Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 50 |
Tarih: | 29.01.2025 |
CHP GRUBU ADINA AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Değerli milletvekilleri, söz konusu kanun teklifinde, daha önce, yıl başından önce gruplar tarafından anlaşılmış, uzlaşılmış, geri çekilmiş ve daha da öncesinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş maddelerin noktasına virgülüne dokunmadan yer aldığını görmekteyiz. Böylece, belki de daha önce yaşanmamış bir ayıba imza atılmış durumda yani utanç verici bir durumla karşı karşıyayız. Gerçi son on günde yaşananlara baktığımız zaman, iktidar, iktidarınız o kadar çok ayıba imza attı, o kadar çok hukuksuzluğa imza attı ki, bu ülkeyi bu kadar çok utanç verici duruma soktu ki; bakın, daha dün, davetle ifadeye gelebilecek gazeteciler, 3 gazetecimiz gözaltına alındı. Barış Pehlivan Halk TV binasında, Seda Selek evinin önünde, Serhan Asker de Meclisin kapısında gözaltına alındı. Sonradan duyduk ki bugün Seda Selek ile Serhan Asker serbest bırakılmış ama onların yerine başka 2 gazeteci, Kürşad Oğuz ve Suat Toktaş da Barış Pehlivan'la beraber tutuklama istemiyle şu anda beklemekte ve baktığımız zaman bunu esasta şöyle yorumlamak lazım: Basın özgürlüğüne bir darbe olarak yorumlamak lazım ama baktığınız zaman ülkemizde basın özgürlüğünün olmadığını görmekteyiz. 180 ülke arasında Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 158'inci sıradayız. Bu ayıp da, bu utanç da bize yeter diyorum.
Peki, ne yapmış bu gazetecilerimiz? Şunu yapmışlar: Biliyorsunuz, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı geçtiğimiz günlerde bir bilirkişiden bahsetmişti, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin her soruşturmasında yer alan bir bilirkişiden bahsetmişti. Bu bilirkişiyle bir röportaj yapmışlar. İddia o ki bu röportajı izinsiz yapmışlar ve yayınlamışlar ve ayrıca da bilirkişi üzerinde baskı oluşturmuşlar.
Öyle acayip günler yaşıyoruz ki işte, daha bu sabah Siirt Belediyesine kayyum atandı. Seçimden bugüne on ay geçti, 10 tane belediyeye kayyum atandı. Geçtiğimiz hafta, Zafer Partisinin Genel Başkanı, Antalya'da yapmış olduğu bir konuşmadan dolayı, Cumhurbaşkanına hakaret içerdiği iddia edilen konuşmadan dolayı Ankara'da yemek yerken etrafı kuşatılarak gözaltına alındı ve daha sonra, iki yıl önce, üç yıl önce atmış olduğu "tweet"lerden dolayı halkı kin ve nefrete tahrik suçundan İstanbul'da tutuklandı. Benzer şekilde, Beşiktaş Belediye Başkanı tutuklandı. Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kolları Genel Başkanı, Genel Başkanımızın yapmış olduğu bir konuşmayı paylaştığı için ifadeye çağrıldı, adli kontrol şartıyla salıverildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının hakkında bir hafta içerisinde 2 defa soruşturma açıldı. Başka neler oldu? Bakın, bir hafta-on gün içinden bahsediyoruz. Başka ne oldu? Bir menajerlik firması rekabeti engelliyormuş. Esasında, bakıldığı zaman, Rekabet Kurumunun bu işe bakması lazım. Ne oldu? Bunun hakkında bir soruşturma açıldı. Daha sonra, birdenbire, baktık ki bu kişi on yıl önceki, on iki yıl önceki eylemlerinden dolayı şu anda tutuklanmış durumda. Türkiye'deki Gezi eylemlerine katılmış sanatçıların bir kısmı ifadeye çağrılıyor, öteki kısmına kimse dokunmuyor. Gerçekten, bu olaylar Türkiye için bile çok fazla. Bakın, bu yaşadığımız on günlük süreç, Türkiye için bile çok fazla.
Başka ne oldu? Bir hafta önce Kartalkaya'da çıkan otel yangınında belki de en büyük acılardan bir tanesini yaşadık. 36'sı çocuk 78 canımız yanarak can verdi. Derhâl istifa etmesi gereken, sorumlu Turizm Bakanı önce topu, sorumluluğu Belediye Başkanına attı. Baktı, olmadı, bu sefer suçlu olarak İl Özel İdaresini gösterdi. İlk defa böyle bir şey oldu AKP iktidarında, İl Özel İdaresi Sekreteri çıktı "Hayır, biz sorumlu değiliz, sorumlu Turizm Bakanıdır." dedi ve daha sonra savcı bir bilirkişi heyeti oluşturdu. Yapmış oldukları tetkikler sonucunda bir rapor oluşturdular. Raporda sorumlular yazıyor. Kim? İl Özel İdaresi. Kim? Çevre Şehircilik Bakanı. Kim? Turizm Bakanı, Turizm Bakanlığı. Ancak ne oldu? Adalet Bakanlığı savcıya baskı yaptı, savcı bilirkişiye baskı yaptı ve dedi ki: "Ben bu hâliyle bu raporu kabul etmiyorum." Ya ne yapmak lazım? "Oradan Turizm Bakanlığını çıkar sorumlular arasından, onun yerine Bolu Belediyesini koy." dedi. Böylesine bir skandala imza attı. Bunun üzerine bu bilirkişi "Biz bunu yapamayız." dedi, yeni bilirkişi atandı. Yani şimdi sormak istiyorum. Gazetecilere bir suç yükleniyor, diyor ki: "Siz bilirkişilere baskı yapıyorsunuz." Peki, buradaki ne? Burada yapılan ne? Bakanlığın, bizzat Adalet Bakanlığının yaptığı şey, bilirkişiye baskı değil de nedir?
