GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:20.12.2024

DEM PARTİ GRUBU ADINA SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, Sayın Eş Genel Başkanlarım, diğer partilerin Başkanları, Grup Başkanları, Grup Başkan Vekilleri, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Türkiye halklarını, kadınları, emekçileri, gençleri, çocukları selamlıyorum. Onların özgür bir dünyası için, barış içinde yaşayacakları bir ülke için bugün bedel ödeyen cezaevindeki siyasi tutsak yoldaşlarımı, sürgündeki arkadaşlarımı selamlıyorum.

Evet, maalesef 2 gazeteci katledildi; Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, SİHA'yla katledildi. Kınıyorum, lanetliyorum artık bunlara bir son verin. Bu savaşa, bu katliama bir son verin. Bu SİHA'ları, İHA'ları durdurun diyorum.

Ve yine, bugün Ezidilerin Ezi Bayramı, bayramlarını kutluyorum Ezidi halkının. Bu vesileyle Şengal'de katledilen, soykırıma uğrayan Ezidi halkına da buradan selamlarımı, saygılarımı iletiyorum.

Ve tabii "bütçe" deyince "bütçe süreci" deyince gerçekten çok yoğun bir süreç. Bu yoğun süreçte birçok arkadaşımızın emeği var ama en çok da idari personele, burada sabahtan akşama kadar günde bazen on beş saate çıkan mesaiyle emeklerini esirgemeyen bütün emekçilere de ben de bir teşekkürü borç biliyorum.

Evet "bütçe" deyince tabii ki bütçe hakkı, "bütçe hakkı" deyince de aklımıza ilk gelen şey Magna Carta; tam dokuz yüz on üç yıl olmuş, dokuz yüz on üç yıl önce saraya karşı, krala karşı verilen bu mücadele sonucunda bütçe hakkı elde edilmiş. Tabii, bu dokuz yüz on üç yıl boyunca bu hak konusunda inanılmaz gelişmeler olmuş. Burada bir bütçe tarihi anlatmayacağım ama size ironik bir şey söyleyeceğim: Bu bütçe hakkını biz tekrardan saraya kaptırdık ama herkes emin olsun, o hakkı yeniden geri alacağız. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, bütçe hakkı önemli çünkü birçok şeyin temelini oluşturuyor, bütçenin öyle bir gücü var. Bu gücün farkında olmak lazım; Sayın Erdoğan bunun farkında, o gücü kapmış, kendi lehine, yandaşlarına çok güzel kullanıyor ama o güç mutlaka halkın çıkarlarına, halkın yararına kullanılmalıdır. Nedir bütçe hakkı? Her şeyden önce bütçe telafi edici bir güce sahiptir. Dolayısıyla toplumdaki eşitsizliklerin, toplumda yaşanan sorunların, krizlerin ortadan kaldırılması için bütçe işte tam da orada gücünü gösterir.

Diğer taraftan, hep çok duyduğumuz bir şey, "Ekonomik istikrar, ekonomik istikrar için bütçe." Evet, gerçekten böyle bir gücü vardır bütçenin. Ekonomik büyüme, bu yolculuğu belirleyen bir güce sahiptir bütçe. Eşitlikçi bir toplumu yaratmak için bir güce sahiptir. Makro bir şeydir ama tüm mikro yaşamlara değen bir güçtür bütçe.

"Demokrasi" dediğinizde bütçesiz düşünmeniz mümkün değil. Bir ülkenin demokratikleşmesindeki katettiği yolu onun bütçe yapım süreçleri aslında ortaya koyar. Oraya baktığınızda anlarsınız; bu ülke ne kadar demokratikleşmiş ne kadar demokratikleşmemiş? Nasıl bütçe yapıyorsak o kadar demokratikleşmişiz. O zaman bugün buraya bakıp demokratik bir ülkeden söz edebilir misiniz? Salt şekil şartını sağlayan bir bütçe maratonuna bakıp da "Bir bütçe yaptık." diyebilir misiniz? Bütçeyi yaptılar, getirdiler, şekil şartını tamamladı, şimdi alıp götürecekler; dolayısıyla demokrasi ve bütçe ilişkisine baktığımızda biz hiç de umut var bir durum göremiyoruz.

Hukuk devleti, adalet mekanizması bunlarla bütçe bire bir ilişkili. Bakın, "adalet" deyince bu bütçeye baktığınızda adalet adına ne görüyorsunuz? Adalet Bakanlığının cezaevleri yatırımlarını görüyorsunuz yani "Bir toplumu nasıl topyekûn tutsak ederim?" anlayışı, o tecrit anlayışı şimdi, cezaevi cezaevi tüm topluma yayılıyor. Oysa bir bütçe hakkı gerçek anlamda olsaydı, bütçenin gücünü bütçeye gerçekten yansıtabilseydik o zaman cezaevi yatırımlarını değil toplumsal suçla mücadelenin nasıl sağlanacağını burada konuşurduk ama biz bunu konuştuk mu? Yok.

