GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:32
Tarih:12.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA DOĞAN DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce... Sayın Bakanımızı bugün çok eleştirdiniz, ben de Bakanlıkla ilgili eksikleri ve önerilerimizi Gelecek ve Saadet Grubu adına yazdım. Ancak Bakü'deki 29'uncu COP etkinliğinde, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda özellikle Sayın Bakanımıza ve çalışma arkadaşlarına çok teşekkür ediyorum; biz orada Türkiye'mizi, ülkemizi çok iyi bir şekilde temsil ettik, o yüzden teşekkür etmeden geçemeyeceğim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Meclisimizi ve buradan bizleri dinleyen halkımızı saygıyla selamlıyorum.

2025 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının bütçesini değerlendirirken ülkemizin çevre, şehircilik ve iklimle ilgili sorunlarına da dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu alandaki eksiklikler ve hatalar yalnızca bugünü değil geleceğimizi de tehdit etmektedir. Öncelikle deprem konusunu ele almak istiyorum.

6 Şubat depremlerinin üzerinden aylar geçti, hâlâ çadır ve konteynerlerde bin türlü zorluklar içinde yaşayan vatandaşlarımız var. Herkes için, her millet için bu kürsüden sesler yükseliyor fakat kendi vatandaşlarımız, depremzedelerimiz hâlâ büyük sıkıntılar içinde; çadırlara, konteynerlere kar, yağmur doluyor ve seslerine kulak vermemiz gerekiyor. İstanbul'un çok büyük bir deprem riski var. Elâzığ'ın, Malatya'nın, Manisa'nın zeminlerini de göz önünde bulundurursak çok büyük olası deprem riskleri var. Ben size 99 depreminin merkezine yakın bir yer olan İzmit merkezden örnek vereyim. İzmit merkezde olası bir 6'dan büyük depremde binlerce bina yerle bir olur. İnanmayan, itiraz eden varsa İzmit'te Doğu Kışla'dan Orduevine kadar birlikte yürüyelim; bakalım ne diyeceksiniz, ne göreceksiniz?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye aktif fay hatları üzerinde bulunan bir deprem ülkesidir; bu, koskoca bir gerçek, bu gerçekle yaşamayı öğrenmek zorundayız ancak üzülerek belirtmeliyim ki geçmiş yıllarda yaşanan yıkıcı depremlerin ardından hâlâ yeterli dersler alınmamıştır. Bakanlık ve bağlı kurumlar deprem yönetimi konusunda ciddi eksiklikler sergilemektedir. Depreme dirençli şehirler inşa etmek ve mevcut yapılarımızı depreme dirençli hâle getirmek konusunda çok çok gerideyiz bu noktada. Ülkemizin deprem kuşağında yer aldığı bir gerçek. Bu gerçek, kentsel dönüşüm projelerinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır ancak mevcut uygulamalar hem hız hem de kapsam açısından maalesef yeterli değildir. Ülke nüfusunun yüzde 25'inin yaşadığı İstanbul'da, yapılan araştırmalara göre, kentte bulunan yapıların sadece yüzde 1'inin yıkılması durumunda dahi 500 bin insanımız hayati tehlikeye girecek durumdadır. Hâl böyleyken İstanbul'umuzda maalesef ki binaların yüzde 25'i riskli, bu dilimin içindeki yüzde 25'in ise çok riskli durumda olduğu ortadadır. İstanbul'un nüfus yoğunluğunun azaltılması ve daha dengeli bir demografik yapıya kavuşturulması deprem riskini yönetmede önemli bir stratejidir. Bu amaçla, ekonomik ve sosyal teşvikler yoluyla nüfusun diğer bölgelere dağılması ve böylece hem İstanbul'daki yoğunluğun azaltılması hem de diğer şehirlerin kalkınması, desteklenmesi gerekmektedir. Bu gerçek karşısında ne yaptık? Peki, ben söyleyeyim: Yapılanlar koskoca çölde bir küçük kum tanesi. Bakın, buradan çok açık bir şekilde söylüyorum, şair diyor ki: "Yarın geç olmakla meşhurdur." Evet, tam olarak olası bir İstanbul depremi sonrası o enkazların altından kimseler kalkamaz, yok olur gideriz, perişan oluruz, dünyaya da rezil oluruz. Olası bir İstanbul depremi Türkiye'nin doğrudan bağımsızlığıyla ilgilidir. Sanayi, teknoloji, lojistik, gıda onlarca temel ihtiyaç İstanbul üzerinden gönderiliyor. Gayrisafi millî hasılanın yüzde 30'undan bahsediyorum. Bu oran TÜİK verisi, eminim ki daha fazladır. İstanbul'un olası deprem riski memleket meselesidir, İstanbul'un olası deprem riski Türkiye'nin bağımsızlık meselesidir. Deprem ve kentler deyince akla ilk gelen elbette kentsel dönüşüm oluyor. Bu konuda önümüzdeki sorun şu ki kentsel dönüşüm projelerinde sosyal adalet göz ardı ediliyor, dar gelirli vatandaşlarımız dönüşüm projelerinden yeterince faydalanamıyor; ayrıca, projelerde genellikle yerel halkın görüşleri alınmıyor. Bu sorunun çözümü de şudur: Kentsel dönüşüm süreçlerine katılımcı bir model benimsenmelidir. Bu sayede vatandaşların projelere aktif olarak dâhil edilmesi hem sosyal huzuru hem de projelerin başarısını artıracaktır. Ayrıca, dar gelirli aileler için daha fazla sosyal konut üretimi sağlanmalı ve bu konutların erişilebilirliği artırılmalıdır. Finansman eksikliklerinin giderilmesi için uluslararası kalkınma fonlarından daha fazla faydalanılmalıdır. Ne yazık ki kentsel dönüşüm konusunda hâlâ büyük eksiklerimizin olduğu da çok açık bir gerçektir.

