GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:31
Tarih:08.12.2011

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2012 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı Hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak ve Türkiye'nin iç ve dış temel meselelerine ilişkin değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak maksadıyla huzurlarınızda bulunuyorum. Konuşmamın başında Parti Meclis Grubumuz ve şahsım adına muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, onuncu yılına giren Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin onuncu bütçesini müzakere ediyoruz. Sırf hazırlanan bu bütçe sayısı bile iktidar partisi tarafından dillendirilen vaatlerin yerine getirilmesi ve verilen sözlerin tutulması için ne kadar geniş bir zaman aralığının var olduğunu ortaya koyacaktır.

Değerlendirmelerime geçmeden önce bir hususu sizlerle paylaşmayı hem insani hem de manevi bir gereklilik olarak addediyorum: Bugün yaptığımız bütçe görüşmelerine Sayın Başbakan rahatsızlığından dolayı maalesef katılamamıştır. İyi niyet ve rekabet prensipleri doğrultusunda karşılıklı siyasi mücadele içinde olduğumuz Sayın Başbakanı böylesi bir dönemde burada görmeyi samimi bir şekilde arzuladığımı ifade etmek isterim. Kendisinin geçirmiş olduğu rahatsızlıktan kurtularak bir an önce aramıza dönmesi ve sağlığına tam olarak kavuşmuş bir hâlde görevinin başına geçmesi, en içten dileğimizdir. Bu itibarla, başta Sayın Başbakanın şahsı ve ailesi olmak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Cenabı Allah'tan acil şifalar temenni ediyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, parlamenter demokrasilerde bütçelerin çok önemli ve hayati bir özelliği vardır. Bu yönüyle bütçe iktidarların vizyonunu, bir yıl içinde atacağı adımları, tercih edeceği politikaları ve ekonomik seçenekleri ihtiva eder. Bütçeye bakarak hükûmetlerin niyetini, ufkunu, belirlediği icraatlarını ve neleri önceliğine aldığını ve hangi hedeflere odaklandığını anlamak imkân dâhilindedir. Bütçe görüşmeleri aynı zamanda muhalefetin millet adına düşüncelerini aktaracağı, izlenecek politikalar hakkında tespit ve ikazlarını paylaşacağı demokratik bir ortam da sunmaktadır.

Ne var ki, tıpkı öncekilerde olduğu gibi 2012 bütçesinin gerek muhteviyatı gerekse amaçları yönünden umut verici olmaktan çok uzak olduğunu itiraf etmek lazımdır. AKP'nin bütçeye bakışı bütçe sürecini sıradanlaştırması, heyecanını ve iş yapma hevesini kaybetmesi karşı karşıya olduğumuz sorunların başlıcaları olmuştur. Bu hâliyle çok gergin ve hassas bir dönemde hazırlanan 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçesi'nin beklentileri karşılamasının ve beliren ihtiyaçları gidermesinin çok zor olduğunu söylemek isterim.

Bildiğiniz üzere, 2012 bütçe sürecinde çok talihsiz ve elem verici hadiselerle karşılaştık ve milletçe birçok acıya muhatap olduk. Özellikle, bölücü terör saldırıları ve deprem felaketi nedeniyle canımız yanmış ve ciddi düzeyde kaybımız olmuştur.

Sözlerimin bu aşamasında, kanlı terör örgütünün saldırılarıyla şehit düşen kahraman güvenlik görevlilerimize ve aziz vatandaşlarımıza Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum. Milletimizi yasa boğan Van depremi nedeniyle Hakk'a uğurladığımız kardeşlerimize yüce Allah'tan bir kez daha rahmet niyaz ediyor, ailelerine ve milletimize tekraren başsağlığı temennilerimi iletiyorum. İnşallah, hâlâ tedavi gören felaketzedelerimiz de bir an önce sağlıklarına kavuşurlar.

İnanıyorum ki devletimiz ortaya çıkan viraneyi ve tahribatı giderecek güçte ve kudrette, milletimiz ise zor durumda kalan, sıkıntı içinde olan vatandaşlarımızı kucaklayacak, bağrına basacak, destekleyecek âlicenaplıktadır. Kış aylarını, soğuk günleri yaşadığımız şu zaman diliminde depremin vahim sonuçlarını, içimizi sızlatan yıkımını ve yol açtığı feryatları duymak ve hissetmek hepimizin ve en başta da Hükûmetin bir vazifesidir. Ancak, bugüne kadar depremle mücadelede açığa çıkan zafiyetin, acziyetin ve karmaşanın hazırlayıcısı ve sorumluluğu da, hiç şüphesiz, AKP Hükûmetidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin yakından şahit olduğu gibi, 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı, hem ülkemizde hem de komşu coğrafyalarda yaşanan sorunların ve tehlikeli gidişatın üst üste çakıştığı bir dönemde görüşülmektedir. İlave olarak, küresel ekonomideki yangın, Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerdeki ekonomik gerilim, bunların sosyal ve siyasal sistemlerdeki tıkanıklıkları da bu sürece paralel gitmiştir. Neresinden bakarsak bakalım, bölgesel ve küresel dinamiklerin kritik ve engebelerle dolu bir güzergâhta ilerlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