Anayasal güvence, bu anlamda da bütçe önemli. Mesela şöyle bir şey söyleyebiliriz: Anayasası olmayan devletler var. Evet, anayasa şart değil, bazen bir cümle olabilir, bazen hiç olmayabilir; önemli olan, toplumsal mutabakatı nasıl sağladığınız ama bütçesiz devlet olmaz, bütçesiz toplum olmaz. Bütçe yoksa toplum yok zaten, dolayısıyla bütçe bu denli hassas bir şey, önemli bir güç.

Peki, 2025 bütçesi nasıl bir bütçe? Bir kere her şeyden önce istikrarlı bir bütçe. Neyin istikrarı? Yirmi üç yıldır aynı bütçeleri yapma istikrarı, bu konuda inanılmaz istikrarlısınız. Ekonomide istikrar yok, hiçbir yerde istikrar yok ama sizin bütçe yapım süreciniz istikrarlı. Dolayısıyla, baktığımız zaman gücün nasıl kullanıldığını anlamamız açısından da önemli bu istikrar kavramı. Dolayısıyla neoliberal akla ve neomuhafazakâr akla sımsıkı bağlısınız, en sonunda neofaşist bir yere kadar geldiniz. Dolayısıyla faşizmin ekonomisi, faşizmin bütçesi dediğinizde bundan daha iyi bir örnek görmeniz mümkün değil.

Nasıl bir bütçe? Militer bir bütçe. Dolayısıyla AKP döneminde en iyi hesaplara göre yaklaşık 1 trilyon dolar -yanlış duymadınız- bu güvenlikçi anlayışa, bu savaş sanayisine ayrıldı. Yine, son kırk yılı aşkın süredir Türkiye ekonomisinden 4 trilyon doların üzerinde bir kaynağın buraya ayrıldığını biliyoruz. Devam ediyorsunuz, bu sene de 47 milyar dolar ayırdınız sadece bütçeden. Bütçe dışı fonları da buna kattığınızda bu rakam 60 milyar dolara gidiyor.

Nasıl bir bütçeniz var? Miyop. Evet, bütçeniz miyop, ne uzağı görebiliyor ne zamanda ileriye bakabiliyor. Dolayısıyla sadece kendi durduğu yere bakıyor ve bütün yaşamın orada şekillendiğini kabul ediyor. Nasıl bir bütçeniz var? Bir kere miyop dedik. Kalkınma planı yapıyorsunuz, kalkınma planına uymayan bütçeler yapıyorsunuz. Sayın Cevdet Yılmaz, bu anlamda çok yoruluyor hem kalkınma planı yapıyor hem orta vadeli program yapıyor hem de bütçe yapıyor fakat bir sorun var, bunlar birbirine uymuyor. Sanırsınız ki 3 Cevdet Yılmaz var, 3 tane farklı iş yapıyor, bari bunları uyumlulaştırın; destek istiyorsanız hazırız. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Peki, nasıl bir bütçe? Şirket bütçesi, şirket aklıyla yapılıyor, oysa "sosyal devlet" dediğinizde bütçeye bakarsınız, oradan "sosyal" çıkmış, yerine "şirket" girmiş, zaten daha önce Cumhurbaşkanı da söylemişti "Devleti AŞ gibi yönetmek lazım." demişti; evet, sözünde duruyor. Dolayısıyla bir şirket bütçesi var, içinde sosyal yok. Dolayısıyla nasıl bir bütçenizin olduğunu çok iyi açıklıyor ve finansmanında da bunu görüyorsunuz. Örneğin, Hazine ve Maliye Bakanı geldi, burada açıkladı, dedi ki: "Biz cumhuriyet döneminin bütçelerinden, ekonomisinden ayrıldık." Ne yaptınız? Cumhuriyet dönemi boyunca, cumhuriyet yüzde 4,5 büyümüş, biz yüzde 5,4 büyüdük, devasa bir fark, 0,9 puan fark yaratmışsınız. Ne pahasına yaratmışsınız? Özelleştirme, bu ülkenin varını yoğunu sattınız, 75 milyar dolarını sattınız. Ne pahasına? Borçlanma, devasa borçlandınız. Ne pahasına topladınız? Acımasız, adaletsiz vergiler pahasına ve bütün bu bedellere karşılık 0,9 fark yaratmışsınız, bununla da övünüyorsunuz. Bu farkı da nasıl yarattığınıza hep dönüp baktığımızda, hep Allah'ın lütuflarıyla yarattınız. Dolayısıyla orada acı bir tarih var, acı bir hikâye var. Bugün bakıyoruz kur, faiz sarmalından kurtulamamış bir ekonomi var, cari açık var, bütçe açığı var, tasarruf açığı var. Önce kur korumalı mevduatla yama yapalım dediniz; olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdiniz, şimdi "carry trade"le yama yapacaksınız; üzücü haberi vereyim, o da olmayacak, yapamayacaksınız. Taşıma suyla değirmen dönmez, dönse de bir süre döner, sonra aslında daha büyük felaketlerin, daha büyük krizlerin oluşumuna neden olur.

