GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:30
Tarih:10.12.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAKAN ŞEREF OLGUN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizleri dinleyen aziz Türk milleti; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bugün burada Adalet Bakanlığı bütçesini tartışırken Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı açıklamaların gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu bir kez daha dile getirmeye çalışacağım. Sayın Bakan maalesef yargının çöküşünü başarı hikâyesi gibi sunmaya çalışmaktadır ancak ne adliye koridorlarında hakkını arayan vatandaşlarımızın ne de bağımsız bir yargı arayışında olan hukukçuların artık bu masalları dinlemeye sabrı kalmamıştır. Ceza adaleti sistemine yönelik reformlar yapıldığı iddia edilse de cezasızlık kültürü devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı ve nefret suçları gibi ciddi suçlarda etkin soruşturma ve kovuşturma süreçleri işletilmemekte, failler çoğu zaman cezasız kalmaktadır. Ayrıca, adalet sisteminin fiziki altyapısının iyileştirildiği belirtilmişti ancak yeni adliye binalarının inşası adaletin tecellisi için yeterli değildir. Önemli olan, bu binalarda adil, hızlı ve etkin yargı süreçlerinin işletilmesidir. Maalesef, yargı süreçlerindeki gecikmeler ve adalete erişimdeki engeller hâlâ ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Sonuç olarak, Sayın Bakanın sunduğu pembe tablo vatandaşlarımızın günlük yaşamlarında deneyimledikleri adaletsizliklerle örtüşmemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan yargı reformlarıyla övünürken Türkiye, Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde son sıralara düşmeye devam etmektedir. Raporun 2024 yılı sonuçlarında Türkiye'nin ne yazık ki hukukun üstünlüğü konusunda yıllardan beri hızlı bir şekilde düşüşte olduğu görülmektedir. Toplamda 0,42 puanı bulunan Türkiye, bu skorla 142 ülke arasında 117'nci sırada; Nijer, Angola ve Honduras'ın altında; Meksika, Gine ve Nijerya'nın üstünde kendisine yer edinebilmiştir. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği Türk yargı sisteminde dönüm noktalarından biri olmuştur. Ancak bu dönüm noktası hukukun üstünlüğüne hizmet etmek yerine yargının siyasallaşmasının kapısını sonuna kadar açmıştır. O dönemde daha demokratik bir yargı vaadiyle sunulan değişiklikler aslında yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bugün bunun acı sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. Anayasa değişikliğiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısında köklü değişiklikler yapılmıştır. Değişiklikler sonucunda Hâkim ve Savcılar Kurulu üyelerinin önemli bir kısmı iktidarın etkisi altındaki mekanizmalar tarafından atanır hâle gelmiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun adaletin teminatı olması gerekirken iktidarın bir sopası hâline geldiği açıktır. 2010 yılından itibaren yapılan atamalarda liyakat yerine sadakatin ön planda tutulması, yargının siyasal bir aparat gibi görünmesine neden olmuştur. Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin seçiminde Meclisin etkisi artırılmış ancak bu etki çoğulculuk ve dengeye değil tek taraflılığa hizmet etmiştir. Bu yapı yargı bağımsızlığını güvence altına almak bir yana, bağımsızlığın sonunu getirmiştir.

Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde Türkiye'nin durumunun yıllara göre karşılaştırılmasına bakıldığında kırılmanın 2017 yılında yapılan Anayasa referandumuyla getirilen Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden sonra zirveye çıktığı görülmektedir. Tek adam rejimi olarak eleştirdiğimiz ve Cumhurbaşkanına tanınan büyük yetkilerle totaliter rejim hâline dönüşen yönetimle ülkemizin hukukun üstünlüğü puanı 0,46'dan 0,42'ye düşmüştür. Hâkim ve savcıların atama ve terfi süreçlerinin siyasallaştığını tüm dünya görürken yargının bağımsız olduğu nutukları atılmaktadır.

