| Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 111 |
| Tarih: | 18.07.2025 |
HASAN KARAL (İstanbul) - Sayın Başkan değerli milletvekilleri; savaş, yalnızca topraklara değil, insanın ruhuna, ahlakına, aklına ve vicdanına saplanan bir hançerdir. Sevinçle doğan günleri yasla örter, beşikteki bebeği mezara düşürür ve savaş kazananı olmayan, kaybedeni her zaman insan olan kanlı bir hesaplaşmadır. Tarih bize bu acı hakikati defalarca göstermiştir: Babil'den Endülüs'e, Halep'ten Saraybosna'ya, Şatilla'dan Gazze'ye kadar her çatışmanın ardında bir çocuğun gözyaşı, bir annenin çığlığı ve insanlığın çöküşü saklıdır. Ama her karanlık çağda hakikatin izinden yürüyenler de çıkmıştır. Zulüm varsa ona karşı direnen bir irade de mutlaka vardır. Her çağ kendi firavununu, kendi Nemrut'unu doğurmuş ama her çağda bir Musa, bir İbrahim çıkıp zulmün ve ateşin karşısında durmayı bilmiştir. Biz, işte, bu iradenin mirasçılarıyız. Anadolu'nun bize öğrettiği hakikat işte budur. Nice badirelerden geçmiş, sayısız sınavdan alnının akıyla çıkmış ama her defasında barışı, merhameti ve adaleti rehber edinmişizdir. Mevlâna'nın hikmetiyle, Hacı Bektaş'ın irfanıyla, Yunus Emre'nin diliyle yoğrulmuş o kadim gelenek bizlere bir yol haritası bırakmıştır. Bu yüzden biz "Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanlığı öldürmüş gibidir." buyruğunu kendine ilke edinen bir anlayışın mensupları olarak susmanın vebal olduğu yerde sessiz kalmayı değil, hakkı savunmayı vazife bildik.
Değerli milletvekilleri, bugün Orta Doğu'nun dört bir yanında aynı acı senaryo yeniden sahnelenmektedir. Coğrafyalar değişmiş ancak acı, gözyaşı, ölüm ve adaletsizlik hep aynı kalmıştır. Bir zamanlar peygamberlerin yürüdüğü sokaklar artık bombaların gölgesinde titreşir hâle gelmiştir. Bir zamanlar medeniyetin yeşerdiği topraklar bugün ölümlerin suskun tanıklığını yapmaktadır. Medine şehrinde önünden geçen tabut içerisindeki bir Yahudi cenazesini görünce ayağa kalkıp saygısını gösteren İslam Peygamberi'nin ta ki cenaze gözden kayboluncaya kadar ayakta kalıp oturmaması üzerine hayretlerini gizleyemeyen ashabın, yani arkadaşlarının "Ey Allah'ın Resulü, doğrusu anlamakta zorlanıyoruz, önünüzden geçen bir Müslüman cenazesi değil bir Yahudi cenazesiydi, bu saygın neden?" diye sorması üzerine "Ben, o tabutun içinde bir Yahudi olduğunu biliyordum, dini ne olursa olsun sadece Allah'ın yarattığı bir insan olduğu için o saygıyı gösterdim, saygım insanadır." diyen bir anlayıştan bebek, kadın, yaşlı, cami, kilise ayırmadan bir bölgeyi mezbahaya çeviren bir anlayışı insanlığın engin ufkuna havale ediyorum.
Orta Doğu'da yaşanan böylesi bir vahşet karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki gün önce yayınladığı bildiri, insanlık onurunun söz konusu olduğunda ortak bir vicdanda buluşabildiğimizi göstermesi açısından son derece kıymetlidir ancak temennimiz şudur: Bu metin yalnızca güçlü bir tepki değil aynı zamanda güçlü bir yönlendirme olmalıdır, yürütme organını daha somut, etkili ve caydırıcı adımlar atmaya teşvik edecek bir diplomatik iradeye dönüşmelidir çünkü akan kanı durdurmak yalnızca vicdani bir çağrı değil insanlığın bize yüklediği tarihsel bir sorumluluktur. Bu sorumluluk hiçbir ideolojik aidiyetin, siyasi çıkarın ya da diplomatik hesapların değil insana, hakikate, ilme ve adalete olan bağlılığımızın bir gereğidir. O çocukların sessiz çığlıkları bugün yalnızca mazlumların değil insanlık ailesinin tamamının vicdanını yoklayan bir sınavdır ama ne yazık ki bu çığlıklar karşısında kulağını tıkayan, gözünü kapatan yalnızca Batı değildir, o çığlıklara sırtını dönen, kendi vicdanını susturan, gaflet uykusuna yatmış bir İslam dünyası da vardır. Kendi içerisinde siyasallaşmış, mezhepçilik, cemaatçilik, bölgecilik, ırkçılık taassubuna yenik düşmüş, İslam'ın evrensel mesajını kavrayamamış, ilmin enginliğine değil kısır çekişmelerin ve faydasız ihtilafların çıkmaz sokaklarında debelenip duran bir İslam dünyasından çözüm çıkmaz, çıkmayacaktır.
Şu artık çok net: Güçlü olmaktan başka çıkar yolumuz yoktur. Güçlü olmak, önce kendi içimizde bir ve beraber olmamızdan geçer. Güçlü olmak, düşüncenin önündeki engelleri kaldırmaktan geçer çünkü düşünemeyen üretemez. Güçlü olmak demek, bireysel ve siyasal gücümüzü birbirimize karşı kullanmakla değil farklılıklarımızla birbirimizi kabullenmekle olur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
HASAN KARAL (Devamla) - Güçlü olmak, ilmin, özgür düşüncenin rehberliğinde yeniden ayağa kalkmakla, ortak bir gelecek inşa edecek fikrî zemini hep birlikte kurmakla mümkündür. Zira, bu coğrafyada adalet ancak ortak aklın ve özgür iradenin sesiyle yükselecek, barış ancak korkmadan düşünen ve çekinmeden konuşan yüreklerle filizlenecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (YENİ YOL ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)