Şimdi, konuşmaya başlarken kanun teklifinde ayıplardan bahsetmiştim. Neler var bu teklifte? Devlet Denetleme Kurulu denetçilerine tüm kamu kurumlarını, sendikaları, meslek odalarını denetlemesinin yanında, kooperatiflere ve birliklere ve bunların iştiraklerine de denetleme yetkisi veriyor. Yetmiyor, bakın, bu yetki yetmiyor, ne yapıyor? Devlet Denetleme Kurulu görevlilerine kamu görevlilerini uzaklaştırma yetkisi veriliyor. Yani diyor ki: "Bütün yetkileri bana ver." Kim diyor bunu? Sarayda oturan diyor ki: "Bütün yetkiler bende olacak." Peki, bütün yetkiler sende ama senin bir sorumluluğun var mı? Yani bu ülkede Soma'da maden faciası yaşandı, Ermenek'te yaşandı, tren kazaları oldu, en son Kartalkaya'da 78 yurttaşımız öldü, sen bütün yetkileri elinde tutuyorsun ancak hiçbir sorumluluğun yok. Arkadaşlar, bakın, Soma'da bulundum ben, Soma'da 301 yurttaşımız, madencimiz katledildi; bu işin sorumlusu yok, tek bir yetkili istifa etmedi. Şunu bilin ki eğer o gün sorumlular tespit edilseydi, o gün birileri istifa etmiş olsaydı Amasra maden faciası olmayacaktı, o 43 madencimiz o gün o madende ölmeyecekti. Şimdi bize diyorlar ki: "Denetime karşısınız." Hayır, biz denetime karşı değiliz; tam tersi, biz bu ülkede denetim yapılmadığını söylüyoruz. Eğer bu ülkede denetimler yapılmış olsaydı Soma'da 301 madencimiz ölmeyecekti. Eğer bu ülkede denetimler yapılmış olsaydı Amasra faciası olmayacaktı, Ermenek olmayacaktı. Eğer bu ülkede doğru dürüst denetim olsaydı bugün Kartalkaya'da 78 yurttaşımız, 36 çocuğumuz yanarak ölmeyecekti.
Değerli milletvekilleri, evet, çok ayıplı işlerden bahsettik. Bu kanun teklifinde, belki de en ayıplı, en utanç verici madde, en düşük emekli maaşının 12.500 liradan yüzde 15'lik artışla 14.469 liraya çıkarılmasıdır. Bu, büyük bir ayıptır. Bu memlekette, TÜİK'e göre, enflasyon yüzde 44, ocak ayında kira artışı yüzde 58; siz emekliye yüzde 15 zam yapıyorsunuz. El insaf, el insaf! 14.469 lirayla, ya bırakın bir ayı, bir hafta yaşayamazsınız, bugün bu Mecliste olanlar bir hafta yaşayamaz ve o insanlardan bir ay yaşamasını bekliyorsunuz. Öyle bir çelişki ki, çelişkiye bakın, aynı kanun teklifinde bir madde var, diyoruz ki biz, yerli kömürle üretim yapan, elektrik üreten termik santrallere diyoruz ki: "Ey santral sahipleri, biz sizden, Elektrik Üretim AŞ sizden piyasa fiyatının üzerinde garantili elektrik alacak." Şimdi, emekliye "Kaynak yok, size en fazla 14.469 lira maaş verebilirim, bu kadar kaynağım var." diyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.
AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Devamla) - Öbür taraftan, sermayeye, yandaşlara diyorsunuz ki: "Biz sizden ederinin üzerinde elektrik alacağız." Yani emekliye geldiği zaman kaynak yok ama yandaşa geldiği zaman kaynak çok. Şimdi, bu şöyle bir düzen: Yani ortada para varsa yandaşların paylaştığı; ortada borç varsa, kemer sıkmak varsa bu ülkenin garibanının, bu ülkenin emeklisinin, emekçisinin paylaştığı bu sistem harami sistemidir, harami düzenidir. Haramilerin saltanatını da ilk sandıkta yıkacağız. (CHP sıralarından alkışlar)