GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:113
Tarih:20.07.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA VEZİR COŞKUN PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli halklarımız; 20 Temmuz 2015'te Suruç'ta vahşi bir katliam gerçekleşti. İnsani değerlerin taşıyıcıları olarak Kobani halkıyla dayanışmaya giden, birçok alanda birlikte çalışma yürütmüş olduğumuz Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi 33 yoldaşımızı bu katliamda kaybettik. Yitirdiğimiz canlarımızı bir kez daha saygıyla anıyorum. Anılarını mücadelemizin her saniyesinde yaşatacağız.

Değerli milletvekilleri, önümüzde sağlıkla ilgili bir kanun teklifi var. Bu kanun teklifi teknik düzenlemeleri içeriyor gibi görünüyor fakat derinlemesine bakıldığında bu kanun teklifinin on yıllardır Türkiye halklarının başına musallat olan piyasacı sağlık sistemini daha da yerleşik hâle getireceği görülecektir. Bu kanun teklifi sağlık alanındaki yapısal krizleri çözmekten çok uzaktadır. Sağlığı ekonomik bir sektör, sağlık emekçilerini hizmet sağlayıcı, hastalar ve hasta yakınlarını ise müşteri olarak kodlayan piyasacı sağlık yaklaşımı bu kanun teklifiyle birlikte daha da kurumsal hâle gelmektedir.

Milletvekili olduğum Hakkâri'nin sağlık sorunlarıyla ilgili bu kürsüde defalarca konuştuk. Sadece Hakkâri değil, bölgedeki tüm şehirler sağlık alanında ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Hastane sayıları yetersiz, var olan hastanelerde fiziksel koşullar çok kötü durumdadır. Neredeyse her branşta hekim eksikliği yaşanıyor. Sadece hekim değil, hemşire, ebe, tıbbi sekreter, röntgen teknikeri gibi birçok alanda personel eksikliği yaşanıyor. Bölge hastanelerinde personel eksikliğinin yanı sıra ciddi ekipman sıkıntısı da mevcut. Özellikle görüntüleme cihazları konusundaki yetersizlik insanları çok zorluyor. Hakkâri'de çekilen bir MR yorumlamasını bile Ankara'da bir özel şirketle anlaşma yapılmış ve onlar yapıyor.

Değerli milletvekilleri, söylediğim gibi, sağlıktaki sorunların tamamını anlatmaya kalksak yeni yasama dönemine kadar hepimiz bu salonda kalmaya devam ederiz fakat Sağlık Bakanı bütün bunlar yokmuş gibi davranıyor. Sayın Bakana buradan bir çağrı yapıyorum: Gelsin de Hakkâri'deki, Şırnak'taki, Muş'taki hastanelerin hâlini bir görsün; arzu ederse biz de kendisine eşlik edelim, halkın sorunlarını yerinde beraber görelim.

Değerli milletvekilleri, hepimizin gündeminde yer alan önemli konulardan biri de Suriye'dir. Suriye, maalesef çok uzun zamandır iç savaşla, halklar ve inançlar arası düşmanlıkla, katliamlarla ve sürgünlerle anılıyor. Geçtiğimiz haftadan bu yana bu ayrışmaların kanlı tezahürlerinden birine tanıklık ettik. Suriye'nin güneyindeki çatışmalarda bine yakın insan hayatını kaybetti. Suriye'de on üç yıldan fazla devam eden bir iç savaşta çok büyük acılar yaşandı, 1 milyona yakın insan hayatını kaybetti. İç savaş 2011 yılında başladı fakat köklerinin çok daha derinlerde olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu coğrafyayı yıllarca sömüren emperyalist güçler çekip gittiklerinde arkalarında kimliklerin birbirine düşman olduğu bölünmüş bir coğrafya bıraktılar. Düşünün ki 1'i İngiltereli, 1'i Fransalı olan 2 diplomatın yaptıkları gizli anlaşmada çizdikleri Orta Doğu haritası bölgenin sonraki yüz yılını ipotek altına aldı. Sykes-Picot Anlaşması'ndan bahsediyorum. İşte, bu sömürgeci dönemden Orta Doğu halklarına bölge demografisine uygun olmayan sınırlar ve siyasi sistemler miras kaldı. Bazıları da bu sömürgeci ve emperyalist uygulamaları kendilerine güç devşirmek için araçsallaştırdılar. Kendini sömürge karşıtı gibi göstererek meşrulaştırmaya çalışan otoriter liderler kendi halklarına zulmetmeyi antiemperyalizm olarak pazarlamaya çalıştılar. Halktan yükselen küçük demokrasi talebini sahte bir emperyalizm söylemiyle bastırdılar. İşte, Suriye de bu ülkelerden biridir. Suriye on yıllar boyunca tekçi ve baskıcı bir rejimle yönetildi. Suriye halkı kendilerini hem yoksullaştıran hem de baskıyla yöneten bu rejime birçok kere tepki gösterdi fakat bazı çevreler halkların bu rejime olan meşru itirazını manipüle ederek kendi çıkarları için kullanmak istedi. İşte, bu sürecin sonunda hem Suriye'yi hem de çevresini bir ateş çemberine sokan iç savaş süreci yaşandı. Hepimizin bildiği gibi 8 Aralık 2024'te Suriye'de bir dönem kapandı, Esad rejimi sona erdi fakat Esad rejiminin yerine gelen sistemin eskisinden çok da farklı olmadığını kısa zamanda yaşayarak gördük. Bu yılın mart ayında Suriye'nin batısında Alevi toplumuna yönelik saldırılar başladı. Mezhepçi nefretin en uç örneklerinden birine tanık olduğumuz bu saldırılarda yüzlerce sivil hayatını kaybetti.

