GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/1899,1900,1901,1902,1903,1904) esas numaralı Bazı Özel Sağlık Kuruluşlarında Yaşanan Bebek Ölümlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılması, Özel Sağlık Kuruluşlarının Yenidoğan, Çocuk, Engelli ve Yaşlılarla İlgili Bakım Servislerindeki Uygulamalarının ve Mevzuatın İncelenerek Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Genel Görüşme Açılması İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:10
Tarih:22.10.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA SEVİLAY ÇELENK (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, sevgili yurttaşlar; yenidoğan bebek çetesi olayı aslında birçok boyutuyla konuşuldu, bugünkü bütün önergelerde neredeyse konuşulmamış bir boyutu kalmadı. Özellikle hekim vekillerimiz çok da büyük bir sorumlulukla, konuyu çok ayrıntılı tablolarla ele alarak incelediler fakat bir çürüme tablosu içinde, sadece bir alana odaklanarak buna bakma imkânı da yok. Bunun da dışına çıkan konuşmalar oldu, ben de biraz bu noktadan devam etmek isterim. Burada aslında “yenidoğan bebek çetesi” dediğimiz anda bile bir normalleştirme dilinin içine giriyoruz. Böyle, çete, mafya, bir biçimde; işte, bir gün bankacılık çetesi, bir gün başka bir alandaki bir çete, bugün de böyle bir çete. Aslında karşı karşıya olduğumuz yepyeni bir şey var, onu ıskalıyoruz. Bugün aslında durumun çok vahim, çok yeni bir boyutuyla karşılaşıyoruz ve bunun doğru anlaşılması gerekiyor ki doğru biçimde yönetelim; kontrolsüz, dizginlenemez, otoriter bir yönetimle, “Yaptım, oldu.” mantığıyla bir siyaset üretiliyor ve bu üretilen siyaset bir norm oluşturuyor. Esas olarak bunun sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Yurttaş sürekli skandallar çerçevesinde gündemine gelen siyasi hamleleri görüyor ve bu hamleler içinde bütün toplumsal muhalefet, siyasi muhalefet bir yandan sersemlemiş bir biçimde yol bulmaya çalışıyor, bir yandan da bu konuya ferasetle yaklaşmaya çabalıyor ama bu mümkün olmuyor çünkü siyasetin bu tarzı içinde gerçekten bu çok mümkün değil. Biz parti olarak mümkün mertebe hep bu boyutuna odaklanmak, genel resmi görmek, genel resmi birlikte düşünmek üzere bir enerji ortaya koyuyoruz ama bu ya anlaşılmıyor ya da aslında anlaşılması işine gelmiyor. Yani bugün sağlıkta karşılaştığımız bu skandal “Söylemiştik, söyledik, zaten aylar önce de gündeme getirdik.” dediğimiz bir şeyi çok aşan bir boyuta sahip. Bugün artık biz kontrolsüz bir iktidarın kendi evlatlarını yemesi durumuyla karşı karşıyayız. Kendi evlatlarını yiyen bir sistem, bir düzenle karşı karşıyayız. Ve burada yeni olan şey nedir? İlk kez mi iktidar, düzen, müesses nizam evlatlarını yiyor? Hayır, bugüne kadar buna hep bir kılıf uyduruldu. Bu yeme yutma işi, bu yağmalama işi; işte, kimi kişilere “terörist” diyerek, kurumlara “bölücü” diyerek, “sakıncalı” diyerek yapıldı ama görüyoruz ki evlatlarını yeme, içe patlama… Artık sürdürülemeyen bu sistem; muhalefeti tümden suskunlaştırmış, demokratik bütün kanalları tıkamış ve adam kayırmacılık üstüne bina edilmiş bu sistem artık içe patlamış, artık sınıflandırmadan masum, küçücük bebekleri yiyecek hâle gelmiş; dikkatten kaçırılmaması gereken nokta budur. Bugüne kadar hep gördük bunu yoksa başka türlü hep bu tabloyu bu şekilde görmüştük, bu realitenin kabul edilmesi gerekiyor. Bu realite sadece sağlık alanında mı karşımıza çıkıyor? Sağlık alanında bir sorun gibi baktığımızda, sahiden de birçok arkadaşımızın dile getirdiği gibi, sanki sağlıkçıların kendi sorumluluğunda olan bir şeye yeterli bir duyarlılık göstermedikleri için bugün bu noktaya geldi; hayır, böyle değil. İşte, 112 Acil Çağrı Sistemi’nden başlayıp Bakana kadar uzanan bir hattaki çeteleşme sadece sağlığın sorunu değil. Biz, ailelerin organize suç ürettiğini görüyoruz uzunca bir zamandır. Aile içindeki şiddetin organize bir suç olduğunu, işte Palu ailesinden Güran ailesine bu hattı görüyoruz. Eğitime bakıyoruz, eğitimde bu durum mesela kaç yıllardır gündemimizde? Organize suç üretilen, işte sınav sorularının çalınmasından başlayarak kaç tane skandal sayabiliriz eğitim alanında. Bir taraftan, bütün diğer konuşmacılar değindi, toplum evlatlarını terk etmiş durumda. Uyuşturucular artık kurye sistemiyle çalışıyor. Toplum demeyelim buna, siyasi iktidar diyelim. Uyuşturucu kuryeleri bir telefonla internet üzerinden evlere çağrılıyor. Bir ülkede buna göz yumulmadan bunun gerçekleşmesi