| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 08.12.2011 |
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi ve ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
17 Ekim 2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2010 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı'nın Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri yoğun bir çalışma sonucunda tamamlanmıştır.
Öncelikle, yaptıkları çalışmalar ve değerli katkıları için Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, bu sürece önemli katkılarda bulunan bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine çok teşekkür ediyorum.
Sunumuma, dünya ve Türkiye ekonomisinin görünümüyle ilgili bir değerlendirme yaparak başlamak istiyorum. Daha sonra 2010 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ve 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı konusunda sizleri bilgilendireceğim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya ekonomisinde küresel kriz sonrası olağanüstü para ve maliye politikası destekleriyle başlayan ekonomik toparlanma, 2011'in ikinci çeyreğinden itibaren ivme kaybetmiştir. Küresel ekonomi, Avro Bölgesi'nde derinleşen borç krizinin etkisiyle tekrar belirsizliklerin önemli ölçüde arttığı bir döneme girmiştir.
Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmamda da ifade ettiğim gibi, küresel ekonominin karşı karşıya olduğu riskleri 4 ana başlık altında özetleyebiliriz:
- Birincisi, Avro Bölgesi kamu borç krizi derinleşmiştir, İtalya gibi büyük ekonomilere yayılmıştır.
- Kamu borç krizinin zaten zayıf olan bankacılık sistemini olumsuz yönde etkilemesi muhtemeldir.
- Gelişmiş ülkelerde büyüme zayıf kalmış ve yeterli istihdam sağlayamamıştır.
- Global büyümeye ilişkin beklentilerdeki bozulmaya rağmen, global emtia fiyatları hâlâ yüksek seyretmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2010 yılı başında açığa çıkan Avro Bölgesi kamu borç sorunu, siyasi iradenin piyasaları tatmin edici bir çözüm üretememesinden dolayı Avrupa Birliğindeki diğer ülkelere sıçramıştır. Son aylarda dünyanın en borçlu 3'üncü ülkesi İtalya'yı etkisi altına alan kriz küresel ekonomi açısından büyük bir tehdide dönüşmüştür. Bu kapsamda, yarın yani 9 Aralıkta Brüksel'de gerçekleşecek olan Avrupa Birliği Liderler Zirvesi çok büyük önem taşımaktadır.
Küresel krizden dolayı bilançoları zaten zayıflamış olan bankalar, şimdi de portföylerinde tuttukları problemli ülke tahvillerinin piyasa değerindeki düşüşler nedeniyle önemli kayıplarla karşı karşıyadırlar.
Gelişmiş ülkelerin kriz sonrası potansiyelin altında büyümesi ve yeterli düzeyde istihdam yaratamaması global büyüme beklentilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Dünya ekonomisinin yarısından fazlasını oluşturan gelişmiş ülkelerdeki bu sorunun, gelişmekte olan ülkeleri ticaret ve sermaye kanalıyla olumsuz etkilemesi de muhtemeldir. Ayrıca, gelişmiş ülkelerin güven veren bir orta vadeli mali plan ortaya koyamamaları, finansal piyasalar ile yatırımcı ve tüketici beklentilerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Küresel büyüme beklentilerindeki zayıflamaya rağmen, emtia fiyatlarının göreceli yüksek düzeyini koruması küresel ekonomi açısından önemli bir risk oluşturmaktadır. Bu durum, özellikle doğal kaynaklar açısından dışa bağımlı ülkelerin enflasyon ve büyüme dinamikleri açısından olumsuz bir gelişmedir.
Bu çerçeveden baktığımızda, dünya ekonomisinin 2011 ve 2012 yılları büyüme tahminlerini IMF yüzde 4, OECD ise yüzde 3,8 ve yüzde 3,4 olarak açıklamıştır.
Her ne kadar yüzde 4'lük bir büyüme oranı makul görünse de aslında büyüme, ülke grupları arasında çok önemli farklılıklar arz edecektir. Küresel büyümenin dörtte 3'ünden fazlasını, başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ülkeler sağlayacaktır. Bu ülkelerin 2011 ve 2012 yıllarında, sırasıyla yüzde 6,4 ve yüzde 6,1 büyümesi beklenmektedir. Ancak, gelişmekte olan ülkeler arasında, Çin ve Hindistan'ı hariç tuttuğumuzda büyüme, yani bu büyüme rakamları, sırasıyla yüzde 4,6'ya ve yüzde 4,2'ye düşmektedir. Gelişmiş ülkelerde büyüme yüzde 1,6 ve yüzde 1,9 olarak öngörülmektedir. Ancak Avro Bölgesinde ise devam eden borç krizi nedeniyle global büyümeye ilişkin aşağı yönlü riskler hem Avro Bölgesi hem de dünya ekonomisi için artmıştır.
Türkiye, dünyada güçlü büyüme performansı ile öne çıkmaktadır. 2010 yılında yüzde 9 büyüyen Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5 büyümesi beklenmektedir. Bu büyüme oranlarıyla Türkiye, AB ülkeleri içerisinde ilk sırayı alırken, dünya büyüme liginde de üst sıralarda yer almaktadır. Dünya ekonomisindeki yavaşlamaya paralel olarak ülkemizin gelecek yıl yüzde 4 civarında büyümesi beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi küresel kriz en yıkıcı etkisini istihdam üzerinde göstermiştir. Dünyada 2007'den bu yana işsiz sayısı 26 milyondan fazla artmıştır. Küresel ekonomideki, yani 2010 ve 2011'in ilk yarısındaki toparlanma maalesef bu istihdam kayıplarını telafi edememiştir. İşsizlik oranları hâlen kriz öncesi seviyelerin üzerindedir.
Mukayese etmek için Aralık 2007 tarihindeki işsizlik oranını 100'e eşitlersek, yani 100 olarak kabul edersek, 2011 Ekim ayı itibarıyla işsizlik seviyesi Amerika Birleşik Devletleri'nde 180'e, gelişmiş ve Avro Bölgesi'ndeki ülkelerde ise 140 seviyesine çıkmıştır.
İstihdam yaratmada Türkiye, dünyadan pozitif yönde ayrışmıştır. Uygulamaya koyduğumuz aktif iş gücü politikaları ve güçlü büyüme sayesinde Türkiye, rekor düzeyde istihdam yaratmıştır. Aralık 2007'deki işsizlik oranını 100 kabul edersek, 2011 Ağustos itibarıyla işsizlik seviyesi kriz öncesi seviyenin altına, yani 94'de kadar inmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, gelişmiş ülkeler, borçların sürdürülebilirliği sorunuyla karşı karşıyadır. Gelişmiş ülkelerde kriz öncesi dönemde ortalama yüzde 1,1 olan genel devlet bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2009 ve 2010'da 8-9 kat artarak yüzde 8,7'ye ve yüzde 7,5'e kadar çıkmıştır. 2011-2012'de ise bu oranın yüzde 6,5 ve yüzde 5,2 olacağı öngörülmektedir.
Benzer şekilde, Avro Bölgesi'nde, kriz öncesi dönemde sadece binde 7 olan bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, 2009 ve 2010 yılında sırasıyla yüzde 6,3'e ve yüzde 6'ya yükselmiştir. Alınan önlemlerin etkisiyle bu oranın 2011 ve 2012'de sırasıyla yüzde 4,1'e ve yüzde 3,1'e düşeceği tahmin edilmektedir.
Özellikle gelişmiş ülkelerde yükselen bütçe açıkları, kamu borç stokunun da artmasına neden olmuştur. 2007-2011 döneminde gelişmiş ülkelerde kamu borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, ortalama 30 puan artarak yüzde 104 seviyesine ulaşmıştır.
Avro Bölgesi'nde ortalama borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2007'de yüzde 66,4 iken bu oranın 2011 itibarıyla yüzde 88,6'ya, 2012'de ise yüzde 90'a çıkması beklenmektedir. Yapılan akademik çalışmalar, yüzde 90 seviyesindeki bir kamu borç stokunun uzun vadeli büyüme oranları üzerinde çok ciddi olumsuz etki yarattığını ortaya koymuştur.
Gelişmekte olan ülkelerde ise kamu finansman dengeleri daha sağlıklı bir görünüme sahiptir. Bu ülkeler, her ne kadar krizle birlikte bütçe açığı vermiş olsalar da, kriz sonrası uyguladıkları mali sıkılaştırma sayesinde bütçe açıklarını azaltmışlardır. Gelişmekte olan ülkeler kriz öncesi dönemde gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak yüzde 1,2 genel devlet bütçe fazlası veriyorken 2009 ve 2010 yıllarında sırasıyla yüzde 4,1 ve yüzde 2,9 oranında açık vermişlerdir. Gelişmiş ülkelerdeki genel devlet açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranının bu sene ve gelecek sene yüzde 2'nin biraz altında olması bekleniyor.
Gelişmekte olan ülkeler, borç stoku bakımından da gelişmiş ülkelere göre çok daha iyi durumdalar. Bu ülkelerde kriz öncesi yüzde 35 civarında olan borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı her ne kadar 2009 ve 2010'da sırasıyla yüzde 35 ve yüzde 39'un biraz üstüne çıktıysa da, 2011 ve 2012 yıllarında bu oranın yüzde 36 ve yüzde 35 civarına gerilemesi beklenmektedir.
Türkiye'de ise uyguladığımız doğru politikalar sayesinde mali dengelerimizde kriz öncesi seviyeleri yakaladık. Ülkemizde krizden önce yüzde 0,2 olan genel devlet bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, küresel krizin etkisiyle önce yüzde 5,5'e kadar yükselmiştir, ancak Hükûmetimizin aldığı tedbirler sayesinde 2010 yılında yüzde 2,9'a gerileyen bütçe açığının, 2011'de yüzde 1 civarına düşeceği tahmin edilmektedir. Bu oranın 2012 yılında ise yüzde 0,8 olarak gerçekleşeceğini öngörüyoruz. Benzer şekilde kriz öncesinde yaklaşık yüzde 40 olan yani 39,9 olan Türkiye'nin brüt kamu borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı krizle birlikte 2009 yılında yüzde 46,1'e yükselmiş, ancak sağladığımız bütçe disiplini sayesinde 2010 yılında yüzde 42,2'ye gerilemiş, bu oranın 2011 yılında yüzde 39,8'e düştüğünü öngörüyoruz, 2012'de ise yüzde 37'ye düşeceğini tahmin ediyoruz. Program dönemi sonu olan 2014 yılında da Türkiye'nin brüt kamu borç stokunun millî gelire oranını yüzde 32'ye kadar düşürmeyi hedefliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz sonrasında ekonomik toparlanma ve yüksek emtia fiyatlarıyla beraber gelişmekte olan ülkelerde enflasyonda bir artış gözlenmiştir. 2010 yılında yüzde 6,7 olan gelişmekte olan ülkelerdeki enflasyonun, 2011 yılında yüzde 7'ye yükseleceği tahmin edilmektedir. Küresel ekonomideki yavaşlama ve emtia fiyatlarındaki nispi yumuşama beklentisiyle 2012 yılında enflasyonun gelişmekte olan ülkelerde yüzde 5,5'e gerilemesi görülmektedir.