Borçlanma konusunda, evet, Türkiye'nin borcu çok az, bununla övündü Hazine ve Maliye Bakanı, dedi ki: "Bazı ülkelerin borçluluk oranı yüzde 245, bizde çok düşük." Bu övünülecek bir şey olsa övünelim, değil. Neden değil biliyor musunuz? O örnek gösterdiğiniz ülkelerde enflasyon yüzde 5'in altında. O örnek gösterdiğiniz ülkelerde işsizlik yüzde 5'in altında. O örnek gösterdiğiniz ülkelerdeki yaşam standardı bize tur bindirir. Siz diyorsunuz ki: "Bizim borcumuz az." Neden borcunuz az biliyor musunuz? Sermayeyi fonladığınız için borcunuz az, halkın yararını düşündüğünüz için değil. Vallahi, biz o kadar borca razıyız, yeter ki enflasyon olmasın, yeter ki bu kadar borçlanma olmasın, bu krizler olmasın. Dolayısıyla, yaptığınız günahları, işlediğiniz suçları gelip burada bir de marifetmiş gibi anlatmanız kabul edilebilir değil.

Enflasyon... Merkez Bankası, inanın, bu sabah bir kez daha tahminini değiştirdi. Nereye doğru? Yukarıya doğru. Politika iflas etmiş, öngörü yok, tahmin yok, hesap kitap yok, yine yükseliyor enflasyon ama asgari ücret görüşmeleri sırasında ya da kamu emekçilerinin zamlarının belirleneceği zaman, emeklilere verilecek maaşlar belirleneceği zaman TÜİK eliyle enflasyonu düşürmeyi başarıyordunuz, bu kez onu da yapamıyorsunuz yani durum felaket.

Bu bütçeye dair, temenni metnini geçmeyen ama bir türlü de bu temennilerin hayata geçmediği bir yirmi iki yılı geride bıraktık, 23'üncü bütçe; dolayısıyla 2025 yılında bizi bekleyen şey yine krizdir ama bu kriz sadece ekonomiden kaynaklanmıyor, ciddi bir öngörü sorunundan kaynaklıyor hem ekonomide hem siyasette bunu çok net görmemiz mümkün.

Bir kere, "Türkiye Yüzyılı" denilen bir kavram var; çok kullanıyorsunuz, çok seviyorsunuz. Bu kavramı ilk defa ne zaman kullandınız, hatırlıyor musunuz? Çözüm sürecinde kullandınız. O yıllarda Türkiye'nin 2'nci yüzyılının projeksiyonunu yapıyordunuz; barış umudu yükselmişti, müzakere vardı, İmralı'nın kapıları açıktı ama tecrit devam ediyordu; bunun da altını çizelim. O yıllarda "Türkiye Yüzyılı nasıl olacak?" diye konuşurken diyordunuz ki: "Kişi başına gelir 25 bin dolar olacak. Gayrisafi yurt içi hasılamız böyle olacak, enflasyon böyle olacak." İnanılmaz bir Türkiye Yüzyılı fotoğrafı ortaya koyuyordunuz; masayı devirdiniz, şimdi geldiğiniz noktada 12.500 dolar seviyesinde kişi başına gelir. Aslında baskıladığınız dövizden dolayı orada, dövizi baskılamasanız şu anda kişi başına gelir 9 bin dolardır, evet, 9 bin dolar.

