GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönündeki 2749 (2024) sayılı Kararı uyarınca, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’yla tespit edilen ilkeler kapsamında, 31/10/2024 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL’e iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/930) münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:11
Tarih:23.10.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA CEYLAN AKÇA CUPOLO (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Değerli Genel Kurul, değerli milletvekilleri, ekranları başında Genel Kurulu takip eden sevgili halklarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de aslında yine Diyarbakır Milletvekilimiz Berdan Öztürk’ün söylediği noktalara katılmakla birlikte birazcık genel bir değerlendirme yapmayı isterim. Biliyorsunuz, uzunca bir süredir, aslında yaklaşık yirmi, otuz yıldır küresel finans sistemleri ve sermaye sistemlerinin kendilerini güncellemeye aldığını ve bu güncelleme için de yeni koridorlardan bahsettiğimiz, yeni enerji koridorlarından, ticaret koridorlarından bahsettiğimiz bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç son beş yılda başlamadı ama son otuz yılın, kırk yılın aslında devam eden tartışmasının bir parçası. Hâliyle, küresel finans çevreleri, küresel finans yapıları, sermaye yapıları kendilerini güncellerken demokratik saiklerle kullanılmış mekanizmalar aynı olduğu gibi kalmaya devam etti. İşte, Birleşmiş Milletler, biliyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu ve o zamanın ihtiyaçlarına yanıt olmak üzere kuruldu ancak bugünün bu güncellemeleri, sermayenin güncellenmesi gerçekleşirken kendini güncellemeyen bu yapı ne savaşlara ne de çatışmalara çözüm olabilecek bir mekanizmaya sahip olmuştur. Bunu aslında, son dönemde İsrail'in UNRWA ve UNIFIL gibi yapılara getirdiği eleştirilerden birazcık anlayabiliyoruz, bu yapıların artık bu ihtiyaca yanıt olmadığı gerçeğini. Şimdi, BM’nin organlarına dair genel eleştirilerimiz var, hepimizin var, aslında buradaki bütün siyasi partilerin siyasi görüşleri ne olursa olsun bu yapılarla ilgili neredeyse hemen hemen benzer eleştirileri var. Hepimiz BM Genel Kurullarında sallanan yeni haritalara karşıyız. Örneğin, Netanyahu’nun, son BM Genel Kurulunda çıktığında salladığı harita bize başka haritaları da anımsatmıştı. Demek ki BM, insanların çok açık bir şekilde yeni toprakları, toprak genişletmeyi gündemlerine koyabildiğini açıklayabildikleri yerler. O yüzden, birinci eleştirimiz bu anlamda. İkincisi: Biliyorsunuz, Gazze’de neredeyse her dakika, her saniye insanlığa karşı suç olan, insanlığa karşı suç teşkil eden saldırılar yapıldı. Bunlar Refah’a taştı, bunlar Lübnan’a taştı ve bunlarla ilgili her BM açıklamasında şunu görüyoruz, BM diyor ki: “Bununla ilgili acil bir araştırma, inceleme gerekli ama biz oraya bizzat gitmeden bu araştırma ve incelemeyi yapamayız ve bunu insanlığa karşı suç olarak veya bir savaş suçu olarak değerlendiremeyiz.” Hâliyle, burada başka bir eleştirimiz var. Yine, İsrail örneğin, BM Genel Sekreterini -az önce Berdan Vekil de söyledi- istenmeyen kişi olarak ilan etti. İstenmeyen kişi olarak ilan etmesine dair de uluslararası toplumdan cılız sesler duyduk, BM üyesi olan ülkelerden cılız sesler duyduk. Bu da yine BM’nin bu işlevsizliğine dair bir ipucu veriyor. Yine, BM eşliğinde, biliyorsunuz, Türkiye oralarda, Suriye’de birçok yerde işgalci konumda bulunuyor ve oradaki silahlı güçleri destekliyor ve şöyle cümleler kuruldu, denildi ki: “Biz BM’yle koordineli bir şekilde Lübnan’dan mültecileri getirip Suriye’ye yerleştiriyoruz.” Örneğin, bunun açık açık söylenmesi yani demografik yapıya direkt müdahale olabilecek bir hamle savaş suçuna girer. Hâliyle, BM’nin böyle bir konuya iştirak ediyor olması oldukça problemlidir, bu da yine eleştiri olarak belirttiğimiz noktalardan biridir. Aslında bu BM eleştirisiyle dile getirmeye çalıştığım şey, BM 1948’de kurulduğundaki amacına artık hizmet edemiyor, bir reforma ihtiyacı var. Cumhurbaşkanıyla belki aynı fikirde olacağımız konulardan biri budur; dünya hakikaten de 5’ten büyükse, eğer BMGK’nin her şeye karşı getirdiği bu vetolarla işlevsiz hâle getirilmiş bu yapıyı değiştirmemiz gerekiyorsa o zaman yapmamız gereken şey askerî güç göndermek değildir, bu