Türkiye'de son zamanlarda gözlemlenen enflasyondaki artış sadece tabii ki bize özgü değildir. Örneğin, ekim itibarıyla enflasyon Brezilya'da yüzde 7, Rusya'da yüzde 7,2; Hindistan'da yüzde 9,4; Arjantin'de yüzde 9,7 olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılında hedeflerimiz doğrultusunda yüzde 6,4 olarak gerçekleşen yıl sonu enflasyonunun Merkez Bankası tahminlerine göre 2011 yıl sonu itibarıyla yüzde 8,3'e çıkacağı beklenmektedir. Bu artışta, daha önce bahsettiğim emtia fiyatlarındaki artışın yanı sıra, güçlü iç talep, Türk lirasındaki değer kaybı ve ekim ayında yaptığımız vergi artışları etkili olmuştur. Yavaşlama sürecine giren iç talep ile enflasyonu yukarı iten dış faktörlerin etkisinin geçici olacağı dikkate alındığında enflasyonun 2012'de yüzde 5'lik hedefe yaklaşacağını tahmin ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi sizlere Türkiye ekonomisine ilişkin bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Küresel kriz sonrası dönemde Türkiye ekonomisi sürekli iyileşen kamu finansman dengeleri ve istihdam yaratan güçlü büyümesi ile birçok ülkeden pozitif yönde ayrışmıştır. Bu ayrışmada, Hükûmetimizin ortaya koyduğu güçlü siyasi irade, kredibilitesi yüksek olan Orta Vadeli Program ve sağlam bankacılık sektörü büyük rol oynamıştır.
Türkiye ekonomisi, kriz sonrası dönemde özel sektör dinamizmiyle çok güçlü bir büyüme sürecine girmiştir. Küresel krizin etkisiyle 2009 yılında daralan Türkiye ekonomisi, 2010 yılında yüzde 9, 2011 yılının ilk yarısında ise yüzde 10,2 büyümüştür. Kriz sonrası dönemde büyüme performansı ile Türkiye, küresel büyüme liginde en üst sıralarda yerini almıştır. Birçok ülke, henüz kriz öncesi gayrisafi yurt içi hasıla seviyesine ulaşamamışken, Türkiye ekonomisi, haziran sonu itibarıyla, sabit fiyatlarla kriz öncesi seviyesini neredeyse yüzde 9 oranında aşmıştır. Yani Türkiye, krizin etkilerini telafi etmekle kalmamış, kriz öncesi hem büyümede hem istihdamdaki seviyenin de ötesinde bir performans göstermiştir.
Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 7,5; gelecek yıl ise dünya ekonomisine ilişkin artan belirsizlikler ve en büyük ihracat pazarımız olan Avrupa Birliğindeki kriz nedeniyle yüzde 4 civarında büyüyeceği öngörülmektedir.
Türkiye ekonomisinin güçlü performansı bir tesadüf değildir. Gerek küresel kriz öncesi dönemde gerekse küresel kriz sürecinde ve sonrasında Hükûmetimiz, tüm politika araçlarını orta vadeli bir perspektifle zamanında ve kararlı bir şekilde kullanmıştır. Türkiye, krizle mücadelede birçok bakımdan dünyaya örnek bir ülke olmuştur. AK PARTİ hükûmetleri döneminde, yani 2003-2011 yılları arasında Türkiye ekonomisi, 2009'da yaşanan son altmış yılın en büyük küresel krizine rağmen yüzde 5,1 büyümüştür. Kriz öncesi dönemdeyse, yani AK PARTİ'nin iktidar olduğu 2003-2007 dönemindeyse ortalama büyüme yüzde 6,9 olmuştur. Bu performans, hem AK PARTİ hükûmetleri öncesindeki dokuz yıllık dönemin, yani 1994-2002 dönemindeki yüzde 2,4'lük hem de 1924-2002 döneminin yüzde 4,5'luk büyümesinden çok daha güçlüdür. Yani, gerek AK PARTİ'den önceki cumhuriyet tarihindeki ortalama büyümeden gerekse bizden önceki dokuz yıllık ortalama büyümeden daha iyi bir performans ortaya koymuşuz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kriz sonrası ekonomik toparlanmanın en çarpıcı özelliklerinden biri, yüksek istihdam yaratan bir büyüme olmasıdır. 2007 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranı krizin etkisiyle Şubat 2009'da yüzde 16,1'e kadar yükselmiş, ancak uygulamaya koyduğumuz aktif iş gücü politikaları ve büyümede yakaladığımız güçlü performans sayesinde Ağustos 2011 itibarıyla işsizlik oranı yüzde 9,2'ye kadar düşmüştür. Böylece Türkiye, işsizlik oranını kriz öncesi dönemin altına indiren nadir ülkelerden birisi olmuştur. Mevsimsellikten arındırılmış işsizlik oranı ise Ağustos ayı itibarıyla yüzde 9,6'ya kadar gerileyerek bu serinin tutulmaya başlandığı 2005'ten bu yana en düşük seviyeye gerilemiştir. Oysa bugün işsizlik oranları, Avrupa Birliği üyelerinde son on beş yılın, Amerika Birleşik Devletleri'nde ise son yirmi dokuz yılın en yüksek seviyesindedir. Ayrıca, istihdamdaki bu performans iş gücüne katılım oranının 4,8 puan arttığı bir dönemde gerçekleşmiştir. 2007 sonundan bu yana Hükûmetimiz net 4,1 milyon vatandaşımıza iş, aş imkânı yaratmıştır. Oysa aynı dönemde Avrupa Birliğini oluşturan yirmi yedi ülkede iş gücüne katılım oranı sadece 0,7 artmış ve istihdam ise net 1,6 milyon kişi azalmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise iş gücüne katılım oranı 2,1 puan düşmüş ve buna rağmen net 5 milyon istihdam kaybı yaşanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avro Bölgesi'nde derinleşen kamu borç krizi tüm dünyada olduğu gibi bizim ekonomimiz için de önemli bir risk teşkil etmektedir. İhracatımızın yaklaşık yarısı, doğrudan küresel yatırımların yaklaşık yüzde 80'i, yabancı turistlerin yaklaşık yüzde 60'ı Avrupa Birliği kaynaklıdır. Ancak sağlam makroekonomik temelleri ve hızlı karar alma kabiliyetine sahip Hükûmetiyle ülkemiz, dış şoklara karşı daha önce hiç olmadığı kadar dirençlidir. Türkiye'nin istihdam yaratan güçlü büyüme performansı, sürekli iyileşen kamu finansman dengeleri, sağlıklı bankacılık sektörü ve hane halkı bilançosu ile kredibilitesi yüksek olan Orta Vadeli Program'ı bize potansiyel risklere karşı güçlü bir manevra alanı sağlamaktadır.
Türkiye'nin kamu finansman dengeleri son derece sağlıklıdır. Daha önce de ifade ettim, kriz sonrası dönemde bütçe açıklarını ve kamu borçlarını hızlı bir şekilde iyileştirdik ve küresel kriz öncesi dönemin altına indirdik. Orta Vadeli Program dönemi sonunda biz Türkiye'nin genel devlet açığını gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak yüzde 0,4; kamu brüt borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranını ise yüzde 32 olarak öngörüyoruz.
Şurada bir noktayı özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum. Kamu net dış borç stokunu haziran sonu itibarıyla sıfırladık. Hatta dış dünyadan net olarak 300 milyon TL devlet alacaklı konuma geldi. Yani devletin dış borcu ile devletin elindeki rezervleri karşılaştırdığımız zaman ilk defa Haziran 2011 tarihinde dış dünyaya karşı net borcumuzu sıfırlamış durumdayız. Benzer şekilde, genel devlet bütçe açığını da neredeyse kriz öncesi seviyelere indirdik.
Ben burada rakamları daha önce ifade ettiğim için detaya girmek istemiyorum ama şunu ifade etmek istiyorum: Şayet küresel krize 2000'li yılların başındaki gibi yüksek bütçe açıkları ve borç stokuyla yakalansaydık küresel krize karşı hareket alanımız olmayacaktı ve kriz ülkemizde yıkıcı bir etki gösterebilecekti. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 10,8'i olan bütçe açığını, yani genel devlet açığını 2007 yılında, hatırlarsanız, neredeyse sıfıra kadar indirdik. Aynı şekilde 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 74'ü olan kamu borç stokunu 34 puan düşürerek yüzde 40'ın altına indirdik. Bu güçlü mali dengeler sayesinde ülkemiz ilk defa bir krizi kendi imkân ve programıyla aşmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avro Bölgesi kamu borç krizinin global bankacılık sistemini tehdit ettiği bugünlerde, Türk bankacılık sektörü, dünyadaki birçok ülke ile karşılaştırılamayacak kadar sağlıklıdır. Her şeyden önce, bankacılık sektörümüzün sermaye yapısı oldukça güçlüdür. Hükûmetlerimiz döneminde, Türk bankacılık sektörünün öz kaynakları yani sermayesi yaklaşık 5 kat artarak 26 milyar liradan, Eylül 2011 itibarıyla 142 milyar liraya çıkmıştır. Bankacılık sistemimizin sermaye yeterlilik oranı yüzde 16,4 ile asgari yasal sınır olan yüzde 8'in 2 katından fazladır.
