GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 6'ncı Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:35
Tarih:15.12.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA MEHMET AKALIN (Edirne) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakanlar, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin yükseköğretim kurumları üzerine İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Üniversiteler sadece üst seviyede eğitim veren kurumlar değil, aynı zamanda araştırma yapan, teknoloji geliştiren, bilgi üreten, topluma yön veren, toplumun bilimin ışığında yönlendirilmesine vesile olan ve aydınlanmanın mihenk taşı olan kurumlardır. Üniversite demek, serbest düşünce demektir. Dolayısıyla, üniversitelerin olmazsa olmazlarından biri özerk olmalarıdır.

İlk olarak, ülkelerin kalkınmasında, aydınlanmasında bu kadar önemli rol oynayan üniversitelerin durumunu ülkemiz açısından birkaç başlık üzerinden değerlendirmek istiyorum. Mesela, üniversite sayısı. Bakın, Türkiye'de şu an 209 üniversite var, yaklaşık 7 milyona yakın da öğrenci var. Üniversite altyapısı yani hoca sayısı, eğitim materyalleri, fiziki imkânları olduğu sürece ve daha önemlisi mezun ettiğiniz öğrenciler mezun oldukları alanda iş bulabiliyor ve ülke ekonomisine katkı sağlayabiliyorlarsa üniversite sayısını 1.000'e de çıkarabilirsiniz, sıkıntı yok ancak ülkemizde bu 209 üniversitenin birçoğunun altyapısı eksik, birçoğunda eğitim verecek alan hocaları eksik. Ya, peki, mezun öğrenciler iş bulabiliyor mu? Hayır. Bakın, resmî rakamlara göre, mezunların yüzde 30 ila yüzde 35'i iş bulamaz durumda, iş bulanların yarısına yakını da kendi alanında iş bulamıyor. Öğrenciler üniversitedeyken işsiz sayılmıyor, ne kadar çok öğrenci o kadar düşük işsizlik oranı, bu sebeple işsizlik oranı da düşük görünüyor.

Peki, gelişmiş ülkelerde sayı nasıl, ona bakalım: Avrupa'nın birçok ülkesinde temel yani her alanda lisans ve yüksek lisans eğitimi veren üniversite sayısı ortalama 100-150 civarındadır. Diğerleri genelde meslek yüksekokulu veya yüksekokullardır yani "Üniversite sayısını artırdık." deyip bunu başarı olarak sunmak doğru değildir. Üniversite açmak yerine mesleki ve teknik eğitim sorununu çözüp yüksek eğitimin üzerindeki yükü atıp üniversitelerin önünü açsaydınız bu kadar verimsiz üniversite açmak zorunda kalmaz, üniversitelerimiz de sanayimiz de çok farklı durumda olurdu. İşte, o zaman gelişmiş ülkeler gibi yüksek eğitimin yanında teknoloji geliştiren, toplumu bilgilendiren üniversiteler ile meslek okulları ve mesleki ve teknik eğitim yüksekokullarıyla da sanayinin istediği mesleki eğitimi almış elemanlar yetiştirirdiniz.

Peki, bu kadar üniversitemiz var, dünya üniversiteleri içerisinde ne durumdayız, ona bakalım. İlk olarak dünya üniversite sıralamalarına bir bakalım. URAP verilerine göre, 2011 yılında dünyada ilk 1.000'e giren üniversite sayımız 20 iken 2024'te bu sayı sadece 9'a düşmüştür. Yine, 2011 yılında dünyada ilk 500'e giren üniversite sayımız 5 iken maalesef, 2016'dan beri sıfırdır.

Bir diğer önemli değerlendirme ise üniversitelerin özgürlüğü ve özerkliğidir. Bu konuyu ele alırken Avrupa'daki yükseköğretim sistemlerinin önemli bir değerlendirmesi olan Avrupa Üniversite Özerkliği Raporu'na baktım. Ülkemizle ilgili bazı sonuçlar var, onlar üzerinden değerlendirme yapmak istiyorum. Bu çok geniş bir rapor, ben burada konuyu birkaç cümleyle özetleyeceğim. Bu raporda üniversitelerin özerklikleri örgütsel yani yönetici belirleme, mali, istihdam ve akademik özgürlükler üzerinden değerlendiriliyor. Örgütsel istihdam, akademik özgürlük ve özerklik üzerinde durmak istiyorum. Örneğin, bu raporda "Türkiye, rektör belirleme sürecinin üniversitelerin kendilerinin elinde olmadığı tek örnek olarak belirginleşmektedir." deniliyor. Yani "Bu liste içerisinde rektörünü kendisi atayamayan, kendisi belirlemeyen üniversitedir." diyor.

