GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:39
Tarih:19.12.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA SERHAT EREN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de konuşmama başlamadan önce, 19 Aralık 2015 tarihinde, sokaklara çıkma yasağı döneminde katledilen Taybet anayı, Maraş'ta katledilen canları ve "Hayata Dönüş Operasyonu" adı altında katledilen tutsakları saygıyla, minnetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, geçen yıl tam da aralık ayında 11 bölüm ve 134 maddeden oluşan bir metin güncellenerek yeniden yayınlandı. Bu metin kuzey ve doğu Suriye toplumsal sözleşmesiydi. Bu sözleşmeyi tek bir cümlede anlatın derseniz, bir hukukçu olarak söylüyorum "Yeryüzündeki en demokratik sözleşmedir." derim. Çünkü bu sözleşme, 3 ile 5 milyon insanın yaşadığı Rojava'da bütün insanların toplumsal, hukuksal ve idari yaşam güvencesidir. Bu sözleşmede her türlü hak, temel hak ve özgürlükler güvence altına alınır, doğal haklar ve diller güvence altına alınır, keyfiyete yer yoktur; birlikte, bir arada yaşam uzun uzadıya anlatılır ve bunlar yazılı hâle getirilerek güvence altına alınır, kadın hakları ve kadın kazanımları en hassas başlıkları arasında yer alır, yüksek perdeden korunur ve geliştirilir.

Bakın, sözleşmenin giriş kısmına ilişkin birkaç şey söyleyelim. "Bizler kuzeydoğu Suriye halkı olarak zulme, zorbalığa, tekfire ve aşırılığa karşı direndik. Her türlü milliyetçiliği, dinciliği, cinsiyetçiliği ve bilimciliği reddederek demokratik ulus ilkelerini esas aldık. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler, Çerkezler, Çeçenler, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Ezidiler birleşerek ırkçılığa, ayrımcılığa ve dışlanmaya karşı herhangi bir kimliği göz ardı etmeden, geleceğin Suriyesini inşa etmek için kuzey ve doğu Suriye'de demokratik bir sistem oluşturduk." diyorlar. Bu sözleşmeyi hazırlayanlar, bu sözleşmeyi hayata geçirenler aynı zamanda her türlü asimilasyon, her türlü zorluk ve yok olma tehdidi altında kalan kişilerdir.

Değerli milletvekilleri, bakın, Osmanlı'nın son Halep Valisi, aynı zamanda Çankırı Milletvekili, en uzun süre görevde kalan TBMM Başkanı 1925 yılında bir Kürt raporu hazırlıyor ve bu Kürt raporunda ne diyor, onu söyleyeyim. Abdülhalik Renda, raporunda "Kürtler Suriye sınırında olmamalı. Kürtlere yaşam alanı tanımamak gerekir. Elimizden ne geliyorsa uygulamak lazım." diyor. Doksan dokuz yıl önce bunu söylüyor ve doksan dokuz yıl sonra bu zihniyet değişmiş değil, aynı politikalarla Suriye sınırındaki Suriye'de kalan Kürtlere ilişkin bakış açımızda zerreyimiskal bir değişiklik yok. 1925 yılında YPG'nin olmadığını da hatırlatmak isterim. Tabii, sonra ne oldu? Abdülhalik Renda'nın hayalleri 1970 yılında Baas rejimi tarafından hayata geçirildi. Nasıl geçirildi? 1970 yılında Arap Kemeri, Arap Kuşağı oluşturuldu. O dönem sınır boyunda kalan, yaşayan Kürtlerin tamamı göç ettirildi, oralar boşaltıldı, onların yerine Arap aileler ve Arap aşiretler yerleştirildi, böylece demografik yapı değiştirildi; Kürtçe yasaklandı, çocuklara Arapça dışında isim verilmesi yasaklandı. Yine buraya da dikkat çekmek istiyorum: 1962 yılında yapılan tartışmalı nüfus sayımında 120 bin Kürt yabancı addedilerek, ilan edilerek vatandaşlıktan çıkarıldı. Vatandaşlıktan çıkarılan bu Kürtler, kimlikleri ellerinden alınan bu Kürtler, sağlık, eğitim gibi konulardan, bu haklardan mahrum bırakıldılar. Büyük sefaletler yaşadılar Kürtler, toprakları ellerinden alındı, göç etmek zorunda bırakıldılar. Kürtçe eğitim ve yayın faaliyetleri yasaklandı, kültürel etkinlikleri bastırıldı. Kürt köylerinin isimleri değiştirildi, tarihî izler silinmeye çalışıldı. Tüm bu uygulamaları bir yerden biliyoruz yani tanıdık geliyor. Eminim hepiniz bu uygulamaların bir yerden tanıdık geldiğini tahmin edebilirsiniz. İşte, tarihin bütün bu kötülüklerini yaşayan Kürtler yüz yıl sonra kendi topraklarında, kendi evlerinde kendi dilleriyle var olmak istiyorlar, "Kimliğim budur, beni bu kimlikle tanıyın." diyorlar, başka bir şey demiyorlar. Bunun için de diğer halklarla birlikte kendi sözleşmelerini yaşama geçirmiş durumdalar.