Değerli milletvekilleri, dolayısıyla sadece temenni metni değil, aslında çarpık bir öngörü, bir hesapsızlık burada kendini gösteriyor. Dedik ya, sadece ekonomiden kaynaklanmıyor bu, ortada bir siyasi kriz var, siyasi kriz ve ekonomik krizin birbiri üzerindeki etkisi bunu bu hâle getiriyor. Siyasi krizin temeli nedir? Birçok sorun dile getirilebilir ama en belirginlerinden bir tanesi de yönetim krizi, bir yönetememe hâliyle karşı karşıyayız. Ciddi yapısal sorunları var ülkenin. Geçen yüzyıla neden "Türkiye Yüzyılı" diyemediğinizin nedeni o yapısal sorunları çözememiş olmanızdır. Yani geride bırakılan yüzyıl Türkiye Yüzyılı olamamış, yeni yüzyıla bir umut yüklüyorsunuz "Türkiye Yüzyılı olsun." diyorsunuz; olsun, olması için yapısal sorunları çözmek zorundasınız. Nedir o? Kürt meselesidir. Nedir o? Cumhuriyetin demokratikleştirilmesidir. Nedir o? Yoksulluğun yeniden üretimine son vermektir yani yoksullukla mücadeledir. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Oligarşinin tunç yasasını çalıştırmaya devam ediyorsunuz. Bürokratik, siyasi ve iktisadi oligarşi ayakta ve bütün yaşamı bu oligarşik akıl belirlemeye devam ediyor. Burada bir ittifak var, bu bir suni ittifak. Bu suni ittifak, bu yapay ittifak -yani yapay zekâya da sorabilirsiniz bunu- dağılmaya mahkûm. Bu ittifak dağılmadığı sürece bu yapısal sorunları çözme şansınız yok. Bütçe yaparak, plan yaparak çözemezsiniz. Siyasete bu müdahale yapılmadığı sürece bu krizleri çözmemiz mümkün değil. Kim yapacak bu müdahaleyi? Tabii ki halk yapacak. Yani bu oligarşik akılla ittifak yapanlar ve oligarşik aklın içine kendini yerleştirenler bu çözümü üretemezler. Bugün Türkiye'de artı değer üzerinden baktığımızda aşırı bir sömürü var ve bir sömürgeci akıl var. Dolayısıyla hem Kürt meselesinin çözümsüzlüğü hem cumhuriyetin demokratikleşememesi hem yoksullukla mücadele edemememizin nedeni işte bu sömürü ve sömürge aklıdır. Evet, bu çoklu kriz ortamından çıkmanın yolu her şeyden önce bu yapısal meselelere gerçekten çözüm üretmekten geçiyor. Kamusal tercihleri dikkate alan, bunları işte bütçelere yansıtan bir yerden bakmalıyız. Toplumsal barışın sağlanmasında kilit rolün burada olduğuna inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, hep toplumsal barıştan bahsederken sanki Kürt halkıyla Türk halkı kavgaya tutuşmuş gibi bir mesele anlatılıyor. Hayır, Türkiye'de Kürt halkıyla Türk halkı arasında bir kavga yok, Suriye'de de yok, Irak'ta da yok, dünyanın hiçbir yerinde yok. Ama iktidarların toplumla kavgası var, kendi kavgalarını, işte bu toplumsal barışı dinamitleyerek saklamaya çalışıyorlar. Evet çünkü iktidarlar halklara yabancı. Kürt halkı ile Türk halkının ortak vatanda, ortak kaderinde, ortak geleceğinde bir sorun yok ama sizin zihinlerinizde ciddi bir sorun var. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bu sorunu mutlaka aşacağız, bundan da kuşkunuz olmasın.

Neden mi var? Konuşma metinlerinizin içinde hani demokrasiden bahsederken aslında zihninizi açığa veriyorsunuz.

Sayın Cevdet Yılmaz, konuşmanızı dikkatle dinledim. Mecliste bir bütçe sunumu yapıyordunuz ve Meclise verdiğiniz ilk müjde neydi biliyor musunuz? "Kırmızı Kitabı yeniliyoruz." Ya, bu Kırmızı Kitap bir MGK aklı, bir darbe aklı; 60 darbesini yapanların aklı, 12 Mart Muhtırası'nın aklı, 12 Eylülün aklı. Ya, neden bunu yeniliyorsunuz? Bunu kaldırın, atın! Bunu kaldırın atın ki toplum kendi mutabakatı üzerinden, kendi oydaşması üzerinden anayasasını yapabilsin, bütçesini yapabilsin. Onun üzerinde Kırmızı Kitabı salladığınız sürece tahditli demokrasinin, kusurlu demokrasinin ötesine geçemezsiniz, geçmek de istemiyorsunuz. Seçim yasasından yakındınız. Hangi seçim yasasını istiyorsunuz? Daraltılmış bölgeyi istiyorsunuz yani buradaki temsiliyet sizi rahatsız ediyor, daraltmak istiyorsunuz temsiliyeti. Kenan Evren diyordu ya "2,5 parti yeter." diye, siz 2 parti yetere kadar gideceksiniz. Dolayısıyla bu temsiliyet krizinin nedenini temsiliyet alanlarını açarak aşmak yerine temsiliyeti daraltarak aşmak istiyorsunuz.

Siyasi Partiler Kanunu... Demokratikleşmiş, kendi iç yapısını demokratikleştirmiş siyasi partilere tahammülünüz yok, eş başkanlığa tahammülünüz yok; belediye eş başkanlarımızı suçlamanızın nedeni bu. Yani kadın eşitlikçi, kadın temsiliyetinin eşit bir şekilde sağlandığı yapılara bile tahammülünüz yok, aslında yaşama tahammülünüz yok.

