GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:32
Tarih:09.12.2011

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Değerli milletvekilleri, Başbakanlık bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Türkiye'yi on yıldan bu yana yönetiyor. Üstelik, demokrasi tarihimizde hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir çoğunlukla yönetiyor. Böyle bir dönemin sonunda, Türkiye'nin demokrasi, refah, temel hak ve özgürlükler, insani yaşam endeksi gibi temel konularda ciddi bir atılım yapması beklenirken, ülkemizde giderek artan bir nefret söyleminin iktidar eliyle etkili hâle getirildiğini görüyoruz. Toplumda ayrışma ve ayrımcılığın bariz bir hâl aldığını görüyoruz. Kadına şiddetin, aile içi şiddetin katlanarak arttığını görüyoruz. Korkunun egemen olduğu, basın özgürlüğünün, iletişim ve özel hayatın güvenliğinin yaygın bir şekilde ihlal edildiği yasa dışı izleme, dinleme ve görüntülemenin önünün alınamadığı bir Türkiye'yi görüyoruz.

Evet, zaman zaman AKP sözcülerinin ifade ettikleri gibi, görünürde bir Hükûmet istikrarı var ancak siyasi ve sosyal anlamda toplumsal bir istikrarın olmadığını, bir kaosun olduğunu görüyoruz. Bakın değerli milletvekilleri, on beş yıldan bu yana ilk kez TRT 3 yayınları kısıtlanıyor, kanun hükmünde kararnameler yoluyla yasama organı askıya alınıyor, işlevini yitiriyor.

Türkiye'de merkezî Hükûmet, AKP'li belediyeleri, belli sermaye gruplarını ve çıkar ilişkisi içindeki bir bölüm medyayı, büyük çoğunluğunu denetlemiyor. AKP'li belediyelerin yolsuzlukları araştırılmıyor, araştırılması devlet gücüyle, iktidarın nüfuz suistimaliyle engelleniyor. Buna mukabil, başta Cumhuriyet Halk Partili belediyeler olmak üzere muhalefet belediyelerine yönelik olarak terör estiriliyor. Görünürde demokratikleşme adına yeni Anayasa çalışmalarına istekli olan bir iktidar var, ne güzel ancak bakıyorsunuz, 12 Eylül 1980, 6 Aralık 1983, yani ihtilal hukukunun en ağır olduğu dönem, bu dönemdeki yüz beş temel kanuna dokunmak istemeyen bir iktidarla karşı karşıya geliyoruz.

Telekom özelleştirmesi yoluyla Türkiye'nin iletişim ve güvenlik bakımından kuşatıldığını görüyorsunuz. Telekomun taşınmazlarının satılmasına ve içinin boşaltılmasına seyirci kalan Başbakanlık Müsteşarı, TRT Genel Müdürü, Sivil Havacılık Genel Müdürü, Mohammed Haririler, Abdullah Tivnikliler? Kimden söz ediyorum? Yönetim ve Denetim Kurulundan söz ediyorum değerli milletvekilleri. Peki, yaygın hâle gelen bütün bu uygulamalar tesadüf kavramıyla ya da münferit uygulamalar kavramıyla izah edilebilir mi, geçiştirilebilir mi? Elbette bu kadar tesadüf bir arada olamayacağına göre bu şekilde bir açıklamayı yapmak mümkün değil.

Bakın, değerli milletvekilleri, bu tabloyu, bu sonucu yaratan sebepleri irdelememizin, sorgulamamızın ve Türkiye gerçekleriyle yüzleşmemizin zamanı gelmiştir. Fiilî duruma, Türkiye gerçeklerine bir kez daha ve başka boyutlarıyla bakmak gereğini duyuyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de savunma avukatları görevlerinden dolayı tutuklanıyorlar, mesleklerinden uzaklaştırılıyorlar, men ediliyorlar. Doktorlar düzenledikleri raporlardan dolayı tutuklanıyor. Dünyada tutuklu gazetecilerin yüzde 10'u Türkiye'de. Yayımcılar tutuklanıyor, taslak kitaplar imha ediliyor. Milletvekilleri tutuklu. Tutuklu sayısı hükümlü sayısını yakalıyor. Cumhuriyet başsavcılarının önemli bir bölümü artık Hükûmetin ajanı hâline gelmiş. Saç kesme eyleminden suç unsuru yaratan cumhuriyet savcılarıyla karşı karşıyayız. Cezaevlerinde son bir yıl içinde 30 kişi şüpheli bir şekilde ölüyor, cezaevi araçlarında insanlar ölüyor. Hopa'daki demokratik gösteri, iktidar için devlet eliyle intikam ve takibe dönüşüyor. Hükûmet ne yapıyor biliyor musunuz? Bilimler Akademisine atama yapıyor, yapmak istiyor. Hükûmet aslında bilimden korkuyor, akıldan korkuyor. Bakıyorsunuz, Anayasa görüşmelerine gelen sivil toplum temsilcileri kaygı, eleştiri ve önerilerini bizlere anlatıyorlar ama açık alanlarda dillendiremiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının -bunu gerçekten kaygıyla ifade ediyorum- tümünün temel hak ve özgürlüklerinin tehdit altında olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye 17'nci büyük ekonomi. Ne güzel! Peki, insani gelişmişlik endeksinde neden 93'üncü sıradayız? Demokrasi endeksinde neden 89'uncu sıradayız? İş kazaları neden iş cinayetlerine dönüşüyor? Somali'ye uzanmış görünen eller neden Van'a uzanamıyor değerli milletvekilleri? Türkiye bu noktaya nasıl geldi? Temel sorun budur. Size büyük fotoğrafı anlatmak istiyorum.

