Konu: | Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 44 |
Tarih: | 07.01.2025 |
CHP GRUBU ADINA KAYIHAN PALA (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım.
İlgili maddeler geldiğinde partimiz adına görevlendirilen milletvekilleri her bir maddeye ilişkin kapsamlı değerlendirmede bulunacaklar, ben kanunun geneli üzerine bir çerçeve çizmeye çalışacağım. İlk olarak şunu söylemek isterim: Kanun teklifinin genel gerekçesinde çalışma ve sosyal güvenlik mevzuatı bakımından ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması için böyle bir teklifin Meclise getirildiği söyleniyor ancak şunu en başta söylemek zorundayız ki: Bu kanun teklifiyle çalışma yaşamı açısından emekçilerin, işsizlerin, emeklilerin, ev kadınlarının, öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması söz konusu değil. Bu nedenle, kanun, gerekçesinde açıklanan amaca ulaşabilmek açısından büyük bir sınırlılık içeriyor.
Birkaç örnek vereyim isterseniz. Örneğin, biliyorsunuz, Komisyonda da tartıştık; Çalışma Bakanlığı İŞKUR'la bir iş gücü uyum programı düzenliyor ama burada sigortasız işçi çalıştırıyor. Örneğin, bu kanun teklifi buna ilişkin bir düzenlemeyi karşımıza getirebiliyor değil. Yine, genel sağlık sigortası prim borcu olanların ilaca erişimlerinin önünde büyük bir engel var, bu kanun teklifi bu engeli ortadan kaldırmıyor. Geri ödeme kapsamına alınması gereken sağlıkla ilgili ihtiyaçlar var. Örneğin, nadir hastalıklar için kullanılması gereken yetim ilaçlar, kanser hastalarının gereksinim duyduğu akıllı ilaçlar, HPV aşısı. Örnekler çoğaltılabilir. Bu kanun teklifi bu gereksinimlerin hiçbirisini karşılamıyor.
Öte yandan, çeteleşme dendiğinde yalnızca yenidoğan çetesi değil, Sosyal Güvenlik Kurumunun zarara uğratılmasına ilişkin pek çok çetenin varlığını ortaya koyan Sosyal Güvenlik Kurumu müfettişleri tarafından önümüze konmuş birtakım teftiş dosyaları var. O dosyalardaki sıkıntıları çözmeye dönük herhangi bir düzenlemenin de bu kanun teklifi içerisinde yer almadığını görüyoruz. İki örnek; örneğin, uygun olmayan bir tıbbi malzemenin SUT kodlarına eşlenmesi nedeniyle on yıl içerisinde kamunun 15 milyar TL zarara uğratıldığının hesaplandığı bir müfettişler raporu ya da bir ilaç söz konusu olduğunda onun endikasyon dışı kullanımının kabul edilmesi nedeniyle yine rapora göre kurumun 819 milyon lira zarara uğratılmış olması gibi.
Karşılanmayan başka ihtiyaçlar da var. Örnek; 2024 sonrasında emekli olanların aylıklarında meydana geleceği bilinen kaybın giderilmemiş olması, en düşük emekli aylığının yaşanabilir bir emekli aylığı biçimine dönüştürülmemiş olması, emekli aylıklarındaki adaletsizliğin giderilmemiş olması, intibak düzenlemesinin yapılmaması, emeklilik yaşındaki adaletsizliğin giderilmemesi, aylık bağlama oranlarının yeniden düzenlenmemesi, BAĞKUR sigortalılarının yaşlılık aylığına esas prim gün sayılarının diğer sigortalılarla eşitlenmemesi, işçilerin, emekçilerin vergi yükünün azaltılmaması gibi birçok gereksinimin bu kanun teklifiyle karşılanmadığını görüyoruz. Birazdan söyleyeceğim, bu kanun teklifiyle toplam 8 kanunda değişiklik yapılıyor olmasına rağmen -sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili- bu gereksinimlerin hiçbirisi maalesef karşılanmamış durumdadır. Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından da kadınlar için önce sigorta kuralı kaldırılarak bir doğum borçlanması da yine karşımıza getirilmemiş durumda. Oysa, biliyorsunuz, erkekler için askerlik borçlanması önce sigorta koşulu aranmadan yapılabilmekte ama kadınlar bu haktan mahrum bırakılmaktadır. Yine, bu kanun bu düzenlemeyi de maalesef getirmiyor.