Anayasa'dan bahsediyorsunuz, "Anayasa yapacağız, anayasa yapacağız." diyorsunuz. Yolu böyle temizlerseniz o yolun sonunda anayasa yapmazsınız, yapamazsınız; o yolun sonunda başka bir yere gidersiniz ki dilim el vermiyor söylemeye.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; neden böyle oluyor, bunun da nedenine bakmak lazım. Evet, oligarşi böyle çalışıyor ama küresel ekonomi politiğe baktığınızda bunun nedenlerini anlamak da mümkün. Üçüncü dünya savaşından bahsediyoruz; evet, çok çok önceden bu konu dile getirilmişti hatta 1999 yılında Sayın Öcalan bunu dile getirmişti: "Üçüncü dünya savaşı kapımızda, büyük risk var." Bütün Orta Doğu halkları için ve özellikle Türkiye için ne kadar önemli riskler barındırdığını dile getirmişti.

İki kutuplu dünyadan çıktığımız andan itibaren aslında yeni bir dünyanın kendi savaş algoritması oluşmaya başlamıştı. Kutupsuz dünyanın ızdırabıdır bu. Kutupsuz dünyanın ızdırabında emperyal ilişkiler yeni dünya düzenini belirlerken kutupsuz kaldık. Kutup lazım, bir kutup buldular. O uluslararası kurumlar, uluslararası bürokrasi bir kutup buldu: Terör. Kavram setine terörü yerleştirdiler ve dünyanın jandarması ABD, özellikle Afganistan'dan başlayıp Suriye'ye kadar -hâlâ devam ediyor- NATO'suyla, bütün ülkeleriyle jandarmalığa soyundu çünkü bir düşman lazım, bir çatışma lazım. Kavram setinin içine geldiler terörü yerleştirdiler ve dünya bu kavramı kullanarak aslında geride bıraktığımız onlarca yılı heba etti. Bunun bedeline en çok kim katlandı? Orta Doğu halkları katlandı çünkü Orta Doğu halklarının hepsi terörist ilan edildi. Yoksulların dininin, dinlerinin buluştuğu Orta Doğu coğrafyası âdeta teröristana döndü. İnsan bu sözü Orta Doğu'ya söyleyebilir mi? Bütün bu kutsallığın topraklarına dönüp "teröristan" diyebilir misiniz hiç? Dememeniz lazım çünkü siz de aldınız o kavram setinin içine aynı "terör" kavramını yerleştirdiniz; terör aşağı, terör yukarı. Sonra da stratejik özerklikten bahsediyorsunuz. Sizinki stratejik özerklik olmaz, sizinki savrulma olur. Bir gün NATO'da, bir gün G7'de, bir gün G20'de, bir gün D8'de, bir gün Dünya Bankası, IMF'si, BRICS'i, ha bire dolaşıyorsunuz. Dolaştığınız bütün bu mekânlar kodları değişse de kapitalist modernitenin bürokrasisidir. O bürokrasinin Orta Doğu'ya biçtiği rol bellidir ve o Orta Doğu'ya biçtiği rolün içinde mi olacaksınız yoksa Orta Doğu halklarının yanında mı olacaksınız? Türkiye'nin geleceği mi sizin için önemli yoksa emperyalistlerin geleceği mi sizin için önemli? Türkiye'nin geleceği, Türkiye halklarının, Orta Doğu halklarının geleceği mi önemli yoksa bugün stratejik özerklik olarak önümüze gelen ama aslında IMEC Projesi'nin hayata geçmesi için araçsallaştırılmış bir dış politika mı önemli? "Dış politika" deyince hep bu güncelleme aklımıza geliyor, son günlerin moda deyimi, İngilizcesini de söyleyeyim kayda geçsin çünkü burada İngilizce söylendi, söylendiğinde de nedense mikrofon kesilmedi. "Update" yani güncelleme. Güncelleme mi istiyorsunuz? Tamam, güncelleyelim, iç ve dış politikayı güncelleyelim, o zaman dönüp bölgeye bir daha bakalım. Nasıl güncelleyeceğiz? Kavram setimizden bu terörü çıkaralım bir kere. Rojava gerçekliğine dönüp bakalım: Rojava halklarının, oradaki seküler yaşamın, oradaki var olmuş demokrasinin ne kadar kıymetli olduğunu, sadece bizim için değil bütün Orta Doğu için ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya çalışalım. Buradan başlarsak bu yeni bir kavram setidir, bu yeni bir politik hattır; bu, hepimiz için iyi olandır çünkü hiç kimse bizim için iyi olanı ajandasına yapıp da kalkıp Orta Doğu'ya gelmez. Geliyorsa bilin ki orada hepimiz için bir kötülük vardır. Şimdi bu kötülüğü sonlandırmanın zamanıdır. Samimiyseniz, o zaman doğru yerden başlamanız lazım. Bugün doğru yer Rojava'dır. Rojova'ya kalkıp onların ajandasından bakarsanız "IMEC'i kaçırdık, bari inşaat sektörüyle gidelim, Suriye'yi yeniden yapılandıralım. Yok, Suriye'nin kuzeyine inşaat yapalım." derseniz o tuzağa düşersiniz. O tuzağa düştüğünüz yerde aslında sizi büyük riskler bekliyor. Kapınızdaki bu büyük riskler nedir? Savaştır. Savaş kaçınılmazdır. Afganistan'da savaş çıktığında, Ruslar Afganistan'ı işgal ettiğinde o gün yazılan makalelere bakın. O gün Suriye yazılıyordu, kimse tınlamadı. Evet, daha ilk Afganistan işgali sırasında Suriye üzerine makaleler yazılmaya başlanmıştı. Ya bunları izleyin ya da izleyemiyorsanız bizi dinleyin. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) En azından olumlu bir adım atarsınız çünkü biz izliyoruz, çünkü biz bir Orta Doğu halkıyız, çünkü biz bir Orta Doğu partisiyiz. Biz, öyle zihnini Batı'ya teslim etmiş bir parti değiliz, o yüzden de izlemek zorundayız ve müdahale etmek zorundayız.

