geri anlayışlı kafalarla, cinsel şiddete, tecavüze ve soykırıma maruz kaldığı yerlere dönüşmüştür.
Önümüzde 3 Ağustos var. 3 Ağustosu dünyanın neredeyse her yerinde insanlar Şengal'de bu Ezidi kadınlara yapılan soykırımı kabul ettikleri için Türkiye için de bir fırsat olarak görüyorum çünkü bugün Bosnalıların, Bosnalı Müslümanların acısını hissediyoruz, gerçekten burada hissediyoruz ama aynı zamanda Ezidi kadınların acısını da hissedelim diyoruz. Hiçbirini diğerinden daha az veya daha fazla görerek değil, tam da eşit, acının hiçbir şekilde yarıştırılamayacağı bir yerden hissederek 3 Ağustosu kadın kırımı ve soykırıma karşı uluslararası bir eylem günü olarak kabul edelim diyoruz.
Bugün her yerde bu ülkenin en üst bürokratları gezerek "Üçüncü dünya savaşı olacak. Üçüncü dünya savaşı geldi, tam tepemizde." diyorlar ama aynı zamanda askerî anlaşmalar yapmaya devam ediyorlar, daha çok silah satıyorlar, daha çok bomba yapıyorlar, daha çok askerî uçak yapıyorlar ve bu süreç olurken, BM'nin güvenli bölgelerinden, BM'nin güvenli bölge olabileceği yerlerin anlatıldığı genel kurullardan, BM'nin 1325 no.lu Kararı'na değinerek konuşmamı sonlandırmak istiyorum. Bu karar "Çatışmalı süreçlerde kadınların barış süreçlerine aktif bir şekilde dâhil edilmesini devletlerin gündemine koyalım." diyor. Ben de bu Meclisin gündemine bu kararı koymak istiyorum çünkü savaşlar en çok biz kadınları hedef alıyor, bizim bedenimizi hedef alıyor. Bizim çocuklarımızı, sevdiklerimizi, annelerimizi babalarımızı, erkek kardeşlerimizi, eşlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı, bizleri hedef alıyor ve bunun için bizlerin, biz kadınların barış süreçlerine aktif bir şekilde dâhil olmasını sağlamayı bu Meclisin gündemine koymak istiyorum.
Bitirirken şu an takmakta olduğum bu kolyeyi yapan arkadaştan bahsetmek istiyorum. O, kadınlara yönelik cinsiyetçi şiddeti protesto ettiği için, bu şiddetin önünde durmak için aktif bir şekilde çalışmalarda yer aldığı için şu an yedi yıldır cezaevinde ve o cezaevinde bir şeftali kabuğundan ve birkaç tane zeytin tanesinden bana bir kolye yapıp göndermişti. O kadın demişti ki: "Varto'da çırılçıplak toprağa, o yolun ortasına atılan Kevser de ve aynı şekilde Şengal'deki Leyla da, bunların hepsi kız kardeşlerimizdir ve hep birlikte özgürleşene kadar mücadele etmeliyiz."
Tekrar, Bosna'da katledilen kadınları, çocukları, erkekleri, anneleri, babaları, Şengal'dekileri ve bütün dünyada soykırımın hedefi olan bütün halkları saygıyla anıyorum, hepsinin mücadelesinin bizim mücadelemiz olduğunu söylüyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)