GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:35
Tarih:15.12.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA SELCAN TAŞCI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ Parti Grubu adına Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi üzerine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bütçesini görüştüğümüz Bakanlıkların Sayın Bakanlarına ve bürokratlarına da hoş geldiniz diyorum.

Türkiye'de muhalefetin varlık sebebi iktidar ne diyorsa tersini demekmiş gibi bir konumlandırma var hâlbuki bütün karşıtlığımızı, itirazımızı koruyarak eğer doğruysa, eğer milletin hayrınaysa aynı şeyleri söylüyor olmaktan, ortak düşünceye sahip olmaktan imtina etmediğimiz, etmeyeceğimiz birçok alan var. O alanlardan bir tanesi güçlü aile, güçlü toplum, güçlü Türkiye hedefi. Aile, bence de mukaddes ve muazzezdir; aile, bence de toplumun kilit taşıdır ve o kilit taşı tahrip edilirse o toplum için güruhlaşma kaçınılmazdır, dejenerasyon kaçınılmazdır -Kültür Bakanlığı bütçesinde detaylı anlattım- o sosyal çürüme kaçınılmazdır.

Değerli milletvekilleri, her fırsatta ne diyor Sayın Cumhurbaşkanı? "Ailede çözülme olursa millet olarak varlığımızın tehlikeye girmesi kaçınılmazdır. Aile temeli sağlam olmayan toplumlar ayakta kalamazlar." Doğru, aileyi bir millî güvenlik unsuru olarak konumlandırıyor -ki bu da doğru- ona bir millî savunma değeri atfediyor -ki yanlış değil bu da doğru- ama böylesi stratejik bir rolün bütçedeki karşılığı nasıl yüzde 2,76 olabilir? İşte, bunu anlamamız mümkün değil bizim, bu payın 2022'den bu yana 1 puan -ki 150 milyara denk geliyor- düşmüş olmasını anlamamız mümkün değil. 407 milyar 10 milyon 627 bin lirayla mı korunacak Türk milletinin varlığı bu durumda? Bir tek sarayın fiziksel varlığını korumak üzere yapılan günlük rutin harcamanın yıllık toplamının yanında dahi devede kulak, maalesef, bu rakamlar. Toplumsal varlığımız ortadan kalktıktan sonra hangi iktidar, hangi seçim, hangi millet, hangi devlet, hangi saray?

Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Programı'nın merkezî bütçedeki payı ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 0,11. Şimdi, ortaya konan ve doğru da bulduğum ve gerçekleşmesine destek olunması gerektiğine de inandığım amacın ulviliği, iddianın büyüklüğü ile onun finansmanı için ayrılan pay arasındaki orantısızlık bu kadar derin olunca, çelişki bu kadar büyük olunca biz sormak zorundayız: Siz aslında ağzınızdan dökülenin tam tersine, millî varlığın yok olmasını mı istiyorsunuz ki onun temeli, teminatı olan aileyi emanet ettiğiniz Bakanlığı bütçenin en dar, hareket kabiliyeti neredeyse bulunmayan dilimlerinden birine sıkıştırıyorsunuz? Bunu ne akıl kabul eder ne mantık kabul eder ki etmiyor da zaten; evlenme oranları düşüyor, boşanma oranları artıyor.

Şifa olsun niyetine oluşturulan Aile ve Gençlik Fonu'ndan sağlanan destek, bırakın yuva kurmayı o yuvanın anahtarını insanımızın eline vermeye yetmiyor. İstanbul Planlama Ajansına göre 2024'te İstanbul'da evlenme maliyeti neredeyse 1 milyon lira, ilk ev kiralama maliyeti -işte, o, depozitosu, emlakçısı vesaireyle- 100 bin lira. Fondan sağlanan 150 bin liralık kredi çoğu yerde düğün salonuna yetmiyor, çeyize yetmiyor. Gençler istedikleri kadar sevsinler birbirlerini, aile olmaya niyet etsinler; barınma yoksa, beslenme yoksa, iş yoksa yani geçim yoksa öyle samanlık seyran falan olmuyor, tam tersine mezar oluyor gençlerimize. Hem Polis Akademisinin verilerine göre hem Adalet Bakanlığının verilerine göre kadın cinayetlerinin temelindeki ortak payda ağırlıklı olarak geçim sıkıntısı.

