| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra ettiği harekât ve misyon kapsamında yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 11/10/2023 tarihli ve 1394 sayılı Kararı’yla uzatılan iznin süresinin Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca 31/10/2024 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/932) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 24.10.2024 |
CHP GRUBU ADINA MURAT EMİR (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de sözlerime dün TUSAŞ’ta, TUSAŞ çalışanlarımıza dönük olarak yapılan hain terör saldırısını kınayarak başlıyorum. Şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Milletçe yastayız. Bir haber düştü internete, haber bültenlerine. Merkez Bankası Başkanımız Fatih Karahan Washington’da fon yöneticileriyle yaptığı bir toplantıda onlara “Merak etmeyin, Türkiye'de asgari ücretleri 2025 yılında yüzde 25 artıracağız, biz programımıza devam edeceğiz. Halkımızın boğazını sıktıkça sıkacağız, ekonomik dengelerimizi böyle oturtacağız. Siz bize güvenip fonlarınızı gönderin, fonlarınızı Türkiye'ye sokun.” demiş. Bu son derece vahim bir durumdur. Biz her defasında… ÖZLEM ZENGİN (İstanbul) – Boğaz mı sıkacakmış? MURAT EMİR (Devamla) – O boğazı sıkma işini ben söyledim, tamam, onu çıkartalım ama onu zaten anlamamak mümkün değil. Yüzde 25 2025 yılında asgari ücrete zam yapmanın yoksulun, fakir halkın boğazını sıkmak olduğu gerçeğini, sıkmak olduğu sonucunu doğuracağını biz söylüyoruz; siz söylemiyorsanız, siz bunu böyle görmüyorsanız siz de tutanaklara geçirin. Biz, Asgari Ücret Tespit Komisyonunun bir tiyatro olduğunu, bir gösteri olduğunu; sarı sendikalarla iş birliği hâlinde, güya işçi temsilcileri de varmış gibi ama gerçekte Cumhurbaşkanının ağzının içine bakan çalışmalar yapıldığını ve son noktada da onların taleplerinin yaşama geçtiğini söylüyorduk. Meğer bu sefer çok daha önceden karar vermişler. Fakir halkımız, işçilerimiz ancak yüzde 25 asgari ücret zammına kavuşacaklar. Bunun anlamı şudur: 17.002 lira Ocakta yapılmıştı, o günden bugüne kadar, sadece bugüne kadar bile yüzde 70’leri geçen bir enflasyon var. Resmî enflasyonunuz yani asla çarşıda pazarda göremediğimiz enflasyonunuz dahi yüzde 45 ve bu koşullar altında bırakın işçinin kaybettiği ücreti telafi etmeyi, bir de “Yüzde 25 zam vereceğiz.” demek aslında “Bütün bu ekonomik faturayı işçinin, yoksulun, çiftçinin, memurun sırtına yükleyeceğiz.” demekten başka bir şey değildir ve bu, gerçekten bizim açımızdan insanlık dramına işaret eden bir rakamdır. Hem de bunun Amerika'da dış fon temsilcilerine söylenmiş olması da o sizin çok güvendiğiniz, çok söylediğiniz yerlilik ve millîlik iddianızın tamamen tersi olduğunu ve çürüdüğünü apaçık ortaya koyan çarpıcı bir gerçeklik olmuştur. Değerli arkadaşlar, AKP'nin dış politikası son derece çelişiktir. Kısa vadeli hesaplarla ve özellikle de iç politikada gerilimi artırmak üzere… İç politikada, işte bu enflasyon rakamında olduğu gibi, halkımızın giderek yoksullaşması gibi; eğitimin, sağlığın çürümesi gibi, toplumsal barışımızın yok edilmesi gibi her tür sorunun altında ezilen AKP iktidarı bir şekilde bir yerden bir düşman bulur. O düşmanla bir süre oyalanır ve bütün halkımıza “Şimdi sırası değil yoksulluğu, açlığı, işsizliği, yolsuzluğu konuşmanın; arkama sıralanın ve biz şu beka sorununu bir atlatalım.” derler. Bu düşman bir gün Amerika’dır, bir gün Avrupa Birliğidir, bir gün Hollanda’dır, bir gün Mısır’dır, bir gün Yunanistan’dır; uzunca bir süre Suriye oldu, bugün de İsrail. Yeri gelmişken bir defa daha söyleyelim, tabii ki İsrail'in Gazze'de yaptığı insanlık dışı katliama seyirci kalacak değiliz ama buradan hareketle, hem de bu kürsüden hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak hem de ordunun Başkomutanı olarak “İsrail'in bir sonraki hedefi biz.” demek ve bunun altına hiçbir gerçekçi temel, delil, kanıt koyamamak son derece vahimdir. Bir defa, bu, bir an için gerçek dahi olsa, bir an için doğru olduğunu düşünsek bile bir Cumhurbaşkanının söylememesi gereken bir gerçekliktir. Varsa böyle bir şey, kısa, orta, uzun vadeli tedbirlerinizi alırsınız ve birer birer yaşama geçirirsiniz ama bunu yapmak yerine tüm Türkiye'ye dönüp “İsrail bize saldıracak.” “Ne yapalım?” “Çelik Kubbe yapacağız, kredi kartlarınızdan verin bakalım 750 lira.” bu, ucuzluktur; bu, dış politikayı iç politikaya tahvil etmektir, son derece yanlıştır. Değerli arkadaşlar, Türkiye maalesef -bir gerçeklik var- bir ateş çemberinin ortasında duruyor. İsrail