AKP  Hükûmeti bu ortamda siyasi, ekonomik ve dış politikalarına yön vermeye çalışmakta, girdiği sancılı ilişkiler ağında bir denge kurmaya çabalamaktadır. Niyeti ve sahip olduğu bulanık zihniyet iktidara sürekli olarak ayak bağı olmakta, fırsat olarak gördüğü ne varsa bir süre sonra kriz, açmaz ve tehlike hâlinde milletimize fatura edilmektedir. Gerek ülkemizin gerekse de dünyanın deneyimlerinden çıkardığımız dersler ekonomik problemlerin siyasal, sosyal ve ahlaki sorunlara kapı araladığı gerçeğidir. Bunu görmeden, bu tespiti yapmadan, bu doğru orantının altını çizmeden, söyleyeceğimiz sözlerin bir hükmü ve inandırıcılığı doğal olarak olmayacaktır. Birçok ülkede belirli aralıklarla tekerrür eden önce ekonomik kriz, arkasından siyasal kaos ve en nihayetinde toplumsal bunalım kısır döngüsü her şeyden önce demokrasinin yayılmasında ve taban tutmasında en büyük engellerdendir.

Bu itibarla, dengeli, eşitlik temeline dayalı, adil, sosyal ve ekonomik gelişmenin toplumsal istikrar için vazgeçilmez bir önem taşıdığı hepinizin hak vereceği bir husustur. Dış tesir ve tahriklere karşı psikolojik olarak hazırlıklı, millî ve manevi güvenlik duvarlarını pusuda bekleyen mihrakların muvaffak olamayacağı şekilde yükseltmiş milletler için elbette kaygı duyulacak bir durum yoktur ve tarih bunun sayısız misalleriyle doludur. Bu nedenle, ekonomideki sorunlara kararlılıkla eğilmek, bize bir şey olmaz kolaycılığına ve basitliğine teslim olmamak çok önemlidir.

Bugün, etrafımız hakikaten ateş çemberine alınmıştır. Avrupa ülkelerinde ekonomik kriz, yakın coğrafyalardaki halk hareketleri Türkiye'nin hiç olmadığı kadar tehditlerle burun buruna olduğunu göstermektedir. En büyük ticaret ortağımız olan ve yabancı sermayenin en fazla geldiği Avrupa Birliği, bugün ekonomik, sosyal ve siyasal problemlerle boğuşmaktadır. Seçilmiş siyasi yönetimler borç krizinin neden olduğu dalganın altında kalmakta ve uzaktan kumandalı hükûmetler ardı ardına kurulmaktadır. İflasla yüz yüze kalan Yunanistan'ı ekonomik yıkımın darbesini ağır bir şekilde alan İtalya takip etmiş ve Avrupa Birliği kurumsal olarak tartışmalı bir eşiğe dayanmıştır. Başlayan ekonomik kriz siyasal etkilerini gecikmeksizin göstermiş ve az önce vurguladığım döngü bir kez daha vasat bulmuştur. Açıktır ki Avrupa Birliğinin merkez yapılanması dışında tansiyon gittikçe artmakta, ekonomideki kara delikler sosyal kesimlerin hayat standartlarını cepheden vurmaktadır ve Yunanistan'da olduğu gibi demokrasi dışı arayışlar bile başını kaldırmış ve kendisini hatırlatmıştır. Atina'dan Roma'ya kadar yaşanılan travmanın özü ve esası aslında bu şekildedir.

Ekonomik krizler, gelir dağılımındaki facia düzeyindeki adaletsizlikler jeopolitik fay hatlarının çatlamasına, güç kayıplarına ve toplumsal kaynamalara sebep olmaktadır. Sokaklar küresel kapitalizmin tek taraflı ve insanı dışlayan mekanizmasına itirazlarla dolup taşmaktadır. Ahlaktan yoksun, sosyal kaygıları istenilen boyutta gözetmeyen ekonomik kurum ve kurullar bütünü geniş halk kesimleri tarafından eleştirilmekte ve yeni arayışlar varlığını göstermektedir. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi bir tarafta servet ve gelirin toplandığı mutlu azınlık, diğer tarafta sefaletin ve yoksulluğun kol gezdiği mahkûm çoğunluk arasında ciddiye ve dikkate alınması gereken bir karşıtlık devamlı tahkim edilmektedir. Elbette, ne inancımız ne de taşıdığımız insanlık idealleri gereğince böyle bir çelişkiye onay vermemiz ve sıradan kabul etmemiz söz konusu değildir.

İletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişme farkındalık düzeyini artırmış, ilgi ve merak seviyesi bir hayli fazlalaşmıştır. Şüphesiz, mal ve sermayenin küreselleşmesinin yanı sıra bilgi ve haber alma imkânları da gelişmekte ve kitlelere mal olmaktadır. Bundan dolayı haksızlıklar, adaletsizlikler ve kuralsızlıklar yerkürenin her köşesine anında yayılmakta ve ulaşmaktadır. Ekonomik sorunlara ve gelirin belirli ellerde toplanmasına yönelik bir dip dalgası mesafe almakta ve dünyayı hızlı bir karmaşanın içine sürüklemektedir. Daha çok kâr elde etme üzerine kurulan ekonomik düzenin tökezlemesi ve çıkmaza girmesi, sosyal kesimleri katlanılamaz maliyetlere ve trajedilere sevk etmektedir. Bundan kaynaklı travmalar, siyasal sistemleri, yönetimleri ileri düzeyde tehdit etmektedir.