Mevcut yapı stokunun depreme dayanıklılık analizleri hâlâ tamamlanmamış durumdadır. Riskli binaların tespit edilip güçlendirilmesi yetersiz kalmıştır. Afet sonrası acil müdahale ve koordinasyon çalışmaları eksik, afet sonrası geçici barınma alanlarının planlanması ve hazırlığı da yetersizdir. Kentsel dönüşüm projeleri rantsal kaygılarla yürütülmekte, afet riskini azaltmak yerine yeni riskler yaratılmaktadır. Sosyal dengeyi gözetmeyen dönüşüm uygulamaları mağduriyetlere yol açmaktadır. Şehirlerimiz hâlâ büyümekte ancak bu büyüme çoğu zaman plansız ve sürdürülebilirlikten uzaktır fakat akıllı şehir uygulamalarının yaygınlaştırılması bu soruna çözüm sunabilir. Şehir planlamasında uzun vadeli bir vizyon eksikliği bulunmaktadır. Trafik, enerji tüketimi ve atık yönetimi gibi alanlarda verimlilik sağlanmamaktadır. Bu noktada akıllı şehir projelerine daha fazla kaynak ayrılmalı ve bu projeler tüm şehirlerimizde yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle enerji ve su yönetimi alanlarında yenilikçi teknolojiler teşvik edilmelidir. Ayrıca, kent planlamasında doğal afet riskleri göz önüne alınarak daha dayanıklı şehirler inşa edilmelidir. Tüm Türkiye genelinde yapı stokunun dijital bir envanteri oluşturulmalı, riskli yapılar ivedilikle güçlendirilmelidir. Kentsel dönüşüm projeleri yerel halkın katılımıyla ve şeffaf bir şekilde yürütülmelidir. Afet planları ulusal düzeyde yeniden ele alınmalı, yerel yönetimlerin kapasitesi artırılmalıdır. Afet fonları doğru ve şeffaf şekilde kullanılmalı, bu kaynaklar başka alanlara aktarılmamalıdır. Kentsel dönüşüm projelerinin temel amacı güvenli, yaşanabilir, çevre dostu kentler yaratmaktır ancak uygulamada bu hedeflerden sapılmıştır. Örneğin, planlama hataları; çoğu proje altyapısı, kapasitesi, yeşil alan ihtiyacı, sosyal doku gözetilmeden yürütülmektedir. Sosyal etkiler gözetilmemektedir, mahalle kültürünü yok eden uygulamalar vatandaşların sosyal bağlarını koparmaktadır. Çevresel etkileri çok kötü kentsel dönüşüm projelerinde yeşil alanlar yok edilmekte, çevresel sürdürülebilirlik göz ardı edilmektedir. Kentsel dönüşüm projeleri çevresel sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlayacak şekilde planlanmalıdır. Dönüşüm projelerinde yalnızca bina yenileme değil altyapı, ulaşım ve sosyal donatı alanları da kapsayıcı şekilde ele alınmalıdır. Vatandaşların hak kayıplarını önlemek için etkin bir denetim mekanizması kurulmalıdır.

