Konu: | 12 Mart 1971 muhtırasına, İstiklal Marşı'nın kabulünün 104'üncü yıl dönümüne, Mehmet Akif Ersoy'a ve Ahmet Kaya'ya ilişkin açıklaması |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 65 |
Tarih: | 12.03.2025 |
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bugün 12 Mart, 2 konu bizi ilgilendiriyor.
12 Mart 1971 muhtırası... Türkiye'de son yetmiş yıldaki darbeler tarihi: 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 1997 postmodern darbesi, ardından e-muhtıralar ve de 15 Temmuz 2016 yılındaki bir darbe. Bu darbelerin tamamı bizim demokrasimize, aynı zamanda milletleşmemize ve aynı zamanda ekonomimize çok ciddi zararlar verdi. 1971'le ilgili, bu darbeyle ilgili rahmetli Sayın Süleyman Demirel'in kendisine şöyle söylemiştim: "Şapkanızın hukukunu koruduğunuz kadar nedense Parlamentonun hukukunu koruyamamıştınız." O da "Ne yani şapkamı darbecilere mi bırakacaktım?" diyerek takıldı. Sonra, 6 defa giden, 7 defa gelen bu Süleyman Demirel, Başbakanlık yapan, Cumhurbaşkanlığı yapan şahıs "Korktum, Selçuk Bey, korktum; onlarda silah vardı, bende ise oy vardı." ifadesini kullandı. Bütün darbelere karşıyız, bütün darbelere karşı olduğumuz gibi aynı zamanda demokrasiyi kullanarak demokrasinin imkânları üzerinden devleti ele geçirme gibi darbelere de karşıyız. Hiç kimse milletin devletini, bir cemaatin veyahut da bir etnisitenin veya bir mezhebin veyahut da bir ekolünün, bir ideolojinin devleti yapamayacaktır inşallah.
Diğer bir konuya gelince, bugün İstiklal Marşı'nın kabulünün 104'üncü yıl dönümü. Biliyorsunuz, büyük bir imparatorluk kurmuştuk Anadolu coğrafyasında; imparatorluğumuz yıkıldıktan sonra bizi tekrar geldiğimiz yere, Orta Asya'ya göndermek istediler. Ne oldu o zaman? Yunan burada, İtalyan burada, Fransız burada, İngiliz burada, Rus burada, Ermeniciler -Ermeniler değil- Taşnak ve Hınçaklar burada ve bize diyorlardı ki: "Geldiğiniz yerden tekrar ayrılın, tekrar geldiğiniz yere gidin." Böyle bir iklimde, 20 Aralık 1873 tarihinde Mehmet Akif Ersoy dünyaya geldi ve kendisinin hayatı 2 yaşından itibaren Çanakkale Bayramiç'te geçti, orada yetişti ve büyüdü. Siyaset insanı, devlet insanı ve siyasetçi olmak istiyordu; Mülkiyeye yazıldı, Mülkiyeye yazıldıktan çok kısa bir zaman sonra babasını kaybetti, ardından evleri yandı, baktı ki yok yoksullar hemen mesleğini değiştirdi, veteriner hekimliği yani baytarlığı tercih etmişti. Hatta birisi bir gün bunu hafife almak adına "Siz baytardınız." dediği zaman "Nereniz ağrıyordu?" diyecek kadar da esprili bir kişiydi. Akif, iyi bir yüzücüydü, sporcuydu, iyi bir koşucuydu, güreşçiydi, centilmen bir sportmendi, edebiyatçıydı, ilim insanıydı, veteriner hekimdi, Teşkilat-ı Mahsusanın bir neferiydi, öğretmendi, hatipti ve aynı zamanda Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi bilen bir yazardı. Altı ay içerisinde Kuran-ı Kerim'i hıfzetmiş, aynı zamanda Kuran-ı Kerim'i tefsir edecek kadar da mükemmel bir din âlimiydi. Balkan Savaşlarında, Çanakkale savaşlarında ve Kurtuluş Savaşı'nda, İstiklâl Harbi'mizde tamamen yanında yer aldı Teşkilat-ı Mahsusanın bir ferdi olarak. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinde de Burdur Milletvekili olarak milletvekilliği yapmıştı.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde, biliyorsunuz, istiklal marşı için bir yarışma açıldı, 500 lira verildiği için de kabul etmedi. Ardından, Hamdullah Suphi Tanrıöver'in ve de aynı zamanda Kuran-ı Kerim'in ilk tefsirini yapanlardan Hasan Basri Çantay'ın -ki kendisinin çok değerli bir arkadaşıydı- ısrarları sonucunda bu yarışmaya katıldı, kazandı. Yazmış olduğu şiir "İstiklal Marşı" olarak kabul edildi. Paraya ihtiyacı vardı, evleri yoktu, paltosu bile yoktu; kendisi o 500 lirayı tuttu Darül Mesai Vakfına bağışladı. Ardından, biliyorsunuz, kendisi İstiklal Savaşı sonrasında çeşitli sıkıntılar yaşadı. Türkiye'mizde -maalesef, özellikle son yıllarda bizim hainlerimiz de kahramanlarımız da dönemseldir- Akif yalnızlaştırılmak istendi dönemin rejimi tarafından, sistem tarafından, birileri tarafından. Kendisi zorunlu olarak Mısır'a gitmişti. Mısır'a gitmeden önce de evini ziyaret edenler "Ya, veba salgını oluştu. Siz çok değerli bir din âlimisiniz, bir dua etseniz de bu veba salgını ortadan kalksın." dedikleri zaman, ömür boyu hem Türkiye'deki evinde yani İstanbul'daki evinde hem de Mısır'da yaşadığı süre içerisinde Mısır'daki evinde Pasteur'ün resmini arkasında barındırdı ve döndü, dedi ki: "Bir Pasteur daha çıkartın, o bir ilaç bulsun. Veba salgınını ancak bu şekilde ortadan kaldırabiliriz."