İkinci olarak, bankacılık sektörümüzün aktif kalitesi oldukça yüksektir. Eylül 2011 itibarıyla problemli kredilerin toplam kredilere oranı yüzde 2,7'ye gerilemiştir; bu oran 2002 yılında yüzde 17'ler civarındaydı.
Üçüncü olarak, dünyada birçok bankanın battığı 2007-2010 döneminde, bankacılık sektörümüzün ortalama yıllık öz kaynak kârlılığı yüzde 21,6 olmuştur. Yani bankalar 100 liralık sermayelerine karşı, neredeyse, bu dönemde 22 lira civarında para kazanmışlardır. Bu dönemde, bankacılık sektörünün güçlü öz kaynak yapısını korumak amacıyla bankaların hissedarlarına kâr dağıtımını da sınırladık.
AK PARTİ hükûmetleri öncesinde zayıf bankacılık sektörü, sadece ekonomik istikrar programlarının başarısını engellemekle kalmamış, 1994 ve 2001 krizlerini tetikleyen çok önemli bir etken olmuştur. Oysa bugün bankacılık sektörü, küresel kriz sonrası dönemde Türkiye'nin güçlü çıkışını destekleyen en önemli unsur olmuştur.
Kriz döneminde batık banka problemi yaşamayan ve bu anlamda vatandaşına yük getirmeyen çok nadir ülkelerden birisiyiz çünkü gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkenin ancak kriz sonrası dönemde başlattığı bankacılık sektörü stres testlerini, bizim Hükûmetimiz 2004'ten itibaren yapmaya başlamıştır. Yine küresel kriz sonrasında gündeme gelen, alınan risklere karşı yüksek sermaye gereği konusunda biz 2006'da adım atmışız ve yüzde 12'lik hedef sermaye yeterlilik oranı uygulamasını başlatmışız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'yi küresel belirsizliklerin arttığı bir dönemde diğer ülkelerden ayıran önemli faktörlerden birisi de güçlü hane halkı bilançosudur. Ülkemizde hane halkının borçluluk düzeyi son yıllarda yükselse de hâlen nispeten düşüktür. Bundan da önemlisi, hane halkının borcunu döndürebilme kabiliyeti yükselmiştir.
Kriz öncesi yüzde 12,3 olan hane halkı yükümlülüklerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı Haziran 2011 itibarıyla yüzde 18,8'e ulaşmıştır. Bu oran, bünyesinde birçok gelişmekte olan ülkenin bulunduğu Avrupa Birliği-27 içinde ortalama yüzde 60 düzeyindedir. Ayrıca, hane halkının harcanabilir geliri de göz önünde tutulduğunda, faiz ödemelerinin harcanabilir gelir içerisindeki payı, kriz yılı olan 2009'da yüzde 5,2 iken, bu oran 2011 Eylül ayı itibarıyla yüzde 4,2'ye kadar düşmüştür.
Diğer taraftan, hane halkı kredilerinin hemen hemen büyük bir kısmı sabit faizli olduğundan dolayı hane halkının faiz riski de düşüktür.
Son olarak, hane halkı bilançosunda kur riski yok denecek kadar azdır çünkü Hükûmetimiz makro ihtiyati bir tedbir olarak hane halkının döviz cinsinden borçlanmasına izin vermemektedir. 2002'de tüketici kredileri içerisinde döviz ve dövize endeksli kredilerin payı yüzde 15 iken, Eylül 2011 itibarıyla bu oran yüzde 1'e kadar inmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel kriz dönemi ve sonrasında kredibilitesi yüksek Orta Vadeli Program geliştirip, bunu uygulamaya koyan nadir ülkelerden birisiyiz. Her ne kadar küresel şokları öngörmek zor olsa da belirsizliklerin arttığı bir dönemden geçtiğimizin farkındayız. Bu nedenle, 2012-2014 Orta Vadeli Programı'nı ihtiyati bir yaklaşımla yaptık.
Türkiye'nin yakın dönem makroekonomik tarihine baktığımızda gerçekçi ve güven veren orta vadeli programın önemi daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır. Ülkemiz geçmişte uygulanan popülist politikalardan çok çekmiş ve bu yüzden halkımız ağır bedeller ödemiştir. Nitekim AK PARTİ hükûmetlerinden önceki dokuz yıllık dönemde neredeyse üç büyük kriz yaşanmıştır yani 1994, 1998-99, 2001.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bunlardan daha önemlisi, ülkemizde istikrar ve güçlü bir Hükûmet vardır yani siyasi istikrar her şeyin başında gelmektedir. AK PARTİ hükûmetlerinden önceki yetmiş dokuz yıllık cumhuriyet tarihimizde elli yedi hükûmet kurulduğu dikkate alınırsa bizden önceki hükûmetlerin ortalama ömrünün yaklaşık on altı ay olduğu görülecektir. Böyle bir ortamda sorunlara orta ve uzun vadeli bir perspektifle yaklaşmanın, yapısal sorunlara çözüm üretmenin ne kadar zor olduğu ortadadır. Son dokuz yıllık dönemde elde edilen kazanımların arkasındaki en temel faktör siyasi istikrar ve güçlü iradedir. Oysa bugün gerek Avrupa'da borç krizinin büyümesi gerekse istikrarın beşiği gibi görünen ABD'deki sıkıntılar esas itibarıyla siyasidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; makroekonomik temellerimizin sağlam olduğunun bir diğer göstergesi ülkemizin uluslararası piyasalardan bugün itibarıyla on beş Avrupa Birliği üyesinden daha ucuza borçlanabilmesidir. Hazinemiz, bugün yüzde 1'in altında bir reel faiz oranıyla borçlanabilmektedir. Oysaki 2002 yılında reel faiz oranı yüzde 25 civarındaydı. Benzer şekilde, 2002'de yüzde 10'un üzerinde olan on yıllık avro cinsinden borçlanma faizimiz, 2011 Kasım sonu itibarıyla yüzde 5,6 düzeyindedir. Özetle, yüksek cari açık problemimize rağmen ülkemizin risk primi oldukça düşüktür. Bu, içeride ve dışarıda ülkemize olan güvenin açık bir göstergesidir. Ayrıca, küresel kriz döneminde birçok ülkenin kredi notları birkaç kademe düşürülürken Türkiye, kredi notu iki kademe artırılan ender ülkelerden biri olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiidir ki ülkemizde her şey mükemmel değil, bazı konjonktürel ve yapısal problemlerimiz bulunmaktadır. Türkiye ekonomisinin en önemli iki yapısal sorunu yüksek cari işlemler açığı ve işsizliktir. Müsaade ederseniz, önce cari işlemler açığının sebeplerini ve bizim çözüm için attığımız adımları ve önerilerimizi anlatmak istiyorum; sonra da işsizliğe ilişkin yine geldiğimiz noktayı ve çözüm tedbirlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlk olarak, ülkemizde cari işlemler açığı, dediğim gibi, önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. 2010 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 6,5'u olan cari açık, bu yıl muhtemelen yüzde 10 civarına varacaktır. Cari açığın, 2012'de 65,4 milyar dolar ile gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 8'ine inmesini öngörüyoruz.
Yüksek cari işlemler açığımız, kısmen konjonktürel, kısmen yapısal sebeplerden kaynaklanmaktadır. Konjonktürel sebepler arasında, "Arap Baharı" nedeniyle dış ticaret fazlası verdiğimiz bazı ülkelerde yaşanan sıkıntıları, avro bölgesindeki borç krizi nedeniyle en büyük ticaret ortağımız olan Avrupa Birliğindeki iç talebin zayıf olmasını ve nispeten yüksek emtia fiyatlarını saymak istiyorum. Bu konjonktürel etkileri iyi anlamak açısından sizlerle birkaç rakamı paylaşmak istiyorum.
Ülkemiz, 2010 yılının ilk on ayında Avrupa Birliği ülkeleriyle 14,3 milyar dolarlık dış ticaret açığı vermişken, 2011 yılının aynı döneminde bu açık 24,2 milyar dolara çıkmıştır. Sadece Libya'da siyasi kargaşa öncesinde şirketlerimizin üstlendiği projelerin değeri yaklaşık 16 milyar dolar civarındaydı.
Yine, 2009'da ortalama 61 dolar olan Brent tipi ham petrol varil fiyatının 2011 yılında 110 dolara çıkmış olması, toplam enerji ithalatımızı en az 20 milyar dolar artırmıştır.
Az önce değindiğim konjonktürel faktörlerin yanında, cari açığın uzun vadeli politika tedbirleri gerektiren yapısal boyutları da vardır. Bu bağlamda üç soruna değinmek istiyorum: Ulusal tasarruf oranlarımızın düşük olması, enerjide dışa bağımlılığımızın yüksek olması, katma değer zincirinde nispeten alt sıralarda olmamız.
Cari işlemler açığındaki kötüleşmenin sebebi son yıllarda azalan yurt içi tasarruflarımız ve artan yatırımlardır. 2002 yılında yüzde 18,6 olan ulusal tasarruf oranımız, 2011 yılında yüzde 13'e gerilemiştir. Bu dönemde yatırımlar ise ciddi oranda artmıştır. Toplam yatırımların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2002 yılında yüzde 18 iken, 2011 yılında yüzde 22,5'a kadar yükselmiştir. Bütün bu gelişmeler dış kaynak ihtiyacını yani cari açığımızı artırmıştır. Tasarruflardaki düşüş tamamen özel sektör tasarruflarının erimesinden kaynaklanmaktadır. Bunda faiz oranlarındaki düşüş ve krediye erişimin kolaylaşması oldukça etkili olmuştur. Ayrıca yoğun uluslararası rekabet ve markalaşmada henüz arzulanan noktaya erişememiş olmamız gibi nedenlerle birçok sektör düşük kâr marjıyla çalışmakta, bu da özel sektör tasarruflarını sınırlamaktadır.