Belli ki suyun başındakiler Bakanlığın varlığını da misyonunu da angarya görüyor aslında ama bu bakanlık kadınlardan sorumlu. Yeri gelmişken söyleyeyim "Niye 'kadın' adı yok Bakanlıkta?" diye yaygın bir eleştiri var; bu durum, kadını aileye hapsetmek olarak yorumlanıyor; ben buna çok katılmıyorum. Dünyada nasıl uygulanıyor, ona da baktım çünkü tutarlı olmak zorundayız biz de yani bütün diğer verilerde "Batılı ülkeler" diye başlıyorsak söze Aile Bakanlığının adıyla ilgili de Batı'da durum ne diye baktım; genelde bir tek Almanya'da "aile, kadın, yaşlılar ve gençlik" diye detaylandırmışlar, onun dışında birçok Avrupa ülkesinde de "aile politikaları, eşitlik, sosyal uyum" şeklinde konumlandırılmış bu bakanlık. Ki kadınlar açısından da asıl başarı, kendisine tahsis edilen bir bakanlık adı elde etmek değil, hak mücadelesini insan hakları çerçevesinde, erkeklerle ortak haksızlık ve hukuksuzluklara karşı temel hak ve hürriyetler için yapılabilir hâle getirmektir bana göre; cinsiyetine özel haksızlığa, hukuksuzluğa, negatif ayrımcılığa uğramıyor hâle gelebilmektir.

Dediğim gibi, Bakanlığın sorumluluk alanlarından biri de kadınlar; o kadınlar ki her gün öldürülüyorlar. 2002 ile 2024 verilerini karşılaştırınca kadın cinayetlerindeki artış tam 6 kat. Her gün dövülüyor bu ülkede kadınlar, her gün sövülüyorlar, eziliyorlar, sürünüyorlar. Ekonomik çöküş, terör... Ya, terörün bile, onun bile metaforu ne üzerinden? "Analar ağlamasın." diye anlatıyoruz her şeyi. Bu durumda, bu ülkede herkesten önce ve herkesten çok bizim anamız ağlıyor aslında.

2024 yılında bu ülkede kadınlar, hâlâ fıtratlarında kölelik olmadığını ispata çalışıyor; hâlâ bedenlerinin kimsenin malı mülkü olmadığını, kendi bedenlerinin yalnız, ancak kendilerine ait olduğunu ve bunun aslında bir anayasal hak olduğunu, vücut dokunulmazlığını anlatmaya çalışıyorlar; hâlâ başörtüsünün yobazlık, mini eteğin ahlaksızlık olmadığını; hâlâ tesettürün rejim düşmanlığı, kırmızı rujun, ojenin, kahkahanın sapkınlığa davetiye olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Hâlâ ülkemizde okuma yazma bilmeyen kadınlar var ve 1,5 milyondan fazla sayıları; hâlâ istihdamda yüzde 30'dalar. İş gücüne katılımda TÜİK'i bile baz alsanız OECD ülkeleri arasında en kötü durumdayız. Bir tek işsizlik oranlarında erkeklerin önünde kadınlar biliyor musunuz? Cinsiyet eşitsizliğinde 146 ülke arasında 127'nci sıradayız ki bunu Suudi Arabistan'ın dahi altındayız diye özetlesem başka söze gerek kalmaz herhâlde.