Bütün bunların gelip yansıdığı yer tabii ki Türkiye. Bugün -hani meşhurdur ya Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanı- bizim için bir roman yazılsaydı herhâlde adı "yüzyıllık yıpranmışlık" olurdu. Çok yıprandık, her yapımızla yıprandık. Bütün bu yıpranmışlıktan çıkmanın yolu, aslında şimdi bu risklere karşı ortak bir siyaseti var etmek. Savaşa karşı barış siyasetini var etmeliyiz, mutlaka barış siyasetinin gereği neyse bunu hayata geçirmeliyiz.

Yeni mülteci riski kapımızda. Herkes mülteciler geri gidecek sanıyor. Hayır, yeni mülteciler gelecek. Eğer çatışmalı ortamlar devam ediyorsa, savaş devam ediyorsa, demokratikleşememiş bir Suriye varsa, orada Selefi cihatçı anlayışı hâkim kılmak yönünde bir politikaya destek veriyorsanız hiç kuşkunuz olmasın yeni bir mülteci krizi kapınızda. Buradaki mültecilerin de çok çok büyük bir kısmı geri gitmeyecek. Kim gider? Kim gider böyle bir çatışmanın içinde bu riskler varken?

Bir başka risk tabii ki ekonomi üzerinde. Ekonomide yaptığınız hiçbir planlamanın tutması mümkün değil. Türkiye, kırılgan ekonomiler listesinden hiç çıkamıyor. Neden, düşündünüz mü? Bu kadar fedakârlık, bu kadar kemer sıkma, bu kadar yaptırımlar ama ilk 5'te yerimizi hiç kimseye kaptırmadan orada durmaya devam ediyoruz. Enflasyon, sefalet endeksi, işsizlik ne sayarsanız sayın ilk 5'teyiz. Kırılganız çünkü bu kırılganlığı aslında kendimiz yaratıyoruz. Dolayısıyla, çözüm basit, öyle çok farklı yerlerde bunları aramaya gerek yok, demokratikleşme, her şeyin anahtarı bu. Demokratik ülkelere bakın, otoriter rejimlerle yönetilen ülkelere bakın, fark kendisini ortaya koyuyor. Bunun için söze gerek yok, her şey çok açık, net, ortada. Demokratik ülkelere öykünüyorsunuz, öykünüyorsanız gereğini yapın; yapmıyorsunuz. Otoriter rejimle demokrasicilik oynamaya çalışıyorsunuz, bu sadece krizleri büyütüyor. İşte, kayyum... Şimdi, Kürt meselesini çözeceğiz, çözmezsek bu yapısal sorunları çözemeyeceğiz diyoruz, tamam; kayyum atıyorsunuz. Kayyum atadığınız bir yerde nasıl bir demokrasi programınız olabilir ki sizin?

Bu arada, en son kayyum atadığınız Van Bahçesaray... Sekiz ay kimse gidemiyor Bahçesaray'a. Bahçesaray'a yol yapacağınıza kayyum atıyorsunuz. İşte sizin hâliniz bu. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Kayyum da gidemeyecek, o kayyumunuz da sekiz ay gidemeyecek; giderse zaten gelemeyecek.

Dolayısıyla, ne yapmalı? Bütçe yapmalı, her şeyden önce bütçe yapmalı, bütçe yapacak iradeyi ortaya koymalı. Bu konuda bütçenin de demokratikleşmesi önemli bir role sahip. Bütçe yaparsak, yapabilmeyi başarırsak bu sorunların birçoğunu aşabiliriz, siyasi krizi aşabiliriz; kayyumlarla yönetilen bir ülke ayıbından kurtulabiliriz, özgürlükleri var edebiliriz, vesayetten kurtulabiliriz. Evet, vesayeti biz iki saat önce Meclisin Çankaya Kapısı'nda yaşadık, basın açıklaması yapacaktık. Yollara düşüp gelen arkadaşlarımızın çözüm sürecine dair yapacağı basın açıklaması Meclisin kapısında yapılmadı. Neden? Orada Meclis Başkanının ricasına bile bir teşekkürü ya da bir saygıyı göstermeyen bir vesayet aklı vardı, "Meclis Başkanından bize ne!" dedi. Sayın Başkan, biz sizin hakkınızı orada savunduk, AKP'li bakanlığın yapamadığını biz orada yaptık. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Savunmaya da devam edeceğiz çünkü neden biliyor musunuz? Seçilmişsiniz. Dolayısıyla işte demokrasi burada. Eğer bu hakları birlikte savunacaksak var edebiliriz yoksa yoksa çözemeyiz.

