Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 3 |
Birleşim: | 110 |
Tarih: | 17.07.2025 |
MEHMET AKALIN (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz yasa teklifi yalnızca kanunlarda değişiklik yapılmasını değil Türkiye'nin çevresel koruma anlayışında çok tehlikeli bir gerilemeyi ifade etmektedir. Bu teklif ormanlarımızı, millî parklarımızı, zeytinliklerimizi, sulak alanlarımızı ve hatta özel çevre koruma bölgelerimizi dahi madencilik faaliyetlerine açan düzenlemeler içermektedir. Kısaca söylemek gerekirse, bu yasa doğayı korumayı değil doğayı hızla ve denetimsizce tahrip etmeyi kolaylaştırmayı amaçlamaktadır. Bakınız, gelişmiş ülkeler ne yapıyor? Örneğin, Avrupa Birliğinde çevresel etki değerlendirmesi yalnızca bir formalite değil; yatırımın çevreye olası zararları titizlikle inceleniyor ve bu değerlendirme tamamlanmadan herhangi bir izin süreci başlatılmıyor. Biz ise bu teklifte ÇED kararı alınmadan da teşvik ve izin süreçlerine başlanabileceğini söylüyoruz. Bu, çevreyi koruma değil çevreyi baypas etmeyi seçmektir.
Yine, bu teklifle "çevreyle uyum teminatı" ifadesi kaldırılarak yerine "rehabilitasyon bedeli" gibi muğlak bir tanım getiriliyor. Şimdi, sormak istiyorum: Bugüne kadar ülkemizde kaç maden sahası gerçekten rehabilite edilmiştir? Terk edilmiş, çukurlarla dolu, zehirli atık bırakılmış alanları hepimiz biliyoruz. Bu bedellerin tahsili ne kadar etkili olacak? En önemlisi de denetim kimde olacak? Denetim gücümüz bu kadar güvenilir olacak mı?
Teklifin en tehlikeli yönlerinden biri ise izin süreçlerinin sessizlik onayıdır yani bu mantıkla işleyecek olmasıdır. İlgili kamu kurumu üç ay içinde görüş vermezse bir ay sonra izin otomatik kabul edilmiş sayılacaktır. Bu, kamu görevlisini görevini yapmamaya teşvik etmez mi? Bu, düpedüz çevreyi kaderine terk etmek değil midir?
Sayın milletvekilleri, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olmayı hedefliyorsak doğayı yok ederek değil doğayla uyum içinde kalkınmak zorundayız. Gelişmiş ülkeler madenlerini çıkarırken doğa tahribatını en aza indirmek için uluslararası çevre standartlarını uyguluyor. İnsanlığa değer veren ülkeler çevreye duyarlı yatırımlar yapan şirketlere teşvik verirken, çok iyi bir denetim mekanizmasıyla denetlerken, aynı zamanda kirletenleri de cezalandırıyor. Biz ise ne yapıyoruz? Yalnızca kısa vadeli rant için insandan hayvana, çiçekten böceğe her varlığın geleceğini riske atıyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu kaynaklar milletin ortak mirasıdır, özel sektöre sınırsız tahsis edilecek bir meta değildir. Bu teklif geçerse doğa kaybedecektir; gerçeğe bakılması gerekirse sadece doğa değil, hepimiz kaybedeceğiz.
Bir ülkenin gerçek gelişmişliği yalnızca büyüme rakamlarıyla değil ormanlarının, ırmaklarının, derelerinin, canlılarının ne kadar korunduğuyla ölçülür. Bu teklifin karşısında durmak sadece muhalefet etmek değil bence bir vatan borcudur. Hani diyoruz ya türküde "Irmağının akışına ölürüm Türkiye'm." diye, bu teklif o ırmağın suyunu kurutur ve bu teklif o türkünün de içini boşaltır. Türkümüzü doymak bilmez iştaha, yeşilimizi ranta kurban etmeyin diyor, heyetinizi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)