bizim için uzak tehlike midir? O tartışılabilir ama batımızla da güney komşularımızla da ve belki de İran’la da önemli sorunlar yaşamaya aday olduğumuz görülüyor. Ama maalesef Türkiye saplantılar uğruna Silahlı Kuvvetler gücünde önemli eksiklikler yaşamaktadır, önemli eksikliklerimiz var; bunları buradan konuşmak zorundayız. Bakınız, bir S-400 sevdası çıktı. S-400 niye tercih edildi? Bize “Patriot verilmedi.” denildi ama öğrendik ki Patriot verilmiyor değil. “Teknoloji transfer edeceğiz S-400 alarak.” denildi, bir gramlık teknoloji transfer edilmemiştir, büyük bir yalan söylenmiştir Türk milletine “Teknoloji transfer edeceğiz.” diye; o gün Rusya’yla yakınlaşacağız diye, o gün o düşürülen uçağın bedelini ödeyeceğiz diye… Hatta o sırada “Sen düşürdün.” “Yok, ben düşürdüm.” diye Başbakan ile Cumhurbaşkanı yarışıyorlardı, sonra FETÖ’cülerin üstüne yıktılar ama onun bedelini ödemek için S-400 alındı, onun bize bedeli 1,5 milyar dolar, F-35 projesinden dışlanmamız ve CAATSA yaptırımlarına maruz bırakılmamız olarak geri döndü. Sonuçta Türkiye maalesef Yunanistan’a karşı da İsrail'e karşı da neredeyse hava kuvvetleri gücünde üçte 1 seviyesine düştü. Türkiye Cumhuriyeti’nin son yirmi yılda yani sizin iktidarınız sırasında hava filosuna sadece 50 savaş uçağı eklediğini biliyor muydunuz, sadece 50. Yunanistan 2028'de beşinci nesil 5 tane F-35 alacak ve üstelik biz F-35'lerin yapıcısıydık, teknolojisinin büyük bir kısmı Türkiye'de üretilecekti, bir ortağıydık ama bugün artık S-400'lerin bir ayak bağı olduğu, bir formül bulunması gerektiği, bir geri adım atılması gerektiği Hakan Fidan’ın ağzından dillendiriliyor zaten. Nitekim CAATSA yaptırımları yani Amerika'nın Düşmanlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası da yine Türkiye'nin savunma gücüne önemli zararlar verdi. Dolayısıyla değerli arkadaşlar, bir iş yapıldı ama bu son derece büyük bir yanlıştı ve biz maalesef bunun bedelini ağır ödüyoruz, ağır ödeyeceğiz. KAAN uçağımızla da diğer teknolojik ürünlerimizle de TUSAŞ’ımızla da ASELSAN’ımızla da özel sektörde bu teknolojiye katkı veren şirketlerle de övünüyoruz, onlara teşekkür ediyoruz. Türkiye’nin bu teknolojileri geliştirmesi gerekiyor ama eğri oturup doğru konuşalım, KAAN uçağının gerçekten Türk Hava Kuvvetlerine katılma süresi ne zaman; 2030 mu, 2035 mi? Dolayısıyla biz burada önemli bir irtifa kaybettik. Niye kaybettik? “Rusya’yla anlaşacağız.” diye. Niye kaybettik? “Suriye’de Rusya’yla yan yana geleceğiz.” diye. Niye kaybettik? “Esad’ı Suriye’de devireceğiz.” diye. Bakın, “Esad’ı Suriye’de devireceğiz.” diye hayalci, mezhepçi, maceracı, cihatçı bir dış politika anlayışıyla Türkiye’yi bugün 10 milyon sığınmacı sorunuyla baş başa bıraktınız. Geri alım anlaşması yaptınız 2016’da, birkaç milyon euro uğruna Avrupa’ya “Merak etmeyin, biz, size gelecek mültecileri, sığınmacıları bu topraklarda tutarız. Hatta siz botlarla batırın -Yunanistan bunu yaptı insanlık dışı bir biçimde- biz onları toplar, tekrar Ege kıyılarından alırız.” dediniz. Bu da yetmedi, daha dün Scholz’un karşısında “Lübnan’dan da gelenlere, Suriye’den de gelenlere kapımız açık.” dediniz. Ne karşılığında dediniz bunu? Alman basınından izliyoruz, Eurofighter alımı karşılığında söylendiği söyleniyor; bunu da reddettiniz yani bunu bedava yaptıysanız daha kötü. Türkiye’yi Avrupa’nın mülteci deposu hâline siz getirdiniz ve bunun bedelini sadece siz değil, hatta siz hiç ödemiyorsunuz ama ekmeğine, aşına ortak olunan 85 milyon var, biz bunu güvenlik tehlikesi olarak ödüyoruz, biz bunu güvensiz sokaklar olarak ödüyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun. MURAT EMİR (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan. “Bugün, hiç olmazsa bugün, Esad ülkesinde af ilan etmişken Esad’la görüş.” diyoruz ama hâlâ Esad'la görüşme noktasında bile doğru dürüst adımlar atılabilmiş değil. Biz, sizden, aynen Sisi'yle yaptığınız gibi; hani düşmanınızdı, Rabia yapıyordunuz, Rabia Meydanı'na selam gönderiyordunuz hatta "Sisi mi kazanacak yoksa Binali Yıldırım mı kazanacak?" diye naralar atıyordunuz; koca bir seçimi Mısır düşmanlığı üzerinden kazanmaya çalıştınız, tam bir U dönüşüyle en üst protokolle karşıladınız, en üst protokolle yolladınız ya, aynı U dönüşünü bekliyoruz, hiç olmazsa Türkiye'nin selameti için, hiç olmazsa şu sığınmacı sorunumuzun biraz azaltılması için sorumlu davranmanızı bekliyoruz. Tabii, bu çelişkiler anlatmakla bitmez, yavaş yavaş anlatacağız. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)