GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:39
Tarih:19.12.2024

SAADET PARTİSİ GRUBU ADINA SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; keşke bugün Adalet Bakanımız burada olsaydı, KHK'lerden bahsedeceğim.

Evet, KHK'ler, değerli hukukçularımızın tabiriyle bir beyin kanaması olarak toplumun üzerindeki etkilerini hâlâ sürdürüyor. Dile kolay, 15 Temmuzdan sonra 2 milyon 217 bin kişi adli işlemden geçirildi. Tabii, bunların tamamı KHK'lileri ifade etmiyor ama bize bu sistemin nasıl bir olağanüstü hâl rejimi doğurduğunun fotoğrafını çekiyor.

Değerli arkadaşlar, hepiniz çok iyi biliyorsunuz ki bunların içinde sizlerin, bizlerin arkadaşları, komşuları var. Bu süreçlerde sizlerin birçoğunuzun da içinin yandığını biliyorum. Burada sizlerin içinden yakınlarının mağduriyetlerini ispat etmek için çırpınanlar olduğunu da biliyorum ama yüz binlerle ifade edilen sivil ölümleri nasıl bu derece içimize sindirdiğimizi inanın bilmiyorum; neden sesimizin çıkmadığını ve nasıl birlikte olan biteni uzaktan izlediğimizi bilmiyorum. Nice insan hukuksuz süreçlerde can çekişirken, birileri rövanşist biçimde ellerini oluştururken, birileri kendilerine verilen hukuksuz yetkileri pervasızca kullanırken bizler adalete olan inancımızın bu şekilde tarumar edilmesine nasıl göz yumabildik bilmiyorum. Adına "OHAL Komisyonu" denilen ama aslında kamuoyunda "oyalama komisyonu" olarak nam salan bir kurumu, "kurum kanaati" "kurum üst amirlerinin yetkisi" denilen ve aslında karar alıcıları gizleyen kavramları, "iltisak" "irtibat" denilen ve uluslararası ceza, idare hukuklarında asla yeri olmayan gayrihukuki nitelendirmeleri, ekli listede yer alan ve aslında legal olan banka, dershane, sendika üyesi gibi ithamları nasıl kabullenebildik, nasıl içselleştirirebildik? Üstelik bir de ihraç edilenler ihraç sebeplerini yıllarca öğrenememişken. Dahası, OHAL sona erdiği hâlde Anayasa’nın hükmü aleyhine olmak kaydıyla o dönemde alınan kararların hükümleri maalesef geçerli kılındı.