mümkün müdür? Daha çok yakın, başka bir skandal -bugün sağlıkta patlıyor, yarın muhtemelen bu biraz daha kurcalanacak- Minsk Büyükelçiliğinin bir çalışanı Büyükelçilik aracıyla Türkiye'ye uyuşturucu sokuyor. Bunların her biri ayrı ayrı bir çürüme tablosu. Bu çürüme tablosuyla niye baş başayız? Öte tarafta, bakıyorsunuz, İsrailli organ kaçakçısı, Interpol tarafından kırmızı bültenle aranıyor Boris Wolfman, Türkiye'de serbestçe geziyor; bir organ kaçakçısı serbestçe gezmekle kalmıyor, sağlık turizmi alanında ticaret yapıyor, günlerdir bu skandal var karşımızda. Şimdi, böyle bir şey gerçekten mümkün mü? Eğer haydutlar mütemadiyen buraya akın ediyorsa demek ki bu düzen haydutlaşmıştır, bu haydutlatmış düzen buna izin verdiği için onlar buraya geliyor. Sadece bir organ kaçakçısı değil, kendi evlerinde kız çocuklarını esir tutan IŞİD emirlerini vesaireyi de gördük. Bu gördüğümüz yapı gerçekten haydutlaşmış bir düzenin yapısıdır ve bu dikkate alınmadan ne sağlıkta ne başka bir alanda gerçekten de bir çözüm üretmek mümkün değil, her şey birbiriyle ilişkili. Sonuçta, bakıyorsunuz, Türkiye'de kırk yıldır 40 binden fazla insanın hayatına mal olmuş bir çatışma hâli var. Savaşa “savaş” diyemiyorsunuz, barışa “barış” diyemiyorsunuz. Bunun bir çürümeyle sonuçlanmamasının, bunun hamaset dışında bir dille ele alınmamasının bir sonucu olmayacak mıydı? Biz, işte, bu çürümeyi böyle dünden bugüne olağan bir şey olarak da görmüyoruz aslında. On yıllardır gerçekten siyasetin tümüyle hamaset üzerine, tümüyle neoliberal ekonomi politikaları çerçevesinde dizginsiz bir hırs üzerine bina edilmesi ve bunun sonuçlarıyla karşılaşmak olarak tarif edebiliriz bu durumu. Bu durumun çok önemli bir boyutu da cezasızlık meselesi. Cezasızlık meselesi de basit bir mesele değil. Bu da bir siyaset aslında. Bazı kişilerin ceza sisteminin dışına çıkarılması; bunun üzerine düşünmek zorundayız, bu ne anlama geliyor? Ben bazen burada bu şekilde konuşurken sanki böyle toplumun anlamadığı bir dille konuşuyormuşum gibi zaman zaman böyle bir şey de olabiliyor, benim konuşmamla ilgili bazı eleştiriler de alabiliyorum ama ben toplumun anlama kapasitesine çok güveniyorum. Gerçekten çok yüksek bir anlama kapasitesi var ama bu toplumu başka bir dile, hamasete ve bu hamaset çerçevesinde kendi çıkarlarına angaje tutmaya çalışan bir akıl var yoksa toplum her şeyi anlıyor. Şimdi, bu anlama kapasitesine güvenerek bu cezasızlık meselesiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Biz burada sık sık iktidar vekillerinin şu cümlesini duyduk, bunun üzerine düşünmek zorundayız: “Anayasa’ya kutsal metin muamelesi yapıyorsunuz.” Şimdi bu nedir? Artık otorite, insanların -bunu filozoflara yaslanarak söylüyorum tabii- çıplak hayatları üzerinde yasayı bile bir kontrol merci olarak görmek istemiyor, yasayı da biçmek istiyor. Anayasa’yı kimse kutsal metin olarak görmüyor; tam tersi, herkes kutsallıkları istismar ederek, kendi siyasetini üretmesin diye yasalar, anayasalar var. Dolayısıyla da eğer bunu bile otoriteye bir meydan okuma olarak görüyorsa çıplak hayatlarımıza kastediliyor demektir. Bu cezasız bırakmak da cezasız bırakılanlar lehine bir şey de değil aslında. O otoriteyi mutlaklaştırmak, bu anlamda cezasız bırakılan ile o suçun mağduru olan yani fail ile mağdur, kurban ile katil aynı sayfanın iki yüzünü oluşturarak bu iktidarı mutlaklaştırıyor; bizim karşı karşıya olduğumuz siyaset budur, bunu gerçekten de hiçbir biçimde unutmamak gerekir. Bu maruz bıraktığınız hukuksuzluk toplumu çürütüyor, bizi demokratik reflekslerimizi kullanmaktan alıkoyuyor, bütün toplumu bir tedirginlik hissiyatında tutuyor. Hukuk yoksa, suçlular cezasını bulmayacaksa, genç kadınlar ve çocuklar katledilirken, kafaları kesilirken başlarına gelen bu şeyin üç beş yıldan fazla bir cezaya denk düşmeyeceğini düşünüyorsak elbette ki bütün bu sistemin bir noktada kendini sürdüremez hâle gelmesi; dün bankacılıkta, bir sonraki gün eğitimde, bugün sağlıkta karşımıza bu skandallarla gelmesi kaçınılmazdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun, toparlayın. SEVİLAY ÇELENK (Devamla) – Öncelikle bununla mücadele edilmesi gerekir, toplumun gerçek sorunlarına gerçek bir dille hitap edilmesi gerekir; ahlaki bir pozisyon, etik bir pozisyon seçilmesi gerekir; siyasette bu türden bir pragmatizmin norm olmaması gerektiğini söyleyen bir aklın devreye girmesi gerekir. Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)