Bakın, geçtiğimiz elli, yetmiş, yüz yıl öncesine bakalım: Kürtler Suriye'de hiç kimseye saldırmadı, hiç kimseye savaş açmadı; aksine, bizatihi birlikte yaşadıkları toplumlarla, halklarla uyumlu bir şekilde yaşamaya çalıştılar. Belki daha da önemlisi, yapay sınırlar oluşturulmak suretiyle akrabalarından yoksun bırakıldılar, ayrı kalmaları sağlandı, koparıldılar. Biz onun için diyoruz ki Nusaybin ile Kamışlı birdir, Kobani ile Suruç birdir. Akrabalar birbirinden ayrılmaya zorlandılar; yapay sınırlarla, aralarından sadece bir demir hattı geçiyor; o nedenle demir hattının üst kısmı ve alt kısmı olarak ifade edilir bütün bunlar.

Kuzeydoğu Suriye'deki milyonlarca insan herkes gibi bir yaşam sürdürmek istiyor. Bunları söylemek zorunda kalmak bile bir utanç ama o utanç bize ait değil. Hâliyle söyleyeceğiz, bugün orada üniversiteleri var, okulları var, sağlık birimleri var, hastaneleri var, kooperatifleri var; dahası on binlerce insan eğitim görüyor; orada tiyatroları var, sinemaları var, her yıl orada festivaller yapılıyor, her yıl orada kitap fuarları düzenleniyor. Mahalle meclisleri farklı inançlardan oluşan, farklı halklardan oluşan kişiler tarafından yönetiliyor. Mahkemeleri var, yasaları var; geçim kaynakları tarım, hayvancılık ve ticarettir ve tüm bunlara buradaki Araplar, Türkmenler, Süryaniler, Çerkezler birlikte karar verdi, böyle olsun istediler yani kısaca "Biz demokratik bir yönetim istiyoruz." dediler. Ama şunu da dediler: "Biz, merkezî hükûmete bağlıyız. Biz, Suriye cumhuriyetine bağlıyız ve Suriye cumhuriyetinin vatandaşlarıyız." Hâl böyleyken, bugün bu insanlara açılan savaşın karşısında olmak bir insanlık onuru, görevidir. Kürtleri dünyanın her yerinden izole ederek Türkleri izale edemezsiniz. Bu formül geçerliliğini yitirmiştir. Kürtleri... "Ankara'da vizyon, Rojava'da illüzyon" siyaseti yürümez; bunu görmek durumundasınız. "Suriye'de şu Kürtler olmalı, şu Kürtler çıkmalı, falan Kürtler şu yere gitmeli." yaklaşımı gayriciddidir. Rojava'ya saldırı sadece Kürtlere değil, Araplara, Türkmenlere, Ermenilere, Çerkezlere saldırıdır. Bu halklar birlikte yaşıyor, birlikte mücadele ediyor.

Özellikle devletin bakanlarına, bürokratlarına Charles Bukowski'nin bir şiirinde sorduğu soruyu sormak istiyorum:

"Hangi çiçek diğerini sarı açtı diye ayıplar?

Hani kuş farklı öttü diye diğerine yasak koyar?"

Hâliyle Kürtleri nesneleştiren, sayıya ve bir yön tayinine indirgeyen "Kürtmatik anlayışı" terk edilmelidir. Bu dönem kapanmıştır.

Değerli arkadaşlar, sözlerimi Tolstoy'un "Deve Dikeni Gülü" hikâyesiyle bitirmek istiyorum. Deve dikeni gülü çok güzel bir güldür; dikenler içindedir ama ortasında mor güzel çiçekler açar. Bir gün adamın biri atıyla giderken gözü bu güllere takılır, birkaç tane toplamak için atından iner ve gülü koparmaya çalışır. Kökü ve dalları bayağı sert olduğu için kopmaz, kırmaya zorlar, o da olmaz. Dikenlerin batmaması için eline mendili alır, öyle koparmaya çalışır, yine de başaramaz. O güzel çiçekleri almak için deve dikeniyle resmen boğuşmaya çalışır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.

SERHAT EREN (Devamla) - Sonra durur, kan içinde kalan ellerine bakar, yerinden kopmamış ama harap olmuş çiçeklere de bakar; artık koparsa bile bir işe yaramayacağını görür, ona sahip olma hırsıyla bir güzelliği mahvettiğini fark eder. Kendi kendine der: "Bu ne müthiş bir direnme. Ne kadar büyük bir yaşama isteği var böyle." İşte, bu hikâye yüz yıldır direnen Suriye Kürtlerinin özetidir. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Kendi hırsları için tüm güzellikleri kırmaya, ezmeye çalışanların eline batar ve var olmak için müthiş direnir. Bir halkı kuşatmak isteyenler kırıp dökseler de o köklerin derinde olduklarını bilmelidir. Bu yaşama isteği, bu demokrasi inancı, her türlü toplum dışı kültüre karşı direnme gücünü ve azmini görmelidir. Kim görmediyse büyük yanıldı. Büyük yanılanlar için de geç değildir.

Saygılar. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)