GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE MERSİN MİLLETVEKİLİ ALİ RIZA ÖZTÜRK'ÜN; AVUKATLIK KANUNU İLE HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, SİVAS MİLLETVEKİLİ HİLMİ BİLGİN VE ÇANKIRI MİLLETVEKİLİ İDRİS ŞAHİN İLE 8 MİLLETVEKİLİNİN; 1136 SAYILI AVUKATLIK KANUNU, HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU VE 3568 SAYILI SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK VE YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ, ERZURUM MİLLETVEKİLİ OKTAY ÖZTÜRK'ÜN; HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU İLE AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:92
Tarih:16.04.2013

BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 444 sıra sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde konuşmak üzere Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz gibi parlamenter demokrasilerle yönetilen ülkelerde yasa yapma süreci son derece önemli olduğu için parlamentolar yasama süreçlerinde son derece titiz davranmakta, yürütmeden sorumlu hükûmet ise muhalefetin görüş ve önerilerini dikkate almaktadır. Demokrasinin de olmazsa olmazlarının başında gelen bu görüş alma ilkesi, bizim Meclisimizde maalesef yeterince uygulanmamaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelen hemen her yasa tasarısı kanunlaştıktan sonra daha üzerinden kimi zaman altı ay bile geçmeden yeniden Genel Kurula getirilmekte, burada görüşülmektedir. Bu durum yasama sürecinin ne kadar da sorunlu işlediğini açıkça göstermektedir. Dolayısıyla, yasa tasarısı Genel Kurula gelmeden önce hükûmetin -özellikle komisyon aşamasında- muhalefet partilerinin ve müdahil olmak isteyen sivil toplum kuruluşlarının görüş ve önerilerini mutlaka dikkate alması gerekmektedir.

Yasa yapma sürecinin baş aktörü olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin fonksiyonel olarak verimlilik ve performans yönünden her zaman sürece hâkim olup olmadığı ve toplumun beklentilerine anında cevap verebilen bir yasa yapma sürecinin mümkün olup olmadığı, yapılan yasaların, toplumsal ihtiyaçları ne kadar karşılayıp karşılamadığı sorusu, artık sorulması gereken soruların başında gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda öngörülen değişiklik de yine bir türlü kalıcı çözüm getirilmediği için rutin değişikliklerden biri hâline gelmiş durumda ve korkum o ki, bizler, önümüzdeki dönemlerde de gene bu konuyu konuşuyor olacağız. Kalıcı çözüm getirmeyen, palyatif yöntemlerle hazırlanan bu yasa tasarıları, ihtiyacı karşılamaktan uzak olduğu için bir süre sonra yeniden Genel Kurula gelmektedir. Bu yüzden, bizler, neredeyse üç beş ayda bir bu sorunla karşı karşıya kalıyoruz.

Öncelikle ifade etmek gerekiyor ki, tasarının 1'inci maddesi çerçevesinde düşündüğümüzde, Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna verilmek istenen yetki, Türk usul hukukunun genel sistematiğine aykırı bir durum teşkil etmektedir.

Bilindiği gibi, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu dışında, Ceza Muhakemesi Kanunu, İdari Yargılama Usulü Kanunu kendi alanlarında usul hukukunu düzenleyen metinler olmakla birlikte, tüm bu kanunların temyiz incelemesinde getirdiği derecelendirme, bu cümleden olarak, bozma kararına karşı ilk derece mahkemesinin direnmesi yani İdari Yargılama Usulü Kanunu'na göre ısrar etmesi, temyiz incelemesinin hangi makam tarafından yapılacağı hususu benzer şekilde düzenlenmiş bulunmaktadır.

Yasa tasarısında öngörülen değişiklik, usul kanunları arasında kurulan bu paralelliği ortadan kaldırmakla beraber, kanaatimizce, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun hakemlik ve içtihat mercisi olma konumunu da gölgelemektedir. Bu noktada, tasarının, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na da ayrıca bir aykırılık oluşturduğu düşünülmektedir. Şöyle ki: Yargıtay Kanunu'nun "Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri" başlıklı 15'inci maddesinin 1'inci bendinde, Yargıtay dairelerince verilen bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek Yargıtay Genel Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır. Tasarıyla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda getirilmek istenen değişiklik, Yargıtay Kanunu'nun 15'inci maddesinin 1'inci fıkrasıyla da bağdaşmamaktadır.

