Konu: | Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 48 |
Tarih: | 15.01.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA UĞUR POYRAZ (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, aziz vatanımız için 16 Ocak 2020'de bölücü terör örgütü tarafından şehit edilen Piyade Binbaşı Şevket Tombul'u rahmet, saygı ve hürmetle anıyor; bütün şehitlerimizi, gazilerimizi ve ekranları başında bu Genel Kurulu takip eden bütün şehit ailelerimizi ve yakınlarını saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. Sizleri unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Tabii, geçtiğimiz hafta iki ölümle hepimiz sarsıldık. Bir tanesi, hâkim savcılık sınavında 115'inci olan Avukat Mert Akdoğan'ın mülakatta elenmesini kaldıramayıp hayatına son vermesi; devamla da mülakattan geçmiş, savcı yardımcılığı görevine başlamış Mithat Can Yalman'ın yine hayatına son vermesi. Tabii, bugün Adalet Akademisi teklifi görüşülürken, kanun teklifi görüşülürken bu iki ismi sık sık duydunuz. Buradan, tabii, iktidar sıralarına bakarak ifade etmek istiyorum ama sıraların boşluğu da aslında bu saatte Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve şu an Adalet Akademisinin -değerli Komisyon da burada, Komisyon Başkanı da burada- bu sürece ne kadar katkı sağlamaya hevesli olup olmadıklarının bir tezahürü.
Şimdi, Adalet Akademisi zaten var olan bir kurum. Bu kurum Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle tekrar tanzim ediliyor, Anayasa Mahkemesi de diyor ki: "Bunu kanunla yapacaksın." İşin acı tarafı -biraz önce sevgili İdris Şahin de ifade etti- bu, açıkça kanunla yapılması gerektiği bilinen bir sürecin ve hususun Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin değerli hukukçuları ya da bu sistemin yaratıcıları bunun farkında bile değil, normlar hiyerarşisinin farkında bile değil ya da normları kale almıyorlar; temel sorun bu. Şimdi, geldiğimiz noktada, Türkiye'de mevcut AK PARTİ iktidarının en büyük övünç kaynağı, biliyorsunuz, elle tutulur, gözle görülür eserler ve ürünlerle kendi propagandasını yapıyor. Oysa "Piaget" denen düşünürün ortaya koyduğu insanın bilişsel gelişimi üç döneme ayrılıyor; motor dönem, yedi yaşına kadar, 7-11 yaş ve 11 yaştan sonra, "bilişsel gelişim" deniyor buna. 7 yaşına kadar çocuklar dünyayı 5 duyuyla tanımlıyorlar, 7-11 yaş arasında ise somut dönem yani elde tutabildiği, gözle görebildiklerini tanımlıyor; 11 yaştan sonra ise soyut dönem. Yani 7-8 yaşında bir çocuğa "Aşkı tarif et." dediğinde "Anne, baba." diyor ama 11 yaşından sonra "Aşkı tarif et." dediğinde Allah'a olan aşkı, doğaya olan aşkı, sevgiyi, bunu o zaman tanımlayabiliyor. İşte, Adalet ve Kalkınma Partisinin Türk milletine yaptığı muamele bu. Binalar, elle tutulur, gözle görülür. "Hizmet" dediği zaman yaptığı yolu ve köprüyü tanımlıyor ama Türkiye'de demokrasi, insan hakları ve buna benzer hiçbir hizmet onların lügatinde yok. "Adalet" dediği zaman "Adliye binalarını yaptık." diyor, içinde adaletten haber yok. Bugün işte görüştüğümüz kanun teklifinde de Adalet Akademisine ilişkin bir binadan bahsediyoruz. Yapılan binada hâkim-savcı adayları burada eğitim görüyorlar. 17-25 Aralık gibi bir kriz yaşadık hep beraber. 17-25 Aralıktan sonra, 15 Temmuzdan sonra birçok yargı mensubu FETÖ irtibat ve iltisakı ya da FETÖ'nün evlerinde ders çalışmış olmak gibi sebeplerle işlem gördü.