Şimdi, hatırlayın, bütçe görüşmeleri sırasında Sayın Çalışma Bakanı 2024 yılı sonu itibarıyla SGK açığının gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki oranının yüzde 0,39'a kadar düşürüleceğinden söz etmişti. Bu kadar büyük bir düşüklük yerine aslında bizim yapacağımız düzenlemelerle emekçileri, emeklileri, işsizleri, ev kadınlarını, öğrencileri ve dezavantajlı grupları destekleyecek birtakım sosyal koruma programlarını hayata geçirmemiz mümkündü. Bütçe görüşmelerinde de söyledik, aslında Türkiye'deki sorun kaynak sınırlılığı değil, mevcut kaynakların dağıtımındaki tercihlerin yanlışlığı. Bu yanlışlık bu 8 kanunda değişiklik yapılırken emekçiler yararına düzeltilebilirdi, burada bunu maalesef görmüyoruz.
Komisyonda yapıcı katkılarımızı sunduk ancak maalesef virgülüne bile dokunulmasını sağlayamadık. Bütün komisyon toplantılarında bunu görmüş olduğumuzu da bir kez daha burada söylemek isterim ama geneline baktığımızda toplumun ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak, bireylerin değil, kurumların ihtiyaçlarına odaklanmış bir kanun teklifi olduğunu söylememiz gerekir. Oysa Türkiye'de çok ağır bir ekonomik kriz var biliyorsunuz ve bu krizin de ağırlıklı olarak yükünü hem emekçiler hem de emekliler çekmek zorunda. Birkaç rakamı burada verme ihtiyacı duyuyorum sosyal güvenlikle ilgili bir düzenleme olduğu için. Bakın, geniş tanımlı işsiz sayısı 11 milyonu geçti, açlık sınırı 21 bin liranın üstünde, yoksulluk sınırı 69 bin liraya geldi, asgari ücret ise bir yıl boyunca yalnızca 22 bin lira civarında. Çok değil, önümüzdeki ay içerisinde asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığına hep birlikte maalesef tanıklık edeceğiz. En düşük emekli maaşı 14.479 liraya yükseltilecek ilk altı ay için yani 5 tane emekli bir araya gelse yoksulluk sınırının altında yaşayabilecek bir gelire sahip olmayan bir tablo maalesef bize dayatılıyor. SSK ve BAĞ-KUR emeklilerinin maaşındaki yüzde 15'lik artış ve memur ve memur emeklisi maaşındaki yüzde 11'lik artış ise hayatı karşılamaya asla yeterli değil.
Gelinen politikalar aslında bize emeğin değersizleştirildiği ve bunun yerine hak değil muhtaçlığı ön plana koyan, muhtaçlık temelli bir düzenlemenin yapıldığını açık olarak gösteriyor. Buradan değerli milletvekillerine sormak isterim: Bu Türkiye tablosunda emekliler, emekçiler, işsizler, asgari ücretle yaşamak zorunda kalanlar gerçekten yaşamlarını nasıl sürdürecekler? Oysa böyle bir düzenleme yapılırken bu toplumun büyük kesimini oluşturan emekliler, emekçiler için birtakım düzenlemeler yapmak mümkündü. Kaynakları faize ve müteahhitlere vererek ve geliri vergilendirmeyerek sermayeye sürekli katkıda bulunmak yerine o kaynakları emekliler, emekçiler, öğrenciler, ev kadınları ve dezavantajlı gruplar için kullanmak mümkündü, maalesef bu tercih hayata geçmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu tercihi hayata geçirecek bir iktidara duyulan ihtiyacı bir kez daha buradan söylemek isterim.