Her ne kadar, bu konu Adalet Komisyonu Raporu'nda tartışılarak değişikliğin, Yargıtay Kanunu'nun 15'inci maddesinin (4) numaralı bendinde geçen "Kanunlarda verilen diğer görevleri yapmak" şeklindeki düzenlemeyle uyumlu olduğu ileri sürülmüşse de ilk derece mahkemesiyle Yargıtay dairesi arasındaki uyuşmazlığın çözümünün düzenlendiği yer 15`inci maddenin 1'inci bendi olmakla birlikte, komisyonun yorumu bu itibarla yasanın sistematiğine aykırıdır.

Vurgulanması gereken diğer nokta ise, Yargıtayın geliştirdiği usuli müktesep hak anlayışı içinde birbirine aykırı bozma kararı verilmesi ihtimalinin çok büyük ölçüde bertaraf edildiği gerçeğidir. Bu anlamda, yasal düzenlemenin gerçek bir ihtiyacın ifadesi olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Avukatlık büroları, serbest muhasebeci, mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik büroları ile ilgili öngörülen değişiklikler bu konudaki yoğun taleplerden yola çıkılarak hazırlanmıştır ve olumludur. Ülkemizde, avukatlık mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik mesleklerinin icra edilebilmesi için tasarlanmış büroların neredeyse hiç olmaması hasebiyle, sözü edilen meslek grupları meskenlerde faaliyetlerini sürdürmektedirler. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nda, avukatlık bürolarıyla ilgili düzenleme yapılıncaya kadar, meskenlerdeki avukatlık bürolarının faaliyetlerine devam edebilmesi için iki yıl süreli geçici bir düzenleme yapılmıştı. Aynı düzenleme, mali müşavirlik ve yeminli mali müşavirlik için de söz konusudur. Öngörülen değişiklikler bu geçici düzenlemeleri sürekli hâle getirmesi hasebiyle önemli ve olumludur ancak avukatların ve mali müşavirlerin diğer sorunları tam olarak çözülemediği için daha kapsamlı ve kalıcı düzenlemelerin yapılmasını düşünüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokratik bir hukuk devleti olmanın yolu, avukatların hak ettiği değeri görmesinden geçmektedir. Avukatlık mesleği, insanların hak arama özgürlükleriyle iddia ve savunmalarını yeterli, etkin ve özgürce gerçekleştirebilmelerini sağlayacak bir faaliyettir. Ancak, bu kutsal meslek, Türkiye'de henüz anlaşılamamış olup toplumun neredeyse her kesimi tarafından çeşitli eleştiri ve baskılara maruz kalmaktadır. Nitekim, avukatların yaşadığı sorunlar çok katmanlı ve farklı boyutları içinde barındırmaktadır. Hâkim ve savcılar başta olmak üzere, adliye ve kalem personeli avukatlık mesleğinin icrasında çeşitli sıkıntıların oluşmasına neden olurken, devletin maliye organları farklı sıkıntılar yaratmaktadır. Bu sorunlara bir de avukatların meslek örgütü olan baroların yaklaşım ve yarattığı sıkıntılar eklenmekte, mesleki örgütlenme anlamında da sıkıntılar yaşayan avukatlar, mesleki mücadele alanlarında da yalnız kalmaktadır.

Avukatların yaşadığı sıkıntılı süreç, staj evresiyle başlamakta ve neredeyse bir ömür sürmektedir. Avukatlık stajı bir yıl olup bunun ilk altı ayı adliye stajı, ikinci altı ayı ise avukat yanında mesleğin öğrenilmesine ilişkin olan kısmıdır. Bu dönem içerisinde stajyer avukatın çalışma yasağı bulunmakta, bu nedenle herhangi bir geliri bulunmamaktadır. Mesleğe stajyer olarak başlayan hâkim ve savcı adayları ciddi maaşları alırken avukat stajyerlerinin para getirici bir işte çalışması bile yasaktır.

