| Konu: | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 10.12.2024 |
DEM PARTİ GRUBU ADINA BERDAN ÖZTÜRK (Diyarbakır) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası alanda gerçekten sıcak gelişmelerin yaşandığı, dakika dakika yeni gelişmelerin ortaya çıktığı bir süreçten geçiyoruz. Tabii, bu süreçleri anlayabilmek için genel olarak bir tablo çizmek gerekiyor, ben de bunu çizip sizinle paylaşmaya çalışacağım.
Şimdi, bildiğiniz gibi, küresel çapta biçim değiştiren iki kutuplu dünya sistemi soğuk savaş döneminin kodlarından ne yazık ki kurtulamamıştır. Günümüz uluslararası sistemin özünde ve amacında emperyalizmin farklı boyutlarının yeniden üretilmesi vardır. Dünya enerji kaynaklarının paylaşımından -ki bu paylaşımları zamanımız yeterli olmadığı için, detaylı olarak daha önce paylaştığımız için burada tekrar etmeyeceğim- ayrıca, küresel ölçekte ticaret savaşlarının giderek kızışmasına kadar sermaye odaklı krizlerin ve çelişkilerin sonucunda yaşanan bölgesel savaşların, darbe girişimlerinin ve benzeri müdahalelerin sebep olduğu tahribatlar, kapitalist modernitenin ölümcül yan etkileri karşımızda durmaktadır. Özellikle çok kimlikli ülkelere dayatılan ulus devlet sistemi bir nevi deli gömleği gibi toplumsal ve sosyal travmaları sürekli diri tutmaktadır. Tekçi ulus devlet modelinin dayatıldığı Orta Doğu coğrafyasının genelinde Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilen yapay sınırlar başta Kürtler olmak üzere birçok farklı kimliğin meşru öz yönetim hakkını gasbetmiş ve burada üretilen çelişkiler bölgesel ve küresel güçler arasındaki rekabetin asıl zeminini oluşturmuştur. Soğuk savaş sonrası başta Orta Doğu olmak üzere Latin Amerika'dan Uzak Doğu Asya'ya, Afrika'dan Balkanlara ve Doğu Avrupa'ya kadar dünyanın her köşesinde yaşanan krizlerin telafisi zor bir çözümsüzlük hâline dönüşmesinde emperyalist müdahalelerin büyük payı bulunmaktadır. Soğuk savaştan bu yana Yugoslavya, Irak, Suriye, Libya, Afganistan gibi bölgelerde halklar, dinler ve mezhepler arasında derin çelişkiler oluşurken ulus devlet sisteminin yan etkilerinin ne tür tahribatlara sebep olduğu da açıkça tecrübe edildi. Söz konusu ülkelerde devlet idaresi ile egemen ulus ilişkisinin bölgesel ve küresel güçlerin müdahaleleriyle büyük bir dönüşüme tabi tutulduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Burada esas mesele, dış etkenlerin müdahalesine fırsat vermeden ülkelerin iç dinamikleriyle krizleri en hafif zararla atlatabilme kabiliyetine ve toplumsal bir olgunluğa erişebilmesini mümkün kılabilmektir. Bu bağlamda, mevcut krizlerin kapsamlı çözümü adına askerî güç ya da zor kullanmaktan ziyade siyaset kurumuna ve müzakere kültürüne ihtiyaç duyulduğu tartışmasız bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Ne yazık ki başta Türkiye olmak üzere Suriye'de, Irak'ta, İran'da, Filistin, İsrail ve Kafkasya'da diplomatik ve siyasi kanallar alabildiğine kısıtlanmış, güvenlikçi ve militarist yaklaşımlar bağlamında askerî yöntemler ve kirli savaş metotlarına sıklıkla başvurulmuştur. Bu tarzda ısrar edilmesinin bedelini de tüm bölge halkları ödemek zorunda kaldı, kalıyor.