Bu kanun teklifiyle 8 ayrı kanunda değişiklik yapılıyor. Bu kanunların adlarını tek tek saymayacağım ama bu kadar birbiriyle ilişkisiz düzenleme yapılacağı yerde şimdi söyleyeceğim birkaç kanuna ilişkin temel değişiklikler yapılsaydı toplumun ihtiyaçlarını karşılamak çok daha kolay olacaktı. Örnek, Aile Hekimliği Kanunu; örnek, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu; örnek, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu. Ne demek istiyorum? Biliyorsunuz, aile hekimleri ve aile sağlığı merkezlerinde çalışanlar bu kez üçüncü kez iş bırakıyorlar. Bu hafta boyunca iş bırakma eyleminde karşımıza çıkıyorlar. Neden iş bırakıyorlar? Neden Sağlık Bakanlığı onların ihtiyaçlarını karşılamak için herhangi bir düzenleme yapmıyor ve hatta onların bütün taleplerine kulaklarını tıkıyor? Buradan bunu sormak gerekir. Yeri gelmişken bakın, 5 tane temel talepleri var, kısaca söyleyeyim: Birincisi, diyorlar ki: "Kamucu bir birinci basamağa ihtiyaç var. Aile sağlığı merkezlerinin ihtiyaçları Sağlık Bakanlığı tarafından karşılansın." İkincisi, "Biz hastalarımıza yeterli zaman ayırmak istiyoruz. Bu nedenle de aile hekimi başına düşen nüfus 2 binle sınırlansın." diyorlar. Aile hekimliğinde güvencesiz ve kadrosuz istihdamı kabul etmiyorlar, insanca yaşamaya yetecek bir maaş istiyorlar ve sağlıkta şiddete son verilmesine ilişkin etkili bir kanunun bir an önce hayata geçmesini istiyorlar ki hatırlarsanız şiddetle ilgili daha önce de konuşmuştuk; Türkiye'nin çok önemli bir kanayan yarasıdır sağlıkta şiddet. Umarım bir gün bunu da çok ayrıntılı konuşma fırsatı buluruz. Benzer bir durum Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu için de geçerlidir. Bu arada söyleyeyim: Biliyorsunuz, bu kanun teklifindeki 28 maddenin 4 tanesi aralık ayındaki son kanun teklifine eklendi ama bu 28 maddenin 9 tanesi Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırıdır. Bunu Komisyonda dile getirdik, kanıtlarıyla ortaya koyduk ama maalesef bir değişiklik sağlayamadık.
Ayrıca, her defasında söylüyoruz, bu kanun teklifleri önümüze geldiğinde etki analizleri yok. Oysa bunların etki analizlerinin yapılmış olması ve komisyon üyelerine bu etki analizlerinin de sunulmuş olması gerekirdi çünkü bazılarının kamu bütçesine etkileri var ve o etkilerin de bu etki analizinde ortaya konulması çok büyük önem taşıyordu.
Sonunda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim: Bu kanun teklifinde Anayasa'ya aykırılıklar var. Bu kanun teklifinde sosyal devlet ilkesiyle uyumsuzluk var. Bu kanun teklifinde bazı maddelerin uygulanabilirliğiyle ilgili sıkıntılar var. Özellikle engelli yurttaşlarla ilgili düzenlemelerin çok sorunlu olduğunu burada bir kez daha söylemek isterim. Ayrıca, dezavantajlı kesimler üzerinde olumsuz etki yaratma potansiyeli olan düzenlemeler var. Bu nedenle de biz bu kanun teklifinin en baştan geri çekilip tekrar değerlendirilmesi gerektiğini burada bir kez daha söylemiş olalım. Özellikle kanun teklifinin 1'inci, 14'üncü, 16'ncı ve 17'nci maddelerinde engelli yurttaşlar ve onların haklarıyla ilgili düzenleme yapılırken bazı hakların kaybedilmesine dönük düzenlemeler yapıldığının burada vurgulanmış olmasını çok önemli buluyorum. Engelli yurttaşların endişelerini ortadan kaldıracak düzenlemeler eğer buraya getirilmezse bu, gerçekten zaten hayata karşı dezavantajlı durumda olan insanları daha da üzecek bir düzenlemenin karşılarına dayatılması anlamına gelecek ki ayrıca, engelli yurttaşlarla ilgili bir düzenleme yapılırken engellilerin herhangi bir örgütüyle bunun tartışılmamış olması, onların temsilcilerinin komisyona çağrılmamış olması da çok önemli bir sorundur diye burada özellikle vurgulamak isterim.