Türkiye Barolar Birliğinin stajyer avukatların bu sorunsalını çözmek adına bir meslek dayanışması için ortaya attıkları vekâlet pulu uygulaması ise amacından sapmış ve bir rant alanına dönüşüvermiştir. Şöyle ki: Öğrencilikten avukatlığa geçiş aşamasında stajyerlerin yaşadığı soruna bir nebze de olsa destek amaçlı, avukat vekâletnamelerine vekâlet pulu yapıştırılması, bu pullardan elde edilen gelirle stajyer avukatlara bir burs fonu sağlanması amaçlanmıştı. Ne var ki stajyer avukatlara verilmesi planlanan burs uygulaması, karşılığını bir yılın sonunda stajyerlikten avukatlığa yeni adım atan kişinin ödeyeceği bir kredi alım uygulamasına dönüşüvermiştir.

Avukatlığa yeni adım atmış, zar zor iş bulmuş, üstelik asgari ücret karşılığı çalışan avukatın bu krediyi ödemesi noktasında da avukatların meslek örgütü Barolar Birliği, hukuk çerçevesinde genç avukatlara ihtarname, icra takibi gibi baskı mekanizmalarını hemen harekete geçirmektedir.

Sosyal güvenceden ve gelirden yoksun stajyer avukatların bu sorunları, mesleklerine ilk adım attıkları anda daha da kronik bir hâl almaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu durum, mesleğe yeni atılmış olan avukatlar için ciddi bir sorundur. Üstelik, stajını bitirmiş birçok genç avukat iş dahi bulamadan ve mesleğe adım atmadan bir borç yüküyle karşı karşıya kalmaktadır. Bir de bu duruma, avukatlık ruhsatı alabilmek için barolara ve Barolar Birliğine ödenen yüklü miktardaki harç parası eklenmektedir.

Stajı yeni bitmiş genç avukat, ailesinin desteği olmaksızın mesleğine dahi başlayamamaktadır; hatta, bazı baroların staj başvurusu için dahi ciddi miktarlarda ücret talep ettikleri bilinmektedir. Stajın başlangıcından mesleğe başlangıca değin yüklü miktarlarda paraları barolara veren avukatlar, mesleğinde belli bir konuma erişmiş meslektaşlarının yanında neredeyse asgari ücretle -çoğu kez sekreter, icra takibi gibi- çalıştırılmakta, mesleğin onuru yara almaktadır. Sermayenin yoğun müdahalesi her meslek grubunun niteliğini değiştirirken, maalesef, avukatlık mesleği serbest meslek niteliğini kaybetmiş, birçok avukatın yakinen gördüğü ama kabullenmek istemediği patron-işçi avukat ayrımı çok daha belirginleşmeye başlamıştır. Yapılan son araştırmalarda İstanbul Barosuna kayıtlı mesleğini icra eden avukatlardan 16 bininin mesleği vergi mükellefi olmadan, başka bir ifadeyle, başka bir avukatın yanında işçi avukat olarak sürdürdüğü görülmektedir. Önemli sayıda avukat işçileşirken kafa emeği ve fiziki emek birbirinden giderek ayrılmakta, uzmanlaşmanın ve iş bölümünün artmasıyla avukatlık mesleğinin bugüne kadar asli unsurlarından biri olan bağımsız düşünüp karar verebilme olgusu ortadan kalkmakta ve mesleğe yabancılaşma dâhil, işçileşmenin bütün sonuçları gerçekleşmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; avukatların mesleklerini icra ederken yaşadıkları sorunları özetlemeye çalıştım. Peki, Türkiye'de avukatlık yapanların yaşadığı sorunlar bunlardan mı ibaret? Keşke öyle olsaydı ancak öyle olmadığı ortada çünkü Türkiye tutuklu avukat sayısında da birinci sırada. Kasım 2011 tarihinde Asrın Hukuk Bürosuyla ilişkili 43 avukat gözaltına alındı. Bu 43 avukattan 23'ünün tutukluluk süresi hâlen devam etmektedir. Son olarak, Ocak 2013 tarihinde ise aralarında yukarıda sözü edilen 43 avukatın vekillerinin de bulunduğu 15 avukat daha gözaltına alındı. Aralarında Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Avukat Selçuk Kozağaçlıda olmak üzere gözaltına alınan 15 avukattan 9'unun tutukluluğu hâlen devam etmektedir. Geçtiğimiz günlerde 6 avukat uzun süreli hapis cezalarına çarptırıldı. Bunun yanı sıra birçok avukat benzer iddialarla cezai kovuşturmayla karşı karşıya kalmaktadır. Soruşturmalarda ağırlıklı olarak mesleki faaliyetleri, avukatlık pratikleri, dava ve müvekkil tercihleri, büro ve evlerinde bulunan siyasal içerikli yayınlar ve takip ettikleri dava dosyalarında bulunan belgeler üzerinden siyasal düşünceleri sorgulanmış ve tutuklama kararları, her zaman olduğu gibi, uydurma "terör" suçu gerekçesiyle verilmiştir.

