GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:105
Tarih:03.07.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA İBRAHİM AKIN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen sevgili halklarımız; ben de hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Öncelikle, sözlerime başlamadan, bir orman emekçisinin yangın sırasında katledilmesi bizim açımızdan gerçekten kabul edilecek bir durum değil; ben bütün sevenlerine ve ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

Maalesef, şöyle bir şey söyleyeyim: Bugün İzmir Valiliğinin bir açıklaması var. Konuya buradan başlamak istersek; İzmir Valiliği, İzmir'in dört tarafında yapılmış olan, yaşanmış olan yangınlarla ilgili bir açıklama yapıyor. Açıklamanın gerekçesiyle ilgili durum şöyle; özellikle bu şirketlere destek veren, şirketin arkasında, halkların karşısında duranlara seslenmek istiyorum: Bu yangınların tamamının, özellikle büyük yangınların tamamının sebebi enerjideki var olan, elektrikteki var olan çarpmalara bağlı olarak yaşanmış durumda. Yani nasıl Mardin'de büyük bir orman yangını oldu, birçok insan yandıysa bunun da sebebi o. Gediz Elektrik'i destekliyorsunuz, hiçbir tedbir alınmıyor, altyapı yapılmıyor, tamamen insanlarımıza fatura kesmekle yükümlü olan bir şirket hâline geliyor çünkü onların varlığı yokluğu, dini imanı para; paradan başka bir şey düşünmüyorlar. İşte böyle bir sistem içerisinde insanlarımız da orman yangınını söndürmeye çalışırken hayatlarına mal oluyor.

Buradan bir kez daha sesleniyorum: Bu yasa teklifiyle ilgili Çevre Bakanlığının, Tarım Bakanlığının, aynı zamanda diğer bakanlıkların yetkisi olduğu hâlde yani oralarda görüşülmesi gerektiği hâlde Sanayi Bakanlığında görüşülerek bu teklif gelmektedir ve mevcut durum açısından bakıldığında da Meclisin mevcut işleyişine aykırıdır. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Mecliste konuştuk, Komisyon Başkanımız burada, yirmi yedi saatlik Komisyon toplantısıyla övünüyor ama Türkiye tarihinde, Meclis tarihinde yirmi yedi saat kesintisiz komisyon toplantısı yapmak hangi kişiye yakışır bilmiyorum ama insan haklarına aykırı olduğu, böyle bir şeyin kabul edilmez olduğu bellidir. Ancak bu süre içerisinde ne yaşanmıştır biliyor musunuz? Sanki çok demokratik bir ortam olmuş, herkes katılmış, sözlerini söylemiş gibi anlatıyorlar ama büyük bir mücadele vererek insanları biz oraya koyduk ve büyük kavgalar sonrası o insanlar oraya girdi, sözlerini söylemeye çalıştı ama maalesef, Komisyon Başkanımız, bizim bile haberimiz olmayan bir çalışmada 7 sefer toplantı yaptığınızı siz oradaki maden şirketlerine söylediniz "Sizlerle toplantı yaptık." diye ama bizlerle toplantı yapmadınız, kimseyle yapmadınız; sadece madencilerle enerji politikanızı savundunuz. İnanın utanarak söylüyorum, enerjiden sorumlu bir vatandaş yirmi altı saat bizimle beraber oldu, sonuçlarını bekledi ve bize teşekkür etti Komisyondan geçtiği için. Böyle bir sistem içerisindeyiz, böyle bir Komisyon çalışması içindeyiz. Açıkçası, bu Meclis milletin Meclisi olmaktan çıkarılmaya, madencilerin Meclisi olmaya, getirilmeye çalışılıyor. Bunu kabul etmeyeceğiz, bunu çok net söyleyeyim.

Bakın, biz şu anda yaklaşık Türkiye'nin 81 ilinden bu meseleyle ilgili "Toprağıma sahip çıkıyorum." diyen insanlarla birlikte hareket etmeye çalışıyoruz. Şu anda Akbelen köylüleri sokakta bu madde geçmesin diye bekliyorlar, "Toprağıma sahip çıkıyorum." diye bekliyorlar. Bunları görmeyen bir anlayış, sadece madencilerin çıkarları için mücadele eden bir anlayış halkı temsil edemez, milleti temsil edemez, milletin de Meclisi olmaz burası; çok net söylüyorum.