2006-2024 karşılaştırmalarında kadınlar ekonomik katılımda, siyasi güçlenmede, her alanda gerilemiş. Kadınların gerileme başlıklarından biri ne biliyor musunuz? Hayatta kalma. Ve sanki onlar için yapılacak hiçbir şey kalmamış gibi bu bütçeden en düşük ikinci pay ayrılmış bu kadınlara oysa yapılacak çok şey var gelir tedbirlerinden başlayarak. Zira sosyoekonomik durum güçlendikçe kadına şiddet riski azalıyor, yok olmuyor ama azalıyor ve biz, maalesef, bu başlıkta negatif büyüyoruz. Mağdur kadınları değil fail erkekleri cezalandıran bir soruşturma, kovuşturma, rehabilitasyon, infaz düzenlemesi inşa etmeye kadar yapılacak birçok şey var. Aslında, Bakanlığın da risk haritaları oluşturmak gibi, aile rehberliği gibi iyi niyetleri var ama bu bütçeyle imkânsız; kim oturursa otursun o koltuğa imkânsız! Çünkü bu bütçe, maalesef, iki eli bağlayan bir görünmez pranga olur o koltukta oturana.

Oysa "angaryadan sorumlu" muamelesi gören Bakanlık, bizim çocuklarımızdan sorumlu; o çocuklar ki Sıla, Narin, Müslime ve daha binlercesi evlerinde güvende değiller, okullarında değiller, yurtlarında değiller. Çok acı, çok trajik, çok travmatik; baba kucağı, amca, dayı, abi, dede kucağı kimi için bu dünyadaki en tehlikeli yer çünkü bütün istatistikler çocuk tacizlerinin yüzde 80-90 oranında o çocuğun birinci derecede yakınından olduğunu gösteriyor.

242.875 mağdur çocuk ne demek, bir düşünün; yüzde 89,7'si suç mağduru ve bunun yüzde 11,8'i cinsel suçlar. Adalet Bakanlığı verileri şimdi söyleyeceklerim: 2015-2023 arasında Çocukların Cinsel İstismarı Dosya Endeksi yüzde 94 artmış yani sekiz yılda neredeyse 2'ye katlanmış. 12 yaşındaki çocuğa tecavüz edip "18 gözüküyordu." dediği için serbest kalan yaratıklar var ya bizim ülkemizde, hepimiz biliyoruz. Yani düşünün, hangi kadın, hangi çocuk tecavüze rıza gösterebilir, şiddete rıza gösterebilir? Ama engelli bir çocuk tecavüze uğrarken ona tecavüz eden sapıklar "Bağırmadı." dediler diye serbest kaldılar. Bunun böyle olduğuna inanabilen, varsayabilen hâkimler var bu ülkede.

Ailesinden aldığınız çocuğu güvende olsun diye devlet babaya, devlet anaya emanet ettiniz; o kötü, fena ailenin yerine onu ikame ettiniz ama bu çocuklar ki devlet korumasındayken terör örgütünün pençesine düşebiliyorlar, Mersin'de yaşandı; devlet korumasındayken tecavüze uğrayabiliyorlar, Zonguldak'ta yaşandı; devlet korumasındayken ölüleri bulunuyor bir tenhada, Bursa'da yaşandı; fuhşa, uyuşturucuya batıyorlar, İstanbul'da sayısız örneği var. Çocuklar bu kötülük çağında yapayalnız ve savunmasızlar ve çoklar aslında, nüfusun yüzde 26'sını oluşturuyorlar.

Aslında bu, ne kadar büyük bir şans onların kıymetini bilebilen bir ülkeye; sağlıkla büyüyebilseler, iyi yetişebilseler o "güçlü Türkiye" idealinin potansiyel mimarları her biri ama bir çocuk refahı politikası oluşturabilsek aslında gerçekten onlar için. Ama o çocuklar açlar -TÜİK söylüyor bunu- yüzde 62'si ekmek, makarnayla karın doyuruyorlar, gelişimleri bozuluyor, hastalıklı büyüyorlar hâlbuki doymak değil, beslenmek onların temel hakkı.

