| Konu: | Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 42 |
| Tarih: | 25.12.2024 |
KAMURAN TANHAN (Mardin) - Genel Kurulu selamlıyorum.
Ben de benden önce söz alıp konuşan Şırnak Vekilimiz Ayşegül Doğan'ın bıraktığı yerden devam etmek istiyorum.
"Roboski denince akla gelen nedir?" diye sorunca insan kendine, biz Kürtler olarak, Şırnak ve Mardin çevresindeki, Botan çevresindekiler olarak şu geliyor aklımıza: Yitirdikleri evlatlarının parçalarını bile bir araya toplayamayan yoksul Kürt analarını ve o analara acıların en büyüğünü reva gören bir sistemi görüyoruz. Hatta yetmiyor, katliamın ortaya çıkarılması için devletin mahkemelerinde çile çeken aileler olarak görüyoruz ve biliyoruz.
Değerli milletvekilleri, sınırlar bir taraftan ulus devletlerin egemenlik sahalarının başlangıç ve bitiş noktalarını temsil ederken diğer taraftan ise milliyetçiliğin kimlik inşasının temel araçlarından biri olagelmiştir tarih boyunca. Sınırları oluşturan mayınlı bölgeler, tel örgüler, yüksek duvarlar gelecekteki politikanın bir parçası olarak hem sınırları hem ulus devleti hem de kimliği yeniden formüle eden birer gösterge olarak ortaya çıkmıştır. Sınırlar sadece fiziksel olarak iki alanın birbirinden ayrılmasına sebebiyet vermezler, aynı zamanda "biz" ve "onlar" ayrımını da yaratırlar. Bugün birbirine komşu olan Nusaybin ve Kamışlı arasında olan da tam budur; bu iki komşu ve kardeş şehir arasında bölgede yaşayanların iradesi yok sayılarak tamamen politik amaçlarla çizilmiş eğreti bir sınırdır, bu ayrım dayatılmaktadır. 1926 yılında Fransa'yla imzalanan Ankara Anlaşması'yla Türkiye-Suriye sınırı belirlenmiş ve kürdistan topraklarını bölen bir sınır çizilmiştir. Kürtler o sınırlardan ziyade tren yolunu esas alarak "Serhat" ve "Binhat" olarak sınırı pek de dillendirmemişlerdir, önemsememişlerdir. 2013 yılında güvenlik gerekçesiyle örülen duvar aslında bütünüyle Kürt düşmanlığı üzerine inşa edilmiştir. Bu duvar aynı zamanda bir korku duvarıdır, bir utanç duvarıdır. Bakın, Kürtlerin Nusaybin'den Kamışlı'ya, Kamışlı'dan da Nusaybin'e korumak gibi bir derdi yok ancak belli ki iktidarın Kürtlerin Rojava'daki statüsüyle ilgili bir derdi var. Bu öyle dert ki "Gerekirse Suriye'den birkaç füze atarız." diyecek kadar büyük bir dert. Binbir türlü güvenlik gerekçesi üretecek kadar büyük bir derdi var. Bir düşünürün dediği gibi; neyin içeride, neyin dışarıda olduğu duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıdır. Nusaybin'den Kamışlı'ya bakınca, sorun olan güvenlik değil bizim aramıza dikilmiş bir düşmanlık abidesi gibi duran o duvarın ta kendisidir. Güvenlik söylemiyle meşrulaştırılan o duvar, toplumsal hafızayı, Kürtlerin biz olma duygusunu, ulusal bilincini yok etme beklentisiyle örülmüş bir utanç duvarıdır. 2013 yılında Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan'ın da dediği gibi, bir utanç duvarıdır, başka da öteye gidemez. Bakın, Kürt halkının Kobani'de DAİŞ barbarlarına karşı ortaya koyduğu direniş Kobani'nin düşmesini bekleyenler açısından bir hayal kırıklığı olsa da... Kürt ulusal bilincinin pekiştiği, Lozan'da çizilen ve Kürtleri birbirinden ayırmaya çalışan suni sınırların yerle bir olduğu, insanlık onurunun korunduğu yerdir Kobani. İşte burada hayal kırıklığına uğrayanlar, sınırın bir tarafında Kürtlere uygun olmadığını iddia ederek, Afrin ve Gire Spi'de olduğu gibi, buraları sözüm ona meşru muhalefet olarak gördükleri SMO çetelerinin eliyle Kürtleri yerinden etmeye çalıştı. Şimdi sormak gerekiyor: SMO çeteleri gücünü Türkiye'den aldığı için mi meşru yoksa Kürtlere saldırdığı için mi meşru? İşte, düşmanlık üzerine inşa edilen sınırlar Kürt halkının ortak duyguda birleşmesini engelleyemez. Bu sınırlar ortak duygunun karşısında yıkılacaktır.
Dün 4. Ağır Ceza Mahkemesine katıldım. 10 Ekim Gar katliamının firari sanıklarında avukatların mahkemeden talep ettiği bir şey vardı. Er Sefter Taş'ı belki tanımıyor ya da bilmiyor olabilirsiniz de ben ifade edeyim; 2014-2015 yıllarında IŞİD tarafından kaçırılıp katledilen bir erdi. Onun katliamına sebep olan kişi de bir Türk vatandaşıydı ve şu anda meşru olarak gördüğünüz, "Suriye'deki muhalefet" dediğiniz ve "devrimci" dediğiniz aklın yanında yer alan bir kişi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tanhan, lütfen tamamlayın.
KAMURAN TANHAN (Devamla) - Dolayısıyla buradan sormak istiyorum: O gün 10 Ekim firari sanıklarından olan ve ayrıca Er Sefter Taş'ı kaçırıp IŞİD'e teslim eden ve diri diri yakan o canileri Suriye'nin "devrimci" dediğiniz muhalefetinden veya iktidarda olan barbarlarından iadesini düşünüyor musunuz Sayın Dışişleri Bakanı ve Sayın MİT Başkanı? Aslında yapmanız gereken oydu; Türkiye'ye karşı, Türk vatandaşlarına karşı işlemiş oldukları suçlar nedeniyle onların iadesini talep etmek. Avukatlar da 10 Ekim Gar katliamında bunu talep ettiler aslında. Umarım bu talep yerine gelir ve 10 Ekim Gar katliamı ve Er Sefter Taş'ın ailesine bir adalet getirmiş olursunuz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)