Ayrıca ülkemiz çok büyük ölçüde enerjide dışa bağımlıdır ve son yıllarda doğal gaz, petrol fiyatlarında çok yüksek artışlar yaşanmıştır. 2002 yılında Türkiye'nin enerji ithalatı 9,2 milyar dolardı, oysa bu yıl muhtemelen 50 milyar doları aşmış olacaktır. 2002 yılından bu yana toplam 279,3 milyar dolarlık cari açık veren Türkiye'nin aynı dönemde enerjiye ödediği tutar yani enerji ithalatı 275,1 milyar dolardır. Bunların yanı sıra Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyaslandığında Türkiye'de yüksek ve orta üstü teknoloji sektörlerinin hem üretimdeki hem ihracattaki payı oldukça düşüktür. Üretimde ileri teknoloji yoğunluğu sadece yüzde 4,2; ihracatta ise yüzde 4,3 düzeyindedir. Düşük teknoloji sektörlerinin üretimdeki payı yüzde 38,5; ihracattaki payı ise yüzde 32,6'dır.
Orta ve uzun vadede cari işlemler açığını daha makul düzeye düşürmek için ülkemizin tabii ki tasarruf oranlarını artırması, enerjide dışa bağımlılığı azaltması, katma değeri yüksek mal ve hizmet üretiminde yoğunlaşması ve beşeri sermayesini güçlendirmesi gerekiyor. Bu sorunların çözümü için gereken bütün tedbirleri aldık, almaya devam ediyoruz. Nitekim orta vadeli programımız, cari açığa kalıcı çözüme yönelik birçok yapısal düzenlemeyi içeriyor.
Bu meyanda, ilk olarak hükûmetlerimiz döneminde kamu tasarruf artışını sağladık. Yani birinci sorun, Türkiye'deki tasarrufların düşük olması. Kamu olarak ne yapmışız? 2002 yılında kamu tasarruflarının GSYH içerisindeki payı eksi, yani negatif yüzde 4,8 iken 2005'ten itibaren kriz yılı hariç pozitif olarak gerçekleşmiştir. Kamu tasarruflarının 2011 yılında artı yüzde 2,9'a ulaşacağı tahmin edilmektedir. Yani kamu tasarruflarındaki açığı kapatmakla kalmamışız, kamu tasarruflarını çok ciddi bir şekilde artırmışız, artıya geçirmişiz. Kamu tasarruflarındaki bu artışları sürekli kılacak politikaları geliştirdik ve uygulamaya koyduk. Özel kesim tasarruflarını artırmaya yönelik çabalarımız devam ediyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde bireysel emekliliğe yönelik teşvikleri gözden geçireceğiz. Ayrıca istihdam ve dolayısıyla tasarrufları artırmak için bir iş gücü piyasası reformu üzerinde çalışacağız. Finansal piyasalardaki derinliği ve enstrüman çeşitliliğini artırmak için ise İstanbul Finans Merkezi Projesi'ni hızlandıracağız. Dolayısıyla birinci sorun tasarruf. Tasarrufları artırmaya yönelik çok ciddi bir şekilde tedbir aldık, almaya devam ediyoruz.
İkinci olarak, iktidara geldiğimizden bu yana araştırma ve geliştirme faaliyetlerine büyük önem verdik ve büyük oranda kaynak ayırdık. 2008 yılında ARGE faaliyetlerinin desteklenmesine yönelik çok önemli bir reformu uygulamaya koyduk. Bu reform ile ARGE merkezlerinde yapılan harcamaların yüzde 200'ünün, gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılmasına imkân sağladık. Ayrıca ARGE ve destek personeli için yüzde 90'a varan gelir vergisi, damga vergisi istisnaları ile beş yıl süreyle işveren sigorta prim desteğini sağladık. Bu çabalarımızın bir sonucu olarak ARGE harcamalarının millî gelire oranı 2002'de binde 5,3 iken bugün yüzde 1 düzeyine yaklaşmıştır. Hedefimiz orta vadede bu oranı yüzde 2'ye, 2023 yılında ise yüzde 3'e yükseltmektir.
ARGE'yi artırmaya yönelik çabalarımıza ek olarak markalaşmayı, özgün ürün geliştirmeyi ve geleneksel sektörlerin fiyat avantajı sağlayacağı bölgelere taşınmasını teşvik ediyoruz. Bu sayede 2005-2006 yıllarında yurt içinde yaklaşık 6 bin mağazaya sahip olan Türk markaları, 2011 yılı Ekim ayı sonu itibarıyla Türkiye dâhil doksan sekiz ülkede 50 binden fazla satış noktasında faaliyet göstermektedir. Türkiye son yıllarda marka ve endüstriyel tasarım başvurularında Avrupa'da en çok başvuru yapılan ilk üç ülke arasına girmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin katma değer zincirinde de yükselmesi için ne gerekiyorsa uygulamaya koyduk, gerekli destekleri verdik. Bu çabalar orta, uzun vadede sonuç verecektir.
Üçüncü olarak, enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmak için yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını harekete geçirdik. Enerji arz güvenliğini sağlamak için yerli ve yenilenebilir enerjiyi teşvik ve desteklemek için Yenilenebilir Enerji Kanunu'nu çıkardık. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak ve enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmek için ne gerekiyorsa yapıyoruz. Ülkemizin suyunu, rüzgârını, güneşini enerjiye dönüştürüyoruz.
Dördüncü olarak, uluslararası rekabet gücü endeksinde Türkiye 2002 yılında 80 ülke arasında 65'inci sırada iken 2011'de 142 ülke arasında 59'uncu sırada yer almıştır. Her ne kadar uluslararası rekabet gücü sıralamasında bir iyileşme söz konusu ise de daha katedeceğimiz çok mesafe vardır. Bu nedenledir ki ülkemizin rekabet gücünü daha da artırmak için altyapı yatırımlarını önceliklendirerek gelişmiş ülkelerle bu alandaki farkı azalttık, azaltmaya devam ediyoruz.
Ben şimdi detaylara girmek istemiyorum ama gerek demir yollarında gerek kara yollarında gerekse hava yollarında, bütün alanlarda şu son dokuz yılda katedilen mesafe ortadadır. Hakikaten Türkiye'nin rekabet gücünü artırmak için çok ciddi yatırımlar söz konusudur.
Basit bir rakam, yani Türk havacılık sektörünün yıllık cirosu dolar cinsinden 2,2 milyardan 12 milyar dolara çıkmıştır; en basit göstergelerden bir tanesi.
Son olarak, uluslararası rekabet gücümüzü artırmak ve bilgi yoğun, teknoloji yoğun ürünlere geçişi sağlamak için beşerî sermayemizin kalitesini artırıyoruz. Bu önemli bir konu. Hükûmetimiz döneminde gerek brüt okullaşma oranlarında gerekse eğitimde kalite anlamında çok önemli adımlar attık, mesafeler katediyoruz.
Yine sizleri burada rakamlara boğmak istemiyorum, elinizdeki kitapçıkta bütün detayları var. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum: Ülkemizde özellikle eğitimin kalitesinin artırılması için başlattığımız FATİH Projesi ile Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim okullarındaki derslikleri İnternet, akıllı tahta ve diğer bilgi teknoloji ekipmanlarıyla donatıyoruz. Öğretmenlerin hizmet içi eğitimlerini sağlamak üzere uzaktan eğitim merkezleri açıyoruz, öğrencilere ise tablet bilgisayar vermeye başlıyoruz. İnşallah bu, ülkemizin en ücra bölgesindeki okullar ile en gelişmiş okullar arasındaki mesafeyi kapatmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye ile Batı'nın en gelişmiş ülkeleri arasında eğitim kalitesindeki farkı da kapatmaya katkısı olacak.
Son olarak, ihracatı artırmak ve cari işlemler açığının finansman kalitesini yükseltmek için küresel doğrudan yatırımları ülkemize çekecek birçok yapısal düzenlemeyi hayata geçirdik. Dünya Bankasının iş yapma kolaylığını baz alarak yaptığı uluslararası bir sıralama var. Bu sıralamada Türkiye 2006 yılında 155 ülke arasında 93'üncü sıradaydı. Hâlbuki 2011'de 183 ülke arasında 71'inci sıraya kadar yükselmiştir. Ayrıca yüksek dış ticaret açığı verdiğimiz ürünlerin ülkemizde üretilmesine yönelik teşvikleri gözden geçiriyoruz. Bunun yanında küresel tedarik zincirinde daha fazla katma değerin Türkiye'de kalması için girdi tedarik stratejisinde sektörel değerlendirmelerimizi tamamladık. Hazırlanan eylem planını 2012'de uygulamaya koyacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda özetlediğim yapısal tedbirler orta ve uzun vadede cari açığı daha makul, daha yönetilebilir bir düzeye çekecektir ancak kısa vadede cari açığı kontrol altına almak için yani bunun için de adım attık, atmaya devam ediyoruz.
Yılın ilk yarısında yüzde 40-50 aralığında olan kredi hacmindeki genişleme BDDK ve Merkez Bankamızın aldığı tedbirlerle ciddi bir yavaşlama sürecine girmiştir. Kredi büyümesindeki normalleşmenin iç talebi yumuşatmada önemli etkisi olacaktır.
Ayrıca son bir yıldır Türk lirası önemli ölçüde değer kaybetmiştir. 2003 yılında 100 olan reel efektif kur endeksi bugün, gelişmekte olan ülkelerle kıyasla yani gelişmekte olan ülkelerle bir reel efektif kur endeksini inşa etsek 2003'ü 100 alsak bugün 90'ın altına düşmüştür yani yoğun rekabet içerisinde olduğumuz ülkelere karşı avantajlı bir duruma gelmiş bulunuyoruz.
Ayrıca 2012 yılında mali disiplini güçlendirerek sürdüreceğiz. Daha önce de söyledim, genel devlet bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını yüzde 1'e kadar indirdik, yüzde 0,8'e kadar indirmeyi hedefliyoruz. Bütün bu tedbirler sayesinde ekonomide önümüzdeki aylarda cari açığın daralması başlayacaktır. Bu bizim öngörümüzdür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda rekor düzeyde istihdam artışına rağmen işsizlik oranı hâlâ arzuladığımız seviyelerde değildir. bu durum iş gücü piyasamızın bazı yapısal özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Şimdi, sizlerle bu özellikleri paylaşayım ve bu problemleri, yapısal problemleri aşmak için Hükûmet olarak ne yaptığımızı açıklayayım:
İlk olarak, ülkemizde çalışma çağındaki nüfus artışı birçok ülkeye göre yüksek, iş gücüne katılım oranı ise düşüktür. Mesela son bir yıl içerisinde çalışma çağındaki nüfustaki artış diyelim ki 800 bin kişi ise iş gücüne katılım oranındaki artışı da dikkate alırsanız -çünkü düşük seviyede- 1,1 milyon kişi iş gücü piyasasına bir şekilde girmiştir.
