| Konu: | Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 94 |
| Tarih: | 03.06.2025 |
CHP GRUBU ADINA GİZEM ÖZCAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Dün Marmaris'te gerçekleşen depremde panikatak geçirerek hayatını kaybeden 14 yaşındaki kardeşimiz Afranur Günlü'ye Allah'tan rahmet, ailesine ve tüm Muğla'ya başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, sözlerime, bu paketi onuncu yargı paketi olarak değil onuncu kez kaçırılmış adalet fırsatı olarak niteleyerek başlamak istiyorum çünkü bu paket de tıpkı daha öncekiler gibi ne adaletin temel ilkelerine sadık kalıyor ne toplumsal yaraları sarıyor ne de kamuoyu vicdanını tatmin ediyor. Her defasında "reform" adı altında Meclise yargı paketleri geliyor. Bu paketlerde yapısal bir değişim yok çünkü öyle bir niyet yok. Peki, ne var? Günü kurtarma var, baskıyı genişletme var, iktidarın yargı üzerindeki tahakkümünü pekiştirme var.
Değerli milletvekilleri, hukukun üstünlüğü bugün en çok aşınan değerimizdir. Hukukun üstünlüğü meselesi yalnızca teknik bir hukuk tartışması değildir. Devletin meşruiyetiyle, yurttaşın güvenliğiyle, demokrasinin derinliğiyle doğrudan ilgilidir. Oxford destekli Our World in Data araştırmasına göre, 2024 yılı itibarıyla Türkiye'nin hukukun üstünlüğüne dair puanı yalnızca 0,18. Yapılan hukuk tarihi çalışmalarına göre de 1789 yılında Türkiye'nin bu alandaki puanı 0,20'ydi yani hukukun üstünlüğü bakımından neredeyse III. Selim ve Tanzimat öncesi duruma gerilemiş durumdayız. Tekrar etmek istiyorum, hukukun üstünlüğü bakımından neredeyse III. Selim ve Tanzimat öncesi döneme gerilemiş durumdayız. (CHP sıralarından alkışlar) Kısacası, hukukun taşıyıcı sütunları derin bir deformasyon ve aşınmayla karşı karşıya. Yurttaş açısından ise bu tablo her geçen gün daha fazla keyfiyet, daha az güvenlik, daha çok belirsizlik demek. Bu işin nitelik boyutu.
Bir de nicelik boyutu var: 2024'te Türkiye'de yalnızca adli yargı hâkimlerinin önüne gelen dosya sayısı 9 milyon 300 bin; hâkim başına bu, yılda 892 dosya demek. Hesapladığımızda, 1 hâkim her iş gününde ortalama 3 ila 4 dosya arasında karar vermek zorunda kalıyor. Bu dosyalara hâkim başına sadece 1,5 ila 2 saat arasında zaman ayrılabiliyor. Bu iş yükü altında adil, dikkatli, gerekçeli bir yargılama yapılması mümkün mü? Yargı sistemi kendi yükünü bile taşıyamaz hâle geldi. Bu yoğunluk altında hâkimlerimiz adalet üretmiyor, sadece dosya tüketiyor.
Değerli milletvekilleri, yaşanan bu tabloyu elbette tersine çevirmek mümkün ve bunun için de atılacak ilk adım, İstanbul'un seçilmiş Belediye Başkanını, Belediyeler Birliği Başkanı ve partimizin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarını derhâl serbest bırakmak, partimize yönelik operasyonlara son vermek. (CHP sıralarından alkışlar) Peki, şu an ne yapılıyor? İktidar önümüze paket paket yargı düzenlemeleri getirirken partimize de dalga dalga operasyonlar yapıyor. Evrensel bir hukuk yöntemi olan delilden şüpheliye gitmenin yerine, gerekirse tutuklama yapmanın yerine "Tutuklayalım da sonra delil üretelim." yöntemine geçildiği bir zamandayız. Hiçbir somut delile dayanmadan belediyelerimize yönelik bir suç algısı yaratılıyor; bu, medya ve troller eliyle de köpürtülüyor. Cumhuriyet Halk Partili Belediyeler sosyal politikalarla iktidara büyük bir güçle yürüyor. Şimdi ise her tuşa basılarak bu yürüyüş engellenmek isteniyor; gizli tanık, etkin pişmanlık... İtirafçı mı yaratılmaya çalışılıyor, iftiracı mı yaratılmaya çalışılıyor; herkes bunu soruyor. Başvurulacak en ağır tedbir olan tutuklama, söz konusu partimiz olunca ilk yöntem oluyor ama herkesi inandıracak bir suç yine ortaya konamıyor.