15-17 yaş grubunda her 6 çocuktan 1'i çalışıyor ve sadece bu yıl o çocuklardan 66'sı iş cinayetlerinde katledildi sanayide, inşaatta, tarlada. Biz geçenlerde Adana'ya gittik, Çukurova'daki geçici tarım işçileriyle buluştuk. Orada sadece tarlaların arasındaki bir kanala çit çekilmediği için 2 çocuk can vermiş, düştüğü için o kanala. Şimdi, bu çocuklardan 11'i de MESEM'lerde, yine devletin gözetimi altındayken aslında hayatlarını kaybettiler. Sabah Serap Hoca iş dünyasının ara eleman ihtiyacından bahsetti; evet, böyle bir ihtiyaç var ama bu ihtiyacı karşılamanın yolu -maalesef, çok yanlış anlaşıldı, yorumlandı herhâlde- devlet himayesinde bir köle düzeni tesis etmek değil, o düzenin parçası hâline getirmek değil çocukları. 4-10 yaş grubunda çalışırken ölen çocuklar var bu ülkede, bu nasıl olabilir? Çünkü aslında 15 yaş altı çocuk işçiliği yasak.

OECD'nin çocukları en yoksul 2'nci ülkesiyiz Kosta Rika'dan sonra. Yoksulluk ve sosyal dışlanma risk oranımız yüzde 40, Avrupa'nın en kötüsüyüz bu durumda. OECD'ye üye AB ülkeleri arasında çocuk evliliklerinde ilk sıradayız. Kimse bununla yüzleşmeye cesaret edemiyor; mesela neden evlendirilmiş bu çocuklar? Ya da şöyle sorayım: Bu ülkede tecavüzcüsüyle evlendirilen kaç çocuk var; kaç çocuk tecavüz çocuğunu doğurmaya zorlandı bu ülkede anneleri, babaları, kendi dar mahalleleri ve aslında baskın, egemen kültür eliyle?

Çok acil, bir çocuk koruma eylem planı hazırlamak zorundayız biz. "Kanunlar var."la gelmesin kimse karşımıza; evet, kanunlar var ama -ben bunu her defasında söyledim, kendimi tekrarlamak hiç umurumda değil, söylemeye de devam edeceğim- aslında kanunun var olmasının uygulamanın da var olduğu anlamına gelmediğine dair en çarpıcı örnek: Evet, bizim bir Çocuk Koruma Kanunu'muz var ama o kanuna aykırı şekilde mahkemede tecavüzcüsüyle karşı karşıya getirildiği için o korkudan kalp krizi geçirip ölen çocuğumuz da var.

Çocuğa şiddet riskini arttıran başfaktörlerden biri yetersiz eğitim. Çok iyi denk geldi Sayın Millî Eğitim Bakanının da burada olması. Harika çocuklar yasası ya, bundan imtina edecek ne olabilir? Bu kadar mı yoz bakıyorsunuz gerçekten kültüre? Çocuğa bu kısır bakışı reva gören yetişkinler nasıl eğitilebilir mesela? Ben de en az Sayın Bakan kadar, belki ondan daha fazla çocuğumun millî, manevi değerlerle yetişmesini isterim ama bu ülkede mesele dinse, mesele imansa, mesele ezansa o ezanların hürriyetini de borçlu olduğumuz cumhuriyet projesini tasfiye ederek, Atatürk'ü tasfiye ederek bunun yapılamayacağını da bilirim. Ben de çocuğum inançlı yetişsin isterim ama çocukları kefene sararak, sınıflarına tabut sokup başında ağlatarak ne millî eğitimin verilebileceğini ne de güzel ahlak, edep, erdem tesis edilebileceğini de bilirim. Bu şekilde, yalnız ve ancak ruh sağlığı bozuk nesiller yetiştirebiliriz biz.