Suriye'deki düşmanlığın en yeni örneğini de geçen hafta ülkenin güneyindeki Dürzi bölgesinde gerçekleşen olaylarda gördük. Şam yönetiminin tekçi politikalarından cesaret alan paramiliter gruplar Dürzilere saldırdı, çatışmalarda yüzlerce insan, binlerce insan hayatını kaybetti. Biz şu uyarıyı da defalarca yaptık: Bir yönetim halkına sistematik olarak zulmederse kendi elleriyle kendi ülkesini dış müdahalelere açık hâle getirir. İşte, bu son olaylarda da bunun bir kez daha gördük. İsrail kendini Dürzilerin koruyucusu ilan ederek önce Suriye'nin güneyini, sonra da Şam'ın ortasında Savunma Bakanlığını vurdu. İki yıldır Gazze'de sistematik bir etnik temizlik politikası uygulayan İsrail Dürziler üzerinden kendini temize çıkarmaya çalışıyor, baskıcı Şam yönetimi de buna zemin hazırlıyor. Her fırsatta başta Kürtler olmak üzere hak talebinde bulunan halkları tehdit eden Şam yönetimi başkentinin vurulmasına ses çıkarmadı. Tarih birçok defa şunu yazmıştır: "Kendi halkını zulümle yönetmeye çalışan yönetimler dışarıya karşı güvenliklerini sağlayamazlar."

Değerli milletvekilleri, az önce Orta Doğu'daki sömürgeci geçmişten bahsettim. Biz klasik sömürgecilik bitti sanıyorduk ama âdeta yeni bir sömürgecilik dönemini yaşıyoruz. Kendini sömürge valisi olarak tanıtan diplomatik görevliler bölgemizde yeni bir kolonyal planı hayata geçirmeye çalışıyorlar, Suriye halklarının on yıllar boyunca acı çekmesine neden olan katı merkeziyetçi sistemi tekrar dayatmak istiyorlar. Suriye'de hangi modelin uygun olacağına sömürge zihniyetli diplomatlar karar veremez, Suriye'nin geleceğine, ne olacağına demokratik uzlaşı temelinde Suriye halkları birlikte karar verir. Suriye'de halklar ve inançların barış içinde bir arada yaşamasının tek yolu hiçbir toplumsal grubun dışlanmayacağı bir anayasal düzendir. Suriye'de bunca kavganın, düşmanlığın arasında halkların inşa ettiği özgün bir model de var, o da Rojava modelidir. Kadınlar ve gençlerin öncülüğünde her halktan ve inançtan Suriyelinin katılımıyla inşa edilen bu model Suriye halklarının eşit ve özgür geleceğinin de anahtarıdır. Rojava'da halkların kurduğu sistem, Orta Doğu'yu petrodolardan, yozlaşmış monarşilerden, cihatçı çetelerden, birbiriyle asla uzlaşmaz gibi görünen kimliklerden ibaret sananlara ya da öyle göstermek isteyenlere tarihsel bir cevaptır. Bu bölgenin halkları demokratik, barışçıl, müreffeh bir Orta Doğu inşa edebilirler.

Değerli milletvekilleri, son olarak şunu belirtmek istiyorum ki Suriye'yle 800 kilometreden fazla sınırı bulunan Türkiye'nin oraya kayıtsız kalmayacağının elbette ki farkındayız fakat uzunca bir süre, maalesef, yapıcı değil, yıkıcı bir yaklaşım sergilendi. Bölgenin gerçekliğiyle uyuşmayan, yayılmacı heveslerin peşinden gidildi. Bu politikaların, başta Türkiye olmak üzere, kimseye hayır getirmeyeceği ağır bir fatura karşılığında da anlaşılmış oldu. Şimdi, meseleye halkların gözünden, demokratik bir perspektifle ve rasyonel şekilde yaklaşmanın zamanıdır. Türkiye'nin Suriye'deki rolü yapıcı, uzlaştırıcı, demokrasiyi teşvik edici bir rol olmalıdır. Kürtler, Türkler, Araplar, Aleviler, Dürziler ve diğer halklar Türkiye'de de Suriye'de de ancak birlikte kazanabiliriz, diğer türlü hepimiz birlikte kaybederiz diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)