Şimdi, şöyle de bir örnek vereyim: Adalet Akademisinde staj gören, hâkim-savcılık stajı gören birçok genç hâlâ Adalet Akademisinde staj gördükleri dönem içerisinde orada bir barınma problemi yaşıyorlar. Bu, bugünün meselesi değil, yıllardır bu problemi yaşıyorlar. Adalet Akademisiyle ilgili, ne kanun teklifinde ne de hâlihazırda bununla ilgili hiçbir tedbir söz konusu değil. Peki, ne oluyor Adalet Akademisinde hâkim-savcılık stajı yapan bu gençler? Bu gençler hâlâ şu an ne idiği belirsiz tarikat, cemaat evleri ya da yurtlarında bir yandan eğitimleri sırasında konaklamak durumunda kalıyorlar; bu da geleceğe dönük onların her birinin siciline işlenen ve daha sonrasında da -umuyorum vuku bulmaz ama- orada beyinlerinin yıkanma ihtimali de güçlü bir hâle gelen bir nesil olarak karşımıza çıkıyor.
Tabii, ben bugün süremi efektif kullanacağım Sayın Başkan, herkesin de çok yorgun olduğunun farkındayım. Ancak şimdi bu Adalet Akademisi, oradan Türkiye'deki adalet sistemi diye tartışılırken geçtiğimiz hafta İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yapmış olduğu bir konuşmada, grup toplantısında yaptığı konuşma sonrasında Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sayın Ahmet Yiğit Yıldırım tarafından Ahmet Yiğit Yıldırım'ın katıldığı bir programda son derece fütursuzca, son derece hadsizce bir şekilde tehdit edildi. Devamla, ne zaman tahliye olduğunu bilmediğim bir şahıs da devamla Sayın Müsavat Dervişoğlu'na ilişkin bir yazılı basın açıklaması yayınladı. Şimdi burada birkaç şeyi dikkatlerinize sunmak istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli milletvekillerinin buradaki kıdemli ve deneyimli siyasetçileri, hiçbir siyasi parti Genel Başkanı bu konuyu kınamadı. Bugün Türkiye'de ismi birçok önemli yerlerde geçen hiçbir siyasetçi bunu kınamadı, bunu kınamadı. Bu bir anayasal hakkın gasbıyken açıkça ve bu bir Genel Başkana değil Türk siyasetinde herkese yapılmış bir had bildirme teşebbüsüyken bunu bir Allah'ın kulu kınamadı. Ve devamla -bugün nereden baksanız yedi gün geçti- vatandaş Müsavat Dervişoğlu'yla ilgili ne Adalet Bakanı ne İçişleri Bakanı bununla ilgili resen harekete geçmedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Milletvekili Müsavat Dervişoğlu'yla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı harekete geçmedi. İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu'yla alakalı Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanlığı harekete geçmedi. Herkes kör, herkes sağır. Niye? Çünkü işte, ortaya konulan yeni Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi siyasi parti genel başkanlarının, siyasi aktörlerin her birinin kendi kariyer planlarının inşasına giden bir süreci oluşturdu.
Bakın, biz burada büyük Türk milleti adına milletin vekilleriyiz, yakamıza taktığımız rozetler bu millete hizmet etmekle alakalı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bizlere maaş veriyor, emekliliği dolana hem milletvekili maaşı veriyor hem emekli maaşı veriyor. Bize ömür boyu, eşlerimizle ve çocuklarımızla diplomatik pasaport veriyor, sağlık hizmetlerinden faydalanma imkânı veriyor. Bunları niye veriyor bize? Milletin vekili olmamız için veriyor bize, milletin vekili. Yani bu işin ruhu şu demek: "Milletin vekili ol, ben sana bu imkânları tanıyorum, milletin vekili ol; bağlı bulunduğun partilerin genel başkanlarının marabası ve tebaası olma, milletin vekili ol." diyor. O yüzden, ben bu tarihe not düşmek, bugün tutanaklara not düşmek adına, herhangi bir yazılı metin de hazırlamadım, tamamen kalbimden ve içimden gelenleri ifade etmek istedim burada değerli milletvekillerinin huzurunda. Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bizler milletin vekiliyiz ve bundan sonra da milletin vekili olmak zorundayız. Bu söylediklerimi gecenin bu saatinde, biraz daha bu sessiz ortamda bir kere daha düşünelim, bir kere daha düşünelim, bir kere daha düşünelim çünkü siyaseti Türk milleti için yapıyoruz. Farklı notalara basıyoruz, farklı bestelerle söylüyoruz ama aynı şiiri aynı duyguyla, aynı coşkuyla söylüyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)