Sayın Bakana soruyorum: İktidarın hoşuna gitmeyen kararlara imza atan hâkimlerin yer değiştirdiği, ihaleye fesat karıştıran güçlülerin ceza almadığı ancak muhalefet edenlerin mahkemelerde süründürüldüğü bir sistemde bağımsız yargıdan söz etmeniz abesle iştigal değil midir? Bu ülkenin yargıçları bağımsız karar veremiyor çünkü biliyorlar ki bağımsız bir kararın bedeli ya sürgün ya da kariyerlerinin sona ermesidir. Yargı sisteminin bu hâle gelmesinin sorumlusu Adalet Bakanlığı ve bugüne kadar görev yapmış bakanlardır. Tuz kokmuş sayın milletvekilleri; bu çürümüş yapıyı, adaletin yeniden tesis edilmesi adına bir an önce değiştirmeliyiz. Yeni bir yargı inşa etme zamanı gelmiştir. Hukukun üstünlüğünü, liyakati ve bağımsızlığı esas alan bir yargı sistemi kurmalıyız. Buradan iktidar mensuplarına sesleniyorum: İktidarınız sona erdiğinde, inanın, bizden daha çok savunacaksınız bu hususları.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan kadın cinayetlerinin önlenmesi için büyük çaba sarf ettiklerini söylüyor. 2024 yılında kadına yönelik şiddet vakaları rekor düzeye ulaşmıştır. Çocuk istismarı davalarında faillerin büyük bir kısmı hâlâ cezalandırılmıyor. Sayın Bakana soruyorum: Bu failler hangi adalet reformuyla korunuyor? 2023 yılında işlenen kadın cinayetlerinin yüzde kaçı etkili bir şekilde soruşturulup kovuşturuldu? İstanbul Sözleşmesi'nden çıkıldığından bu yana kadın cinayetlerinde artış yaşanırken bu karardan sorumlu olanlar kimler? Bu sorulara cevap veremiyorsanız bu kürsüde "adalet" kelimesini kullanmayın lütfen.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre 2024 yılının ilk on ayında toplam 343 kadın cinayeti ve 207 şüpheli kadın ölümü gerçekleşmiştir. Son dört yıl kıyaslaması yapıldığında ise 2024 yılının ilk on ayı 2021, 2022 ve 2023 yıllarında yaşanan kadın cinayetlerini geçmiş durumdadır. Aralık ayında açıklanan verilere göre ise 2024 yılının Kasım ayında 32 kadın cinayeti ve 26 şüpheli kadın ölümü rapor edilmiştir. Bu hâliyle 2024 yılının ilk on bir ayında toplam 375 kadın cinayeti ve 233 şüpheli ölüm olmak üzere toplam 608 ölüm kayıtlara geçmiştir. Allah aşkına, başarı bunun neresinde, anlatın da anlayalım.

Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 2023 verilerinden birkaç örnek vermek istiyorum. Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan soruşturulan kişi sayısı 200.611; sadece cinsel istismar suçundan soruşturulan kişi sayısı 69.773; toplamda cinsel suçlardan dolayı hakkında soruşturma açılanların sayısı 2023'te 270 bini aşmıştır. Her yıl artan bu rakamlar adalet sisteminin suçluları caydırmakta ne kadar başarısız olduğunu göstermektedir. Sadece 2021 yılında cinsel saldırı yani tecavüz vakalarında 9.441 dosya açılmış, bu dosyalardan yalnızca 6.396'sında mahkûmiyet kararı çıkmıştı. Peki, ya diğerleri, onlar nerede? İşte, bu soruların cevabını veremediğiniz sürece bizlere reformlardan bahsetmeyin. Bu rakamlar yalnızca birer istatistik değildir; her biri bir insanlık dramını, parçalanmış hayatları ve korunmayan masumları temsil etmektedir.