Yunanistan'da başlayan çözülmeyi, sıçradığı yerleri ve dünyanın değişik ülkelerindeki protestoları bu hâliyle iyi okumak ve gerekli sonuçları çıkarmak gerekmektedir. Elbette yaşananların kaynağı ekonomik kriz olmakla birlikte gelişme seyri ve ilerleyiş şekli sosyal ve siyasal niteliktedir. Banka ve şirket kurtarmaları biçim ve kılık değiştirmiş, artık iş devletlerin kurtarılmasına kadar gelmiştir. Küresel ekonomik sistemin büyük oyuncularının düşüncesizliklerini, israflarını, utanmazlıklarını, sahtekârlıklarını ve kalabalıklarını, hiçbir suçu, günahı olmayan insanlar, bugün geldiğimiz bu aşamada sineye çekmemektedir. Toplumsal direnç ve tepki dalga dalga yayılmakta ve hiçbir ülkenin emniyette olmadığını ispatlamaktadır.

Bugün ekonomik sorunlardan dolayı Avrupa Birliğinin geleceğine ve devamlılığına umutsuz ve olumsuz bakılıyorsa bunu en başta ülke olarak biz dikkatle irdelemeli ve üzerinde durmalıyız. Borçların sürdürülebilirliği ve ekonomik yavaşlama ile ilgili kötümser gelişmeler küresel dengesizliklerin ve risklerin yüksek düzeyde seyretmeye devam ettiğini açıkça göstermektedir.

Dikkatlerinizi çekmek isterim ki Avrupa'daki çalkantıların Türkiye ekonomisini -başta sermaye hareketleri olmak üzere- reel sektörün daralması yoluyla olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır. Geleneksel ihraç pazarımız olan Avrupa Birliğindeki kriz, ihracat potansiyelimizi tehlikeye düşürecek bir risk taşımaktadır. Diğer ihracat pazarlarımız olan Orta Doğu ve komşularımızda yaşanan olaylar nedeniyle, ihracatımızı bu bölgelere kaydırmak da tabiatıyla zor olacaktır. Üzülerek söylemeliyim ki Türkiye kriz ve kaosla baskılanmış ülkelerin hem yanı başında ve doğrudan tesir alanındadır.

Kendimize has sorunların zirve yaptığı bugünkü şartlarda dış etkilerin ve bölgesel dengesizliklerin -dilemeyiz ama- ülkemizi içinden çıkılmaz bir alana sokacağı güçlü ihtimaldir. AKP Hükûmetinin vizyonsuzluğu ve meselelere kastı aşan, yanlış yaklaşımı beka düzeyinde problemlere davetiye çıkaracak ve bunun vebali de elbette iktidarın omuzlarında olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ve yakın coğrafyalardaki ülkeleri çevreleyerek kök salan riskler, son yılların en karamsar ve anormal gelişmelerinin habercisi olmuştur. Yaklaşık bir yıl önce Tunus'ta başlayan halk hareketlerinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika'yı baştan başa kontrolü altına aldığı ve bu sürede geleneksel otoriter simaların birer birer koltuklarından olduğu görülmüştür. "Arap baharı" diye adlandırılan gelişmelerin aslında istikrarsızlık ve isyan dalgalarıyla birlikte yürüdüğü ve Büyük Orta Doğu Projesi'nin emir ve denetiminde yayıldığı tüm çıplaklığıyla ortadadır. Kitlelerin memnuniyetsizliği tahrik ve provoke edilerek Tunus'tan Şam'a kadar tüm rejimler, yönetimler baskı altına alınmıştır. Genç bir işsizin kendini yakmasıyla tetiklediği olayların bugün çok farklı bir mecraya dayanması, işin aslına bakarsanız, tesadüf değildir. Bu, biriken ve bir karar aşamasına gelen sömürgeci hevesler için fırsat kapısı olmuştur; bir asrı aşan süredir haritalar üzerinde oynayan, kaynak ve varlıklar üzerinde hesaplar yapan emperyalist çevrelerin aradıkları mazereti vermiştir. 1916'dan beri yabancı başkentlerde, karanlık odalarda, kirli mekânlarda paylaşıma, bölüşüme konu olan Orta Doğu'nun bir kez daha masaya yatırılması için uygun iklim beklenmiş ve sonunda da elde edilmiştir.

Esasen, Irak'ın işgalini, Afganistan'daki cinayetleri ve milyonlarca Müslüman'ın kanına giren vahşi kıyımları ifadeye çalıştığım bu tablodan ayrı düşünmemek gerekmektedir. Demokrasi, barış ve özgürlük beyanatlarıyla hazırladıkları zehri Türk-İslam âlemine içirmeye çalışanlar bugüne kadar ne yazık ki amaçlarına ulaşmışlardır. Yıllarca kullandıkları Saddam'ı görevini tamamladıktan sonra ipe çeken, destek verdikleri Binali'yi ülkesinden atan, arkasında durdukları Hüsnü Mübarek'i cam kafese koyup yargılatan ve çadırında konuk oldukları Kaddafi'yi insanlık dışı vasıtalarla yok eden yine aynı malum zihniyet ve taraflardır ve bin yıldır varmak istedikleri hedefleri gayet net olarak ve bilhassa Müslümanlar tarafından iyi bilinmektedir.

