GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:20.12.2024

İYİ PARTİ GRUBU ADINA MEHMET SATUK BUĞRA KAVUNCU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve İYİ Parti adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

2025 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin 7'nci bütçesini tartışıyoruz. Aslında yeni bir başlayan kâbusun habercisi gibi âdeta. Nitekim, sistem değiştikten sonra her bütçe âdeta bir felaket habercisine döndü. Tabii, bizi felakete götürecek hiçbir teklife bugüne kadar "Evet." demediğimiz gibi, bu bütçeye de bu zulüm bütçesine de "Hayır." diyoruz. 1,930 trilyon açığın -ki daha üç yıl önce bu açık sadece 175 milyardı- faiz giderinin 1.950 trilyon olduğu bu zulüm bütçesine elbette ki "Hayır." diyoruz. Tabii, bununla beraber, Millî İstihbarat Teşkilatımızın, Millî Savunma Bakanlığının, Savunma Sanayii Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının bütçelerine "evet" dedik, onu da buradan vurgulamak isterim.

Meclisin bütçeyi değiştirme hakkı yeni sistemle elinden alındı. Bütçe kanun teklifinin reddedilmesinin zaten herhangi bir pratik sonucu da yok. Yani milletin kendi parasını kullanma hakkı elinden alınmış, millî iradenin en önemli unsuru olan bütçe hakkı gasbedilmiştir. Milyonların hayatını ilgilendiren her bir bakanlık bütçesi çok dar bir zamanda ve son derece verimsiz bir ortamda görüşüldü. Muhalefetin net sorularına ya kaçamak cevaplar verildi ya da hiç cevaplanmadı. Kıyaslama ve karşılaşma kısmı çok enteresandı, buraya gelen bakanlar genelde kendilerini bir önceki dönemle kıyasladılar. Zira, ülkenin hâli 2002'den daha da geriye gitti. Onun için, kıyas hep 2017-2022 arasındaki dönemleydi. Aslında, bu bütçe görüşmelerinde biz, AK PARTİ'nin örtülü itiraflarını dinledik. Hani "Yaparsa AK PARTİ yapar." diyorsunuz ya, bu bütçe görüşmeleri âdeta "Mahvederse AK PARTİ mahveder."in bir ifşası oldu. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Tabii, Kabine üyeleri parlamenter sistemdeki bakanlar gibi karar verici bir statüye sahip değiller. Yeni sistemde, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bakanların statüsünü aslında bakan değil, en doğru ifadeyle yüksek bürokratlık sıfatıyla ifade etmek daha doğru olacaktır. Kendi kaderini bile bir kişinin iki dudağı arasına bırakan bakanların bir milletin kaderine sahip çıkmasını nasıl bekleyebiliriz? Ve bir kez daha anladık ki sorunun sebebi olan çözümün aracı olamıyor.

Tabii, şöyle bir sordum kendime, bu bütçenin "en"leri vardı, mesela en çok yorulanlar vardı bu bütçede, stenograflarımız, kavaslarımız, Meclis personeli, idari teşkilatımızın tüm personeli, Meclis TV çalışanlarımız, Emniyet mensuplarımız, restoranlarda bize servis yapan çalışanlar, personelimiz, danışmanlarımız, parti gruplarında çalışan danışmanlarımız ve özellikle muhalefet milletvekilleri bu bütçe sürecinde çok yoruldular.

Tabii, bir başka "en" daha vardı, âdeta Beşiktaş Çarşı grubunu aratmayacak şekilde tezahürat yapan bir AK PARTİ Grubu gördük biz, özellikle Spor Bakanlığının bütçe görüşmelerinde. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)

"En cesur milletvekili kimdi?" diye soracak olursanız en cesur milletvekili AK PARTİ'nin Burdur Milletvekiliydi çünkü ilk defa biz iktidardan bir milletvekilinin emekli maaşlarının düşük kaldığı itirafını duyduk. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

En çok zorlanan Bakan Sayın Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'ti, zaten koltuğa otururken zorlanmıştı, bütçeyi savunurken de çok ama çok zorlandı.