Şimdi, birinci olarak söyleyeyim: Bu koşullarda bu Meclisin yaptığı iş hukuk dışıdır. Anayasa'yla ilgili tartışmayı başlatmışlardı; 2'nci madde, 13'üncü madde, 46'ncı madde, 35'inci madde, 56'ncı madde ve 127'nci maddeye göre Anayasa'ya aykırılığın olacağını biliyorsunuz. Bunun Anayasa Mahkemesinden iptal edileceğini de biliyorsunuz ama zaten şöyle yapıyorsunuz: "Anayasa Mahkemesinden iptal edilinceye kadar biz yağmalamaya devam edelim." diyorsunuz. Şimdi, neden bu kadar acele ettiğinizi biz aslında biraz anladık; size anlatacağım birazdan.

Şimdi, öncelikle ÇED meselesiyle ilgili konuya değineyim. ÇED'lerle ilgili şimdiye kadar sürdürülen mücadeleler zaman alsa da büyük ölçüde şirketin lehine onaylanmıştır ancak şimdi niye acele ediyorsunuz? Sebebi şu: Hiç kimse karışmasın, üç ay içerisinde biz bu işi çıkaralım, olmazsa bir aylık yetki verelim ve bu bir ay içerisinde de memurlar yani yetki sahibi olan memurlar da zaten hiçbir yetkisini kullanamasın istiyorsunuz çünkü bu memurların bu mevcut koşullar içerisinde yetki kullanmasının mümkünatı yok. Nedeni şu: ÇED verilmeden siz zaten her türlü işlemi yaptırmak istiyorsunuz, ihale yapıyorsunuz, işlemler yapılıyor, sonuç olarak ÇED kalıyor. Bu kadar baskı altında bir memurun sizin yaptığınız bu işlere karşı itiraz etme şansı var mı? Yok. Dolayısıyla, sözde ÇED var ama pratik olarak yok. Neden bu kadar hızlı yapıyorsunuz? Çünkü Türkiye'de yer üstü varlıklarımızı sömürdünüz, her şeyi ihale ettiniz, özelleştirdiniz ve Türkiye'nin sermayesini artık bitirdiniz ve artık yer altı varlıklarına çökmek istiyorsunuz. Dünyanın 90 tane madeninden 60 tanesinin bu ülkede olduğunu biliyorsunuz ve Çin'le, Arabistan'la yaptığınız sözleşmeler gereği, aslında onların siparişi üzerine yapıyorsunuz bu değişiklikleri. Dolayısıyla, şirketlerin ihtiyacına göre bu çalışmaları yaptığınızı biliyoruz.

İkincisi: Gerçekten bu zeytinlik meselesiyle ilgili tartışmalarınızı anlamak mümkün değil. Bazı sözde profesörlerle diyorsunuz ki: "Zeytin taşınır mı, taşınmaz mı?" "Taşıtırız." Saksı mı taşıyorsunuz? Orada zeytinle beraber yaşayan insanlar var, bir halk var. 400 bin dönümlük araziyi siz taşımak istiyorsunuz, orada yaşayan 40'ın üzerinde köy var, bu köyleri kaldırmak istiyorsunuz. Zaten 8 tanesini kaldırdınız Milâs'ta. Dolayısıyla, şunu bize yapmayın, aklımızla da oynamayın: Bu mesele, basit, bir zeytin ağacının yaşayıp yaşamama meselesi değil; bir yaşamın yok edilmesiyle ilgili insanlar tartışıyorlar. "Ben orada doğdum, dedemin bana bıraktığı zeytini bırakmak istemiyorum." diye ona sarılıyor insanlar, 85 yaşındaki bir kadın sarılıyor. Ya, hiç mi vicdan yok sizde! Böyle bir şey olabilir mi? 85 yaşında insan gelmiş, Mecliste "Benim topraklarımı benden almayın." diye bağırıyor. Kamulaştırmak istiyorsunuz. Ne için? Maden için. O maden, aslına bakarsanız uluslararası standartlarda ömrünü tamamlamış bir maden yani aslında kapatılması gereken bir maden, yasal olarak da böyle zaten.

Türkiye'de İklim Kanunu geçiyor ama iklimle ilgili en ufak bir önlem alınmıyor. Oradaki ormanı yok etmeye çalışıyorsunuz ve bu konuyla ilgili de dünya kritik ve stratejik madenler konusu gerekçesiyle yetki veriyorsunuz. Kime veriyorsunuz yetkiyi? Bakanlığınıza bile güvenmiyorsunuz; bakanlar, memurlar, hepsi tasfiye oluyor; 5 kişiye yetki veriyorsunuz ve Cumhurbaşkanına bağlı bu Kurul, her türlü kararı alabilecek çünkü kamu yararı ve üstün değerleri için yapılacak bu iş.