 "Haçlı zihniyeti" demek olan bu kutsal ittifakın insafı, merhameti ve acıma duygusu yoktur. Bunların Müslüman âlemi, Arap toplumu için iyi niyet taşıması da eşyanın tabiatına aykırıdır. Ancak bu çevrelere çanak tutan, Batı'nın gölgesinde yaşamayı içlerine sindiren, iş birlikçilikte, tavizde gözleri kamaştıran emirleri, şeyhleri, sultanları, kralları şüphesiz ihmal etmemek lazımdır. Az gelişmiş bir ekonomi, çözüm üretmekten uzak siyasi yapı, eşitsizliğin korkutucu noktalarda bulunduğu devlet ve toplum sistemi sorunların temelindeki bazı unsurlardır. Bunları yok farz etmek, iyimser ifadelerle üstünü örtmek, sanal söylemlerle pembe tablolar çizmek, bu coğrafyanın önüne çıkan gerçekleri asla değiştirmeyecektir. "Arap baharı" ismiyle şirinleştirilmeye ve masumlaştırılmaya çalışılan büyük karışıklıkların ve kaos zincirinin bundan sonraki durakları, yere sereceği ülkelerin hangileri olacağı merak edilen ve tahminlerde bulunulan hususlar arasındadır. Ancak tüm bahisler hâlen Suriye üzerine oynanmakta, gerçeklerle bu ülkenin işgali ve yönetim değişikliği planlanmaktadır ve maalesef AKP İktidarı da göz göre göre buna alet olmaktadır.

Dün Irak'ı işgal edenlere başarılar dileyenler, bugün Suriye için yapılan açık artırımda kendi hisselerine düşeni almışlardır. Dış güçlerin, emperyalist ruhun gönüllü temsilciliğine, elçiliğine ve sözcülüğüne soyunmuşlardır. Bununla birlikte kanlı senaryonun uygulanması için de Hükûmet sürekli teşvik edilmekte, tahrik edilmekte, bölgesel dizayn için etki altında tutulmakta, dün ekseninin kaydığını iddia edenler tarafından tezahüratlarla karşılanmaktadır.

AKP, Suriye çıkmazına itilmektedir. Büyük Orta Doğu Projesi'nin Müslüman toplumlarına kabul ettirilmesi ve toplumsal dönüşümün sağlanması için AKP Hükûmeti kullanılmak istenmektedir. Vicdanına, irfanına ve basiretine güvendiğim Adalet ve Kalkınma Partisindeki değerli milletvekili arkadaşlarım bunun mutlaka muhasebesini yapacaklardır. Tehlike ciddidir. Bu itibarla, hafife almamız, görmezden gelmemiz mümkün değildir.

Eminim üzülerek şahit oldunuz, önce Bağdat düştü, arkasından katliamlar, tecavüzler, saldırılar, canlı bombalar, iç çatışmalar insanlığımızdan utanır hâle getirdi. Öksüz kalan Iraklı masumları, dul kalan Necefli, Felluceli, Ramadili ve Tikritli kadınları vicdanını kaybetmemiş herkes gördü, hissetti ve uzaktan da olsa feryadını paylaştı. Arkasından Kabil düştü, Tora Bora Dağları'nda El Kaide militanı avlamak bahanesiyle masumların kanına girildi, ocaklar söndü ve yüz binlerce insan mağdur edildi.

Bu yılın başında Tunus düştü, Orta Doğu'daki tüm denge ve ölçüler bozuldu ve ayaklanmalar sınırları yerle bir etti, meydanlar BOP'un farkında olmadan bayraktarlığını yaptı ve Kahire, hemen sonra da Trablus düştü, insanlıktan bahsedenler, insan haklarından dem vuranlar Kaddafi'yi âdeta parçalayarak katlettiler ve İskenderiye'den Sana'ya kadar yıktılar, yaktılar ve düzensizliğin fitilini ateşlediler.

