GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:105
Tarih:03.07.2025

YENİ YOL GRUBU ADINA SELÇUK ÖZDAĞ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir enerji yasası, bir torba yasa... Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, iktidar zihniyetinin Türkiye'yi nasıl yönettiğini anlamak için uzağa bakmaya gerek yok. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki şu çalışma ve yasaların getirilme ve tartışma şekline bakarak nasıl bir yönetimle karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz; milletimiz de görüyor elbette. Adına "torba yasa" dedikleri benim ise "yamalı bohça" dediğim uygulamayı yol yaptıkları ve o anda neye ihtiyaçları varsa Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna getirip bizim de onaylamamızı istedikleri bu garabeti "Con Ahmet'in Devridaim Makinesi" tadında yaşayıp duruyoruz. Bu kanun teklifi de esasen aynı mantıkla ve her zamanki gibi iktidar partisinin bu Meclise dikte ettirmeye çalıştığı bir yöntemle yani torba kanun mantığıyla huzura getirildi. Vallahi "hayırlı olsun" falan da demeyeceğim. Hatırlarsanız, geçen sene mayıs ayında yine Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmüş ve iktidar oylarıyla da kabul edilmişti. Bu iktidar döneminde söz konusu teklifle birlikte Maden Kanunu 15 defa değiştirilmişti, tıpkı son yirmi iki yılda İhale Yasası'nın adrese teslim bir mantık ve art niyetle neredeyse her ay değiştirildiği gibi, yani 202 defa değiştirildiği gibi. Yine, söz konusu o yasa teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirildiği günlerde, 13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan İliç'te maden kazası meydana gelmiş ve yasa teklifinin Genel Kurulda görüşülmesi bir süreliğine ertelenmişti. O zaman ben ve grubumuzdan milletvekili arkadaşlarımız, olay meydana gelir gelmez Erzincan'ın İliç ilçesine gitmiştik. İktidarın ihmal, kayıtsızlık, vurdumduymazlıkla ördüğü siyasi beka sorununu bizzat gözlerimizle görmüştük. İliç'teki kaza da dâhil yaşanan tüm doğal ya da doğal olmayan maden kazalarının sebep sonuç ilişkisi bizleri bir yere götürmektedir ki o da bu siyasi zihniyetin ülkeyi getirdiği, ülkeyi her anlamda düçar bıraktığı acınası durumdur. Her işleri yalap şalap ve adrese teslim düzenlenmektedir. Burada ülke yok, milleti yok, ülke ve milletin geleceği yok, geçmişini de inkâr eden "devre arası" diyen, "reklam arası" diyen bir anlayış var zaten karşımızda. Bilimsellikten uzak, ihmal ve vurdumduymazlığın iktidar eliyle büyütüldüğü, üstelik "Geliyorum." diye bağıran tüm faciaların bir kaza değil, kaza süsü verilmiş bir aymazlık olduğunu ifade etmek zorundayım. Tam da Maden Yasası Teklifi'nin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşüldüğü günlerde meydana gelen İliç'teki maden kazası aslında düşünenler için ibretler içermekteydi. Ama dediğim gibi düşünenler ve inananlar için yani sözüm size değil. Yine düşünenler ve inananlar için ibretlik bir durumla karşı karşıyayız aslında. Bakınız, hem iklim hem de zeytinlikleri ve maden ruhsatlarını içeren yasa teklifini görüştüğümüz iklimi hallettiniz. Bugünlerde ormanlarımız yani doğamız cayır cayır yanıyor yani tabiat bize lisanıhâliyle diyor ki: "Yakmayın, yok etmeyin, dengeyi bozmayın, gölge etmeyin ve bizi bize bırakın, yeter!" diye sesleniyorlar. Zeytin ağaçları bağırarak bunu haykırıyor. Sarıçamlarımız, karaçamlarımız, sedirlerimiz, kızılçamlarımız, bal ormanlarımız ve de aynı feryadı haykırıyorlar. Bu ağaçları canı ciğeri sayan, onları sanki çocukları gibi gören insanlarımız da aynı feryadı haykırıyor. Ama şu bir hakikat ki iktidarın ne ağaç ne insan ne hayvan ne de herhangi bir canlı umurunda. "Onların gözleri var görmez, kulakları var duymaz, kalpleri var hissetmez ama burunları iyi koku alır." diyorlar. "Paranın kokusunu hemen hissederler." diyorlar, "Rantın kokusunu fanuslarda saklarlar." diyorlar ve bu işlere imza atıp el kaldıracak imzacılar da yukarıdan gelecek talimatların kokusunu anında alırlar.