Bir başka önemli sorun, Sağlık Bakanlığına kişisel verilerin korunmasıyla ilgili kanunun ötesinde bazı hakların verilmesine ilişkin düzenlemeler var; bunu da doğru bulmuyoruz.
Bu kanun teklifinde 5'inci maddede karşımıza getirilen aile hekimliğiyle ilgili düzenleme ise başlı başına sorunlar içermektedir. İlk olarak aile hekimliği sisteminde bazı hizmetlerin ücretlendirilmesi söz konusudur ki bakın, bu birinci basamak sağlık hizmetlerinin felsefesine aykırıdır. Sağlık en temel insan haklarından biridir ve tüm insanların bu haklara erişmesinin en önemli aracısı bütün dünyada birinci basamak sağlık hizmetleridir. Bu nedenle birinci basamak sağlık hizmetlerini ücretlendirecek bir uygulamadan tamamen vazgeçmek gerekir.
Ayrıca, bu teklifte "GETAT" diye kısaltılmış geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının aile sağlığı merkezlerinde yapılabilmesi de asla kabul edilemez. Kamu niteliğinde bir birinci basamak kurumunun dünyada kabul edilmiş birinci basamak sağlık hizmeti sunumu ilkelerine göre çalışması gerekir. Geleneksel tıp denilen yaklaşımlar uzun bir geçmişe sahiptir, odağında bilimsel bilgi söz konusu değildir. İnançlara dayanan beceri ve uygulamaların çağdaş tıpta yeri yoktur. Tamamlayıcı tıp ise çağdaş sağlık hizmetleri içerisinde yer almaz. Dolayısıyla çağdaş sağlık hizmetleri içerisinde yer almayan geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının birinci basamağa eklemlendirilip orada uygulanabilir hâle getirilmesi doğru bir yaklaşım değil. Geleneksel tıp, sağlık okuryazarlığı düşük kişiler tarafından genellikle kullanılan ilk tedavi yaklaşımıdır ve geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının hastaları bilimsel bilgiye göre sunulan çağdaş sağlık hizmetlerinden uzaklaştırdığı da bilinmektedir. Bakın, Avrupalı Hekimler Daimi Komitesi geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarıyla ilgili bunun tıp içerisinde bir uzmanlık alanı olmadığının mutlaka toplumla paylaşılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu nedenle bu GETAT denilen uygulamanın ASM'lerde uygulanması yaklaşımına itiraz ediyoruz, bunun mutlaka ortadan kaldırılması gerekir.
Ayrıca, aile hekimliği sisteminde onlara gelir getirecek bir düzenleme yaparken bunun yönetmeliğe bırakılmasının geçmişte Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini de bir kez daha burada vurgulayalım.