Biliyorsunuz bugün de sırayı Şam almış ve tüm oklar oraya çevrilmiştir. AKP Hükûmeti, başından beridir suflörü Batı, kılavuzu BOP olan kanlı bir oyunun dişlileri arasında kalmış ve olaylara yabancı başkentlerin gözüyle ve bakış açısıyla yaklaşmıştır. Haklar ile yönetimler arasına set çekilme çabaları da bir şeyi değiştirmemiş, taşan öfke seli, artan şikâyetler, kabaran memnuniyetsizlikler, rejim aleyhtarlığına ve BOP'a koz vermiştir. Bugün halkların ısmarlama özgürlük taleplerini öven, "zulme başkaldırı" diyerek takdir eden sömürgeci zihniyet, yıllarca bu diktatörleri stratejik amaçları doğrultusunda desteklemiş ve kucağında büyütmüştür. İşte böylesi bir haksızlığın ve izansızlığın temsilciliğine AKP Hükûmeti heveslenmiş ve küresel ihaleyi de üstüne almıştır. Şam'ın düşmesi ya da düşürülmesi, beraberinde telafisi ve ikamesi zor olacak vahamet derecesi yüksek hadiselere kapı aralayacaktır. Biliniz ki Şam'dan sonra BOP depremi durmayacak, bu Haçlı fitnesi ve şiddeti görüş alanına Tahran ve Ankara'yı alarak ilerleyecektir. Amaç, sınırların, yönetimlerin ve haritaların yeniden tanzimidir. Amaç, yeni kanlı yüzlerin, otoriter anlayışların yeniden kurulmasıdır. Ve amaç, ekonomik menfaatlerin yeniden gözden geçirilmesi, Orta Doğu'nun ve İslam âleminin hayat damarlarının kurutulmasıdır. Önümüzdeki süreçte etnik ve mezhep ayrılıkları daha da körüklenecek, suni bölünmeler oluşturulacak, farklılıklar toplumsal yapının hücrelerine yedirilecektir. Diyebiliriz ki, 1910'lu yıllarda Orta Doğu'da hangi şeytanlıklar yapıldıysa bugün bunlar yerli iş birlikçi ve teslimiyetçilerin katılımıyla yenilenecektir. AKP'nin Suriye'de izlediği politika işte böylesi niyet ve düşünce sahiplerinin değirmenine su taşımaktadır.

Kaygıyla izliyoruz ki, Suriye ile Türkiye fiilî savaş şartlarının sınırına gelmiş ve dayanmıştır. Karşılıklı yaptırım kararları, sınırlardaki gerginlikler hep bu sürecin bir neticesidir. Başbakan Erdoğan'ın kardeşi, dostu, birlikte tatile çıktığı Esad şimdi düşman hâline gelmiş ve iddialara göre halkını katleden bir vahşiye dönüşmüştür. Arap Birliğinin yaptırım kararları, insan hakları örgütlerinin bildirileri, Batı çevrelerinden yükselen sesler hep bu duruma atıf yapmaktadır. Bu çerçevede, bilhassa 22 üyeden oluşan Arap Birliğinin demokrasi ve özgürlük konusundaki izahatları ve çağrıları komedidir. Sorarım sizlere: Bu ülkelerin hangisinde tam olarak demokrasi vardır? Bu ülkelerin hangisinde özgürlükler teminat altındadır ve muhalefete izin vardır? Ve bu ülkelerin hangisinde düşünce ve fikir belirtme serbestliği ve rahatlığı bulunmaktadır? Arap Birliği kimi kandırmaktadır? Kimleri ve hangi saldırıları meşrulaştırmaya çalışmakta ve neyi önüne almaktadır? Eğer varsa demokrasi ayıbı, hak ihlalleri, şiddet sahneleri, bir tek Suriye'de mi görülmektedir? Basra Körfezi'nden Kızıldeniz'e kadar olan bütün bölgenin batağa saplanmasının sorumlusu Şam yönetimi midir? Sudan'daki insanlıkla bağdaşmayan manzaraları, Somali'deki dramları ve işgal girişimlerini, Bahreyn'deki kıyımları, yakın zaman içinde Tahrir Meydanı'ndaki olumsuzlukları, sanıyorum demokrasi ve insan hakları teşkilatları ya görmüyor ya da gördükleri hâlde aldıkları talimat gereğince seslerini dahi çıkarmıyorlar.

Suriye'ye ulaşan fırtına, emin olun, Şam'ın çatısını uçursa da bölgemiz bağlamında çok sıkıntılı ve kontrol edilemeyen gelişmeler vücut bulacaktır. Ülkemiz açısından, komşu devletlerin toprak bütünlüğü, toplumsal istikrarı ve kendi meselelerini kendilerinin çözmeleri esas olmalıdır.

"Zalimlerle birlikte olmayacağız." derken, gerçek zulümlere zemin hazırlamak, bölünmelere, kavgalara ön ayak olmak, affedilemeyecek bir ahlaksızlık ve kötü niyetlilik olacaktır.

Kaddafi'nin devrilmesinin arkasından zorla işgal ve yaptırım kanallarıyla Suriye'nin diz çökeceğini zannedenler, sonrasında meydana gelecek tehlikeli ve bu ülke ölçeğinin çok ötesindeki gelişmeleri görmedikleri gibi anlamak da istememektedirler. Şam'ı takip eden sürede Ankara'ya ve Tahran'a dayanma ihtimali bulunan BOP'un gelişim seyri milletimizi de derinden etkileyecektir.

Buradan sağduyulu değerli milletvekili arkadaşlarıma sormak istiyorum: Komşu ülkelerin iç işlerine karışanlar, muhaliflerini besleyerek silahlandıranlar, aynısının başkaları tarafından ülkemize karşı uygulanması hâlinde Hükûmet ne yapacaktır ve hangi yolu izleyecektir?

Etnik bölücülüğün kendisine emsal teşkil edecek hadiseler karşısında dışarıdan destek bulması ve himaye görmesi hâlinde bugünden bir tedbiri ve düşüncesi var mıdır?