Değerli milletvekilleri, huzurdaki teklif tam bir adrese teslim metindir. Hangi adresten geldiği ve hangi adreslere gideceği herkesin malumudur. Milletimizden gelmediği ve yine vatandaşımıza gitmeyeceği de malumdur. Mesela "ÇED Gerekli Değildir" hükmünün bu metne niye girdiğini bilmiyor muyuz sanıyorsunuz? Şimdi, Komisyonda bunu izah eden bürokratlar bunun sadece bir kelime değişikliği olduğunu, anlam karmaşasını ortadan kaldırmak için yapılan bir değişiklik olduğunu, aslında ÇED sürecinin hâlâ uygulamada olduğunu söylüyor. Peki, o zaman niye bu değişikliğe ihtiyaç duydunuz? Metindeki bu düzenleme öyle iddia edildiği gibi bir kelime ya da cümle değişikliği falan değildir. Bakan Yardımcısı da "ÇED'in prosedürleri, ÇED'in oluşması esnasında görüş alınacak kurum ve kuruluşlarda hiçbir değişiklik yok. ÇED'le süreç altı ay sürer, dokuz ay ya da bir yıl sürer, biz asla buna dokunmadık, biz sadece ÇED sürecine dokunmadan diğer izin süreçlerinin de eş zamanlı yürütülmesini murat etlik." şeklinde konuşmuş. Peki, bu süreçte neticelenmeyen ya da acil olduğu değerlendirilen durumlarda süreç nasıl işleyecek? Onun da cevabını verseydiniz de biz de aydınlansaydık bari.

Ne olacağını ben söyleyeyim: Söz konusu teklifle, ÇED raporu verilmesinin bir önemi kalmamaktadır. Ama herkes için değil elbette, birileri için. Şimdi birileri ÇED başvurusu yapacak ve bu başvuru dört ay içerisinde sonuçlandırılacak, neticelenmezse yani yetkili kurum başvuru hakkında bu süre içinde olumlu ya da olumsuz bir karar vermezse ÇED izni otomatik verilmiş olacak. Ne güzel İstanbul, ne güzel cennet bu ya(!) Kimse kimseyi kandırmasın, bu değişiklik ÇED sürecinin devre dışı bırakılmasıdır ama bunu kendi adamlarınızın lehine uygulayabilmek, başkalarına da takoz koymak için burada kelime oyunlarına başvuruyorsunuz. Doğru, ÇED süreci bu hükümle devre dışı bırakılmıyor ama sadece lafta, uygulamada bunun nasıl tatbik edileceğinin sizi ve sizin zihniyetinizi bilen herkes gibi biz de farkındayız. ÇED konusu zaten kanunla oynayabileceğiniz bir konu da değildir, Anayasa'da yerini bulan ve vatandaşların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını güvence altına alan bir kuralın yansımasıdır. Kamunun hakkını koruduğu gibi vatandaşların ve doğanın dengesini ve rutinini koruyan bir düzenlemedir. Ama sizin Anayasa, kanun, teamül gibi dertleriniz olmadığı için sözüm size değil milletimizedir.

Gelelim bu konu gibi milyonlarca insanımız ve özel olarak benim de hassas olduğum bir başka konuya. Koruyamadığımız zeytinliklerimiz başta olmak üzere tüm doğamızın hâli pürmelalini özetleyen onulmaz bir yaraya. Nedir o? Bu iktidar arkadaşlar, bu zihniyet dostlar, bu anlayış ey milletim; neymiş efendim, madenlerimizi çıkartmamız lazımmış, enerjiye ihtiyacımız varmış; üretim için, yaşayabilmek için bu çok gerekliymiş. Ne yani, madenlerimiz toprağın altında atıl bir şekilde beklemeli miymiş? Peh, peh, peh... Ne kadar da ülkeyi düşünüyorlar? İnsanın gözleri yaşarıyor gerçekten. Evet, bu ülkenin varlıklarının ekonomimize kazandırılması, yeni istihdam alanlarının oluşturulması ve her şeyden önce yurt dışına olan enerji bağımlılığımızın sona erdirilmesi elzemdir. Kimse "Madenlerimizi çıkarmayalım, ekonomimize katkı sağlamayalım." demiyor, Şirketler daha fazla kâr etsin diye ormanlarımızın, derelerimizin, ovalarımızın, sularımızın, özellikle ırmaklarımızın, denizlerimizin ve de zeytinliklerimizin vahşice tahrip edilmesine göz yummayın, izin vermeyin diyoruz.