Değerli milletvekilleri, bakın, özellikle 19 Marttan beri Adalet Bakanı 40 kereden fazla "Türkiye bir hukuk devletidir." dedi. Neden Adalet Bakanı bunu defaatle söyleme ihtiyacı duyuyor? Bakın, size seçim bölgem Muğla'dan bir örnek vermek istiyorum. Dalaman'da 2020 yılında AKP'li Belediye Kille Koyu'nda 10 milyonluk kaçak bir taş bina yaptırdı, yapılırken hiçbir kamu kurumu kılını kıpırdatmadı. Belediye 31 Martta Cumhuriyet Halk Partisine geçince binanın kaçak olduğu keşfedildi ve şafak operasyonuyla yıkıldı; Dalamanlıların 10 milyona yakın parası boşa gitti. Oluşan bu kamu zararı için neden yargılama yapılmıyor mesela? Bu bina için gerekli hukuki süreçleri yürütmeyen o zamanki belediyenin sorumluları hakkında neden hiçbir işlem yapılmıyor? Hodri meydan! Söz konusu Cumhuriyet Halk Partililer olunca dalga dalga operasyon yapanlar bu kamu zararı için de harekete geçsin; benim güzel memleketim Muğla'nın, Muğlalı hemşehrilerimin hakkını teslim etsin ama öyle olmayacağını biliyoruz. Öyle de olsa, böyle de olsa bize bu düşman hukukunu uygulayan kötücül akıl bilsin ki bu süreçte asla tek bir yoldaşımızı yalnız, yurttaşımızı da umutsuz bırakmayacağız. Nasıl halkın büyük çoğunluğu belediyelerimizi partimize verdiyse iktidarı da aynı şekilde verecek.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de bir infaz hukuku değil bir infaz rejimi vardır. Bu rejim, sadece suçla değil muhalefetle, itirazla, hak arayışıyla mücadele eden bir baskı aygıtına dönüşmüş durumdadır. Cezaevleri artık sadece suçluların değil; öğrencilerin, gazetecilerin, kadınların, çevre savunucularının ve siyasi muhaliflerin tutulduğu alanlara dönüşmüş durumdadır.
2 Mayıs 2025 itibarıyla Türkiye'de 415 bine yakın kişi cezaevindedir, oysa Türkiye'deki cezaevi kapasitesi 300 bindir. Bu demek oluyor ki 100 bin insan kapasite fazlası olarak tutulmaktadır. Bugün 3 kişilik koğuşlarda 7-8 kişi dönüşümlü yatmaktadır ve bu tablo sadece ağır suçlardan değil, yatarı olmayan suçlardan yani sırf siyasi gerekçelerle cezaevine gönderilenlerden de kaynaklanmaktadır. Değerli milletvekilleri, bu bir tesadüf değildir; bu, siyasallaşmış yargı sisteminin ürünüdür. Ceza hukukunun asli amacı toplumu iyileştirmek, onarmak ve bireyin özgürlüklerini güvence altına almaktır ama hâkim olan anlayış cezayı bir bastırma mekanizması olarak görmektedir. Bu düzenlemeler halkın adalet beklentisini karşılamadığı gibi yeni eşitsizlikler de yaratmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu teklif yalnızca teknik değil siyasal bir tercihin ürünüdür; adaletin evrensel ilkelerine değil yürütmenin baskıcı zihniyetine hizmet etmektedir. Hukukun üstünlüğü artık yürütmeye bağımlı bir sopaya dönüşmüş durumdadır. Öyle ki, Anayasa Mahkemesi kararları dahi dikkate alınmadan daha önce iptal edilen düzenlemeler makyajlanarak tekrar Meclise getirilmektedir. Adaletin olmadığı yerde güven olmaz. Güvenin olmadığı yerde barış, istikrar, demokrasi olmaz. Bugün bu paketle adalet değil, daha fazla keyfîlik dayatılıyor, biz de bu anlayışı reddediyoruz.
Değerli milletvekilleri, sözlerimi bir çağrıyla tamamlamak istiyorum. Demokratik siyaset açısından en kritik konu da, kayyum rejimi artık sona erdirilmelidir. Tutuklu Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer'in davası Anayasa Mahkemesinin önündedir. Çağrımızdır: Anayasa Mahkemesi başvuruyu derhâl gündeme almalı, halk iradesini esas alarak karar vermelidir. Çünkü kayyum uygulamaları sadece belediye yönetimlerini değil demokrasinin temelini de gasbetmektedir.
Değerli milletvekilleri, onuncu yargı paketi ceza adaletini iyileştirmiyor, aksine yeni eşitsizlikler, yeni baskılar ve yeni mağduriyetler üretiyor. Biz ceza hukukunu intikam aracı olarak değil toplumsal onarım aracı olarak gören bir anlayışı savunuyoruz. Bu nedenle de bu paketi reddediyoruz çünkü biz halkın vicdanını, adaletin onurunu ve hukukun üstünlüğünü savunuyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarında alkışlar)