Çevrim içi suçlar çok önemli, burada işin büyüğü aslında muhalefete düşürüyor. İktidarın, elbette bunu gerekçe gösterip temel hak ve hürriyetlerimizi kısıtlayacak; bizi bir kalemde etki ajanı, dezenformasyon elemanı kılacak düzenlemeler yapma ihtimali olabilir ama biz, bu kaygıyla dijital işgal gerçeğini yok sayamayız. Batı'nın küresel salgın varsaydığı ve önlem alma ihtiyacı duyduğu çevrim içi suç gerçeği var, giderek büyüyor ve özellikle 7-10 yaş arası çocuklar hedef tahtasının tam ortasındalar.

Yine, sorumluluk alanları angarya görülen bu Bakanlığa bizim engelli vatandaşlarımız emanet. O engellilerin -ki Niğde'de devlet koruması altında kaybettik geçenlerde birisini, burada hep beraber gözyaşı döktük- güvenlikleri ihmal ediliyor, hijyenleri ihmal ediliyor. Apartman şeklinde engelli bakım merkezi olur mu mesela ya? Yani bu bile onların hayata erişimini asıl ne kadar içselleştiremediğinizin bir göstergesi.

Yaşlanan bir nüfusumuz var bizim. O yaşlılar ki itiliyorlar, kakılıyorlar ama en çok yalnızlaşıyorlar. Tıpkı engelliler gibi yaşlılar da yok sayılarak oluşturulan bir sözde nizam var. Başta şehirlerin sokağı, caddesi, binası, parkı, bahçesi, her alanıyla fiziki koşulları olmak üzere engelli ve yaşlıları aktif yaşamın içinde tutmaya dönük hiçbir şey yok maalesef. Bakanlığın Ulusal Vefa Programı'nı ben çok kıymetli buluyorum ama aslında o yalnızlaşmaya gelmeden o yalnızlaşmayı önlemenin temel yolunun, sebeplerinin teşhisi olduğunu düşünüyorum. Başta kentleşme tarzımız olmak üzere belki üzerinde biraz daha fazla çalışmak gerekli. Ve elbette hem engelli hem yaşlılar için bakım merkezlerinin, koruma merkezlerinin, huzurevlerinin, hepsinin kapasiteleri çok yetersiz, çok denetimsizler ayrıca; maalesef, ilk başta verdiğim örnekteki gibi vahim olaylar yaşanabiliyor.

Evet, bu Bakanlığa başka kimler emanet? Bir de aslında aldığımız her nefesi borçlu olduğumuz şehitlerimizin aileleri emanet. Bazen burada bir gün, bir gece fazla çalışmanın zor geldiği, fazladan birkaç saatimizi feda edemediğimiz bu vatana kolunu, bacağını, gözünü, kulağını feda eden gazilerimiz emanet. Ben Komisyonda da söyledim, çok utandım ayrılan payı görünce; söyleyeyim, hep birlikte de utanalım: 15 Temmuzda yaralanma derecesine bakılmaksızın "gazi" ünvanı verip de terörle mücadelede aldıkları derin yaraların izlerini bir ömür vücutlarında taşıyacak olanlara engel şartı getirerek kendi aralarında da böldüğümüz, rehabilitasyon ve fizik tedavi merkezlerine erişimde yaşadıkları güçlükler başta olmak üzere saymaya kalksam hepimizi gerçekten insanlığımızdan da utandıracak onca sorunu çözüm bekleyen gazilerimiz ve şehitlerimizin emanetleri için Bakanlık bütçesinden ayrılan pay yüzde 0,03; 125 milyon 303 bin lira. Bu da aslında "Gaziysen bana ne? Git, evinde otur." demenin başka bir biçimi, başka bir şekli, daha bürokratikçe olanı değil mi?

