GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 13 Kasım 1960 tarihinde Rojava'da yaşananlara, cezaevi sorunlarına, çalışma yaşamına, basın özgürlüğüne ve Kaz Dağları’na ilişkin açıklaması
Yasama Yılı:3
Birleşim:18
Tarih:13.11.2024

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, bugün 13 Kasım; 13 Kasım 1960 tarihinde Rojova Amude'de, bir sinemada bir katliam yaşandı. Film izlemek için sinemaya giden 500 çocuğun üzerine kapılar zincirlerle kilitlendi ve yangın çıkarılarak orada 250 çocuğun ölmesine neden olundu. Evet, unutmadık ve o ölenleri bir kez daha rahmetle saygıyla anıyoruz. Ölenler çocuklardı ama çocuklar ölmeye devam ediyor. Amude'de ölmeye, Rojova'da ölmeye devam ediyor; İzmir'de ölmeye devam ediyor, İsrail'in saldırılarıyla Gazze'de ölmeye devam ediyor; Lübnan'da, Güney Lübnan'da ölmeye devam ediyor; velhasıl Orta Doğu'da çocuklar bombaların altında, yangınlarda can vermeye devam ediyor.

Amude'de yaşanan Baas aklının bir yansımasıydı; Baas rejimlerinin Kürt'e yaklaşımının, Kürt düşmanlığının, Kürt halkına olan yaklaşımının bir sonucuydu. Dolayısıyla bugün Orta Doğu'da, Türkiye'de Kürt halkına yaklaşımın sonuçlarına hâlâ Kürt halkı, Kürt halkının çocukları katlanmaya devam ediyor. Bir demokratik ulus aklına, zihniyetine sahip olmadıkça, bölgenin demokratikleşmesini sağlamadıkça bu acılar katlanarak devam edecek. Bu acılara son verme zamanı gelmiştir. Bu acılara son verecek olan irade de güç de aslında tam da burada, Türkiye siyasetinde saklıdır. Türkiye siyaseti, Kürtlerin ve Türklerin birlikte alacağı kararlarla, önümüzdeki dönemde Kürt ve Türk birlikteliğiyle, ortak bir aklın inşasıyla ancak bu sorunların tümüne bir çözüm getirebilir.

O yüzden de biz diyoruz ki Kürt meselesinin barışçıl, demokratik çözümü konusunda atılması gereken adımlarda asla ve asla zaman kaybetmemeliyiz. Her kaybettiğimiz zamanın maliyeti çok çok yüksektir. Bu maliyet insan bedenidir, bu maliyet çocukların bedenidir. Dolayısıyla bunu engellemenin yolu, bunu durdurmanın yolu var, bu da barıştan geçiyor. Barış için atılacak her adım kıymetlidir ve bizlere düşen görev de bunun gereğini yapmaktır.

Evet, Baas rejiminden bahsettik, otoriter rejimlerin yaratmış olduğu acılardan bahsettik, bu acılar devam ediyor dedik. Bu acıların farklı farklı yansımaları var. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada sıklıkla dile getirdiğimiz cezaevi sorunları... Dün de dile getirdik, Kandıra Cezaevinden bahsettik; sevgili Eş Genel Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın açıklamalarından, ona karşı yapılan hak ihlallerinden, kötü muameleden, işkenceye varan uygulamalardan bahsettik ama sonu gelmiyor. Yine, bugün Kandıra'dan gelen haber: Cezaevi müdürü, mahkûmları ölümle tehdit ediyor "Siz işkence ne, daha görmediniz. Daha görecekleriniz var, sizi burada katlederim, öldürürüm." diyor açık açık. Buna karşı Adalet Bakanlığı hâlâ bir şey yapmıyor, hayretle izliyoruz. Cezaevi müdürleri bu kadar fütursuzca her türlü işkenceyi yapabilecek hâle gelmişler, bu konuda hâlâ bir adım yok.

İnsan Hakları İzleme Komitesine de başvurduk Antalya Cezaeviyle ilgili. Antalya Cezaevinde yaşananlar akla hayale sığmayacak yöntemler. Defalarca dile getirmemize rağmen bu konuda da hâlâ herhangi bir adım iktidar tarafından atılmış değil.