Bu kanun teklifindeki çok sorunlu maddelerden bir tanesi de madde 11'de karşımıza getirilen hekim ve diş hekimi muayenesinde mevcut olarak ayakta tedavide 2 lira olan katılım payının 10 kat artırılarak 20 liraya çıkarılmış olmasıdır. Tekrar ediyorum, 2 lira 10 kat artırılarak 20 liraya çıkarılıyor. Şimdi, 20 lira çok küçük bir para gibi görünebilir ama 5510 sayılı Kanun’u bilenler bu 20 lirayı 10 kat artırma yetkisinin de kurumda olduğunu bileceklerdir. Dolayısıyla, bugün için 5 lira, 7 lira, 15 lira gibi görünen rakamlar 2 liranın çarpımıyla elde edilmiştir. Bunu 20 liraya çıkardığınızda 200 liraya kadar varabilecek bir katkı payının hastalardan alınması söz konusu olabilecektir ki yoksulluğu bırakın, açlık sınırlarının altında yaşamak zorunda kalan insanlar için bu asla kabul edilemez. Üstelik buradan nasıl bir yarar beklendiği de belli değildir. Bakın, resmî rakamlar katılım paylarının Genel Sağlık Sigortası Fonu içerisindeki oranının yalnızca yüzde 0,47 olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla buraya ciddi bir katkıları yok. Deniyor ki: Böyle bir para vermek zorunda kalırlarsa birinci basamağı tercih ederler. Bunun da doğru olmadığını aslında Sağlık Bakanlığının kendi uygulamaları gösterdi. Nasıl gösterdi? Dünyada örneği olmayan, acil servislerde bir yeşil alan uygulaması hayata geçirildi ve acil olmayan vakalar elenerek yeşil alanda hizmet almaları sağlandı, yeşil alandan da katkı payı alınmaya başlandı. Buradan Sağlık Bakanlığı yetkililerine sormak lazım: Bu uygulamada yeşil alana katkı payı getirdiniz diye acil servislere başvuru sayısı azaldı mı? Hayır, her yıl daha fazla artıyor. Sağlık Bakanlığının kendi verisi, 2023 yılında 154 milyondan fazla acil servis başvurusu var. Neden? İnsanlar rutin sağlık hizmetlerinde gereksinimlerini karşılayamıyorlar ve nüfus başına Avrupa Birliği ortalamasından 6,5 kat daha fazla acil servise başvurmak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla katkı payındaki bu 10 kat artışı kesinlikle reddediyoruz, bunun asla hayata geçirilmemesi gerekir.
Bu kanun teklifinde önemli düzenlemelerden bir tanesi de üniversitelerle ilgili. Üniversite tıp fakültelerinin sağlık hizmeti sunucusu olarak bugüne kadarki borçlarının terkin edilmesi yani ortadan kaldırılması uygulaması var. Bu uygulama doğru bir uygulama, geçen yıllarda da olmuştu. Ama bakın, kök nedene inmemiz lazım. Her yıl tıp fakültelerinin borçlarının terkin edilmesini yasalaştırmak yerine tıp fakülteleri hastanelerini destekleyecek bir düzenlemeyi hayata geçirmeliyiz. Burada da bunu özellikle vurgulamak isterim.
Kanunda, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'na ilişkin de bazı düzenlemeler var. İlk olarak şunu söyleyeyim: Bu Kanun 2012'de çıktıktan sonra temel iki beklenti vardı. Bir, iş kazaları azalacaktı; iki, meslek hastalıklarına tanı konulması artacaktı. Konunun uzmanları bilirler, ikisi de gerçekleşmedi. Maalesef ölümlü iş kazaları başta olmak üzere iş kazalarında ciddi bir artış oldu. Meslek hastalıklarına tanı koyma süreci de istendiği gibi gelişmedi. Türkiye'de aslında her yıl 40 binden fazla meslek hastalığı tanısı konulması beklenirken bu rakamlar binli sayılarla sınırlı kaldı ve her yıl binlerce insan maalesef iş kazaları nedeniyle -hatta artık bunlara iş cinayetleri demek lazım- hayatını kaybetmeye başladı. Niye "iş cinayeti" diyoruz? Bakın, Uluslararası Çalışma Örgütünün iş kazası tanımına göre iş kazasının beklenmeyen ve öngörülmeyen bir olay olması lazım ama