Hükümeti uyarıyorum, girdiği karanlık yoldan dönmesi için çağrıda bulunuyorum. Bölgemizde doğu sorunu kapsamında İran, Türkiye, Irak ve Suriye topraklarında dört parçalı bir devletçik planlanmaktadır ve bu adım adım ilerletilmektedir. Bağdat ve Şam'dan sonra Ankara ve Tahran'ın dönüşmesi bunun için öncelikli hedeftir. Şundan herkes emin olsun ki kulun bir hesabı varsa Cenabıallah'ın da bir bildiği vardır. (MHP sıralarından alkışlar) Sömürgeci zihniyetin bir planı varsa büyük Türk milletinin de aşılmaz, yenilmez ve geçilmez bir kudreti bulunmaktadır. (MHP sıralarından alkışlar) Bunun için AKP Hükûmetine duyurmak isterim ki Ankara'nın jeopolitik ve jeostratejik gerçeklerinden savrulmayın. BOP'un uydusu, küresel hedeflerin taşıyıcısı olmayın. İsyana katliam demeyin. Kahramanlarla canileri aynı kefeye koymayın. Şehitle teröristi bir görmeyin. Cumhuriyete ve kurucu kahramanlara hakaret edenleri heyecanlandırmayın, korumayın. 1919'daki teslimiyetçi yabancı hayranlarına özenmeyin, onları değil kutlu ceddimizin iftihar edilecek davranışlarını örnek alın. (MHP sıralarından alkışlar) Tarihimize küfredenlere, Türk milletinden, neredeyse yaşadığından, soluk aldığından dolayı özür bekleyenlere göz açtırmayın ve onurluca mücadele edin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu gündem ve şartlar altında Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni anayasa yapmak için bir komisyon marifetiyle çalışmalarına başlamıştır. Bu anayasanın içeriği, uzlaşılan hususlar, Türk milletinin geleceği, Türkiye'nin bütünlüğü bakımından önemli olacaktır. Lütfen, dikkat ediniz, Orta Doğu sokaklarında, meydanlarında değiştirilen yönetimlerin ve sallanan rejimlerin bir benzeri ümit ederim ki ülkemizde anayasa yoluyla olmaz ve böylesi bir düşüklüğün tarafı olmayı inşallah kimse tercih etmez. Dağılarak güçlenmiş, parçalanarak itibarı artmış, teröristlere, bozgunculara boyun eğerek ayakta kalmış bir millete ya da devlete henüz rastlanmış değildir. Birliğini kaybetmiş, birlikte yaşama idealini yitirmiş, kardeşlik bağlarını zayıflatmış toplumların da varlıklarını uzun süre devam ettirebildiklerini söylemek hemen hemen imkânsızdır.

Bu itibarla, yapacağımız anayasa Türk milletinin millî ve manevi ilkelerini teminat altına alan bir görüş derinliğiyle, cumhuriyeti koruyan ve gelişmesine destek veren fikir zenginliğiyle, bin yıllık kardeşlik bağlarını sarsmayan, millî kimliğimize sahip çıkan berrak bir iradeyle temellendirilmelidir.

Millet olmamızı sakatlayacak sosyolojik kırılmaya, cumhuriyetimizi yıkacak ve adım adım yürütülen stratejik çözülmeye, vatanımızı bölecek siyasal bunalıma, bölücülere ve terör örgütüne kucak açacak her türlü sapmaya, ihanetle aynı anlama gelecek ayrımcılığın meşrulaştırılmasına, Türkiyeliliğin benimsetilmesine karşı hepimiz uyanık ve hassas olmalıyız.

Vatandaşlık kavramı üzerinden başlatılan ve ana dil eğitim taleplerinin içeriğini alan tartışmaların, meydan okumaların ve dayatmaların nerede duracağı ve hangi karanlık isteklere ortam sağlayacağı gerçekte herkesçe bilinmektedir.

Türk milletinin sürekliliğinden, bin yıllık bağlayıcılığından ve sağlamış olduğu cazibeden vazgeçmek, değersiz bulmak ve önemsizleştirmeye yeltenmek kimsenin haddi olmadığı gibi yapabileceği bir şey de değildir.

Bu coğrafyadaki gelecek Türk milletiyledir. Türk vatanının teminatı büyük Türk milletidir. Bunun dışında her yol, düşünce ve yaklaşım, macera ve sonu olmayan hayalperestliktir.

Başta Anayasa olmak üzere gazi Meclisimizin karşımızdaki her meseleye odaklanırken ilham kaynağı, esasları 29 Ekim 1923 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları tarafından belirlenmiş inanç ve kurallar bütünü olmalıdır. Başka da bir çıkış ve çare yoktur.

Her türlü anayasal çalışmanın, hazırlığın ve çerçevenin özü ve ilkesi devletimizin Türkiye Cumhuriyeti, adımızın Türk milleti, başkentimizin Ankara, dilimizin Türkçe, bayrağımızın ay yıldızlı al bayrak, millî marşımızın İstiklal Marşı olduğu kararlılığına, sözüne ve değiştirilemeyecek iradesine bağlı olmalıdır.

Millî birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temellerin tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsü olduğu benimsenmelidir. Bunun dışındaki her yol, yöntem, teklif, ayrılıkta, bölünmede, çözülmede, dağılmada mutabakat arayışıdır ki bizim de buna sıcak bakmamız, rıza göstermemiz ve tahammül etmemiz söz konusu bile olmayacaktır.