Tabii, en ağır hakaretlerde bulunan da bir Bakan vardı, o da kimdi? Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük sağlık skandalını savunan Sağlık Bakanı döndü, kendisine soru soran muhalefet milletvekillerine "mitoman" dedi yani "patolojik yalancı" dedi. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Kendisi de bu bütçe döneminin en fazla hakaret yapan Bakanı olarak tarihe geçti.

Tabii, en çok yorulanlar yanında bir de bu bütçe konusunda en az yorulan öyle birisi vardı ki aslında bu kişi bütçenin sahibi. Ne geldi ne gitti ne bu konuyla ilgili herhangi bir beyanat verdi. Kimdi biliyor musunuz? Ben Sayın Akbaşoğlu gibi çok içten söyleyemeyeceğim ama yürütmenin başı AK PARTİ Genel Başkanı, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Bu noktada, sizlerle bakanlıklar konusunda yapmış olduğum bazı tespitleri paylaşmak istiyorum.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı... Sanayi ve Teknoloji Bakanlığıyla ilgili konuşmayı dinledik ancak dinlediğimiz zaman şöyle bir intibaya kapıldık: Hükûmet Sanayi Bakanını evde unutmuş, sadece Teknoloji Bakanı gelmiş. Bakın, sanayinin 3 temel problemi var: Bunlardan bir tanesi ki en önemlisi yarı ve tam ham maddeye yurt dışına bağımlı bir hâlde sanayicimiz. Bununla ilgili ta Ali Babacan döneminde başlatılmış bir Chemport Projesi vardı, bununla ilgili doğru dürüst tek bir kelam edilmedi. Sanayicinin ikinci büyük problemi, kur ve enflasyon arasındaki dengesizlikten dolayı onlarca yıl çalışıp yurt dışında pazar edinen ihracatçılarımız edindikleri pazarları kaybettiler. Bununla ilgili iktidarın çözümü nedir? Yok. Sanayinin bir başka büyük problemi, ara eleman bulamıyor sanayici. Bununla alakalı ne yapılacak, bununla ilgili de biz tek bir kelam duyamadık.

Sayın Cevdet Yılmaz konuşmasında dedi ki: "Savunma sanayisi çok önemli." Savunma sanayisi elbette önemli, biz de savunma sanayisinde olan gelişmelerle gurur duyuyoruz. Dediler ki: "Aslında, savunma sanayisindeki gelişmeler tüm sanayiyi destekler." Bu belki yetmiş yıl, seksen yıl önce çok doğru bir tespit olabilir ancak bugün, savunma sanayisindeki gelişmelerden ziyade, hukuk ve güven lazım, sürdürülebilir bir ekonomi lazım, sizin yüksek teknoloji ürünlerini üretecek genç dimağları bu ülkede tutabilecek ortamı var etmeniz lazım. Savunma sanayisinin önemini, gururunu vurguladık ancak buraya gelen -elinden gelse Sağlık Bakanı da bahsedecekti- her Bakan tutunacak bir dalları olmadığı için hemen hemen herkes, istisnasız savunma sanayisinden bahsetti; Ekonomi Bakanı, Maliye Bakanı, İçişleri Bakanı, Millî Eğitim Bakanı, hepsi; bir tek Sağlık Bakanından duymadım çünkü öyle bir hâle gelinmiş ki savunma sanayisi dışında herhangi bir konuya, başarıya değinemiyorlar, bahsedemiyorlar. Bakın, bu neye benzer biliyor musunuz? Hani, kol kasları çok gelişmiş ama bacakları zayıf, bünyesi zayıf, zihni çok yerinde olmayan bir insana benzer. Sadece bir alanda sağlanacak gelişmeyle ülkede arzu ettiğiniz verimliliği, kalkınmayı da sağlayamazsınız.