Değerli arkadaşlar, bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. Bildiğiniz gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilmesi vesilesiyle böyle bir gün ilan edildi. Tabii, bu beyannamenin iki maddesi var. Zamanım yeterli olmadığı için maddeyi sizlerle paylaşmayacağım ama temelinde herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka inançlarına bakılmaksızın eşit olduğu, eşit haklara sahip olduğu vurgulanmıştır. Türkiye de bu sözleşmenin bir tarafı birçok ülke gibi. Tabii, sözleşmenin devamında toplumsal barışın olmazsa olmazları sıralanıyor; özgürlüklerin korunmasından hukukun üstünlüğüne, adil yargılanma hakkından halk iradesinin yerelden merkeze kadar yansıtılmasına ve saygı duyulmasına kadar demokrasinin asgari ölçüleri bu sözleşmede detaylandırılmaktadır. Bunları neden paylaşıyoruz? Çünkü bu hakları dikkate almayan ülkelerde toplumsal barış zedeleniyor, çok kimlikli toplumlarda egemen ulus-ezilen ulus ilişkisi bir hastalık gibi yayılıyor ve Türkiye'de tecrübe ettiğimiz üzere, zamanla ırkçılığa, ayrışmalara ve çatışmalara yol açıyor.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, bölgemizde 2010 yılından bu yana Arap Baharı'yla başlayan bir süreç... Halkların demokrasi, özgürlük, eşitlik talebiyle eyleme geçtiği, bu talepleri dillendirdiği bir dönemde çoğu ülkede -Tunus, Suriye, Mısır gibi ülkeler- bildiğiniz gibi, bazıları -Suriye örneğinde Esad rejimi- halka saldırarak, tutuklamalar yaparak, halkı katlederek cevap verdi ve 2011 yılından, on üç yıldan beri de 500 bin insan yaşamını yitirmek zorunda kaldı. Talep edilen haklar belli, belirttiğimiz gibi; eşitlik, özgürlük talepleri vardı, onurlu bir yaşam talepleri vardı. Şu anda Esad devrildi, bildiğiniz üzere, Mısır'da da yine Tunus'ta da o dönemki liderler -diktatörler daha doğrusu- otoriter rejimler, otoriter rejimleri yöneten diktatörler bırakmak zorunda kaldılar, bazı yerlerde de katledildiler. Sonuç itibarıyla Esad ayın 8'inde ayrıldı, ülkeyi terk etti. Peki, burada, Suriye'de bir rejim ya da bir devrim oldu havası görebiliyor muyuz, değişen, değişecek bir şeyler görebiliyor muyuz? Bunu cevaplayabilmemiz için Suriye'deki kimliklerin eşit temsiliyet hakkına sahip olup olmayacağına bakarak biz ancak böyle bir karara varabiliriz. Suriye'ye demokrasi ve toplumsal barışı ÖSO ve onunla hareket eden cihatçı çetelerin getireceğini beklemek de amiyane tabirle saflık olur.
Bakınız, söz konusu Suriye, söz konusu kuzeydoğu Suriye olunca şunu açık, net bir şekilde görüyoruz: Şu anda Münbiç'e ÖSO çeteleri, AKP destekli ÖSO çeteleri saldırıyor, Kobani'yi bombalıyorlar tekrar ve Kobani'de de saldırılar söz konusu.
Şimdi, Kobani'den başlayalım. Bütün değerli milletvekilleri, sayın milletvekilleri Kobani sürecini çok iyi bilirler. Kobani'de insanlar -burada daha önce de belirtmiştim, tekrar etmekte fayda var olayın sıcaklığından kaynaklı olarak- bir, Kürtleri, sadece Kürt halkını savunmadı; oradaki halkların geleceğini savundu, insanlık onurunu IŞİD gibi barbar çetelere karşı savundu. Dönemin Cumhurbaşkanı, şu andaki Cumhurbaşkanı o dönem diyordu: "Kobani ha düştü, ha düşecek." Bakınız, burada bir daha belirtelim, Kobani o dönemde düşmedi. Sayın Cumhurbaşkanı bugün de kuzeydoğu Suriye'yle ilgili tehditler savuruyor. Çözüm tehditlerde değil; çözüm tehditlerde hiçbir zaman olmadı, olmayacak. Siz güneyinizde ÖSO gibi, şu anda Afganistan'daki Taliban zihniyetinde bir komşu istiyorsunuz. Bu komşunun Türkiye halklarına ve bölge halklarına bir faydası olmaz. Bakınız, daha bugün Salih Müslim bir röportajında açık, net bir şekilde ifade ediyor, geçmiş yıllarda söylediği gibi: "Biz, Türkiye'yle oturmaya, diyalog kurmaya hazırız." Peki, neden ısrarla tehditler, neden ÖSO Münbiç'e saldırtılıyor ve destek veriliyor? Neden bugün Mıştenur Tepesi, tabii, yaptığı eylemden sonra "Arin Mirkan tepesi" olarak anılan yer bombalanıyor? Bakınız, Arin Mirkan, çetelere karşı kendisini feda ederek oradaki insanları, oradaki toprağı yani Suriye'nin toprağını, kuzeydoğu Suriye'nin toprağını savundu. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Oranın bombalaması gelecek açısından kimseye ama hiç kimseye bir fayda sağlamaz. Dünden beri dinlediğim hatipler konuşmalarında Suriye'nin bütünlüğü... Tamam, sonuna kadar biz bunu da söylüyoruz. "Suriye halkları kendi gelecekleriyle ilgili bir karar versinler." diyorlar. Bu söylemlerin altına sonuna kadar imzamızı atarız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BERDAN ÖZTÜRK (Devamla) - Başkanım, tamamlıyorum.
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
BERDAN ÖZTÜRK (Devamla) - Fakat oradaki Kürtler, on üç yıldır ağır bedeller ödeyerek şu anda kendilerince Araplarla birlikte, Türkmenlerle birlikte, Süryanilerle birlikte özgür, eşit bir yaşam sürdürüyorlar. Buraya yapılan müdahale, bu yaşama müdahale bu yaşam tarzına, bu sisteme, bu yönteme müdahaledir. Burada, Genel Kurulda bunun altını çizerek belirtelim.
En son şunu söyleyelim: Özetle, toplumsal barışı sağlamayan ve ortak değerlerini oluşturmayan çok kimlikli toplumlar ülkeyi en nihayetinde bir arada tutamamıştır. Ulus devlet anlayışına dayanmayan, demokratik ulus, demokratik değerler etrafında şekillenen, tüm toplumların eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde bir arada yaşayabildiği bir düzen hedeflenmelidir diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)