GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Siber Güvenlik Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:63
Tarih:05.03.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA VEZİR COŞKUN PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli halklarımız; bugün üzerinde konuşmakta olduğumuz Siber Güvenlik Kanunu Teklifi topluma ve bu Parlamentoya anlatıldığı gibi veri güvenliğini sağlama amacı asla ve asla taşımıyor.

Teklif sahipleri "Mevzuattaki teknik düzenlemeler için bu kanun teklifini getirdik." dese de amacın bu olmadığını çok iyi biliyoruz. Esas amaç, veri güvenliği bahanesiyle bir gözetim ve denetim toplumu yaratmaktır. Bu kanun teklifiyle birlikte yalnız Cumhurbaşkanına bağlı ve sorumlu olan bir kuruma neredeyse Anayasa'yı aşacak yetkiler veriliyor. AKP iktidarı on yıllardır hem kamusal alanın hem de toplumsal hayatın her alanına müdahale etmek istiyor. Bu teklif yasalaşır ve Güvenlik Kurulu kanundaki yetkilere kavuşursa gözetim ve denetim toplumu yaratma girişimi bir üst aşamaya varmış olacak. George Orwell'ın 1984 romanında resmettiği dispotik dünya 2025 Türkiyesinde aynı zamanda yaşam bulmuş olacak.

Değerli milletvekilleri, bu iktidar çıkardığı her yeni kanunda aslında aynı kurnazlığa başvuruyor. Kanun teklifini gündeme getirirken kamu yararına olabilecek, farklı toplumsal kesimleri ikna edebilecek bazı düzenlemeleri de içine koyuyorlar; böylece kanun tekliflerine destek toplamak istiyorlar ama getirdikleri kanun tekliflerine biraz ayrıntılı baktığınızda esas niyetin ne olduğunu ve iktidarın gerçek ajandasını da görmüş oluyorsunuz.

Günümüzün teknolojik dünyasında bütün kişisel, kurumsal ve ticari veriler internet ortamında saklanıyor. Çok merkezli ve denetimi zor olan siber uzayda verilerin güvenliğinin sağlanması konusunda hepimiz aslında hemfikiriz. Verilerin güvenliğini sağlamak devletin temel görev ve sorumluluğudur fakat AKP, her zaman olduğu gibi bu sorumluluğu âdeta bir fırsata çevirmek istiyor, veri güvenliğini bahane ederek ahtapot kolları gibi her yeri saran otoriterlik rejimini toplum üzerinde daha fazla hâkim kılmak istiyor.

Peki, iktidarın yaratmak istediği gözetim toplumunda en çok kim gözetlenecek, kim kontrol altına alınacak? Elbette iktidarın yanında hizalanmayan herkes; Kürtler, Aleviler, sosyalistler, muhalif gazeteciler, AKP'yle aynı yerde durmayan Müslümanlar. Kısacası, bütün muhalefet yaratılmak istenen bu Orvelyan dünyada nefessiz bırakılacak, kendini en güvende hissedenler bile her an iktidarın hışmına uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

Cumhurbaşkanı her fırsatta Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesi gerektiğini söylüyor, biz de parti olarak Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini desteklediğimizi geçmişten beri dile getiriyoruz. Fakat bir yandan Avrupa Birliğinden, demokrasiden, insan haklarından bahsediyorsunuz, diğer taraftan tüm ülkeyi büyük bir cezaevine, sarayı ise gözlem kulesine çevirecek bir kanun çıkarmaya çalışıyorsunuz. Bu tabloya akıl sır erdirmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, az önce belirttiğim gibi, bu kanun teklifiyle birlikte Siber Güvenlik Başkanlığı olağanüstü yetkilere kavuşmuş olacak. Örneğin, Başkanlık bu kanunla birlikte istediği her kurumdan istediği veriyi mahkeme kararı olmadan alma yetkisine sahip olmuş olacak. Kanun teklifinde Başkanlığın elde ettiği bu verileri iki yıl süreyle saklayabileceği sonrasında imha edileceği belirtiliyor. Fakat bu imha işlemi nasıl olacak? Nasıl bir denetim mekanizması olacağı konusunda ortada büyük bir belirsizlik var.