Genç nüfus ve hızla artan iş gücüne katılım oranı işsizlik oranını aşağıya çekmeyi zorlaştırmaktadır ama bildiğiniz gibi ona rağmen başarılı olduk.
İkinci olarak, gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemizde tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı oldukça yüksektir. Son yıllardaki düşüşe rağmen Türkiye'de nüfusun dörtte 1'i tarım sektöründe istihdam edilmektedir veya öyle görünmektedir. Türkiye nüfusunun bu kadar yüksek bir kısmının tarımda istihdam ediliyor olması, aslında bir anlamda gizli işsizliğe de işaret etmektedir. Oysa, tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 1,6, Avro bölgesinde yüzde 3,6, otuz dört üyesi olan OECD'de ise ortalama 5,1'dir. Dolayısıyla tarımdan diğer sektörlere geçişin önümüzdeki yıllarda devam etmesi beklenmektedir. Bu dönüşüm Türkiye'de işsizlik oranlarını aşağıya çekmeyi zorlaştıran bir faktördür.
Diğer taraftan, 2002'den bu yana istihdamın kalitesinin arttığı hususunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ücretsiz aile işçiliğinin istihdamdaki payı, aslında gizli işsizlerin istihdamdaki payı 2002'de yüzde 21 iken Ağustos 2011 itibarıyla yüzde 15'e kadar düşmüştür yani gizli işsiz sayısı azalmıştır.
Üçüncü olarak, yirmi beş yaş üstü nüfusumuzun ortalama eğitim düzeyinin düşük olması. Bu arada onu da söyleyeyim, yirmi beş yaş üstü nüfusumuzun ortalama okulda geçirdiği süre 6,5 yıl yani orta terk. Tarımdan tarım dışı sektörlere geçişin yoğun olması, iş gücü piyasasında arz-talep uyuşmazlığını beraberinde getirmektedir. Türkiye'de toplam iş gücünün neredeyse üçte 2'si -az önce ifade ettiğim gibi- lise altı eğitime sahiptir. Bu hususların işsizliği azaltmada eğitim ve özellikle mesleki eğitimin önemini ortaya koyduğunu vurgulamak istiyorum.
Son olarak, ülkemizde istihdamı sınırlayan en önemli faktörlerden bir tanesi iş gücü piyasasındaki katılıklardır. Türkiye, iş gücü piyasası esneklik göstergeleri açısından 34 OECD üyesi ülke arasında en son sıradadır. Bu nedenle, Türkiye'de ortalama çalışma süresi çok yüksek, haftada kırk dokuz saattir. Ayrıca toplam istihdamın sadece yüzde 11,5'u kısmi zamanlı olarak çalışmaktadır, oysa bu oran OECD'de ortalama yüzde 16,6'dır.
Türkiye ekonomisini istihdam odaklı sürdürülebilir büyüme hedefine ulaştırmak üzere, iş gücü niteliğini, iş gücü piyasasının esnekliğini ve iş gücüne katılımı artıracak politikalara ağırlık vermeye devam edeceğiz. Orta Vadeli Program'ımız işsizlik sorununun çözümünde bütüncül bir yaklaşımı benimsemiş ve işsizliği azaltmaya yönelik kısa, orta ve uzun vadeli tedbir ve politikaları ortaya koymuştur.
Kısa vadede istihdamı artırmanın en etkin yollarından biri aktif iş gücü politikalarının hayata geçirilmesidir. Nitekim biz de bunu yapmışız. İş gücünün nitelikli hâle gelmesi için son yıllarda yoğun bir çaba içerisindeyiz. Son üç yıldır aktif iş gücü programlarını ülke çapında uygulamaya koyduk. Bu programlardan yararlanan kişi sayısı 2008 yılında 32 bin kişiyken 2010 yılında 212 bin kişiye çıkmış, 2011 Ekim sonu itibarıyla söz konusu programdan 200 binden fazla vatandaşımız yararlanmıştır. Bu, kısa vadede tabii ki yapılacak önemli bir adımdır, atılacak önemli bir adımdır; bunu attık.
Orta vadede istihdamı artırmak için birçok tedbiri benzer bir şekilde uygulamaya koyduk. Bunların başında, 2009 yılında yeni bir yatırım teşvik sistemiyle tabii ki 9.616 adet teşvik belgesi verdik. Bu teşvik belgeleriyle yaklaşık 133 milyar liralık yatırım yapılması ve bu yatırımlarla 322 bin kişilik istihdam sağlanması öngörülmektedir yani yatırım olacak, üretim olacak, istihdam olacak. Bunun için ne yaptık? Teşvik sistemini rasyonelleştirdik.
Ayrıca, yine orta vadeli perspektifle Hükûmetimiz bir karar aldı: Bölgesel kalkınma projelerine, özellikle GAP olsun, DAP olsun, KOP olsun, DOKAP olsun, bunların hepsine daha fazla kaynak ayırma kararını verdi ve son yıllarda da bu kaynaklar ciddi bir şekilde artırıldı. Bu projeler arasında hem bölge hem de ülke ekonomisi açısından büyük önem taşıyan GAP'ın istihdam yaratma potansiyeli çok yüksektir. Uluslararası çalışmalara göre, sulu tarıma geçişle birlikte, hektar başına doğrudan ve dolaylı olarak 2 kişiye istihdam yaratılmaktadır. Ülkemizde, tabii ki önümüzdeki dönemde GAP bölgesinde 1 milyon 68 bin hektarlık alana su ulaştırılması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirdiğimiz varsayımıyla -ki o hedefe ulaşmak için kaynak var, çabalar yoğun bir şekilde devam ediyor, bir iki yıla da tamamlanacak- basit bir hesapla, GAP projesiyle 2 milyondan fazla kişiye istihdam yaratılabilecektir. Kalkınma Bakanlığımızın verilerine göre, GAP bölgesinde 2009 yılında 1 milyon 329 bin olan istihdam edilen kişi sayısı, 2010 yılında 218 bin kişi artarak 1 milyon 547 bine çıkmıştır. Bu artış, 2011 yılında da devam etmiştir. Dolayısıyla bu söylediklerim teorik değildir, gerçekten de uygulamaya konulmuştur. Tabii orta vadede önemli adımlar bunlar. Peki, uzun vadede ne yapmamız lazım, ne yapıyoruz?
İşsizlik sorununun uzun vadede çözümü için, beşerî sermaye stokumuzun kalitesini artırıyoruz. Bu amaçla, iktidara geldiğimiz günden beri eğitimi hep önceliklendirdik. Gerek nicelik gerek nitelik olarak eğitim konusunda yoğun bir çaba içerisindeyiz. Bütçeden bu yıllarda en fazla kaynağı hep eğitime ayırdık. Uygulamaya başladığımız FATİH Projesi'yle de inşallah eğitimin kalitesini yükselteceğiz.
Sayın Başkan, değerli üyeler; şimdi sizlere 2010 yılı kesin hesabı hakkında bilgi vermek istiyorum. Kesin Hesap Kanun Tasarısı görüşülecek olan 2010 yılı bütçesinde bütçe giderleri 294,4 milyar lira, bütçe gelirleri 254,3 milyar lira ve bütçe açığı 40,1 milyar lira düzeyinde gerçekleşmiştir.
2010'da faiz giderleri 48,3 milyar lira, faiz dışı fazla ise 8,1 milyar lira olarak gerçekleşmiştir.
Tabii ki 2010 yılında bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı da yüzde 3,6 düzeyinde gerçekleşirken faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı binde 7 olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de size özetle 2011 yılı bütçesi yıl sonu gerçekleşme tahminlerini açıklamak istiyorum. 2011 yıl sonunda merkezî yönetim bütçe giderlerinin 313,2 milyar lira, merkezî yönetim bütçe gelirlerinin 290,9 milyar lira, bütçe açığının 22,2 milyar lira, faiz dışı fazlanın 20,4 milyar lira olarak gerçekleşeceğini tahmin etmekteyiz.
Yukarıdaki tahminlerimiz çerçevesinde 2011 yılı başlangıç bütçesine oranla bütçe giderleri sadece binde 2 oranında, yani 599 milyon lira sapmıştır. Bu, aslında harcamaları kontrol altında tuttuğumuzu, mali disiplini güçlü bir şekilde devam ettirdiğimizi gösteriyor. Bütçe gelirleri ise başlangıç tahminine göre yüzde 4,3 oranında yani 11,9 milyar lira artmıştır.
Faiz hariç giderler ise başlangıç ödeneklerine kıyasla yüzde 2,1 oranında artış olurken vergi gelirlerinde yüzde 7,4 oranında artış beklemekteyiz. Şimdi, faiz dışı harcamalardaki artış bir miktar yüksek ama niye? Çünkü biz altyapı yatırım harcamalarına ekstra, yani ilave kaynak aktardık. Bakın, 2011 yılında yatırımlar için başlangıç bütçe ödeneklerine ilaveten 9,1 milyar lira kaynak ayırdık. Bu kaynağı başta ulaştırma sektörü olmak üzere altyapı yatırımlarına tahsis ettik. Gelirlerdeki artış ise güçlü ekonomik büyüme ve yapılandırmaya bağlı olarak vergi gelirlerinde sağlanan olumlu sonuçtan kaynaklanmaktadır ancak şunun altını çizmek istiyorum, 2011'de yapılandırmadan net 5 milyar TL gelir elde etmeyi hedefliyoruz. Her ne kadar şu ana kadar 13 milyar lira geldiyse de şunu açıklamak istiyorum: Genelde Maliye kendi borç stoku üzerinden her sene takip yoluyla zaten yaklaşık 7-8 milyar lira tahsilat yapıyor. Dolayısıyla, onu düştüğünüz zaman net etki yaklaşık 5 milyar lira civarındadır.