Önümde bir yıl öncesinin fotoğrafını çeken rakamlar var, onları sizlerle paylaşmak istiyorum: Bakın, 6.782 kişi hakkında soruşturma hâlen devam ediyor, 122.632 kişi hakkında mahkûmiyet kararı var, 34.488 kişi takipsizlik almış, 9.719 kişi ise beraat etmiş. Peki, beraat, takipsizlik almış da ne olmuş, görevlerine iade mi edilmişler, haklarına mı erişebilmişler? Elbette hayır. Mesela takipsizlik almış bir avukata "Sen ara bulucu olamazsın." denmiş, özlük hakları iade edilmeyenler olmuş. Beraate, takipsizliğe rağmen insanlar hak mahrumiyeti peşinde koşmaya devam etmişler ve devlete ortalama 4 farklı dava açmak zorunda kalmışlar; tabii ki bunlar, maddi, manevi bu mücadele gücünü kendinde bulunduranlar. Bir de aileleri parçalanmış olanlar, mağdur olan ikinci, üçüncü derecede akrabalar derken bu insanlar pasaport, bankada hesap açamama, noterde işlem yaptıramama, SGK'de konulan tahditler yüzünden iş bulamama derken yüzden fazla hak mahrumiyetinin konusu olmuşlar. İnsanın düşündükçe aslında vicdanı sızlıyor, yüreği parçalanıyor ve biz hâlâ sekiz yılın sonunda bu meselenin içinden nasıl çıkacağımızı, daha doğrusu neden çıkılmak istenmediğini konuşmak zorunda kalıyoruz. Bir sosyal yara, bir beyin kanaması tüm şiddetiyle sekiz yıldır devam ediyor ve hep birlikte işlediğimiz bu ortak kamusal suç, vicdanlara susturucu takmayı da kolaylaştırıyor. Hiçbirimiz kendimizi ne ahlaken ne de fiilen suçlu görmüyoruz. Hâlbuki gözümüzün önünde işlenen hukuksuzluk cürümleri ülkenin enerjisini de toplumun sinerjisini de hatta Kitab-ı Mübin'in tabiriyle ekini ve nesli ifsat ediyor, gücümüzü ve umutlarımızı yok ediyor. Düşünebiliyor musunuz, insanların yegâne tutamak noktası hukuk ama ortada hukuku ara da bulasın. Ne kurumların ne mahkemelerin ne de aklanma süreçlerinin bir hükmü var. Masumiyet karinesi denilen temel ilke yıllardır yerlerde sürükleniyor. Mahkemenin verdiği takipsizlik kararı idare mahkemesinin umurunda değil, AYM'nin aldığı kararları uygulayan yok; kendi devletinin, kendi mahkemelerinin kararını umursamayan bir devletimiz var.

Evet, bir süreç işliyor, sizi rakamlara boğmak istemiyorum ama bu kürsülere çıkıp çocuk haklarından ve bunun için neler yaptıklarından bahsedenlere, bu hukuksuzluk sürecinden en fazla çocukların etkilendiğini, onların psikolojilerinin bozulduğunu, eğitim dönemlerinin tarumar edildiğini, aslında içinde binlerce çocuğun olduğu bir neslin heder edildiğini hatırlatmak istiyorum. Evet, ihtiras sahiplerinin rakip olarak gördükleri, muhalif olarak baktıkları, istihbari bilgilerde "babası" "abisi" diye geçen notlardan, banka, sendika gibi sebeplerden, geçmişte suç olmayan eylemlerle alakalı hukukun geriye doğru işletilmesinden kaynaklı sebeplerle on binlerce çocuk dipsiz kuyulara atıldı, bilinmezlere itildi, gelecekleri çalındı ve en önemlisi bu çocukların ülkeleriyle, memleketleriyle, toplumlarıyla, devletiyle olan aidiyet bağları kurutuldu.

Ne kadar basit söylüyoruz "hukuksuzluk" "vicdansızlık" sözcüklerini ama bir de yaşamak var hem de yıllarca bitimsizce.

Şansına iş bulmuşsan KHK'li olduğun için asgari ücretin de altında üç kuruşa çalıştırmak var. "Ağaç kökü yesinler." deyişlerini suçunu bilmeyen ve suçsuzluğunu ispat imkânı olmayan insanlara bilfiil eziyet kabilinden dayatmak var. Öyle bir nefret halesi saldık ki topluma pandemi gibi, deprem gibi kriz süreçlerinde bile bu eğitimli, kıdemli insanlardan istifade etmeyi aklımızdan geçirmedik. Hemşiresi, doktoru, mühendisi, avukatı, hukukçusu, akademisyeni hiçbirinin gözünün yaşına bakmadık, onca yıl nice maddi külfetlerle yetiştirilen insan unsurunun onurunu da umursamadık. Bu arada meslekleri hızlıca sayarak geçiyorum ama sadece ihraç edilen akademisyen sayısının 15 bin olduğunun altını çizmek isterim, varın gerisini, nitelikli insan unsurumuzun nasıl tırpanlandığını siz hesap edin.

Peki, sorarım size: Kaplumbağa hızıyla sözde hukuk teslimi süreçlerini artık hızlandırma vakti gelmedi mi? Dünya bir üçüncü dünya savaşı emarelerine hazırlık yaparken iç barış sözleri terennüm edilirken bu insanlara da gerekli hakları bahşetme zamanı gelmedi mi?