Bugün de karşımızdaki ayrılma ve bölünme tehlikelerine karşı yegane direnç ve dayanma noktası, yürekleri vatan ve millet sevgisiyle dolu olduğuna inanmak istediğim muhterem milletvekillerinin direnme gücüyle eş değerdir. Bunu gazi Meclisin muhterem üyeleri, aziz milletimizin değerli temsilcileri mutlaka gösterecekler, Türk milletine sahip çıkacaklar ve Türkiye'yi belalardan, kem gözlerden ve musallat olan kanlı ellerden kesinlikle koruyacaklardır. Buna inanıyorum ve sizlere samimiyetle güveniyorum.

Muhterem milletvekilleri, bildiğiniz üzere 2012 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Tasarısı AKP hükûmetlerinin 10'uncu, 61'inci AKP Hükûmetinin 1'inci bütçesidir. Dokuz yıldır tek başına Türkiye'yi yönetme sorumluluğu taşıyan AKP, milletten aldığı yetkiyi huzura, kardeşliğe, ekonomik ve sosyal refaha harcayacak yerde maalesef çatışmanın, kutuplaşmanın, krizlerin ve ele geçirme ihtiraslarının aracı yapmıştır.

Türkiye ekonomisi son dokuz yıldır hiçbir yapısal önlem almadan göstermelik tedbirlerle, düşük kur yüksek faize dayalı sıcak paraya bağımlı bir anlayışla idare edilmiştir. Gerekli ve yeterli tedbirleri zamanında almayarak başta cari açık olmak üzere birçok sorunu kalıcı ve kronik hâle getirmiştir.

AKP bugüne kadar uyguladığı yanlış politikaların Türkiye ekonomisini sürüklediği açmazı kamuoyundan gizlemek için ise sürekli hesap ve rakam oyunlarına başvurmuştur. 2002 yılında 224,8 milyar dolar olan toplam iç ve dış borç stoku 2010 sonu itibarıyla 510,3 milyar dolara yükselmiştir. Cari açık ve dış ticaret açığında da cumhuriyet tarihinin rekorları kırılmıştır. 2002 yılında cari işlemler açığı 1,5 milyar dolar, dış ticaret açığı da 15,5 milyar dolar iken 2011 yılında dış ticaret açığı 102,1 milyar dolar, cari açık 2002 yılına göre yaklaşık 50 kat artarak 71,7 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye'deki rekor düzeylerde seyreden cari açık en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmektedir. 2002 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın sadece yüzde 0,3'ü kadar cari açık veren ülkemiz, 2011 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 9,4'ü kadar cari açık verecektir.

AKP'yle birlikte yapısal hâle gelmiş bulunan cari açık sorununun, bugün uygulanmakta olan üretim yapısı ve kur politikasıyla da çözülmesi mümkün görülmemektedir.

Dış talepteki daralma da dikkate alındığında Türkiye ekonomisinin 2012 yılında ciddi sorunlar yaşaması kaçınılmaz olacaktır. İthalata dayalı büyüme modeli cari açığı artırmaktadır. Türkiye'nin, sürdürülebilir büyüme ve makroekonomik istikrarı zayıflatan sorunların önüne geçebilmesi için cari açığı azaltacak tedbirlerin süratle devreye sokulması gerekmektedir. Unutmayınız ki cari açık uzun vadede büyümenin sürdürülebilirliği açısından önemli bir risk faktörü, ekonomik krizlerin en önemli tetikçilerinden birisi ve yapısal bir problem olarak ekonomide önemli bir kırılganlık unsurudur.

İstikrarsız büyüme trendi, artan enflasyon, çoğalan yoksulluk ve bağımlı ekonomik sistemle Türkiye'nin, bölgesinde sözü dinlenir ve itibarlı bir ülke olması çok zordur. Dünya ekonomisindeki sıralamaya takılmış plak gibi sık sık ifade ederek gelişmek ve zenginleşmek mümkün olmamaktadır.

Krizin iyi yönetildiği ve bunun Avrupa ülkeleri tarafından örnek alınması gerektiğini iddia etmek de bulanık suda balık avlamaktan ve basireti bağlanmış bir siyasetin çarpıklıklarından başka bir şey değildir. Bizim, ülke olarak ekonomide yeni ufuklara, yeni yollara ve millî çarelere ihtiyacımız vardır. Ülkeme, üretime sırt çevirmiş, ithalata kucak açmış, aşırı derecede finanslanmış bir ekonomik sistemin aş, iş ve umut üretmesi imkânsızdır. Teknoloji geliştirebilen, yenilikçiliği, girişimciliği ödüllendiren, ekonomik alan hâkimiyetini kurmak için küreği kavrayan ve bilgi üretebilen bir ekonomik atılıma ihtiyaç bulunmaktadır. Ezberlerin tekrarıyla, bildik önerilere tutunmakla ve başkalarının insafıyla Türkiye ekonomisine kalıcı bir dinamizm ve istikrar kazandırmak bizce nafile bir çırpınıştır. İşte bu çerçevede 2012 merkezî yönetim bütçesi bu söylediklerimden uzak, geçmiş yıllarda olduğu gibi heyecansız ve iddiasız bir özellikle hazırlanmış ve Genel Kurulumuza intikal ettirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin daha ayrıntılı değerlendirmesini parti grubumuzun değerli üyeleri yapacaklarsa da 2012 merkezî yönetim bütçesi için kısaca şunları söylemem mümkündür:

2012 yılı programı ve bütçesi birlikte değerlendirildiğinde hedeflerin dünya ekonomisindeki gelişmeler ile Türk ekonomisindeki risklerin göz ardı edilerek hazırlandığı ve tahminlerin yıl sonunda tutturulamayacağı anlaşılmaktadır.