Bakın, değerli milletvekilleri, Türkiye bu noktaya merkezî bir yönlendirmeyle, legal ve illegal yönetim unsurlarının iş birliğiyle geldi. Türkiye'de 2005 yılından bu yana, istihbarata dayalı, istihbarat ağırlıklı bir yönetim yapılanması söz konusudur. İstihbarat eliyle Türkiye'de yargı ve siyaset gündemi belirleniyor. Demokratik açılım yapmak iddiasındaki Hükûmet bu açılımı ne yapıyor? Polis Akademisinin önderliğine ve İçişleri Bakanına tevdi ediyor, demokrasiyi istihbarat üzerinden şekillendireceğini zannediyor; aslında, demokratik çözümü bizzat engelliyor. Esasen, bu yönetim anlayışına sahip bir siyasi iktidarın da demokratikleşme hedefi söz konusu olamazdı.

Bu tabloyu, bu sonucu yaratan yasal ve fiilî unsurları da ana başlıklarıyla ifade etmek istiyorum: 3 Temmuz 2005 tarihinde kabul edilen Telekomünikasyon Yasası, 4 Mayıs Dolmabahçe görüşmesi sivil-asker iş birliğinde gerçekleştirilen postmodern bir darbedir; 5 Kasım 2007 tarihinde gerçekleştirilen Erdoğan-Bush görüşmesi, Aralık 2007'de çıkarılan Gizli Tanık Kanunu, jandarmanın pasifize edilerek emniyet üzerinden yasa dışı olarak gerçekleştirilen kurumsal dinleme, izleme ve görüntüleme mekanizmaları, Başbakanlık örtülü ödeneğinin bu süreçlerde keyfî ve denetlenemez bir şekilde kullanılması, örtülü ödenekte kritik gündemlerle bağlantılı olarak olağanüstü ve kontrol edilemeyen artışlar ve Türkiye'yi bölgenin süpermarketi yapmak isteyen bir Başbakan; kendi ifadesiyle söylüyorum ve nihayet bu tabloyu sürdürmek ve kalıcı hâle getirmek amacıyla oluşturulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı polis devletinin temel taşı değerli milletvekilleri.

Değerli arkadaşlarım, on yıllık iktidarı döneminde birtakım vesayetleri etkisiz kılmayı başaran Adalet ve Kalkınma Partisi bu dönemin sonunda sivil görünüm altında faşizan bir yapıyı oluşturmuştur, parti devleti ve polis devletini oluşturmuştur. Başbakanın yönetim anlayışının eseri olan bir tablodan söz ediyoruz, pazar ve sömürü ülkesi hâline getirilmenin kaçınılmaz sonuçlarından söz ediyoruz, Başbakanlığın kurumsal olarak kullanıldığı ve yol açtığı vahim sonuçlardan söz ediyoruz, demokrasi ve hak kavramlarını sahiplenir görünürken bile siyasi muhataplarının inançlarını, etnik yapılarını sorgulayan, ayrımcı bir anlayıştan söz ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin iç sorunlarını kamufle etmek için dış politikada kurgu ve hamaset yoluyla rol üstlenen, İsrail'e görünürde efelenen, Orta Doğu halklarının inançlarını istismar ederken Türkiye'nin savunma güvenliğini İsrail'e mahkûm eden ve bütün bunların devamında da Suriye'ye karşı öncü kuvvet rolünü üstlenen, Türkiye'yi İran ve Suriye'yle savaşın eşiğine getirme başarısını gösteren -tırnak içinde elbette söylüyorum- bir Hükûmet yapısından söz ediyoruz. Bu fotoğraftan demokrasi çıkmaz, hukuk çıkmaz, adalet çıkmaz, toplumsal barış çıkmaz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarına mahkûm değildir. Türkiye, emperyalizme teslim olmayacaktır. Türkiye, cumhuriyetin kazanımlarını demokrasiyle taçlandırarak yoluna devam edecektir. Bu tarih yakındır.

Bu değerlendirmelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kart.