Müvekkillerini savunmalarından dolayı avukatlara saldırmak, hukukun işleyişine saldırmak demektir. Avukatlara yönelik bu saldırılar, diğer avukatların, makbul olmayan müvekkilleri ve makbul olmayan müvekkilleri savunan avukatları savunmamaları için bir göz dağıdır.

Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre tüm hükûmetler, avukatlar ve hâkimlerin mesleki görevlerini bağımsız bir şekilde yerine getirmelerine saygı göstermekle mükelleftirler. Unutulmamalı ki, savunma hakkı evrensel olarak kabul edilmiş temel bir insan hakkıdır ve kutsaldır.

Değerli milletvekilleri, adalete giden yol, gerçeği ortaya çıkaran inanç ve eylemdedir. Gerçeği ortaya çıkaracak inanç ve eylem de, o gerçeğe en çok ihtiyacı olan ve kendisine bağışlanmış bir hak bulunan savunmada bulunmaktadır. Günümüz hukuk metinlerine hak olarak geçen ve korunan savunma ihtiyacı, tüm canlılarda doğuştan var olan içgüdüsel bir davranış biçimidir. Hak arama, insan tabiatının duraksamadan ve kendiliğinden her ilişkide ortaya koyduğu dinamik bir eylemdir. İnsan, yapısında var olan bu içgüdüsel davranışı, aklını da ekleyerek geliştirmiş, değiştirmiş ve tarihsel süreç içinde farklı görünümlerle günümüze kadar getirmiştir. Savunma hakkı üzerinde yazılan yazılar, yapılan tartışmalar yeni değildir, ancak bu hakkın sıradan bir hak olmayıp bir insan hakkı olduğu düşüncesi yeni kabul edilen bir düşüncedir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, bir insan hakkı olarak savunma hakkını içermektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinin üçüncü fıkrası ise savunma hakkını öncelikli olarak sanık bakımından öne çıkarmıştır. Aynı maddenin birinci fıkrası, herkesin savunma hakkının olduğunu kabul etmiştir. Anayasa'mızda savunma hakkı, tereddüde yer vermeyecek şekilde düzenlenmiştir. Anayasa'nın 36'ncı maddesinde "Hak arama hürriyeti" içinde temel hak ve ödevler arasında "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." şeklinde düzenlenmiştir.

Savunma özgürlüğüyle beraber zikredilmesi gereken bir konu da savunma dokunulmazlığıdır. Savunma dokunulmazlığı, bir muhakemenin taraflarının uyuşmazlık konusuyla ilgili olarak bildiklerini ve düşündüklerini korkmaksızın dile getirmesini, yazıya dökmesini veya belgelemesini ifade eder. Savunma dokunulmazlığı, savunma görevini yapacakların hiç kimseden, hatta kanundan korkmayarak ve sözlerinin ne gibi karşılıklar, ne gibi suçlu neticeler doğurabileceğini düşünmeyerek yapabilmeleri için verilmiştir. Savunma hakkının kullanımını güvence altına almayı amaçlayan savunma dokunulmazlığı, temel bir hak olan savunma hakkının kullanımının güvenceye bağlanması ve adaletin herhangi bir engelle karşılaşmaksızın temini amacına dayanır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokratik bir ülke olduğu iddia edilen Türkiye'de, savunma özgürlüğünden ve savunma dokunulmazlığından alnı ak bir şekilde söz etmenin mümkün olmadığı, artık herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Avukatların özgür olmadığı ve siyasi baskılarla karşı karşıya olduğu bir ülkede ne silahların eşitliğinden söz etmek mümkün olur ne de savunma özgürlüğü ilkesinden. Demokratikleşme ve bir tür normalleşme sürecinin yavaş yavaş başladığı günümüzde, tutuklu avukatların da artık bir an önce serbest bırakılması gerektiğine inanıyorum.

Uzun bir süredir tutuklu olan 8 vekilimizin de artık bu Meclisin daha meşru bir hâle gelmesi açısından da bir an önce serbest bırakılması noktasında bütün siyasi partilere de buradan tekrar bir hatırlatma yaparak Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)