Türkiye'nin çevre kirliliği mücadelesi yetersizdir. Özellikle hava, su, toprak gibi kirliliği ciddi boyutlara ulaşmış iklim değişikliği etkileri her geçen yıl daha fazla hissedilmektedir. Türkiye'de birçok şehir Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği sınırların üzerinde hava kirliliğine sahiptir. Termik santrallerin ve fosil yakıt tüketiminin etkileri kontrolsüz şekilde devam etmektedir. Hava kirliliği özellikle büyükşehirlerde halk sağlığını tehdit eden ciddi bir sorundur. Mevcut politikalar bu konuda etkili bir iyileşme sağlamaktan maalesef ki uzaktır. Burada sorun şu ki sanayi kaynaklı ve ulaşım kaynaklı emisyonlar yeterince denetlenmemekte, hava kalitesini artırmaya yönelik önlemler yetersiz kalmaktadır. Burada çözüm de şudur: Hava kalitesi izleme istasyonlarının sayısı artırılmalı ve bu istasyonlardan elde edilen veriler karar alma süreçlerinde daha etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Ulaşımda düşük emisyonlu araçların kullanımı teşvik edilmeli, toplu taşıma yatırımları artırılmalıdır. Ayrıca, sanayi tesislerinin çevresel etkileri sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Su kaynaklarının tükenişi büyük bir sorun. TÜİK ve Devlet Su İşlerinin verileri Türkiye'nin farklı bölgelerinde su varlıklarının dengesiz dağılımını ve bazı bölgelerde ciddi su sıkıntısı yaşandığını göstermektedir. Özellikle Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgelerindeki yetersiz yağışlar ve artan sıcaklıklar su kaynaklarının azalmasına yol açmaktadır. Bu durum, içme suyu temini ve tarımsal sulama için büyük sorunlar oluşturmaktadır. Barajlardaki doluluk oranları azalmakta, yer altı suları bilinçsizce tüketilmektedir. Su kaynaklarının kirlenmesi ekosistemleri ve tarımsal üretimi tehdit etmektedir. Su kaynaklarımız iklim değişikliğinin etkisiyle giderek azalmaktadır. Tarımsal sulamada kullanılan geleneksel yöntemler su israfını artırmakta ve kuraklık riskini büyütmektedir. Su kaynaklarının korunmasına yönelik altyapı yatırımları maalesef yetersizdir. Tarımsal sulamada modern yöntemler yaygınlaştırılmamış ve suyun adil paylaşımı hâlâ sağlanamamıştır. Akıllı sulama sistemleri yaygınlaştırılmalı ve tarımsal su kullanımında tasarruf sağlayabilecek politikalar devreye alınmalıdır. Yer altı su kaynaklarının korunması için kapsamlı bir ulusal strateji oluşturulmalı, adalet sağlamak için etkin bir denetim mekanizması oluşturulmalıdır. Bu konu önceliğimiz hâline gelmeli ve su hakkında olan yanlış algıyı, "hiç bitmeyecek" algısını değiştirmeliyiz çünkü üzülerek ifade etmeliyim ki su kaynaklarımız hem tükeniyor hem de çok ciddi kirletiliyor. Atık yönetimini bir türlü yoluna koyabilmiş değiliz. Atık yönetimi ve geri dönüşüm uygulamaları maalesef yetersizdir. Plastik kirliliği ve tehlikeli atıkların bertaraf edilmesi konusunda somut adımlar atılmamaktadır; bu noktada, hava kirliliğiyle mücadele için temiz enerjiye geçiş hızlandırılmalıdır. Su kaynaklarının korunması için etkin bir su yönetim stratejisi uygulanmalı, arıtma tesisleri yaygınlaştırılmalıdır. Atık yönetiminde sıfır atık hedefleri daha somut projelerle desteklenmeli, belediyelerin geri dönüşüm kapasitesi artırılmalıdır. İklim değişikliğiyle mücadelede eksik ve yetersiz politikalar var. İklim değişikliği yalnızca çevresel değil sosyal, ekonomik bir krizdir ancak Türkiye'nin bu alandaki politikaları hâlâ yetersizdir. İklim değişikliği ülkemizi derinden etkileyen küresel bir krizdir. Kuraklık, aşırı hava olayları gibi etkiler yaşam koşullarımızı maalesef tehdit etmektedir.