Adalet Bakanlığının temel görevi, adalet sisteminin etkin işlemesini sağlamak, suçlularının hukuka uygun şekilde yargılanmasını temin etmek ve mağdurların haklarını koruyacak bir yapıyı tesis etmektir ancak bu görevlerin yerine getirilmediği de ortadadır. Adalet Bakanlığı, suç oranlarını düşürmek ve toplumsal güvenliği sağlamak için kapsamlı politikalar üretmek yerine suç istatistiklerini manipüle etmeye ya da kamuoyuna daha az görünür hâle getirmeye çalışmaktadır. Oysa biz rakamlarla oynayan değil gerçek sorunlarla yüzleşen ve adaletin tesisi için cesur adımlar atan bir Adalet Bakanlığı istiyoruz. Suçluları serbest bırakan, mağdurları ise susturan bir sistemin savunulacak bir yanı yoktur.

Arkadaşlar, Türkiye'de adaletin ne hâle geldiğini anlamak için uzun uzun raporlar okumaya gerek yok; sokakta yürüyen bir vatandaşa sorun, "adalet" denildiğinde size nasıl bir yüz ifadesiyle cevap verdiğini görün. Bu ülkenin adalet sisteminin toplumda yarattığı güven kaybı artık tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Şimdi burada Adalet Bakanlığı bütçesinin hangi sorunları çözeceğini sormak gerekiyor: Yargının tarafsızlığını mı? Hayır. Vatandaşın hak arama yollarını mı? Asla. Mahkemelerin bağımsızlığını mı? Bu soruya herkes güler. Bir vatandaş düşünün, hak aramak için mahkemeye gidiyor ama daha kapıdan içeri girmeden "Bu davadan bir şey çıkmaz." diye düşünüyor. İşte, adalete güven bu kadar sarsılmış durumda. Adaletin siyasallaşması sadece bireyleri değil toplumu bir bütün olarak zehirlemektedir. Haksız yere cezaevinde yatan masumlar, serbest bırakılan suçlular; bu sistemde kimse kendini güvende hissetmemektedir.

Değerli milletvekilleri, bakın, yüksek enflasyon ve düşük faiz politikasını tercih eden bu Hükûmet, sadece ekonomiyi değil adalet sistemini de çökertmiştir. Enflasyon canavarı, sadece cebimizi değil hukukun işleyişini de yakıp yıkmıştır. Bir işçinin 100 bin liralık alacağının bir yılda sadece 9 bin lira faizle değerlendiği bir sistemde adalet aramak mümkün müdür? İşçi, hak ettiği kıdem tazminatı için dört beş yıl mahkemelerde sürünüyorsa, bu süre içinde alacağı para âdeta tereyağı gibi eriyorsa o işçi hakkını nasıl savunacak? Kiracıların hâli daha da vahim, kira davaları en az dört beş yıl sürüyor; bu süreçte kiracı düşük kira bedelini ödemeye devam ediyor, ev sahibi ise kan ağlıyor. Üstüne üstlük enflasyon almış başını gitmiş, tahliye kararı çıkana kadar belirlenen yeni kira bedeli bile anlamını yitiriyor. Bu ortamda kiracı neden ara bulucuda uzlaşsın? Uzlaşsa ne olacak? Uzlaşıp evden çıktığında 2 katı fiyatla başka bir ev kiralayacak. Şimdi, soruyorum sizlere: Elinizi vicdanınıza koyun, böyle bir ortamda siz olsanız uzlaşır mıydınız? Kira anlaşmazlıkları nedeniyle çıkan tartışmada insanlar birbirini öldürüyor, yaralıyor. Son iki yılda kira uyuşmazlıkları yüzünden en az 11 kişi öldü, 46 kişi yaralandı. Bu, sadece basına yansıyanlar, gerçek rakamları tahmin bile edemiyoruz ama tüm bunlar Hükûmetin umurunda değil çünkü bu düzen adaletin değil rantın düzeni.