Bakın, daha iki hafta önce Halkların Demokratik Kongresi soruşturmalarında onlarca arkadaşımız, yoldaşımız tutuklandı, sonrasında HDK Gençlik Meclisi üyeleri gerçek dışı gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklandılar. HDK'ye yönelik soruşturmalara dayanak yapılan sözde deliller ise on üç on dört yıl öncesine dayanıyordu; HDK'de demokratik çerçevede faaliyet yürüten arkadaşlarımız on dört yıl sonra bu faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklandılar. Böyle bir ortamda devletin elindeki verilerin kötüye kullanılmayacağına güvenebilir miyiz? Elindeki bir bilgi kırıntısını bile onlarca yıl saklayarak günü geldiğinde insanları cezalandırmak üzere kullanan ve yargı kumpaslarına başvuran bir rejimin sözüne nasıl güvenebiliriz? Sanırım, sorunun cevabı bellidir.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinin en antidemokratik unsurlarından biri düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik sınırlayıcı düzenlemeleridir. 16'ncı maddede yer alan, veri sızıntısı olmadığı hâlde bu yönde algı oluşturmak olarak özetlenebilecek yeni bir suç icat edilmiştir. Maddenin muğlaklığı ve kavramların belirsizliği iktidarın istediği anda herkesi suçlu ilan etmesine zemin yaratmaktadır. Gazeteciler, sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları, hatta sıradan sosyal medya kullanıcıları bile her an bu kanun maddesinin muhatabı yapılarak suçlu ilan edilebilirler. Böyle bir durum zaten çok geri bir noktaya çekilmiş olan basın ve ifade özgürlüğünün büyük bir darbe daha alması anlamına da gelecektir; başta gazeteciler olmak üzere toplumun birçok kesimi otosansür ile ceza ikilemi arasında bırakılacak.

Peki, kanun teklifinde sözü edilen veri sızıntısının olup olmadığına kim karar verecek? Bu teklif kanunlaşırsa Siber Güvenlik Başkanlığı karar verecek; idari bir kurum sızıntı olduğuna kanaat getirirse konuyla ilgili haber yapan, sosyal medya paylaşımı yapan insanlar cezalandırılacaklar. Yani Siber Güvenlik Başkanlığı yalnızca yaşamın değil yargının da yetkilerini kullanan bir kurum olacak. Böyle yetkilerle donatılmış bir kurumun eşi benzeri yoktur. Kısacası, Siber Güvenlik Başkanlığına bugüne kadar görülmemiş yetkiler veriliyor fakat kurumun nasıl denetleneceği, nasıl ve nereye hesap vereceği belli değil yani güç var, yetki var ama denetim ve hesap verme yok.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifiyle birlikte iktidar özgürlük-güvenlik dengesinde ibreyi tamamen güvenliğe çevirmiş olacak oysa bunun bilinmesi gerekir ki özgürlüğün olmadığı yerde kimse güvende de olmaz. Özgürlük alanları ne kadar genişlerse kişiler ve kurumlar da kendilerini daha çok güvende hissederler. Kendi vatandaşını tehlike olarak gören, her türlü faaliyete paranoyayla yaklaşan siyasi kontrol hastalığına yakalanmış bir yönetim biçiminden kimseye fayda gelmez. Herkesin gözetlendiği ama kimsenin nereden gözetlendiğinin bilinmediği bir sistem bütün toplumun içine kapatıldığı bir cezaevi anlamına da gelir.

Değerli milletvekilleri, biz bu kanuna karşı tavrımızı çeşitli ortamlarda dile getirdik; Komisyon aşamasındaki toplantılarda ve verdiğimiz muhalefet şerhinde hem eleştirilerimizi hem de önerilerimizi ayrıntılı olarak muhataplarına ilettik fakat maalesef uyarılarımız dikkate alınmadı ve kanun teklifi neredeyse hiç değişmeden Genel Kurula geldi.

Bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları ve uzmanlarla yürüttüğümüz çalışmalardan sonra oluşturduğumuz kimi önerileri bu kürsüden sizlerle de paylaşmak istiyorum:

Bu kanun teklifi geri çekilmeli, ilgili uzmanlar ve sivil toplum kuruluşlarıyla yapılacak görüşmeler sonrasında demokratik, özgürlükçü bir perspektifle yeniden ele alınmalıdır. Siber uzaydaki verilerin güvenliğiyle ilgili olarak yapılacak düzenlemeler Anayasa, demokratik ilkeler ve uluslararasına uygun hâle getirilmelidir. Kanun teklifinde yer alan kurumlar, görevler, yetkiler ve suçlar muğlaklıktan ve anlam belirsizliğinden kurtarılmalıdır. Kanun teklifinde yer alan her türlü kavram, yetki ve sorumluluk Anayasa'ya uygun olacak şekilde öngörülebilir ve belirli hâle getirilmelidir. Temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran hükümlerde güçlü güvenceler sağlanmalıdır. Özellikle ifade özgürlüğü ve kişisel veriler ile özel hayatın korunması hakkı başta olmak üzere temel hakları sınırlandıran düzenlemelerde yasal güvenceler açık ve net bir şekilde ifade edilmelidir.

Siber uzaydaki verilerin korunması ve siber güvenliğin sağlanması için yapılacak yasal düzenlemeler ifade özgürlüğü ile temel hakların zarar görmeyeceği bir biçimde yapılmalıdır diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)