2012 yılı merkezî yönetim bütçe giderleri 350 milyar 948 milyon, bütçe gelirleri 329 milyar 800 milyon, bütçe açığı 21 milyar 103 milyon, faiz dışı fazla da 29 milyar 146 milyon lira olarak öngörülmüştür. Bütçe gelirlerinin 277 milyar 700 milyonu vergi gelirleri, 52 milyar 200 milyonu vergi dışı gelirlerden oluşmaktadır. Bütçe giderlerindeki artış yüzde 12, gelirlerdeki artış ise yüzde 13,4 düzeyindedir. Vergi gelirlerinde öngörülen artışın vergi artışları yoluyla ya da yeni vergiler koymak suretiyle sağlanacağı anlaşılmaktadır. Öngörülen vergi gelirlerinin 2012 bütçe gelirinin yaklaşık yüzde 85'ini oluşturması, ekonomik krizin yatırım ve üretim üzerinde yarattığı tahribat karşısında gerçekleşmesi zor görülmektedir. Görüldüğü kadarıyla, bu bütçe, belirlenmiş makro büyüklüklerle paralel olmayan gelir elde edileceği varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Tahminlerin tutmayacağı baştan kabul edilmiş ve vergiler yoluyla vatandaşlarımızın cebine el uzatılmış ve göz koyulmuştur.

Gider ve gelir yapısı incelendiğinde, 2012 yılında bütçenin finansmanında özelleştirme, bedelli askerlik ve 2/B gelirleri gibi bir defalık kaynaklara ağırlık verileceği anlaşılmaktadır. 2012 yılı için gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon 426 milyar lira, büyüme oranı yüzde 4, ihracat hedefi 148,5 milyar dolar, ithalat hedefi 248,7 milyar dolar, dış ticaret açığı 100,2 milyar dolar, cari açık ise gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 8'i olarak öngörülmüştür. İşsizlik oranı 10,4, tüketici fiyatları endeksi yüzde 5,2 olarak hedeflenmiştir.

Açıktır ki AKP Hükûmetinin ekonomi politikasında üretim perspektifi yoktur. Türkiye, üretmeden tüketen, kazanmadan harcayan bir ülke hâline gelmiş durumdadır. Ülkenin kalkınmasında önemli olan kamu yatırımları AKP hükûmetleri döneminde geri planda kalmış, istenilen artış oranları sağlanamamış, yatırımların millî gelir içerisindeki payında ciddi bir iyileşme görülmemiştir.

Bütçede personel giderleriyle ilgili tahminlerde, hedeflenen enflasyon civarında bir artış yapıldığı dikkate alındığında, memurların toplu sözleşme haklarının maaş artışında etkili olmayacağını görmek mümkündür. Emeklilerimizin yıllarca hizmet verdikten sonra geçim kaygısı duymadan, onuruna yaraşır bir hayat sürmesini temin etmek Hükûmetin önemli ve öncelikli görevlerinden biridir. Ancak, emeklilerin tamamına yakını açlık sınırının altında maaş almaktadır. Emeklilerin enflasyona ezdirilmediği söylense de, halkın gerçek enflasyonu yansıtan gıda, kira, ulaşım, su, elektrik ve gaz gibi kalemler açısından değerlendirme yapıldığında durumun söylendiği gibi olmadığı gün gibi ortadadır. Bu gerçekler ışığında 2012 bütçesi rakamları da çalışan, emekli, dul ve yetim aylıklarında herhangi bir iyileşmeyi öngörmemektedir.

Bütçede eğitime ayrılan pay da azalmıştır. 2011 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2,81'i düzeyinde olan eğitim bütçesi, 2012 yılı için yüzde 2,75 olarak öngörülmüştür. Yükseköğretime ayrılan payın da yetersiz olması yükseköğretimin bilimsel faaliyetlerine sekte vuracaktır.

2012 yılı bütçesinde tarımsal destek için ayrılan pay, bütçenin çiftçimizi es geçtiğini, kendi kaderleriyle baş başa bıraktığını göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç itibarıyla 2012 bütçesi bize güven vermemektedir. Gerçeklerden uzak, sanal beklentilerle hazırlanan 2012 bütçesinde işçiye, memura, çiftçiye, emekliye, esnafa, işsize, yoksula, dar ve sabit gelirlilere yeni bir umut yoktur; yatırıma, üretime ve istihdama ışık yoktur; eğitime, sağlığa, huzura ve kardeşliğe pay yoktur. Bütçenin ülkemizin ve milletimizin geleceğini şekillendirecek tercihleri ve öncelikleri dikkate alan ve ortaya koyan bir vizyonu da yoktur.

Bu duygu ve düşüncelerle 2012 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.