Çevre ve Şehircilik Bakanı geldi. Çevre ve Şehircilik Bakanı geldiğinde dedik ki: "Herhâlde şu konulara değinir: Mesela, Kaz Dağları'nda kesilen milyonlarca ağaçla ilgili bir cümle kurar." Kurdu mu? Kurmadı. "Herhâlde, İliç'te emekçilerin nasıl öldüğüyle alakalı bir iki kelam eder." dedik. Konuşuldu mu? Konuşulmadı. Onun yerine -ki bana düşmez, Cumhuriyet Halk Partisi kendi belediyeleriyle ilgili kendi savunmasını yapar- Çevre Bakanı çıktı, yapay zekâdan almış olduğu 2035 İzmir fotoğrafını gösterdi yani bütün eleştirilere şöyle cevap verdi; dedi ki: "Ben batırdım, ben mahvettim ama siz daha kötüsünü yapacaksınız." Ya, böyle bir savunma olabilir mi? Kendisine sorulan soruları cevaplamak yerine diyor ki Sayın Bakan: "Bakın, 2035'te İzmir böyle olacak yani bizim yaptığımızdan daha kötü bir hâle gelecek." İşte, iki parti arasına sıkışmış Türkiye'nin hâli. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Genel Başkanımız biz bütçe görüşmelerini yaparken deprem bölgesini ziyaret etti. İnsanlar hâlen konutlarını almakta zorlanıyorlar, konteynerlerde kalıyorlar. Buradaki şartların ağır olduğu, bazı depremzedelere bir buçuk yıl sonrasına konut teslim edilme sözü verildiği bu gezide öne çıkan başlıklar oldu. Bununla beraber, 2023 Mart ayında bir yıl içinde 319 bin deprem konutunun teslim edileceğini söyleyen Sayın Cumhurbaşkanının bu taahhüdüyle ilgili de biz hiçbir şey duymadık, ancak yüzde 25'inin bir yıl sonunda tamamlandığını gördük.

Bakın, bu konu her açıldığında biz şunu duyuyoruz: "Haftaya şu kadar teslim edilecek, önümüzdeki ay bu kadar teslim edilecek, bir yıl sonra şu kadar teslim edilecek." Bir yıl içerisinde teslim edilecek konut sayısını biz daha görmedik. Yani neymiş? Yaparsa AK PARTİ yapar değil, AK PARTİ ancak söylediğinin dörtte 1'ini yapabiliyormuş. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

En soğukkanlı Bakan, Millî Eğitim Bakanıydı. Neredeyse tüm savunması arkadaşlar, başörtüsü üstüne kuruluydu. Geçmişin hatalarını, geçmişte yapılan vicdansızlıkları hatırlatarak kendisine yapılan suçlamaları ekarte etti yani o da dedi ki: "Ya, biz mülakat puanlamasında her ile farklı uygulama yapıyoruz, binlerce genci mahvettik, binlerce genci perişan ettik." Bununla ilgili tek bir söz yok ama şu var: "Biz bunları yapıyoruz, biz bu vicdansızlıkları yapıyoruz ama geçmişte siz de başörtüsü zulmü yapmıştınız." Bütün savunması, bütün söyledikleri bunun üzerine kuruluydu.

Arkadaşlar, Türkiye bu şekildeki tartışmalarla yirmi beş yılını, belki de yarım asrını fuzuli yere kaybetti. Bu yeni sistemle Türkiye'de işte biz bu iki anlayış arasına sıkıştık ve bundan da bu millete bir hayır gelmeyeceğine eminiz. Tam bir Edi ile Büdü savaşını, siyasetini biz bu bütçe görüşmelerinde gördük.

İçişleri Bakanlığı... Tabii, en çok duymak istediğimiz göçmen meselesiydi ki biz İYİ Parti olarak, eğer bu sığınmacıların geri dönmesinde samimiyseniz Göç İdaresi Başkanlığına 30 milyar TL'lik bir ek bütçe ekleyin, geçen seneki rakamın bir miktar üzerindeki parayla bu göçmenlerin onurlu şekilde dönmesini sağlayamazsınız dedik. Ne oldu? Reddedildi. Bakın, AK PARTİ'den bir milletvekili dün Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la beraber AK PARTİ'li olmak üzerine bir konuşma yaptı, her cümlesini şükürlerle bitirdi ve bir yerinde dedi ki: "Çok şükür ki kapımıza gelen, bize sığınan mağdurların kimliğine bakmadık, vicdansızlık yapmadık." Elbette bizler merhametli ve zayıfa sahip çıkan, dara düşmüşün elinden tutan bir milletiz. Bu en önemli hasletlerimizden biri. Suriyelilerle ilgili de biz hep şunu söyledik: Hükûmetin yanlış göç politikalarını daha doğrusu politikasızlığını eleştirirken, ülkemizdeki misafirlerimize kötü muamele yapmak bize yakışmaz dedik. Dolayısıyla, bu ithamları kabul etmiyoruz ama bakın, bizler çok şükür ki evladıfatihan Bulgaristan'da zulüm gördüğünde, Belene Kamplarında onlara eziyet edildiğinde, kimlikleri değiştirilmeye, adları silinmeye kalkıldığında bu milletin öz evlatlarını, Türk oğlu Türk soydaşlarımızı acıya, soykırıma terk edecek cümleler kuran bir liderin peşine takılmadık. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Çok şükür Türk demekten, bu milletin adını zikretmekten çekinmeyen, mensubu olduğu Türk milletinin adına "Türk milleti" devletine "Türk devleti" bayrağına "Türk Bayrağı" diyebilen bir liderle hareket etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Sığınmacıların geri dönüşüyle ilgili samimiyetinizi önerdiğimiz bütçe rakamıyla test ettiğimizi az önce söyledim.