Yoksullukla mücadele, evet, işte, bunun için de bütçe yapmalıyız. Bütçenin demokratikleşmesi bu ayaklar üzerinde olabilir. Bunun için yol gösterici bir program var: Radikal Demokrasi Programı. Halk için bütçe, ekmek ve adalet için bütçe yapıyoruz. Diyeceksiniz ki: "Bu kadar bütçe olur mu?" Burada hakikatin sadeliğini görüyorsunuz. Buraya ciltler getiriyorsunuz, işe yaramıyor. Ben geçen sene Hazine ve Maliye Bakanına yaptığımız bütçeyi verdim, tenezzül edip okusaydı bu sene bütçe bu kadar kötü olmazdı. Dolayısıyla hakikate kulak verin. Radikal demokrasi aslında demokrasinin, günümüz demokrasisinin önünü açan bir anlayıştır. Dolayısıyla katılımcı bütçe yapmalıyız. Dolayısıyla demokrasiyi toplumun tüm yapılarında hayata geçirmeliyiz. O yüzden de "bütçe" dediğiniz şey sadece burada yapılan bir şey olmamalı, tüm yerellerde yapılabilmeli. Yapılmış yerel bütçeler mutlaka desteklenmeli; o yüzden de yerel yönetimler, yerel demokrasi demokrasimizin başköşesine oturmalı. Siz baş aşağı, onu en alta alıyorsunuz, o da yetmiyor, Kürt illeri söz konusu oldu mu üzerinde tepinip bir de kayyum atıyorsunuz. Böyle bir bütçe her şeyden önce sadece Kürt sorununu çözmekle kalmaz, ekonominin de sorunlarını çözer. Hem Kürt sorununun hem ekonominin çözümü demokratikleşme meselesinde zaten bağdaşan meselelerdir. Özellikle baktığınızda "işsizlik sorunu" dediğinizde orada karşımıza Kürt sorunu çıkar. İşsizlik haritasına baktığınızda, hani burada haritalar gösterdik ki ya size on bir gün boyunca, o haritalarda hep şu ortaya çıktı: Kürt illeri işsizlikte ilk 10'da, Kürt illeri yoksullukta ilk 10'da, göç vermede ilk 10'da; neden? Çünkü Kürt sorununu çözemiyorsunuz. Çözemediğiniz için doğru ekonomik kararlar da alamıyorsunuz ve böylece bölgesel eşitsizlik ortaya çıkıyor, yerinden edilmeler ortaya çıkıyor. Kolayını bulmuşsunuz: "Terör." Kavram setiniz değişmiyor, kitlendiniz bir kere. Buradan çıkmanın yolu "barış siyaseti" diyoruz. İşte o barış siyaseti, barışın ekonomisi aynı zamanda.

Bakın, öyle kitlenmişsiniz ki bir örnek daha vereceğim, yine Van'dan vereceğim. Bizim Muş, Van, oralar -Ağrı'da dâhil- nedense bütün bu külfetin en çok çekildiği yerler. Şimdi ben baktığım zaman burada Hakkârili arkadaşlarım diyor ki: "Hakkâri'yi de söyle." Evet, topyekûn, hepimiz. Kürt illeri söz konusu oldu mu bir farkımız çok yok. Evet, Van'da bir tünel var, Tatvan'dan Van'a giderken. Sayın Cevdet Yılmaz, siz genelde Bingöl'den öteye geçmiyorsunuz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bingöl Havaalanı ile Bingöl merkez arasının yolu şahane, 25-30 kilometre, Cumhurbaşkanı Yardımcımızın orada rahatsız bir şekilde seyahat etmemesi için. Fakat Tatvan-Van arasındaki tünelden hiç geçtiniz mi? Marmara Otoyolu'nda 4 gidiş, 4 geliş tünel var. Tatvan'dan Van'a giderken 2'nci tüpü bile yapmamışlar; tünel bir gidiş, bir gelişe düşüyor. Bu kadar mı ayrımcılık içinize sinmiş? Bu kadar mı Kürt düşmanısınız? Ya, yola bir tünel daha açacaksın; bu kadar mı olur, bu kadar mı olur! (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bu kadar olur.

ABDULLAH GÜLER (Sivas) - Araç sayısını da söyler misin?

SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - Bu kadar olması için o yoldan geçmeniz lazım. O yoldan geçtiğiniz gün anlayacaksınız, diyeceksiniz ki: "Evet, biz ayrımcılık yapmışız, bir özür borcumuz var."

Yoksullukla mücadele böyle bir şey. Borçlanma, enflasyon, vergi yükü, bütün bunlara baktığınızda hepsi yoksulların üzerinde. İnsanlar borçlu, borçlarını ödeyemiyorlar. Bölgeye gittiğinizde o insanlar 2 kat borçlu çünkü borcunu bir nebze ödeyecek ekonomik kaynaklardan da yoksun; merası yok, tarlası yok, olan tarlasını ekecek parası yok, gübreyi alamıyor, elektriğin faturasını ödeyemiyor. Biz bunları burada anlattıkça siz gülüyorsunuz, gülmeyin, ciddi şeylerden bahsediyoruz. Sorunu çözecekseniz ciddiyetle ele alın. Dolayısıyla da burada anlatılanlar gerçek değil.

Mesela, yine, Hazine ve Maliye Bakanı -bütçe olduğu için kendisine çok gönderme yapıyorum- dedi ki: "Vergiyi tabana yaydık." Tabana yaydınız da yükü de tabana yaydınız, biraz da tavana yayın vergiyi. Bugün gelir vergisinin yüzde 93'ü stopaj, yüzde 7'si beyana dayalı; bu mu tabana yaymak? Bu nasıl bir anlayış? Bu vergi yükü yoksulluğun bir nedeni.

Enflasyon; hiçbir hedef tutmadı. Şimdi asgari ücreti konuşuyoruz. Asgari ücrete ne kadar zam yapmayı düşünüyorsunuz? Ben size söyleyeyim: En az yüzde 44 yapmalısınız ki tutarlı olmanız için. Neden? Yeniden değerleme oranınız yüzde 44, değil mi? Bütün vergileri yüzde 44 artırmıyor musunuz? Evet, tamam, o zaman maaşlarımızı da ücretlerimizi de artırın çünkü vergi ödeyeceğiz. Bu mantık zincirini bile kuramıyorsak, vay hâlimize! Dediğimiz gibi, bunu çözmenin yolu bütçe yapmak. Nasıl bütçe? Bütçeyi demokratikleştirmek, bütçeyi kapsayıcı kılmak. Bütçenin demokratikleşmesi dediğimiz bu, kapsayıcı yani bütçede engelliler olmalı; bütçede engelliler yok. Engellilere, sosyal yardıma muhtaç olanlara verdiğiniz rakam ne kadar biliyor musunuz aylık? 7.500 lira. 2025 yılında sosyal yardımınız 7.500 lira; ayıptır, utanmanız lazım. Bu ülkede sosyal yardıma o kadar çok muhtaç insan var ki rakamını Bakanlık açıkladı 19 milyon, 19 milyon insan sosyal yardımla yaşıyor yani 4 milyondan fazla aileden bahsediyoruz.

Bütçeyi kadınlaştırmak gerekiyor, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe yapmak zorundasınız, yaşamın yarısı kadın, yaşamın özgürleşmesi için bütçeyi kadınlaştırmalısınız. Bütçeyi doğallaştırmanız lazım, ekolojik girişimlere saygı göstermeniz lazım, doğaya saygı göstermeniz lazım. Orada burada ağacı kesip, gidip yerine ağaç dikerek ekoloji olmaz, doğaya saygı göstermeniz lazım. Bütçeyi emekçilerin bütçesi hâline getirmeniz lazım. Eşit yurttaşlık temelinde bir bütçe yapmak için her şeyden önce emeğin bütçesini yapmak lazım. Dolayısıyla, dönüp baktığımızda dışlanmış, ötekileştirilmiş, yok sayılmış bu ülkede kim varsa mutlaka bütçede olmalı, bütçede temsil edilmeli. Peki, bütçede nasıl temsil edilecek? Burada temsil edilirse edilecek. Seçkinlerin bütçesini değil, erkeklerin bütçesini değil, sağlamların bütçesini değil, sermayenin bütçesini değil halkın bütçesini yaptığınız zaman, işte o zaman bütçe demokratikleşir, ülke demokratikleşir.

Bitirirken, nereden başlamalı? Hani "ne yapmalı"yı konuştuk ama "nereden başlamalı"ya da bir yanıt vermemiz gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

SEZAİ TEMELLİ (Devamla) - İmralı'dan başlanmalı, bu kadar net. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Bütün bu hikâye oradan başlanırsa ancak halkın, toplumun beklentilerine yanıt verilebilir. Dolayısıyla, ben biliyorum, şu anda Sayın Öcalan bizi seyrediyor. Ben buradan diyorum ki: Sayın Öcalan, biz hazırız ve yine bütün Parlamentoya, buradaki bütün partilere sesleniyorum: Sizler de lütfen bir an önce hazırlanın.

Teşekkür ediyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)