2011 yıl sonu bütçe açığının, başlangıç bütçesinde yer alan 33,5 milyar lira yerine, yani biz 2011 yılı bütçesinin 33,5 milyar lira açık vereceğini öngörmüştük, şimdi ise bu açığın üçte 1 oranında azalarak 22,2 milyar lira olarak gerçekleşmesini bekliyoruz. Bu, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1,7'sine tekabül etmektedir. Aslında bizim başlangıçta hedefimiz açığın 2,8'i yani gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2,8'i düzeyindeydi fakat biz ortaya çok daha iyi bir performans koyduk ve açık yüzde 1,7 olarak gerçekleşti.
Tabii, AK PARTİ hükûmetleri döneminde hazırlanan bütçeler hep gerçekçi olmuştur. Küresel krizin yaşandığı 2009 yılı hariç, bütçe açığı hedeflenenin hep altında kalmıştır. Bizden önceki dokuz yıllık dönemde, mesela, 1994-2002 dönemine bakarsanız, uygulanan bütçelerin sadece üçünde açığın hedefin altında kaldığını görürsünüz. Gerçekleşen bütçe açığının ise, ortalama bahsediyorum, bu bizden önceki dokuz yıllık dönemde, hedeflenen açığın ortalama 2 katı düzeyinde olduğunu görüyoruz. 1994-2002 döneminde bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı ortalama yüzde 7,7 seviyesindeyken AK PARTİ hükûmetleri döneminde yani 2003-2011 yılları arasında, ortalama bütçe açığı yüzde 3,3'e düşmüştür. Bu başarıda, sağlanan siyasi istikrar ve güven veren doğru politikalarımızın tabii ki katkısı büyüktür ve bunun sonucudur.
2011'de merkezî yönetimde yüzde 1,7 olacağını tahmin ettiğimiz bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya oranını, daha kapsamlı olan genel devlette yüzde 1 olarak öngörüyoruz yani genel devlet açığı, merkezî yönetim bütçe açığını, yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumlarını da içeriyor. Yani geniş manada Türkiye'deki bütçe açığına baktığınız zaman, açığın yüzde 1 düzeyinde olacağını öngörüyoruz. Bu oran ile Avrupa'da yüzde 3'lük Maastricht Kriteri'ni sağlayan nadir ülkelerden biri olmayı sürdürüyoruz. Yatırımlara ilave ettiğimiz 9,1 milyar lira olmasaydı yani ekstradan yatırımlara para aktarmasaydık bu sene genel devlet açığımız yüzde 1 yerine yüzde 0,3 düzeyinde gerçekleşmiş olacaktı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de size 2012 yılı bütçesi hakkında bilgi vermek istiyorum. 2012 yılı bütçesi AK PARTİ hükûmetlerinin hazırladığı 10'uncu, 61'inci Hükûmetimizin ise ilk bütçesi olma özelliğini taşımaktadır.
2012 yılı bütçesi ile istihdamı artırmayı, yurt içi tasarruf seviyesini yükseltmeyi, cari açığı azaltmayı ve mali disiplini güçlendirmeyi hedefliyoruz.
2012 yılı bütçesine baz oluşturan temel makroekonomik varsayımlarımızı Ekim ayı içerisinde Orta Vadeli Program'da kamuoyuyla paylaşmıştık. Şimdi bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
2012 yılı için, gayrisafi yurt içi hasıla büyüklüğü 1 trilyon 426 milyar lira, büyüme oranı yüzde 4, deflatör yüzde 7, 2012 TÜFE yıl sonu yüzde 5,2; ihracat 148,5 milyar dolar, ithalat 248,7 milyar dolar olarak hedeflenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçe tasarısının büyüklüklerine geçmeden önce sizlere bu bütçenin bazı temel özelliklerinden bahsetmek istiyorum.
2012 yılı bütçesi reel sektörü güçlü bir şekilde destekleyen, desteklemeye devam eden bir bütçedir. Esnaf kredi faiz desteği, tarımsal kredi faiz desteği, ihracat desteği, KOBİ destekleri, teşvik ödemeleri ve işveren prim desteği için ayırdığımız kaynağı yüzde 13,5 oranında artırarak 8,3 milyar liraya çıkarıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yatırımları hızla tamamlıyoruz. 2012'de toplam yatırım ödeneklerini 2011 yılı başlangıç ödeneklerine göre yüzde 24 artırarak 32,7 milyar liraya çıkarıyoruz.
Tabii, Plan Bütçe Komisyonunda gelen önemli eleştirilerden bir tanesi şuydu, denildi ki: "2012 yılı ödenekleri 2011 yıl sonu gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 7,5 bir düşüş göstermektedir, niye?"
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunun temel nedeni şu: Son yıllarda bütçede üstü örtük bir mali kural uyguluyoruz. Yani şunu yapıyoruz: Bütçenin gelir performansına bağlı olarak yatırımlara yıl içerisinde daha ciddi miktarlarda ilave kaynak aktarıyoruz. Örneğin, 2010 yılında yatırımların başlangıç ödeneği 22,7 milyar liraydı, yıl içerisinde verdiğimiz ilave ödeneklerle -yatırımlarda- 2010 yılında 22,7 milyar lira yerine 32,8 milyar liralık yatırım yapmışız. Yani başlangıç ödeneğine göre gerçekleşme 2010 yılında yüzde 145 olmuştur. Benzer şekilde, 2011 yılında yatırım gerçekleşmelerinin başlangıç ödeneğine oranla en az yüzde 134 düzeyinde olacağını tahmin ediyoruz. 2012 yılında da daha önceki yıllarda olduğu gibi bütçe gelirlerimizde öngörülenden fazla bir artış olursa, bu kaynağı kısmen tasarruf, kısmen yatırımlara yönlendireceğimizi şimdiden söyleyebilirim.
AK PARTİ hükûmetleri döneminde yatırım harcamalarının bütçe içindeki payı 2011 itibarıyla neredeyse 2 katına çıkmış durumdadır.
Burası önemli değerli arkadaşlar. 2002 yılında 8,5 yıl olan kamu yatırım stokunun ortalama tamamlanma süresini 2011 yılında sağladığımız ilave ödeneklerin de katkısıyla 3,3 yıla kadar düşürdük. Yani yatırımın başlamasıyla bitmesi eskiden 8,5 yıl alırken şimdi 3,3 yılda bitiriyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılında bölgeler arası gelişmişlik farklarını azaltmak için bölgesel kalkınma projelerini destekliyoruz. Bunu cari açıkta açıkladım, tekrar detaylarına girmek istemiyorum.
Yine, 2012 yılı bütçesini ARGE faaliyetlerini daha çok destekleyen bir bütçe olarak yaptık. Burası da önemli çünkü bir yandan tabii ki ARGE projelerine 1,5 milyar lira ödenek öngörmüşüz ama bunun ötesinde ARGE faaliyetleri için çok ciddi vergi ve prim desteği sağlıyoruz. Bu prim ve vergi desteklerini yüzde 20 oranında artırıyoruz ve muhtemelen 840 milyon lira civarına kadar çıkacaktır.
Sayın Başkan, değerli üyeler; yerel yönetimler bizim için önemli. Yerel yönetimlere daha fazla kaynak ayırıyoruz. 2012 yılı bütçesinde mahallî idare paylarını 27,6 milyar lira olarak öngördük. Bu, önceki yıla göre yüzde 16,5'luk bir artışı ifade etmektedir. Ayrıca, KÖYDES, SUKAP, denkleştirme ödeneği ve benzeri diğer destekleri hesaba kattığımızda 2012'de mahallî idarelere toplamda 31,5 milyar liralık bir kaynak sağlamayı öngörüyoruz.
1999-2001 yıllarında afetler nedeniyle zarar gören belediyelere yardım ettik. Bu afetler dolayısıyla altyapısı hasara uğrayan belediyelerin zamanında ödenmeyen zararlarının karşılanabilmesi için -hatırlarsanız- burada bir kanuni düzenleme yaptık ve 1999-2001'den kalan yani bu kapsamda 2011 yılı içerisinde 136,3 milyon liralık kaynağı belediyelere aktarılmak üzere İller Bankasına bu sene aktardık.
Tabii sadece geçmişin yaralarını sarmakla, sorunlarını çözmekle kalmıyoruz aynı zamanda bugün yaşanan afetlere hızlı bir şekilde müdahale ediyoruz. 2011 yılında başta Van ve Kütahya olmak üzere ülkemizin değişik yörelerinde meydana gelen afetler nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaçlar için Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığına kendi bütçesine ilave olarak 110 milyon lira aktardık, önümüzdeki dönemde aktarmaya devam edeceğiz. Özellikle önümüzdeki aylarda bu ve benzeri afetler nedeniyle ortaya çıkacak ihtiyaçları ivedi olarak karşılamaya hazırız. Bu konuda gereken desteği vereceğiz.
2012 yılı bütçesi, aynı zamanda tarımsal destekleri artıran bir bütçedir. Çiftçimizi alan ve ürün bazında desteklemeye devam ediyoruz. Bu kapsamda destekleri 2012'de 2011 başlangıç ödeneğine göre yüzde 19,7 oranında artırıyoruz. Destekleme ödeneklerine kredi faiz desteği ve tarımsal ürünlerin alımına ilişkin sübvansiyonlar gibi diğer destekleme ödeneklerini de dâhil ettiğimizde tarım kesimine toplamda 11 milyar lira düzeyinde destek öngörüyoruz.
Sayın Başkan, değerli üyeler; sosyal harcamalar için de daha fazla kaynak ayırıp dezavantajlı kesimleri desteklemeyi sürdürüyoruz. Bu kapsamda, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonuna aktarılan kaynağı 2011 yılı başlangıç ödeneğine göre yüzde 39 oranında artırarak yaklaşık 3 milyar liraya çıkartıyoruz.
Terörden zarar gören vatandaşlarımızın zararlarını tazmin etmeye devam ederek sosyal barışı ve devlete güveni pekiştiriyoruz.
SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Bakan, on sekiz yıl geçti, ne zaman ödenecek?
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) - Özürlü vatandaşlarımıza desteği artırıyoruz. Özürlü eğitimi için ayrılan kaynağı yüzde 20,4 oranında artırarak 1,2 milyar liraya yükseltiyoruz. 2012'de yaklaşık 240 bin özürlü vatandaşımızın eğitim masraflarını karşılamayı öngörüyoruz.