Şimdi, zeytinliklerle ilgili olarak teklifte konu edilen yerler hakkında iktidar sözcüleri "Söz konusu yerlerde hepsi topu topu 82 bin zeytin ağacı var." diyor. Bir başka ifadeyle, mesela, Muğla ilinde 20 milyon zeytin ağacı olduğundan yola çıkarak bunun on binde 4'e tekabül ettiğini, buna karşılık toplamda 205 milyon zeytin ağacımız olduğunu söylüyorlar, iktidarları boyunca 101 milyon olan rakamın 2 katından fazla bir sayıya ulaştığını söylüyorlar. Ayrıca, iktidara geldiklerinde zeytinyağı üretimi 140 bin ton iken şimdi bunu 475 bin tona çıkardıklarını da ekliyorlar yani demek istiyorlar ki "Biz zeytini ve zeytinlikleri sizden fazla düşünüyoruz, ülke insanını da zeytinyağına boğduk." Peki, o zaman bu zeytinyağı niye bu kadar pahalı? Onu da geçtim, marketlerde satılan bu zeytinyağların çoğu niye sahte? Niye bu tağşişler var? Neden bu zeytinyağları sahte işlerle millete takdim ediliyor? Bunların içerisine niye bir pamuk yağı katılıyor, niye kanola yağı katılıyor ve bir hap atılarak bunlar karıştırılıyor ve bu şekilde milletimize takdim ediliyor? Bu zeytinyağının ucuzlaması gerekmiyor muydu; bu zeytinyağını 100 liraya, 150 liraya almamız gerekmiyor muydu? Niye 1.000 lira bu zeytinyağı, neden? Bu kadar zeytin ağacımız varsa... Manisa'da 60 milyon zeytin ağacımız var. Türkiye'de, bunların söylediklerine göre, 475 bin tona çıkarmışlar zeytinyağını. Doğruysa eğer bizim çok ucuza zeytinyağı yememiz lazım veya bu zeytinyağını ihraç ederken -ben de bir zeytinciyim- buradan çok da para kazanmamız lazım bizim. Kazanamıyoruz ki. Ve kalmış... Kim kazanıyor? Zenginler, yine, aynı şekilde, dökme zeytinyağlarımızı alıyorlar bizden, paketliyorlar ve yurt dışına ihraç ediyorlar. Olan yine, yırtılan yine Deli Bekir'in yakası oluyor, gariban çiftçiye oluyor, zenginler de alıyorlar, paketliyorlar, yurt dışına gönderiyorlar. Onu da geçtim ve bu marketlerde satılan zeytinyağlarıyla ilgili -vatandaşlar bu sahteleri de tüketiyorlar ama- her gün yakalanmalarına rağmen devam ediyorlar. Niçin? Ekonomi bir krizde arkadaşlar, bir krizde, herkes bir yol tutturmuş, bir şekilde parayı nasıl kazanabilirim diyerek bir yandan tağşişlerle yani sahte mallarla, bir diğer yandan da yurt dışına gönderdikleri malları ve burada bulunan pestisitlerle beraber de çok kısa yoldan para kazanmak istiyorlar. O rüşvet alanları, komisyon alanları, ihaleye fesat karıştıranları saymıyorum bile.

Bakınız "Bu zeytin ağaçlarını söküp başka yere götürmekte bir sakınca yok, orada da yetişir." diyorsunuz. Yetişmez arkadaşlar, çok yaşlı zeytinler bunlar; iki yüz yıllık, yüz yıllık, yüz elli yıllık, üç yüz yıllık zeytinler bunlar. Evet, yeşilliğini muhafaza eder ama ürün vermezler, verirlerse rantabl olmaz, fizibil olmaz, verimli olmaz. İnsanları kandırmanıza gerek yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

SELÇUK ÖZDAĞ (Devamla) - Şunu yapın değerli arkadaşlarım: Siz özellikle Muğla gibi bir yerde... Dünyanın dört mevsimi yaşayan üç şehrinden bir tanesi Muğla, biri Nice, biri Kaliforniya. Muğla dört mevsimi yaşıyor, burada turizm yapılacak, burada tarım yapılacak; burada termik santraller olmayacak, burada kömür olmayacak, başka şehirlerde olabilir ve bu şehir gözümüzün bebeği gibi bakacağımız olan bir şehir.

O nedenle, son söz olarak şunu söylüyorum: Başka yerlere taşımayın bu zeytinleri, vatandaşı da kandırmayın. Hatta "Bazısı da ürün verebilir." falan gibi bu şu laflarla da bizi kandırmaya çalışmayın, kırılan vazo gibi olur bunlar. Hadi diyelim bunları başka yerlere taşıdınız, peki, bu zeytinliklerin sahiplerini de mi oralara taşıyacaksınız?

Değerli milletvekilleri, yasa teklifinin bütününe baktığımızda görülen husus, özetle, huzurdaki teklifin yangından mal kaçırma saikiyle hareket edilen ve alelacele hazırlanarak Meclise getirilen bir yasa teklifi olduğudur. Biz diyoruz ki: Tilkiyi kümese teslim etmeyin, kuzuyu da kurda teslim etmeyin.

Bu yasa teklifini geri çekin diyor, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (YENİ YOL ve CHP sıralarından alkışlar)