Adaletin olmadığı bir ülkede ekonomik büyümeden, kalkınmadan, toplumsal huzurdan söz edemezsiniz. Adaleti çürütürseniz ekonomiyi çökertirsiniz; adaleti çürütürseniz toplumu çökertirsiniz. Şimdi buradan açıkça soruyorum: Bu bütçeyle adaleti mi güçlendireceksiniz yoksa patronları ve rantçıları daha da mı zengin edeceksiniz? Bugün yargının esas sorunu, şu ya da bu eksiğin tamamlanması, şu ya da bu yanlışın düzeltilmesi değil yargının tek adam himayesine sokulmuş olması, Hâkimler ve Savcılar Kurulu ile Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğunun Cumhurbaşkanı, geri kalanının da iktidar çoğunluğunun oluşturduğu Meclis tarafından seçiliyor olmasıdır. Hâl böyle olunca bu HSK'den başka bir şey beklemek de yanlıştır. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Hâkimler ve Savcılar Kurulu son olarak 22/10/2024 tarihinde Yargıtay üyeliği seçimi yapmıştır. Yargıtayda 12 ceza dairesi, 12 hukuk dairesi mevcuttur. Yargıtay üyeliğine seçilenlerin 4'ü başsavcı, 2'si Adalet Komisyonu Başkanı ve Genel Sekreter Yardımcısıdır, sadece 2'si kürsüden gelen hâkimdir yani dalında uzmanlaşmış ve alt derece mahkeme kararlarını denetleyebilecek nitelik ve vasıfta olması gereken Yargıtay üyeliğine, yıllarını idari görevle geçirmiş, kürsüyü yıllardır adliye binası gezerken görmüş, en büyük özellikleri iktidarın isteklerini emir telakki etmiş kişiler seçilmiştir. Hadi hepsi tamam da bu ülkede liyakat sahibi bir kadın hâkim de mi yoktur, 8 üye de erkektir? Bunun özellikle cevaplanmasını istiyorum. Hâl böyle olunca tabii ki davalar uzar, benim işçimin kıdem tazminatı, ev sahibinin tahliye davası yıllarca inceleme sırası bekler, çıkan kararlar da yanlış ve hatalı çıkar. Bu durum ise tabiri caizse "Böyle HSK'ye böyle Yargıtay." dedirtir. Özellikle siyasi davalara bakan mahkemelerin artık tamamen AKP'lileştirilmiş, dolayısıyla siyasi iktidarın ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda karar veren mahkemeler hâline getirilmiş olması da cabasıdır. Sayın Adalet Bakanına soruyorum: Başkanı bulunduğunuz HSK'de Danıştay ve Yargıtay üyeliği için yapılan seçimlerde hangi prensipleri, hangi ilke kararlarını uyguladınız? Seçilen arkadaşların liyakat ölçüsü nedir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) - Seçmiş olduğunuz üyelerden kaçının ceza dairesinde, kaçının hukuk dairesinde görev aldığını hiç merak edip sordunuz mu?

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde Cumhurbaşkanını protesto etmenin, sokak röportajlarında, haşa, Cumhurbaşkanını eleştirmenin tutuklanmayla sonuçlandığı bir karanlık dönem yaşanmaktadır.

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Olgun.

HAKAN ŞEREF OLGUN (Devamla) - CMK'de sıralanan tutuklama sebeplerine "Erdoğan'ı eleştirme" maddesini eklediniz, kalkmış "Düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, fikir özgürlüğünün olmadığı bir yerde gelişme olmaz." açıklamaları yapıyorsunuz; hadi oradan! Nasuh Mahruki'nin tutuklama gerekçesine bakalım: "Seçimlerde devletin kurum ve organları tarafından usulsüzlük yapıldığı yönünde algı oluşturmak." Eğer algı yönetimi suçsa sizin İletişim Başkanlığınızın her gün bu gerekçeyle tutuklanması gerekmez mi? Çünkü algı yönetiminin kitabını yazan bir kurumdan bahsediyoruz. Toplumda iktidarın lehine algılar oluşturmak, gerçeği eğip bükmek ve propaganda yapmak da bir algı yönetimi değil midir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.(İYİ Parti sıralarından alkışlar)