Özürlü evde bakımı için ayrılan kaynağı da yüzde 28,7 oranında artırarak 2,9 milyar liraya yükseltiyoruz. 2012'de ortalama 385 bin kişinin evde bakım giderlerini karşılamayı hedefliyoruz.
Sayın Başkan, değerli üyeler; kızlarımızın okumasını ve kadınların istihdamını teşvik amacıyla 2012 bütçesinde daha fazla kaynak ayırdık. Yine benzer şekilde, geçmişte olduğu gibi, kamu çalışanlarını enflasyona ezdirmiyoruz.
İktidara geldiğimiz 2002 yılı sonundan bu yana memurlarımızı, işçilerimizi ve emeklilerimizi enflasyona ezdirmedik, hep enflasyonun çok üzerinde ücret ve maaş artışı yaptık.
2010 yılında aile yardımı ödeneği dâhil 1.300 lira olan en düşük memur maaşını, 2011 yılında yüzde 18,3 oranında artırarak 1.538 liraya yükselttik. Benzer şekilde ortalama memur maaşını ise 1.577 liradan 1.799 liraya çıkartarak yüzde 14,1'lik bir artış sağladık. 2011 Kasım ayı itibarıyla on iki aylık enflasyon oranı yüzde 9,5'tur. 2011 yılı ikinci altı aylık dönemde enflasyon oranının yüzde 4'ü aşması hâlinde -ki aştı- Kasım yani aşan kısım için 2012 yılı Ocak ayında maaşlara tabii ki bir artış yapacağız. 2002 yıl sonundan 2011 Kasım ayına kadarki dönemde enflasyonda yani TÜFE'deki kümülatif artış yüzde 126,9 olmuştur yani iktidara geldiğimiz 2002 yıl sonundan bugüne kadar enflasyon yaklaşık yüzde 127'ye artmış.
Şimdi buna göre söz konusu dönemde aynı bazlı ne tür artışlar yapmışız onları sizlerle paylaşmak istiyorum.
En düşük memur maaşı 2002 yılında 392 lira iken 2011 yılında 1.538 liraya çıkmış, artış yüzde 292,3.
Net asgari ücret 2002 Aralık ayında 184 lira iken yine bu dönemde artış 257,6 olmuştur.
En düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 lira iken 2011 Kasım ayında 814 liraya çıkmış, artış yüzde 216,5.
En düşük BAĞ-KUR esnaf emekli aylığı 2002 Aralık ayında 149 lira iken 2011 Kasım ayında 660 liraya çıkmış, artış oranı yüzde 344.
En düşük BAĞ-KUR çiftçi emekli aylığı 2002 Aralık ayında 66 lira iken 2011 yılında 492 liraya çıkmış, artış yüzde 647.
En düşük memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 lira iken bu sene 976 liraya çıkmış, artış yüzde 159,3.
Altmış beş yaş aylığı 2002 Aralık ayında 24 lira iken 2011 yılında 110 liraya çıkmış, artış yüzde 347,8.
Muhtar aylığı Aralık 2002 yılında 97 lira iken 2011 yılında 384 liraya çıkmış, artış yüzde 294,6.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu maaş tutarları ve artış oranları, çalışan, emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın mali durumlarının 2002'ye göre ciddi bir şekilde iyileştiğini, gelirlerinde önemli oranda reel artışların olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Önceki yıllarda olduğu gibi, 2012 yılında da kamu çalışanlarımızı ve emeklilerimizi enflasyona ezdirmeyeceğiz.
2011 Kasım ayı itibarıyla en düşük devlet memuru maaşı ile 2002 Aralık ayına göre daha fazla mal ve hizmet satın alınabilmektedir.
Şimdi sizlere en düşük devlet memuru maaşı ile satın alınabilen bazı ürünlere ilişkin mukayeseli bilgiler vermek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, aşağıdaki tablo, geçen yıl Genel Kurulda yaptığım sunumdaki aynı ürünleri içermektedir. Zaten kitapçıklarda da var ama sadece bir iki tanesinden bahsetmek istiyorum.
En çok tartışılan konulardan bir tanesi, örneğin et. 2002 Aralık ayında en düşük memur maaşı ile 45 kilo dana eti alınabiliyordu, 2011 Kasım ayı itibarıyla 63 kilo alınabiliyor.
Yine elektrik? Elektriğe zam yapıldı diye çok tartışıldı. Hatırlarsanız, 2002 Aralık ayında en düşük devlet memuru maaşıyla 2.438 kilovat elektrik satın alabiliyordunuz, şimdi 5.199 kilovat saat elektrik alabiliyorsunuz.
Doğal gaz? Yine, doğal gaza zam yapıldı diye çok tartışıldı. 2002 yılının Aralık ayında 1.047 metreküp doğal gaz alınabilirken bugün 1.874 metreküp doğal gaz satın alınabiliyor.
Yine mazot, en çok tartışılan konulardan bir tanesi. En düşük devlet memuru maaşıyla 2002 yılında 310 litre mazot alınabilirken bugün 401 litre alınabilmektedir. Aynı rakamları zaten tabloya da koydum.
Net asgari ücret açısından da karşılaştırdığınız zaman, bütün ürünlerde net asgari ücretle daha fazla ünite ürün, yani birim ürün alınabileceğini gösteriyoruz.
Sayın Başkan, değerli üyeler; kamuda ücret dengesizliğine son verdik. Bilindiği gibi bazı kamu idarelerindeki personele genel düzenlemeler dışında tazminat, ek ödeme, ek tazminat, döner sermaye katkı payı, teşvik primi ve ikramiye gibi değişik adlarda ve tutarlarda ilave ödemeler yapılmaktaydı. Bu nedenle, Hükûmetimizin öncelikli hedefleri arasında yer alan "eşit işe eşit ücret" politikasının gereği olarak 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yi çıkardık. Bu Kararnameyle, aynı hizmet sınıfında, aynı veya benzer kadrolarda bulunan personel arasındaki ek ödemelerden kaynaklanan ücret dengesizliğini ortadan kaldırdık. Dün bazı basın yayın organlarında tabii ki bu konu biraz yanlış bir şekilde aksettirildi.
Değerli arkadaşlar, biz aynı unvan, aynı görevde olan bütün devlet memurlarını en üst düzeye çıkardık. Yani hiçbir genel müdürün maaşını doğrudan doğruya artırma gibi bir çabamız olmadı ama bütün genel müdürlere eşit davranalım dedik, genel müdürlerin maaşını en üstte eşitledik. Aynı şekilde müsteşarları, aynı şekilde mühendisleri, aynı şekilde teknik elemanları, aynı şekilde bütün memurları bu şekilde? Dolayısıyla, bence bu çok önemli bir reformdur ve bütçede tabii ki bunun kaynağı vardır. Gerçekten AK PARTİ hükûmetlerimiz döneminde gerçekleştirdiğimiz önemli reformlardan bir tanesi bu eşit işe eşit ücret reformudur.
Sayın Başkan, değerli üyeler; tabii ki 2012 yılı bütçesinde eğitime daha fazla kaynak ayırdık. Beşerî sermayemizin kalitesini artırmak için 2012'de Millî Eğitim Bakanlığı bütçe ödeneklerini yüzde 14,8 oranında artırarak 39,2 milyar liraya çıkartıyoruz. Böylece Millî Eğitim Bakanlığı en büyük bütçeye sahip icracı bakanlık olma özelliğini sürdürmektedir. AK PARTİ hükûmetleri döneminde, 2002'de 11,3 milyar lira olan toplam eğitim bütçesini ise yaklaşık 5 katına çıkararak -bunun içinde üniversiteler de var- 56,3 milyar liraya yükseltiyoruz, yani 2012 yılında 56, 3 milyar lirayı biz, eğitime harcayacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılında üniversite harçlarında hiçbir artış yapmıyoruz. 2012'de öğrencilere sağlanan burs desteği ödeneklerini, öğrenci artışlarını da dikkate alarak bir önceki yıla göre yüzde 20,9 oranında, öğrenim ve harç kredisi desteği ödeneklerini de yüzde 17,3 oranında, ilköğretim ve ortaöğretimde taşımalı eğitime yapılan desteği de yüzde 37,1 oranında artırıyoruz. 2002'den bu yana yükseköğretim öğrencilerinin burs ve öğrenim kredilerinde yapılan artış, düşük enflasyona rağmen yüzde 433 olmuştur.
İlköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı desteğine tabii ki devam ediyoruz. Daha önce bahsettiğim FATİH Projesi'ni de hayata geçiriyoruz.
Yükseköğretime de daha fazla kaynak ayırıyoruz. Bu bütçe ile yüz üç devlet üniversitesine kaynak sağlıyoruz.
Üniversitelerimizin fiziki kapasitesini, öğrenci sayısını esas alan objektif bir bütçeleme yapıyoruz. Üniversitelerimizin toplam ödeneğini, 2012 yılında yüzde 15,6 oranında artırarak 12,7 milyar liraya çıkartıyoruz. Özellikle yeni kurulan üniversitelerimizin ödeneklerini ise daha fazla artırarak kurumsal altyapılarını, fiziki altyapılarını güçlendiriyoruz.
Bu kapsamda, kırk bir yeni üniversitenin ödeneklerini 2012 yılında yüzde 27,3 oranında artırarak 2,1 milyar liraya çıkartıyoruz.
Başta yeni kurulan üniversiteler olmak üzere, üniversitelerimizin öğretim elemanı ihtiyacını hızlı bir şekilde karşılayabilmek için, 2012 yılında ilave 9 bin adet akademik kadro atama izni veriyoruz. Küresel krize rağmen üniversitelerimize 2012 yılı dâhil, son dört yılda toplam 36 bin akademik personel atama izni verilmiş olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık hizmetlerini yaygınlaştırıyoruz, kalitesini artırıyoruz. 2002'de iktidara geldiğimizde, yeşil kart ödemeleri hariç, Sağlık Bakanlığının harcama tutarı sadece 2,4 milyar liraydı. İktidarda olduğumuz dokuz sene içerisinde bu kaynağı, yani Sağlık Bakanlığına verdiğimiz kaynağı 6 katına çıkararak 2012'de 13,8 milyar liraya yükseltiyoruz. 2002'de 9,9 milyar lira olan aile hekimliği hariç toplam sağlık harcamalarını 2012'de yaklaşık 4,5 katına çıkararak 44,3 milyar liraya yükseltiyoruz, 2010 yılı sonunda aile hekimliği uygulamasını tüm illeri kapsayacak şekilde genişlettik. 2012'de aile hekimliği ödeneklerini 3,5 milyar liraya yükseltiyoruz. 2010 yılı sonunda başlatılan hava ambulansı uygulamasını da genişletiyoruz. Bugün itibarıyla iki uçak ve on sekiz helikopterden oluşan hava ambulans filomuzu önümüzdeki aylarda beş uçak ve yirmi helikoptere çıkartıyoruz. Son Van depreminde gerçekten bunun faydasını gördük.