Şimdi, tabii, üniversitede rektör seçimleri zaten tam demokratik şekilde yapılmıyordu; bu doğru, sizden önce ceberut dönemi de var, bu da doğru ancak 2018 yılında yani partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle tamamen Cumhurbaşkanının uhdesine alınmıştır.

Şimdi, burada, 2018'de bu değişiklik yapılmadan önce çok önemli bir hamle yapıldı, doçentlik ve profesör olma şartı değiştirildi, ondan sonra da zaten üniversite kadroları, rektörlükler âdeta bir teselli ikramiyesi olarak görülmeye başlanmıştır. Mesela neler oldu? Bazı örneklere bakalım. Rektör olacak kişinin milletvekilliği bitiyor, rektör yapılıyor; belediye başkanlığı bitiyor, rektör yapılıyor. Mesela, yine başka bir örnek, başka bir siyasi partiden transfer ediliyor ve daha sonra, bu transfer yapıldıktan sonra da mükâfat olarak "Şimdi de sizi rektör yapalım." diyorlar, rektör yapıyorlar. Milletvekili seçilemiyor, belediye başkanı seçilemiyor, rektör yapılıyor. Neredeyse rektörlük, dekanlık gibi kadro atamalarında kriterlerin başında AK PARTİ'li olma şartını getirdiniz. Sizi tebrik ediyorum, yükseköğretimde yeni bir dönem başlattınız; sizin bu yaklaşımınızı rektörler de kendi alt kadrolarında yaptılar ve yükseköğretimde nepotizm dönemini başlattınız.

Ha, sizden önce ceberut dönemi de var, onu da anlatayım: 1995-2003 yılları arası. O dönemin ceberut icraatları sizin iktidarınızın hazırlanmasına önemli katkı sağlamıştır, bunu da belirteyim. Bunu ikna odalarını görmüş ve ona karşı bugünün mağrurları o gün masa altında saklanırken mücadele vermiş birisi olarak söylüyorum. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar) O dönemde bile liyakat bu kadar ayaklar altına alınmamıştır, yükseköğretim bir siyasi partinin kontrolüne girmemiştir.

Bakın, şu gördüğünüz tablo Akademik Özgürlük Endeksi'dir, Türkiye ve OECD ortalaması karşılaştırmasıdır. 1980 darbe dönem ile sizin döneminiz yani partili Cumhurbaşkanlığı dönemi aynı seviyede, biliyor musunuz? Ceberut dönemi bile sizin döneminizden, bakın, daha yüksek seviyede. Geldiğimiz nokta aynı yani 1980'le aynı seviyedeyiz.

Şimdi, 2023'te, 179 ülke arasında Özgürlük Endeksi'nde 166'ncı sıradayız. Bizden sonra Kuzey Kore var, dikkatinizi çekerim. Özgürlük Raporu'nda ülkemiz, maalesef, OECD ülkeleri arasında, 38 ülke yükseköğretim sistemi arasında son sırada yer alıyor. Bunun yanında mali bağımsızlık, araştırma alanlarındaki özgürlük konularında da son sıralarda yer alıyoruz. Üniversitede yapılan bu yanlışlıklar neticesinde, üniversitelerin gerçek anlamda bağımsız düşünme ve yenilikçi projeler geliştirme kapasitesi ciddi şekilde zayıflamaktadır.

Bilimsel makale konusunda nüfusumuza göre yayın sayımızda eksiklik yok ancak bunun toplumsal menfaate dönüşmesinde eksiklikler var, bu da yapmış olduğunuz yanlışlıklardan ve nepotizmden kaynaklanıyor. Bunu nereden söylüyorum? Üniversitelerde üretilen bilimsel çalışma ve o çalışmaların niteliğinden söylüyorum. Bakın, şimdi bunu nasıl ölçüyoruz? Üniversite çalışmalarımızın toplumsal menfaat ve zenginliğe dönüşmesini daha iyi anlamak için yapılan çalışmaların yani yayınların etki değerine, bir de atıf yayın oranına bakmakta fayda var; bu da işte, bu gördüğünüz tablo, bu tablo o değerleri gösteriyor. Bakın, OECD ülkeleri arasında 3,30 etki değeriyle sondan 2'nci sıradayız. Yine, atıf alma oranlarında da yüzde 50'lerde son sıralardayız. İşte, bu yüzden, üniversitelerde ve yanlış politikalar neticesinde yapılan çalışmalar toplumsal menfaate dönüşmüyor.