Çalışma Bakanı... Tabii, asgari ücret tartışılıyor. Asgari ücretle ilgili, bakın, verileri hep şöyle eleştirdiniz: "Yurt dışında yayınlanan indeksler yanlış, yalan." Sayın Cevdet Yılmaz'ın ifadesi "Bu ülkenin yüzde 42'si asgari ücretle geçiniyor." ortalaması belki yüzde 50'ye yakın ve Türk lirası karşısında...

CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI CEVDET YILMAZ - Yanlış...

MEHMET SATUK BUĞRA KAVUNCU (Devamla) - Ben öyle not aldım, yanlışsa düzeltirsiniz Sayın Bakan.

Türk lirası sadece dolar karşısında değer kazandı, o nedenle dolar olarak mukayese ediliyor asgari ücret; Cumhurbaşkanı altınla mukayeseye kızıyor. Peki, simide bakın, ete bakın, yumurtaya bakın, peynire bakın; Türk lirası sadece dolar karşısında değer kazandı, niye? O da yanlış ekonomi politikalarınızdan dolayı Merkez Bankası kuru baskıladığı için absürt bir durum var ortada fakat şunu kabul edin arkadaşlar: Asgari ücretli açlık sınırının altında kalmış durumda.

Adalet Bakanı konuşurken burada çok enteresan bir tanımlamada bulundu, dedi ki: "Bugünkü Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi olsaydı yani bugünkü Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi bundan yetmiş-seksen yıl önce olsaydı 28 Şubat olmazdı, 1980, 61 olmazdı." 1923'te kurulan cumhuriyet ve parlamenter sistem maceramızda hafızada kalan birkaç elim olaydan bahsederek bu açıklamayı yaptı. Bence, bu, tarihî bakış açısından yoksun, soğuk savaş yıllarını göz önünde bulundurmayan, çok partili siyasi hayata geçişi tamamen dışarıda bırakan bir anlayış. Bakın, cumhuriyetin kurduğu parlamenter sistem olmasaydı siz olmazdınız, AK PARTİ olmazdı. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Anayasal demokrasi bütün hatalarına rağmen millet iradesini ayakta tutmuştur.

Maliye Bakanının konuşmasında da çok enteresan bir manzarayla karşılaştık. Sayın eski Maliye Bakanı Nebati Bey'i alkışlayanlar, aynı zamanda Mehmet Şimşek'i nasıl alkışlayabildiler, ben bunu hayretlerle karşıladım çünkü birisi "Sola gidelim." derken, öteki sağa gidiyor; birisi faizi yükseltirken, diğeri faizi düşürüyor. Her iki Bakanı da alkışlayabilmek ancak aklını belli bir yere teslim etmekle açıklanabilir, başka türlü açıklanamaz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)

Borçlanma maliyeti 400 puan düşmüş, bunu da alkışlıyorsunuz. Borçlanma maliyeti 400 puan düşmüş ama Türkiye hâlen dünyada en yüksek maliyetle borçlanan ülke. Olimpiyatlarda altın madalya alamadık ama faizde altın madalyayı aldık çok şükür; bunu becerdiniz, bunu başardınız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bakın, enflasyon beklentisi sorulmuş vatandaşa, vatandaşın enflasyon beklentisi 2025 için ne kadar biliyor musunuz? Yüzde 50 ile yüzde 60 arası yani Hükûmetin öngördüğü rakamın tam 3 katı. Bu ne demek? Bu, vatandaş size ve ekonomi yönetimine güvenmiyor demek.