Kime vereceksiniz bu madenleri ya da kim için kullanacaksınız? Çok açık, uluslararası sermaye istiyor. İşte, yaşadığımız pratik açıdan bakalım, 60 tane değerli maden var bu ülkede dedim, bunu almak istiyorsunuz ama bu ülkenin her türlü kaynaklarını alma konusunda yaptığınız her şeyin karşılığı... İnanın, geçen gün buraya gelen insanların içerisinde sizin de üyeleriniz vardı ve o üyeleriniz sizinle de görüşmek istedi, görüştüler de sizinle, onu da biliyorum, ben de "Görüşün." diye söyledim ama insanlar artık şu noktaya gelmiş: "Kimse bizi dikkate almıyor. Şirketlerin başında durmuş bir müdür var, oraya gelen memurlar var yani askerler, polisler var; bize karşı her türlü kötülüğü yapıyorlar ama bizi savunacak kimse yok." diyor insanlar. Bunu biz Akbelen'de yaşadık, orada bir komuta kurulu oluşturuldu ve altı ay yaşadı. Gidin, Kaz Dağları'na gidin, orada resmen asker konumlanmış, karargâh kurmuşlar. Kimin için? Maden şirketlerini korumak için, Cengiz Holdingi korumak için. Ya, bu ülkenin kaynaklarını bu kadar mı heba etmek durumundasınız? Yapmayın, bunu artık kabul etmek mümkün değil. Kaz Dağları'nın yüzde 70'ine ruhsat vermiş durumdasınız. Kaz Dağları ki bu dünyanın içerisinde 2'nci oksijen kaynağı.

Dolayısıyla şunu söylemek istiyorum: Zeytinlikleri, ormanı, meraları bu kadar işgal etmeye çalışma meselesi ve sadece gerçekten şirketlerin ihtiyacı için çalışma meselesi kabul edilebilir bir durum değil.

Bakın, şunu biliyoruz: Güneş enerjisinden bahsediyorsunuz. Güneş enerjisine biz itiraz etmiyoruz. Daha geçen gün Ağrı'da, Urfa'da ve başka yerlerde artık güvenlik politikası bakımından sorun kalmadı diye bütün şirketler ruhsatlarını almış bölgeye gidiyor. Bölgedeki bütün insanların yaşamlarını yürüttüğü, hayvanlarını beslediği yerleri meraları işgal etmek istiyorsunuz. Geçen gün Komisyonda söyledim, Uşak'ta benim bir köyümde, 11 tane çeşmenin aktığı ve insanların hayvanlarını beslediği yerde siz güneş enerjisi paneli ruhsatı verdiniz; insanlar sokağa çıktı, isyan ediyor, yardım istiyorlar bizden. Ya, orada insanlar hayvanlarını besliyor, yaşamlarını yürütüyor. Orayı mera diye görüyorsunuz, kurak diye görüyorsunuz ve orada güneş enerjisi panelleri kurmak istiyorsunuz. Kimin için yapmak istiyorsunuz? İhaleyi almış, ruhsatı almış bir şirkete vermek istiyorsunuz. Başka yer mi yok? Bunun çözümü mü yok? Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil.

Dolayısıyla, şunu söylemeye çalışıyorum: Madenlerle ilgili bu yasa teklifi İklim Yasası'ndan çok daha kötü. Açıkçası, bizim açımızdan bu yasanın çıkması demek yerel yönetimlerde uyguladığınız çökme politikasından, kayyum politikasından farklı değil; resmen doğaya kayyum atıyorsunuz, 5 kişinin yöneteceği bir kayyum siyaseti uygulamak istiyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

İBRAHİM AKIN (Devamla) - Bu, Türkiye'deki rejimin artık ne kadar hukuksuz olduğunu, ne kadar merkezîleştiğini; yerel yönetimlerin bile ruhsat verme haklarının, inşaat haklarının elinden alındığını gösteren bir durum. Bunun sonu yok.

Bu ülkede bu kadar kanunsuz, bu kadar hukuksuz bir şey yapamazsınız. İnanın, şu anda "12 Eylül anayasası" diye bahsettiğiniz anayasal haklar bize çevreyi, doğayı, ormanları koruma hakkını veriyor. Siz bunu kabul etmeyebilirsiniz ama yurttaşlık hakkı olarak Anayasa'nın maddesinde açıkça bu var. Her yurttaş, doğasını, toprağını, aynı zamanda ekolojik olarak hayatını, yaşamını korumak durumunda; bu hakkı var. Bunu sonuna kadar kullanacağız ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz. DEM PARTİ olarak da bu konuda mağdur olan bütün herkesle buluşmaya, ortak mücadele etmeye ve bunun geri çekilmesi için her türlü mücadeleyi yürütmeye devam edeceğiz.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)