Değerli milletvekilleri, sizler de çok iyi biliyorsunuz, terör örgütü bu insanların önemli bir kısmının ruh dünyasındaki bazı asil duyguları istismar ederek bir ihanet imparatorluğu inşa etti. Neydi bunlar? Türkiye'nin etki alanını büyütmek, dünyanın dört bir yanına İslam'ı yayıp, Türkiye'yi tanıtıp Türkçeyi yaygınlaştırmak, mazlum kimsesizlere el uzatmak. Günün sonunda bu insanların bu güzel duyguları manipüle edilerek, istismar edilerek bu ihanet şebekesinin bir parçası hâline getirildiler. O hâlde, bu meseleye daha sofistike bakmak zorunda değil miyiz? Bu insanların içlerinden suça bulaşmamış olanlarını tekrar ülkemizin insan kaynağına kazandırmamız gerekmez mi? Suça bulaşmış olanlarının kendilerini gerçek bir vicdani muhasebeye çekmelerini sağlayacak bir zemin oluşturmak gerekmez mi? Bunlar devletin sadece kudret eliyle mi olur zannediyorsunuz? Devletin şefkat elini devreye sokmamız gerekmez mi? Terör örgütü elebaşının öldüğü, örgütün kendi içinde birtakım ayrışma emareleri gösterdiği şu günlerde bu insanlara tutunabilecekleri hayırlı bir dal uzatmak terörle mücadele için elzem değil mi sizce de? Artık yakın tehlike geçtiğine göre yetişmiş insan kapasitesi konusuna daha sakin bir akılla yaklaşmamız gerekmiyor mu? Zulüm cenderesinden çıkmanın, kaybedilen tazmini güç yılların nedametini gerektiği tarzda getirmenin, bunca hukuksuz yıla tahammül eden itikadımızı ve dilimizden bir türlü dökülemeyen isyan cümlelerini sorgulayıp adil şahitler olmanın vakti gelmedi mi? Mademki insanlar bizi bu Meclis çatısı altına gönderdiler, artık bu görevi amasız fakatsız ifa etme zamanıdır. Kaplumbağa hızıyla ivedi olarak bu travmalardan kurtulma, kurtarma zamanıdır. Çok zor değil. Nasıl ki haklarında alınan kararlar bir imzaya baktı, o hâlde, buradan rücu etmenin şekli de ortak akla dayalı, ortak girişimlere bakar. Hatta, evet, yine o bir tek imzaya bakar. AİHM kararları, hakkımızdaki hukuk karneleri gücümüze gidiyorsa, o hâlde, bu meseleyi kimseyi katmadan, öz irademizle ele alalım. Adil yargılama süreçlerini hızlandıralım ki böylelikle gerçek suçlu ile suçsuzlar da ayrışsın. AİHM'nin kapısında adil yargılanma hakları ihlal edilen dosyaların birikmesine yaka silkmektense kendi insanımıza demokratik hukuk devleti olduğumuzu hatırlatalım. "Kanunsuz suç olmaz." ilkesinin ihlaliyle elin Batılısı önünde devletimizi küçük düşüreceğimize kanunsuz suç olmadığını kendi vatandaşımıza kendi yargı sistemimiz eliyle ispat edelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Ün.

SEMA SİLKİN ÜN (Devamla) - AİHM'nin bizi "Bu dosyalarda sistematik sorun var." diye sigaya çekmesinden gururumuz inciniyorsa eğer, onurları ve gururları yeterince kırılmış binlerce insanımızın mağduriyetini giderme adına gerekli önlemleri gelin, biz kendimiz alalım.

Kendi insanımıza, kendimiz için, kendimiz sahip çıkalım diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Saadet Partisi sıralarından alkışlar)