Dışişleri Bakanımız geldi. Bakın, öncelikle şunu belirteyim: Bizim tüm bakış açımız Suriye konusuyla ilgili Ankara merkezlidir yani Türkiye merkezlidir; ne İsrail'in vaatleri ne Amerika'nın iltifatları ne de Avrupa Birliğinin takdirleri bizim için hiçbir zaman ölçü olmadı, olamaz. Suriye'de itidalli ve dikkatli bir bakış açısına ihtiyacımız var. Suriye'deki değişimin ana sebebini de iyi anlamak lazım. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden dolayı düştüğü sıkıntılı durum ve İsrail'in Hizbullah'a vurmuş olduğu darbeler bugünkü Esad rejiminin sonunu hazırlayan ana faktörler. Bakın, Sovyetler Birliği Afganistan'dan çekildikten sonra beş yıl oradaki mücahitler çok kanlı bir iç savaşın içine girdiler, onun için itidalli yaklaşmak gerekir diyoruz. Toprak bütünlüğü ve her kesimin adilce temsil edildiği bir yapı Suriye'de zaruridir. Başka bir zaruriyet bizler için Irak PKK'sı ile Suriye PKK'sı arasındaki bağlantının kesilmesi ve terör tehdidinin kalkması da bir diğer önceliğimizdir. Yine, ülkemizde bulunan sığınmacıların geri dönüşü gene bizim önceliklerimiz arasında. Tabii, Suriye'deki Türkmen varlığının yakından takip edilmesi; bunu da çok önemsiyoruz.

Sayın Dışişleri Bakanı konuşmasında Doğu Türkistan'a hiç değinmedi ki üç dört ay önce kendisi Çin'i ziyaret etti, Doğu Türkistan bölgesinde de bulundu. Orayla ilgili belki birkaç cümle kurabilirdi ama ya zamanı yetmedi ya da önceliklerinin arasında değildi. Urumçi'de bir başkonsolosluk, o bölgede açılacak bir başkonsolosluk oradaki soydaşlarımızın sıkıntılarını takip etmek açısından çok çok önemli. Tabii, takdirle ve büyük bir ilgiyle takip ettiğimiz Türk Devletleri Teşkilatı ve ortak alfabe konusunu da çok önemsiyoruz.

Bir Gürcistan problemi var Türkiye'nin, hem İçişleri Bakanının hem Adalet Bakanının hem de Dışişleri Bakanının değinmesini beklediğimiz ama her üçünden de bir cümle duymadık. Nedir o? Türkiye'de aranan kim varsa, ne kadar suç örgütü varsa bunlar bir şekilde Gürcistan'a gidiyor, Gürcistan âdeta Türkiye'nin Meksika'sı hâline gelmiş durumda. Ve nihayetinde biz Dışişleri Bakanlığıyla ilgili şöyle bir öneride bulunduk: Bütçenin az olduğunu, toplam bütçenin sadece yüzde 0,2'si olan Dışişleri bütçesinin özellikle 2025 yılında daha fazla olması gerektiğini söyledik ancak tabii, kabul edilmedi. Bakın, ben sizinle bakanlıklarla ilgili sadece aklımda kalan birkaç konuyu paylaştım. Bu bir özet ama size karanlık gelmesin, korkutucu gelmesin. Bu kadar çarpıklığa ve bozulmaya rağmen Türkiye elbette ayakta kalacaktır çünkü onu bir asırdır bu zorlu bölgede ayakta tutan bir irade vardır, o da büyük Türk milletinin iradesidir. Millî devlet omurgamız bizi ayakta tutmuştur, milletin aklı ve feraseti her şeyi görmektedir. Kadim medeniyetinden gelen şuur, bölücü ve şuur yoksunu mihraklara da asla geçit vermeyecektir.