Buradan Adalet Bakanına bir kez daha çağrı yapıyorum: Cezaevleri konusunda bir an önce gerekli düzenlemeleri yapın. Bu konuda ihmali olanlar hakkında soruşturma başlatın. Cezaevlerindeki işkenceye son verin. Tabii, "Bu cezaevlerindeki işkence; bu haksız, hukuksuz tutumlar, bu fütursuzluklar nereden besleniyor?" derseniz, bu ülkedeki hukuk tanımazlıktan besleniyor. "Bu ülkede hukuk tanımazlık nedir?" diye sorsanız, herkesin göstereceği yer, bunun artık bir numaralı adresi olmuş yerdir; İmralı'dır. İmralı'da tecrit devam ettiği sürece herkes bu hukuksuzluktan beslenerek hukuksuzluğu dalga dalga her yere yayar, yayılıyor mu? Yayılıyor. Yirmi beş yıldır bunu öğrenemediniz ama artık öğrenme vaktiniz gelmiştir. Bu tecrite son verin, İmralı'nın kapılarını açın; Türkiye, barışına kavuştuğu sürece o zaman ancak toplumsal barışı da var edebilirsiniz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, toplumsal barıştan bahsedince, bugün Plan ve Bütçe Komisyonunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi görüşülüyor. Hani "toplumsal barış" deyince herkesin öncelikle bakacağı yerlerden biri çalışma yaşamı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Temelli.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Çalışma yaşamına dönüp baksanız barıştan bahsetmek mümkün değil, âdeta başka bir kıyametin koptuğu yer de Türkiye'deki çalışma yaşamı. Örneğin, Türkiye'de o kadar çok çocuk işçi var ki sayısı resmî rakamlarda 620 bin, bugün 1 milyona yaklaşmış çocuk işçi var ve sadece geçen yıl 66 çocuk işçi hayatını kaybetti. İşçi ölümlerinin devasa rakamlara -ortalama günde 6'ya- çıktığı bir ülkeden bahsediyoruz, çocuk işçiler de hayatını kaybediyor. Okulda olması gereken 1 milyon çocuk iş yerlerinde, o tezgâhların içinde, asgari ücretin de altında, sefalet ücretlerinde hayatlarından, yaşamlarından olmaya devam ediyorlar, gelecekleri kayboluyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Temelli.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - "Asgari ücret" dediğimizde bugün Çalışma Bakanı şöyle bir açıklama yapıyor, diyor ki: "Herkesin üzerinde mutabık kalacağı bir ücret konusunda ümitliyim." Vallahi biz sizden ümitli değiliz. Siz ümit düşmanısınız, bu ülkede umuda dair ne varsa... Umut cinayeti konusunda üzerinize yok. Asgari ücret konusunda sizin "ümitli olduğumuz" dediğiniz şey açlık sınırıdır. Oysa biz bu konuda çok net bir yeri işaret ediyoruz, diyoruz ki: Bakın, yoksulluk sınırı ne ise asgari ücret bunun yarısının altına düşmemeli. Bu ancak ve ancak başlangıç ücreti olabilir. Oysa bugün bu ülkede çalışanların yüzde 60'ı asgari ücret alıyor, asgari ücretle hayatlarını devam ettiriyorlar. Bir de bu asgari ücret, asgari ücret bile değil. Dolayısıyla burada gerçekten bu toplumun umutlu, ümitli olmasını bekliyorsanız asgari ücreti yoksulluk sınırının en az yarısı olacak kadar hızla belirlemek gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Temelli.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Başka bir konu daha var, işsizlik konusu. TÜİK her ne kadar yine yalanlarına devam etse de çok iyi biliyoruz ki Türkiye'de işsizlik oranı, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 26'dır. Bu kadar ciddi bir sorun var. Bir istihdam politikası yaratmak yerine âdeta bu alanda giderek artan işsizliğe seyirci kalan bir anlayış var, buna da son vermek gerekiyor.

Şimdi, burada, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplumsal barış... Tabii, bir yerde o toplumsal barış konusunda, toplumsal muhalefet, muhalefet ve tümüyle toplumun sesini duyan, ona kulak veren bir iktidar ihtiyacı hasıl oluyor. İktidar, bırakın toplumun sesini duymak, toplumun sesini tam anlamıyla kıstırmak için genel bir sansür politikasına sahip.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bitiriyorum.

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Temelli.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bunlardan biri de tabii RTÜK. RTÜK eliyle âdeta bir beşinci kol faaliyeti var. Oysa kuvvetler ayrılığı sayılırken denir ki: "Yasamanın, yürütmenin, yargının birbirinden bağımsız, özerk hareket etmesi lazım." Ve buna bir dördüncü kuvvet eklenir, basın -basın özgürlüğü- ama biz ne görüyoruz? Bırakın basın özgürlüğünü, kapsamlı bir sansür uygulamasını, tek kanallı televizyon dönemini aratmayacak bir uygulamanın hâkim olduğunu görüyoruz. RTÜK, özgür basına sabahtan akşama kadar ceza kesmeye devam ediyor. Bu yetmiyor, bir de gazeteciler kolluk kuvvetleri marifetiyle işkence görüyorlar sokaklarda. Özellikle Batman'da yaşanan sahne belki de basına yönelik en önemli saldırılardan biriydi.

Son olarak, hani insana işkence var da doğaya yok mu? İşte, fotoğraflarını koyduk, işte Kaz Dağları. Kaz Dağları'nda 1 milyon ağacı kesmek için Cengiz Holding harekete geçmiş durumda, 1 milyon ağacı kesecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son kez açıyorum Sayın Temelli.

Buyurun.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Halk orada direniyor, bütün ekoloji mücadelesi verenler direniyor, biz de direneceğiz; ağacımıza, ormanımıza sahip çıkacağız.

"Zümrüt yeşili olacak." demişti Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bırakın zümrüt yeşilini, ortada bir tane ağaç bile kalmayacak. 6 köyün suyu oradan geçiyor. Sadece Kaz Dağları mı? Şırnak'ta, Kulp'ta, Lice'de ağaç kalmadı, ağaç. Sadece Kulp'taki ağaç katliamı sonucu şu anda oradaki 35 köyün suyu yok. Dolayısıyla bu acımasızlığa son verin.

Bir iktidar, ülkesine bu kadar kötülük yapar mı? İşte, onun fotoğrafı Kaz Dağları'dır.

Teşekkür ediyorum.