Şimdi de son olarak, bu gördüğünüz tabloyla üniversite öğretim elemanlarımızın ekonomik durumunu, yine bahsettiğim o dönemlerle yani sizin nepotizm döneminizle, buzdolabının bile olmadığı 80’li yıllarla ve 1995-2003 ceberut dönemiyle karşılaştırmak istiyorum.

Burada gördüğünüz alttaki çizgi asgari ücrettir -asgari ücretin satın alma gücünü burada konuşmak istemiyorum- kırmızı olan ise araştırma görevlilerinin maaşlarıdır, yeşil olan da profesör maaşlarıdır. 1980’li yıllarda yani gördüğünüz şu dönemde profesör maaşı asgari ücretin ortalama 15 katı, araştırma görevlisinin maaşı ise ortalama 5 katı. Ceberut dönemde yani 1995-2003 yılları arasında profesör maaşı asgari ücretin -gördüğünüz gibi- 9 katı. Peki, araştırma görevlisinin maaşı nedir? Aşağı yukarı 4 katı. Gelelim sizin döneminize yani nepotizm dönemine. 2018’den bu yana profesör maaşı asgari ücretin ortalama 4 katı, araştırma görevlisinin maaşı ise ortalama 3 katıdır; bu da üniversite hocalarımızı getirdiğiniz durumu gösteriyor.

Evet, şimdi, buradan yaptığınız bu atamalarla ve verdiğiniz ücretlerle öğretim elemanlarımıza şunu söylüyorsunuz: "Senin üniversitede kalmanı, atamanı ben sağladım. Benim sayemde rektörsün, benim sayemde dekansın, onun için ne dersem yapmak zorundasın." Öğretim elemanlarına da diyorsunuz ki: "Ne maaş verirsem o maaşa çalışmak zorundasın." Peki, karnını bile doyurmakta güçlük çeken, çalışmadaki önceliği sadakat olan bir bilim insanımızdan teknoloji geliştirmesini nasıl bekleyeceğiz? Cumhuriyetin yeni yüzyılında dünya teknolojik gelişmelerle yarışırken biz üniversite hocalarımızın liyakatine değil sadakatine bakarak atamalar yaparsak üniversitelerimiz bilimde nasıl yol alacak, mesafe alacak?

İYİ Parti olarak önerecek çok şeyimiz var ancak sonuç olarak birkaç şey söylemek istiyorum: Üniversitelerin özerk yapısına kavuşturulması için yükseköğretim sistemi yeniden yapılandırılmalıdır. Evet, üniversite sayısı çok fazladır, üniversite yapısı tekrar gözden geçirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Akalın.

MEHMET AKALIN (Devamla) - Mesleki ve teknik eğitim yeniden yapılandırılmalı, yükseköğretim alan yüksekokullarına dönüştürülmelidir ve üniversiteler üzerindeki yük de azaltılmalıdır. Birçok üniversitede altyapı tamam değildir, üniversitenin altyapısı tamamlanmalı, tamamlanamıyorsa bölgeye göre alan yüksekokullarına çevrilmelidir. Üniversitede hocalarımız ve tüm personel ekonomik olarak çok zor durumdadır, öğretim elemanlarımızın ekonomik şartları düzeltilmelidir. Üniversite atamalarında, rektör atamaları başta olmak üzere nepotizm terk edilmelidir. Liyakat tekrardan hâkim kılınmalıdır. Bütçeden, üniversitelerin sanayi ve sektörlerle yapacakları AR-GE çalışmalarına destek olunmalıdır. Bu sebeple, yükseköğretim sistemimiz için yeniden yapılandırma çalışmaları başlatılmalı, buna göre bütçe yeniden gözden geçirilmelidir.

Yüce Meclisi ve asil Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)