Bu Bakanlık bir de kimlerden sorumlu? Yoksullardan, garibanlardan, muhtaçlardan. Onlar ki 2 çuval kömürü, 1 koli gıdayı onlara dünyaları bahşetmek gibi sunarak, dahası seçim sandığında ödenmesi gereken bir borçmuş gibi sunarak sosyal devlet olgusunu yerle yeksan eden anlayışın velinimetleri bir yandan da ama nedense bir türlü onların mahallelerine uğramıyor omuzlarında yükselen iktidarın kimilerini çok kolay zengin edebilen siyaseti. Onlar, muhtaç oldukları sürece kullanışlı varsayılıyorlar; bu yüzden bitirmek yerine yönetilmek isteniyor yoksullukları; bu yüzden sosyal yardımlaşma ve dayanışma, yarayı iyileştiren değil derinleştiren bir işleve dönüştürüldü sistemli şekilde. Uyuşturucu gibi aslında alıştırıyorlar, alıştırılan bünyeyi işe yaramaz hâle getiriyorlar, iş yapamazlaştırıyorlar ve sonra buna "devrim" diyorlar.

TÜİK'e göre ülkede her 7 kişiden 1'i temel ihtiyaçlarını -eğitim, barınma, sağlık, temel ihtiyaç dediklerimiz- karşılayamıyor -ne ekmek ne su- aç ve açıktalar. Derin yoksulluk yüzde 70'lere dayanmış, her 6 haneden 1'i elektrik faturasını ödeyemiyor. Bu tabloya "Ne kadar da çok vatandaşımıza devletin şefkat elini uzatıyoruz." diye gururlanabilenler var, bu tabloya bakıp da bunu "devrim" diye tanımlayabilenler var. Devrimmiş sosyal hizmet politikası. Sosyal hizmet devrimi nasıl olur biliyor musunuz? Bu ülkede bir tek çocuğu yatağa aç göndermeyerek olur; okullarda açlığa, pisliğe, hastalığa terk etmeyerek olur. Tüketimi artırarak devrimi değil ama devrilmeyi, yerle yeksan olmayı sağlayabilirsiniz. Yoksulluk yardımla değil planlı eğitimle, planlı üretimle, planlı istihdamla azalır. Tüketimi artırarak ülkeyi büyütemeyeceğiniz gibi, tüketim bağımlılığı oluşturarak da yoksulluğu küçültemezsiniz. O yoksulluk ki cinayetin de sebebi, bağımlılıkların da sebebi, boşanmaların da sebebi; aslında yaşadığımız sosyal cinnetin sebebi.

Son olarak, ben özellikle çocukların ailelerinden de korunabileceği, hatta devletin kurumlarından da korunabileceği, kendi içinde bir denetim mekanizması da olan, bunun işletilebildiği bir çocuk politikasının gereğine inandığım için Bakanlığın İlk Öğretmenim Aile Projesi'ni de önemsiyorum. Uygulamada ebeveynlik ehliyeti olup olmadığını denetler ve gereğinin de yapılmasını sağlar şekle bürünebilirse eğer çok işe yarayabileceğine de inanıyorum.

Komisyonda bir "nüfus politikası kurulu" oluşturulacağını söylemişti Sayın Bakan; bu çok önemli ama ne olur, bu sadece nüfus artış hızına endeksli çalışan bir yapı olmasın. Millî çıkarların korunmasıysa burada çıkış noktası, mevcut nüfus yapısının da gerçekçi bir analizini -kapalı nüfus sayımı dâhil- yapalım bu kurulun çalışmalarıyla. Hem sığınmacı kaçak nüfus tartışması bitsin böylelikle hem de menşeleri, yaşları, cinsiyetleri, eğitimlerini bilelim; dejenerasyondaki rollerini analiz edebilecek doğru veriye sahip olabilelim ve bir talebim var: Bu kurul, veri çalışmalarını, lütfen güvenilirliği sıfırın altına düşmüş hâldeki TÜİK'le yürütmesin.

Her iki Bakanlığın da bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)