işlevsiz hâle gelmiş yapıyı biraz reforme etmek, değiştirmektir. Burada aslında bir yazarı önermek istiyorum, belki Genel Kurulda bulunan milletvekilleri okumak isterler. “Yuen Yuen Ang” diye Singapurlu bir yazar var ve orada, “Çin Yoksulluk Tuzağından Nasıl Kurtuldu?” isimli bir kitabında yoksulluğa dair şöyle bir değerlendirmede bulunuyor, diyor ki: “Batı bloklarının aksine Çin mevcut mekanizmalarının üzerine giderek, zaten o geniş bölgesinde bulunan yapıları güncelleyerek, onları işleterek bu yoksulluğun önüne geçmiştir.” Bunu BM için veya işte, mevcut, hani, küresel olarak var olunan, Türkiye'nin var olduğu her yerde değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. Nasıl yapıyorum bu argümanı? Diyorum ki: “Eğer biz Lübnan’da barışçıl bir sürecin oluşmasını istiyorsak Lübnan’da mevcut yapıları nasıl daha iyi hâle getirebiliriz, nasıl işletebiliriz?” diye bakabiliriz. Örneğin, Lübnan’ın 1926'da yazılmış ve daha sonra -1989’du galiba- güncellenmiş olan anayasasının problemli olduğu söyleniyor, Türkiye de yeni anayasa yapım sürecinden bahsediyor. Neden Lübnan’la demokratik bir anayasa süreci konusunda ortaklaşmayalım, değil mi? Sorunlarımız aslında oldukça benzer. Ne anlamda benzer? İşte, çok kimlikliyiz, çok din var, dünyanın en çok mültecisini barındıran iki ülkeden biriyiz. Çoğu şeyimizle yani yolsuzluktan tutun askerî meselelere, Orta Doğu'daki o bataklık meselesinin içinde, tam ortasında olmaya kadar baktığımızda çok benziyoruz. Çok benziyorsak belki çözümlerimiz de birbirine benzeyebilir. O sebeple, UNIFIL gibi bir yapıya asker göndermektense, barış gücü göndermektense bu yapıları işletmeyi öneriyoruz. Yine, Türkiye'nin, orada bulunan, örneğin işte Suriye’de aktif bir şekilde bulunan -Suriye'deki belli kolluk, askerî gücü- bizim “çete” diye nitelendirdiğimiz, bazılarının “Özgür Suriye Ordusu” diye nitelendirdiği yapılar ile Hizbullah arasında bire bir çatışmalar ve çekişmeler var. Hâliyle bu, Türkiye'yi orada çıkar çatışmasına sokar; bu da problemli bir alandır. Bunla ilgili de daha dikkatli olunması gerektiğini düşünüyoruz. Lübnan’a nasıl yardım edebiliriz? Libya’ya yardım ettiğimiz gibi olmaz çünkü Libya’ya hiçbir katkımız olmadı. Somali’ye yardım ettiğimiz gibi olmaz, Somali’deki varlığımız gibi olamaz. Biz ne talep ediyoruz, DEM PARTİ neyi talep ediyor? DEM diyor ki: “İllaki eğer BM’de ısrarcıysa bu Genel Kurul, bu Parlamento, o hâlde Filistin'in BM’ye üyeliği için elimizde ne koz varsa onu kullanalım. İlla BM’de mi ısrarcıyız, o hâlde BM’nin 1325 no.lu “kadınların barış süreçlerine aktif bir şekilde dâhil edilmesi” Kararı’nı çok aktif bir şekilde işletelim, buraya koyalım.” Son olarak, çok vaktinizi de almak istemiyorum, eğer ki barış istiyorsak Kadın Meclisimizin belli kampanya grupları vardı, biz de burada bulunan başka bir milletvekilimizle birlikte “Özgür ve Eşit Yaşamda Israrcıyız, Savaşlara Karşıyız” diye bir kampanya başlattık ve bu kampanya çok önemli. Bu kampanyayı duyurduğumuz gün ne yazık ki yalnızca bir kanalın mikrofonu vardı. Belki Genel Kurulun bu geniş kameralarını bunun için kullanıp bu bildirgeyi okuyarak son verebilirim sözlerime. Diyor ki Kadın Meclisimiz: “Kendi bekasını ve devamlılığını her şeyin önüne koyan antidemokratik, militarist, eril ve otoriter yönetimler, savaşları dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir beka sorununun sonucu olarak göstermeye ve meşrulaştırmaya çalışır fakat dünya deneyimlerinin ve savaş karşıtı hareketlerinin bize sık sık hatırlattığı gibi, savaşlar kaçınılmaz değildir ve savaşın kazananı yoktur.” Ve biz Kadın Meclisi olarak diyoruz ki: “Savaşlar değil, barış kaçınılmazdır. Her savaşın onurlu bir barışla bitebilme koşulları ve durumu vardır.” Bunun için de DEM PARTİ Kadın Meclisi olarak demiştik ki: “Özgür ve eşit yaşamda ısrarcıyız, savaşlara karşıyız ve 2025 yılını bir barış yılı olarak ilan etmek istiyoruz. Bu barış yılını sadece kendi bölgemizde değil; bütün küresel alanda, devam eden bütün çatışmalarda büyük bir küresel barış hareketini başlatalım ve bunu kadınların öncülüğünde yapalım ve o onurlu, adil barışı Lübnan için, Gazze için, Türkiye'deki bütün halklar için, Kürtler için, Suriye’dekiler için, İran’dakiler için; bütün halklar için getirelim.” Bütün Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)