son "iş kazası" adı altında karşımıza çıkan, özellikle madenlerde hayatını yitirenlerin raporlarına baktığımızda aslında orada öngörülen ve beklenen bir durum var. Bu nedenle, İliç de içinde olmak üzere, hatta bizim görebildiğimiz kadarıyla Balıkesir'deki fişek fabrikasındaki patlama da içinde olmak üzere bunlar beklenen ve öngörülen olaylar. Bu nedenle, bunlara kaza dememiz mümkün değil. O zaman bizim 6331 sayılı Kanun’da köklü değişiklikler yapacak düzenlemelere ihtiyacımız var. Bunu birkaç kez söyledim, tekrar söylüyorum, bu sene Plan ve Bütçe Komisyonunda Adalet ve Kalkınma Partisinden bir milletvekilimiz de bizimle aynı görüşteydi, geçen yıl da aynı şey olmuştu: Bakın, iş yeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, iş yeri hemşiresi ücretini patrondan aldığı müddetçe patronun hatalarına karşı bir şey yapma ihtimali yok. O yüzden, onları özerk bir hâle getirecek bir özerk kamu kurumuna ihtiyaç var. Bütün iş yeri hekimlerini, iş güvenliği mühendislerini, iş güvenliği uzmanlarını, bu alanda çalışan bütün profesyonelleri özerk bir kamu kurumunda istihdam edip işverenin oradan onları alabileceği, ücretini de işverenin oraya yatıracağı, gerekirse devletin de katkıda bulunabileceği bir yapıya ihtiyacımız var. Aksi hâlde ücretini aldığı patrona karşı birtakım düzenlemeleri dile getirmesini beklemek çok gerçekçi değil, maalesef karşılaştığımız durumlar da bunu gösteriyor. O yüzden, bir kez daha bu düzenlemeye duyulan ihtiyacı tanımlamak isterim.
Burada önemli bir düzenleme yapılıyor, Sağlık Bakanlığına bağlı bir kurum "ÇASMER" adıyla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Biz bu düzenlemenin doğru olduğunu düşünüyoruz. Kamunun çalışan sağlığı ve güvenliği alanında hizmet alanını genişletmesi çok doğru. Yıllardır eleştirdiğimiz bir şey var: Sağlık Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı çalışan sağlığı ve güvenliği konusunda bir arada, eş güdüm içinde yıllardır çalışmıyorlar. Bu ÇASMER'lerin kurulmasıyla birlikte bu eş güdüm de sağlanabilirse Türkiye'deki emekçiler için çalışan sağlığı ve güvenliği alanında önemli bir adım atılabilmiş olur.
24'üncü maddedeki düzenlemenin yanlış olduğu kanısındayız, bunu Komisyonda da söylemeye çalışmıştık. Eğer bir iş yerinde işi durdurmayı zorunlu kılan bir durum varsa ve o iş yerinde OSGB yetkiliyse, o iş yerindeki iş yeri hekiminin ve iş güvenliği uzmanının bunu OSGB'ye bildirmesi, OSGB yönetiminin de işverene bildirmesi biçiminde bir düzenlemeye çevirmek gerekir. Bu hâliyle ihtiyacı maalesef karşılamıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Pala, tamamlayın lütfen.
KAYIHAN PALA (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; saydığım gerekçelerle bu kanun günümüzün çalışma hayatı ve sağlık alanındaki ihtiyaçlarını karşılamaktan maalesef çok uzaktır. Burada hem sosyal adalet hem eşitlik hem de hukukun üstünlüğü ilkelerine aykırılık teşkil eden bazı maddeler var, bunları hem Komisyonda söyledik hem karşı oy yazımızda dile getirdik. Burada, özellikle, bizi telaşla izleyen engelli yurttaşlar açısından düzenlemelerin onların hak kaybına uğramayacağı biçime dönüştürülmesinin büyük önem taşıdığını, bu kadar ciddi bir ekonomik kriz ortamında 2 liralık bu katkı payının asla yükseltilmemesi gerektiğini ve aile hekimliğiyle ilgili düzenlemenin mutlaka bu kanun metninden çıkarılması gerektiğini bir kez daha söylemek isterim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP, DEM PARTİ ve Saadet Partisi sıralarından alkışlar)