Türkiye, Paris Anlaşması'na taraf olmuş ve 2053 yılı için net sıfır karbon hedefi koymuştur ancak bu hedeflere ulaşmak için atılması gereken somut adımlarda eksiklikler elbette mevcuttur. Yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılmasında ilerleme kaydedilse de fosil yakıtlara olan bağımlılığımız hâlâ çok yüksek. Ayrıca, karbon ticaret sistemi ve yeşil finansman mekanizmaları tam anlamıyla devreye alınmamıştır; bu konuda yenilenebilir enerji yatırımlarına daha fazla teşvik sağlanmalı, fosil yakıtlara verilen destekler kademeli olarak azaltılmalıdır. Karbon ticareti sisteminin altyapısı hızla tamamlanmalı ve özel sektörün bu alanda aktif rol alması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca, yerel yönetimlerin yeşil projelere erişimini kolaylaştıracak hibe ve kredi programları mutlaka geliştirilmelidir. Tüm bunlar yapılmadığı için emisyon azaltımı konusunda Türkiye Paris İklim Anlaşması'ndaki taahhütlerini yerine getirmekte gecikiyor. Uyum çalışmalarında ise iklim değişikliği etkilerine uyum sağlamak için somut bir ulusal strateji planımız hâlâ maalesef eksik. İklim değişikliğiyle mücadelede finansman kaynaklarının yetersiz olduğu çok açık görülmektedir. Yenilenebilir enerji yatırımları teşvik edilmeli, fosil yakıt bağımlılığı mutlaka azaltılmalıdır. İklim değişikliğine uyum stratejileri yerel yönetimlerle birlikte hazırlanmalıdır. Tarımda su tasarrufunu artıracak teknolojiler yaygınlaştırılmalı, kuraklık riski azaltılmalıdır. Doğal kaynaklarımızın korunması ve biyolojik çeşitliliğimizin sürdürülebilir şekilde yönetilmesi sadece çevre politikalarının değil ekonomik ve sosyal politika alanının da ayrılmaz bir parçasıdır.

Ormansızlaşma, madencilik faaliyetleri ve kontrolsüz yapılaşma nedeniyle doğal alanlarımız hızla yok olmaktadır. Ayrıca, artık yönetimindeki etkinlik sağlanmamış ve geri dönüşüm alanları hâlâ düşük seviyelerdedir. Bu konuda da orman alanlarının korunması ve genişletilmesi için daha etkili denetim mekanizmaları oluşturulmalı, yasa dışı madencilik faaliyetlerine karşı caydırıcı önlemler alınmalıdır. Geri dönüşüm oranlarının artırılması için Sıfır Atık Projesi daha geniş bir kesime yayılmalı ve özel sektörle iş birliği artırılmalıdır. Bunun yanı sıra, yerel yönetimlerin bu konuda daha aktif rol oynaması teşvik edilmelidir. Türkiye genelinde olası bir depremde büyük yıkıma neden olacak 2000 yılı öncesi inşa edilmiş, doğru bir mühendislik hizmeti almamış ve riskli olarak tanımlanan yapıların dönüştürülmesi gerekiyor fakat Bakanlık yalnızca belirli bölgelerde kentsel dönüşüme gitmekte, gerçek anlamda risk taşıyan yapılar bir kenara bırakılmaktadır. "Kentsel dönüşüm" adı altında yapılan bu düzenlemeler sadece büyük şirketlere büyük paralar kazandırır, halka bir katkısı olmaz, halkın güvenliğini sağlama amacı da taşımayacaktır.

Öte yandan, maalesef bilimden uzak bir anlayışla hazırlanan deprem yönetmelikleri ise halkın can güvenliğini tehlikeye atan bir diğer unsurdur. 2018 yılında güncellenen yönetmelikler mühendislerin sahada kolayca uygulayabileceği yöntemden de uzaktır. Sadece akademik ve karmaşık bir dille kaleme alınmış olması da yönetmeliğin yalnızca kâğıt üzerinde bir tedbir olduğunu kanıtlamaktadır. Bilimden uzak, uygulama zorluklarıyla dolu düzenlemeler toplumu afetlere karşı daha korumasız hâle getirmektedir. Deprem gibi hayati bir konuda alınması gereken önlemlerin bilimsellikten uzak olması yalnızca yönetimin halktan ne denli kopuk olduğunu değil, aynı zamanda toplumu koruma sorumluluğundan ne kadar uzaklaştığını da göstermektedir.