Bu milletin bir asrı aşkın bir parlamenter sistem tecrübesi var. Şuna katılmıyorum ben: "Halk 2 kere Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini onayladı, o yüzden bari bu sistemi revize edelim." Bu çok yanlış bir yaklaşım arkadaşlar. Öncelikle, sistem değişikliği daha başta meşruiyet sorunuyla doğmuştur. Nedir bu? Birincisi, olağanüstü hâl altında bu Anayasa değişikliği yapılmıştır. İkincisi, birçoğunuz hatırlayacaktır, mührü olmayan oy pusulaları geçerli sayılmıştır. Türk tipi başkanlık sistemine geçiş yüzde 51,4 gibi çok kritik bir oy oranıyla sağlanmıştır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçiş, Türkiye'nin 61 Anayasası'ndan itibaren süregelen, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan anayasal düzenini sona erdirmiştir, yargı bağımsızlığı da onunla beraber sona ermiştir. Her şey tek kişi iktidarında birleşmiş, hükûmet ve kurul hâlinde karar alma süreci rafa kaldırılmıştır. Devlet yönetiminde, bakın, yüz elli yılda oluşan değerler, kavramlar, kurumlar bir anda silinmiş ve geriye bir tek -o da artık sembolik herhâlde- Millî Güvenlik Kurulu kalmıştır. Demokratik hukuk devletlerinin farklı hükûmet sistemlerine sahip olmalarının tarihî nedenleri vardır. Siyasi hayatımızın içindeki tüm gelişmelere rağmen askerî darbeler, 61 ve 82 Anayasaları, 1909, belki de 1876'ya uzanan parlamenter tecrübenin temel izlerinden asla ayrılmadılar. 2017'de kurulan bu ucube sistem ise Türkiye'nin tarihî tecrübesiyle uyuşmayan bir sistemdir. Zira, uzun tartışmalar ve arayışlar sonucu ortaya çıkan bir ürün değil, 15 Temmuz hain darbe girişiminin bir ürünüdür bu sistem.

Bir hukuk devletinde adalet ve özgürlüklerin gereklerinin yerine getirilmesi yöneticilerin keyfine ya da sağduyusuna bırakılamaz. Adalet ve özgürlüğün gerekleri kurumsal güvenceye bağlanmak zorundadır. İktidar değişirse bakın, emin olun, bu sistemden en çok şikâyet edecek olanlar, bugünün iktidarda olanları, yarın muhalefete geçecek olanlardır. Seçim yasasının, seçimlerin ve bütünüyle siyasetin finansmanının, siyasal etik yasalarının ve Meclis İçtüzüğü'nün de tasarlanıp tam olarak uygulanacağı güçlendirilmiş parlamenter sistem doğru olan sistemdir.

Konuşmama son verirken şu konunun altını özellikle çiziyorum: Yeni yapıyla beraber kurumlar neredeyse yok olmuş, millet perişan durumdadır. Ayakta kalmaya çalışan bir "millî devlet" kavramımız var. Onunla da oynarsanız bu ülkenin omurgasını mahvetmiş olursunuz. Bizi bir asırdır komşu ülkelerdeki savaşlardan koruyan tüm çabalara ve ihanetlere karşı benzer duruma düşmemizi engelleyen, bizi bir devlet ve millet olarak ayakta tutan işte bugünlerde yerden yere vurduğunuz, fütursuzca hırpaladığınız millî devlet anlayışımızdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET SATUK BUĞRA KAVUNCU (Devamla) - Buna el uzatırsanız koca bir ülkeyi Suriye’ye, Irak’a, Libya’ya çevirirsiniz. Bu ülkede demokrasi, hukuk, özgürlükler ve insan hakları problemi vardır. Bu ülkede terör problemi vardır. Türkiye’nin bir sistem problemi vardır. İsrail’le iş tutanlardan, Amerika’ya sırtını dayayanlardan bu millete hayır gelmez.

Şayet Anayasa değişikliğiyle nihai amaç “millî devlet” kavramını yok etmekse İYİ Parti olarak buna sonuna kadar direneceğiz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir. Kurtuluşumuz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bilinci ve güçlendirilmiş parlamenter sistemle mümkündür; aksi, Türkiye’yi günden güne içine düştüğü bir çıkmaza itecektir.

Çok teşekkür ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)