Daha fazla detaya girmek istemiyorum. Yani sağlıkla ilgili aslında 2012'de yapacağımız daha çok şey var. Zamanım biraz daralıyor. Daha doğrusu sizleri daha çok tutmamak için.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Daralmıyor, geçti, yirmi dakika geçtiniz.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Yirmi dakika aştınız.
Biz de isteriz Sayın Başkan.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) - 2012 yılı bütçesinde sosyal güvenlik sistemini destekliyoruz. Sosyal güvenlik sistemine yüzde 31 artışla 2012 yılında 69,1 milyar lira aktaracağız.
Türkiye'nin dünya turizm pazarında en çok turist çeken ilk beş ülke arasında yer almasını sağlamak için ülkemizin yurt dışında tanıtımına daha fazla kaynak ayıracağız. Yeni temsilciliklerle dünyaya yayılıyoruz. Dış politikada genişleyen etki alanımızın bir gereği olarak 2010 ve 2011 yılında Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında yer alan on altı ülkeye yeni temsilcilikler açtık, ayrıca on yedi farklı ülke ve şehirde ise en kısa süre içerisinde yeni temsilcilikler açılacaktır. Bunların tabii ki kaynağını ayırdık.
Sinema sektörünün gelişimi, ülkemizin film çekimi için bir cazibe merkezi hâline gelmesi için yabancı veya yerli-yabancı ortak film yapımlarını destekliyoruz.
Vergi denetimini güçlendiriyoruz. Denetimi tek bir çatı altında topladık.
2012 yılında tabii ki özelleştirme uygulamalarına devam ediyoruz. 2011 yılında bütçede 9,5 milyar liralık özelleştirme hedeflemiştik. Ancak doğal gaz ve elektrik dağıtım şirketlerinin ihalelerine katılan yatırımcı firmaların gerekli finansmanı temin edememelerinden dolayı tahsilat öngörülenin çok altında kalmıştır. Ancak hâlen onay aşamasında bekleyen ve özelleştirilmesi planlanan kamu varlıklarından tabii ki 2012'de yüzde 10,5 milyar liralık özelleştirme geliri öngörüyoruz.
Özetle, 2012 yılı bütçesi, istihdam ve büyümeyi destekleyen, tasarrufları artırmaya ve cari açığı azaltmaya yardımcı olan, ekonomik ve sosyal kalkınmaya odaklanmış, kamu finansman dengelerini iyileştiren ve ülkemizi daha ileriye taşıyacak yatırımlara kaynak ayıran bir bütçedir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; şimdi, sizlere 2012 yılı bütçe büyüklüklerini açıklamak istiyorum: 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinde bütçe giderleri 350,9 milyar, faiz hariç giderler 300,7 milyar, bütçe gelirleri 329,8 milyar, vergi gelirleri 277,7 milyar, bütçe açığı 21,1 milyar, faiz dışı fazla 29,1 milyar lira olarak öngörülmüştür.
2012'de bütçe giderlerinin 2011 yıl sonuna göre yüzde 12,1 oranında artması öngörülürken bütçe gelirlerinin yüzde 13,4 artacağı tahmin edilmektedir. 2012'de, 2011 yıl sonu gerçekleşme tahminine göre vergi gelirlerinin yüzde 11,4 artacağını öngörüyoruz. 2012 yılı için nominal gayrisafi yurt içi hasıla artış oranının yüzde 11,3 olacağı göz önüne alındığında, aldığımız tedbirleri de dikkate alırsanız, vergi gelirlerindeki artış oranının gerçekçi olduğunu göreceksiniz.
Ancak şu hususu da ifade etmek istiyorum. Son bir iki aydır Avro Bölgesi'nde kriz derinleşmiş, tabii ki global ekonomiye ilişkin aşağı doğru riskler yükselmiştir. Bu nedenle 2012 yılı bütçesine temel oluşturan büyüme gibi bazı makroekonomik tahminlerimize yönelik kaygılar da ifade edilmiştir. Ancak biz Orta Vadeli Program'ı hazırlarken tabii ki temkinli davrandık. Buna rağmen eğer büyüme yüzde 4 yerine yüzde 3 olarak gerçekleşirse hedeflediğimizden yaklaşık 2,5 milyar lira daha az gelir elde edeceğiz. Bu tutar, gayrisafi yurt içi hasılanın binde 1,8'ine tekabül etmekte olup kolaylıkla telafi edilebilir. Kaldı ki biz bütçeyi yaparken muhtemel 2B düzenlemesinden herhangi bir gelir de öngörmedik.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dediğim gibi biz bu bütçeyle mali disiplini güçlendiriyoruz. 2012 yılı bütçesi mali disiplin anlayışı çerçevesinde hazırlanmış, harcamalarımızı sağlam kaynaklara dayandırıyoruz, kaynakları ülkemizin uzun dönem refahını artıracak alanlara yönlendiriyoruz.
Burada sadece önemli iki noktayı daha ifade etmek istiyorum. Bu noktada hakikaten faiz giderleriyle ilgili çarpıcı bir tabloyu sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002 yılında faiz giderlerimizin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 14,8 gibi sürdürülemez bir düzeye ulaşmıştı. Memnuniyetle ifade etmek isterim ki küresel kriz yılı hariç, 2002'den bu yana bu oranı her sene aşağı çekmeyi başardık. Geçen sene yüzde 4,4'e düşen faiz harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payını bu yıl sonu itibarıyla yüzde 3,3'e indiriyoruz ve 2012-2014, yani Program döneminde yüzde 3-3,5 düzeyinde tutmayı hedefliyoruz.
Bu ne anlama geliyor? Bu yıl yüzde 3,3 olarak gerçekleşmesini beklediğimiz faiz giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, 1987'den bu yana en düşük oranı göstermektedir. Aynı şekilde, 2012'de yüzde 14,3 olarak öngördüğümüz faiz giderlerinin bütçe içerisindeki payı, 1985'den bu yana en düşük düzeydedir.
2002 yılında 100 liralık vergi toplarken 86 lira faiz giderimiz vardı, yani 100 liralık verginin 86'sı faize gidiyordu. Oysa, bu yıl 100 liralık vergi gelirinin sadece 17,1 lirası faize gidecek ve Program döneminde bunun 16,1'e düşmesini de hedefliyoruz. Dolayısıyla, biz faiz bütçeleri değil, hizmet bütçeleri hazırladık. O nedenledir ki -daha önce de ifade ettim- yatırımların bütçe içerisindeki payı neredeyse 2 kata yakın artıyor. Personel giderlerinin bütçe içerisindeki payı yüzde 18,4'ten yüzde 27'ye yükselmiş. Yine, sağlık ve sosyal harcamaların bütçe içindeki payını 2'ye katlamış durumdayız çünkü, 2002 yılında bütçenin yüzde 43,2'sini oluşturan faiz harcamalarını 2012 yılında yüzde 14,3'e kadar düşürüyoruz.
Tüm bu rakamlar açık bir şekilde gösteriyor ki, AK PARTİ hükûmetleri vatandaştan topladığı vergileri faize değil, vatandaşına hizmet için harcamıştır ve harcamaya devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii ki, gelir politikalarıyla ilgili de çok geniş bir sunum hazırlamıştım. Sadece şunu ifade etmek istiyorum: Bizim dönemimizde biz aslında birçok vergiyi düşürdük. Kurumlar vergisini yüzde 33'ten yüzde 20'ye düşürdük, gelir vergisinin üst dilimini aslında fon dâhil yüzde 49'un üzerinden yüzde 35'e kadar düşürdük, alt dilimini yüzde 22'den yüzde 15'e kadar düşürdük. Birçok sektörde katma değeri düşürdük. Hatta akaryakıt ürünlerinde dahi vergi yükü artmamıştır, azalmıştır. 2002 yılının Aralık ayında arabanızla bir benzinliğe gitseydiniz, 100 liralık benzin alsaydınız 70 lirası vergiye gidiyordu; bugün gitseniz 60 lirası vergiye gitmiş olacak. Benzer şekilde, diğer vergilerde de ciddi bir şekilde bu dönemde tabii ki indirim sağladık ama çok yaygın, aynı zamanda yanlış olan Türkiye'de vergi yükünün çok yüksek olduğuna dair bir kanı vardır. Dağıttığım kitapçıkta aslında bunu çok detaylı bir şekilde ifade ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 yılı bütçesi Orta Vadeli Program hedeflerimizle uyumlu, şeffaf, samimi ve gerçekçidir. Bu bütçe, ülkemizi 2023 vizyonuna daha da yaklaştıran bir bütçedir.
Önümüzdeki dönemde küresel gelişmeleri yakından izlemeye devam ederek, mali disiplinden ve yapısal reformlardan taviz vermeden gerekli tüm tedbirleri almaya devam edeceğiz.
Hükûmet olarak hedefimiz, bilgi toplumuna dönüşmüş, Avrupa Birliği standartlarını yakalamış ve dünyayla rekabet edebilen güçlü bir Türkiye'dir. Hazırladığımız 2012 yılı bütçesi bu hedeflere ulaşmamıza katkı sağlayacaktır.
Biz, bu yola aziz milletimize hizmet etme sevdası ve devleti halkımızın hizmetkârı yapma şiarıyla çıktık. Bunu, dokuz yıllık iktidarımız döneminde Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde başardık. İnanıyorum ki Türkiye, sahip olduğu istikrar ve güvenle bütün hayallerini ve hedeflerini gerçeğe dönüştürecektir. Milletimiz bu vizyona, güce, potansiyele ve dinamizme sahiptir.
2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar, katkı ve yapıcı eleştirileriniz için Hükûmetim ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkür ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.