6 Şubat depremlerinin ardından çıkarılacak çok ders var, bunlardan biri de jeoloji mühendislerine yeterli kadro açılmamasıdır. Ülkemiz bir deprem ülkesi ve bu gerçeği kabul ediyorsak her il ve ilçe belediyesinde o il ve ilçe nüfusuna göre yeterli sayıda jeoloji mühendisinin istihdam edilmesi zorunlu bir hâle getirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada mesele bağcıyı dövmekten ziyade üzüm yemek; vatandaşlarımız kavgadan, gürültüden, uzlaşı kültüründen uzak ve ayrıştırıcı söylemlerden artık bıktı, usandı. Bu kürsü halkın kürsüsü, bu kürsü uzlaşının, halkın faydasını gözetecek halkın vekillerinin kürsüsü. Bu niyet ve samimiyetle 2025 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı kapsamında karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümü için özetle ve yineleyerek şu somut önerilerde bulunuyorum: Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artıracak ve enerji verimliliğini teşvik edecek kapsamlı ulusal bir strateji oluşturulmalıdır. Kentsel dönüşüm projelerinde sosyal adalet sağlanmalı ve dar gelirli vatandaşlarımızın konut ihtiyacı önceliklendirilmelidir. Atık yönetiminde geri dönüşüm oranlarını artıracak politikalar geliştirilmelidir. Su kaynaklarının korunması ve akıllı sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması için gerekli bütçe artırılmalıdır. Akıllı şehir uygulamaları yaygınlaştırılarak şehirlerimiz daha yaşanabilir hâle getirilmelidir. Hava kirliliğiyle mücadele için daha etkili denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Çevre dostu ulaşım projeleri desteklenmelidir. Sonuç olarak, çevre ve şehircilik politikalarımızda daha yapıcı ve uzun vadeli bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğine inanıyorum.

Tekrar ifade ediyorum: İstanbul'un olası deprem riski memleket meselesidir, İstanbul'un olası deprem riski Türkiye'nin bağımsızlık meselesidir. Bu bütçe görüşmeleri ülkemizin çevresel sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine ulaşması için de önemli bir fırsattır.

2025 yılı bütçe görüşmelerinin tüm milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Bütçelerin halkımızın lehine, halkımızın refah düzeyini yükseltmesi yönünde kullanılmasını temenni ediyorum ve hep birlikte yaşanabilir bir ülke için mücadele etmek istiyorum.

Zamanım var, son bir şey daha anlatayım Sayın Başkan. Dün İngiltere'deydim, üç gün boyunca Londra'da, İngiltere Parlamentosunda, Meral Danış Beştaş ve Kani Torun vekillerimizle birlikte çalışmaya katıldık. Orada ilginç bir vatandaşla karşılaştık; vatandaşın adı Afzal Khan, Manchester'ın ilk Müslüman Büyükşehir Belediye Başkanı. Pakistanlı bu arkadaşımız daha sonra 5 dönem Bakanlık yapıyor ve Gazze'yi savunduğu için, İsrail'e karşı çıktığı için kendi partisi tarafından eleştirildiği için Bakanlıktan istifa edip milletvekilliği yapıyor. Bu arkadaşımızın bir ricası var; özellikle Suriye'de son yaşanan olaylarda mutlaka Türkiye'nin rol alması ve orada Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyacak, kollayacak ve asla insanları geçmiş dönemde olduğu gibi ayrıştırmadan herkesin bir arada yaşayabileceği bir mekanizmanın çalıştırılması gerektiğini ifade etti. Bu arkadaşımızın ilginç bir anısı da var, onu da söyleyeyim, dedi ki: "Ben 1996 yılında Erbakan Hoca'yla tanıştım, Erbakan Hoca bana 'Siyasete gir.' dedi ve ben Erbakan Hoca'nın sayesinde siyasete girdim. Önce Belediye Başkanı oldum, sonra Bakanlık yaptım ve şimdi de milletvekiliyim." Bu vesileyle, Sayın Erbakan'a da rahmet diliyor, buradan saygılarımı iletiyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)

Bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)