Mehmet Niyazi Özdemir'in bir anekdotuyla devam etmek istiyorum. Mehmet Niyaz Özdemir anlatmıştı, şöyle söylemişti: "Mısır'da son dönemlerini yaşıyor kendisi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e bir mektup yazdı, mezarının İstanbul'da olmasını istedi. Mustafa Kemal izin verdi ve Türkiye'ye geldi, son günlerini yaşıyordu; Mustafa Kemal, üç arkadaşını ona geçmiş olsuna ve hoş geldine gönderdi; 'Söyleyin Akif'e, isteseydim onu Anadolu topraklarına sokmazdım ve onun yazmış olduğu İstiklal Marşı'nı da değiştirirdim.' dedi. 'Söyleyelim mi?' dediler. 'Söyleyin.' dedi. Gittiler ve söylediler. Akif, şöyle yatağından biraz doğruldu ve şöyle söyledi: 'Evet, Gazi, beni Anadolu'ya sokmayabilirdi ama İstiklal Marşı'nı değiştirmeye asla gücü yetmezdi.'"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdağ, tamamlayın lütfen.
Buyurun.
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - "Geldiler ve Gazi'ye söylediler. Gazi şöyle söyledi: 'Evet, bu sözü ancak bana Akif söyleyebilir.'"
Değerli milletvekilleri, 2021 yılı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütün partilerin ortak teklifiyle "İstiklal Marşı Yılı" ilan edilmişti. Bence Akif'in Safahat'ını herkes başucu eseri olarak yanında bulundurmalı, Mehmet Akif Ersoy'u da gerçek hayatıyla beraber bir rol model olarak yanımızda bulundurmalıyız.
Akif, Müslümanlıkla ilgili olarak da şunu söylüyordu:
"Müslümanlık nerede! Bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem ama, galiba göklerdedir!"
İnanmış bir mümini din bezirgânlarının sevmesi mümkün değil elbette.
Tevfik Fikret'le çok çatışmaları oldu; biliyorsunuz, Tevfik Fikret başka bir dünyaya inanıyor, Akif başka bir dünyaya inanıyordu. Tevfik Fikret vefat ettiği zaman da kendisinin aleyhinde konuşanları hemen susturmuştu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın, son cümlelerinizi alayım.
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Tamamlayacağım.
"Tevfik Fikret'le mücadele ettik ama Tevfik Fikret çok değerli bir şairdi, o iyi bir insandı; ona da benim bulunduğum yerde laf söyletmeyeceğim." ifadesini kullanmıştı.
Değerli milletvekilleri, kendisi Abdülhamit'le de çatıştı biliyorsunuz. Abdülhamit -Abdülhamit bizim sultanımızdı- imparatorluğu yaşatmak için otoriterdi, mecburdu otoriter olmaya; o ise, Akif ise hürriyete vurgun bir şahıstı, istibdada karşıydı. Şimdi bu ihtilaflar üzerinden birileri Abdülhamitçi, birileri Akifçi; zaman zaman iyi insanların iyi yönleri olabileceği gibi eksik yönleri de olabilir; Akif de bizimdi, Mustafa Kemal de bizimdi, Abdülhamit de bizimdi.
Ve evladı da çok büyük sıkıntılar yaşadı biliyorsunuz, kendisi de çok büyük sıkıntılar yaşadı. Mısır'dayken Kur'an tefsirini yapmak istemişti, kendisine tahvil etmişlerdi, para da vermişlerdi; çok aç biilaç yaşıyordu ama tamamlayamayacağını anladığı zaman da o parayı geri gönderdi, "Alın." dedi, "Hak etmediğim bir şeyi asla kabul edemem." ifadesini kullanmıştı Akif. Evladı Tahir de şöyle yaşadı: Çetin Altan'ın yanına gitti evladı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Efendim, müsaade ederseniz tamamlayayım.
BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın lütfen.
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Çetin Altan'ın yanına gidince "Benim babam Akif'ti." dedi, "Açım, perişanım." dedi ve Çetin Altan cüzdanını bıraktı, onun parasının hepsini aldı götürdü ve birkaç gün sonra bir kamyonun içerisinde ölü olarak bulundu. Vefasızlık çok kötü bir şey, o nedenle artık biz geçmişte zaman zaman çatıştığımız, fikirlerimizin ayrıştığı insanlarla da barışmak mecburiyetindeyiz. Bence Akif'e karşı bir özür borcumuz var, Akif'in bir iadeiitibara da bir ihtiyacı yok ama bir iadeiitibara da bir ihtiyacı var diyorum.
Son söz olarak da şunu söylemek isterim: Ahmet Kaya'dan bahsedeceğim bitirmeden. Ahmet Kaya ilk kasetini yaparken ve son şarkı olarak da bir Cenk Marşı'nı, Uğurlar Ola Marşı'nı yapmıştı. Şöyle söylüyordu Akif şiirinde:
"Ey sürüden arkaya kalmış yiğit!
Arkadaşın gitti, hadi sen de git.
Bak ne diyor ceddi şehidin, işit:
'Hadi git evladım, uğurlar ola!'
Hadi git evladım, açıktır yolun.
Zalimlere karşı bükülmez kolun;
Bayrağı çek, ön safa geçmiş bulun,
Uğrun açık olsun, uğurlar ola!"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Akif'i rahmetle anıyorum ve diyorum ki: Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti devleti! Yaşasın Mehmet Akif Ersoy! Yaşasın İstiklal Marşı'mız! Korkma!