| Konu: | Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, İsrail'in Gazze saldırısına, Filistin halkına yaptığı soykırıma ve zulüm ile kıtlık politikalarına ve bölgede var olan güncel duruma ilişkin Yürütme adına gündem dışı açıklaması nedeniyle İYİ Parti Grubu adına konuşması |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 114 |
| Tarih: | 29.08.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, siyasi partilerimizin Saygıdeğer Genel Başkanları, muhterem milletvekilleri ve aziz Türk milleti; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Bakana yapmış olduğu değerlendirme ve bilgilendirme için teşekkür ediyorum. Görüşlerinin tamamına katılıyorum, onu ifade ediyorum ama bu kürsüden söylediklerinin icra mekanizması tarafından, Hükûmet tarafından neden uygulanmadığını da merak ettiğimi bilmesini istiyorum.
Bugün burada sadece Gazze'yi değil insanlığın vicdanını konuşuyoruz. Bugün burada sadece ölen çocukları değil susan dünyayı konuşuyoruz. Bugün burada sadece İsrail'in zulmünü değil o zulme ortak olan sessizliği konuşuyoruz. Gazze'de yaşananları "vicdansızlık" "ahlaksızlık" "barbarlık" "canavarlık" "katliam" "soykırım" "trajedi" gibi kelimelerle tanımlamak ve bununla yetinmek hiç kimseyi sorumluluktan kurtaramaz. 21'inci yüzyıl dünyasında hangi dinden, hangi milletten, hangi görüşten, hangi kimlikten olursak olalım; yaşananları engelleyemeyen tüm insanlık suçludur ve tarihin utanç sayfaları hiçbir kuşkuya yer yoktur ki onları yazacaktır.
Değerli milletvekilleri, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren, hatırladığım ve tespit edebildiğim kadarıyla, Gazze'de yaşananları tam 7 defa Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kınadık. Bugün yine aynı vesileyle 8'inci defa bir araya geliyoruz. Bu duyarlılığı gösterdiğimiz için sevinsem mi yoksa üzülsem mi gerçekten bilemiyorum; zira, biz Meclis olarak yaşananları her kınadığımızda, daha doğrusu kınamakla kaldığımızda zulmün ve katliamların boyutu daha da arttı. Bugün artık açlıktan ölümlerin yaşandığı Gazze'de tespit edilebilen 62 binin üzerinde can kaybı söz konusu, sadece açlıktan ölenler ise 300'lü rakamları aşmış durumda. Peşinen söylemek isterim ki bu sözlerden sonra Gazze'nin acıları üzerinden ucuz bir hamasete yaslanacak değilim, boş hamaseti alkışlayacak da değilim. Bu sebeple, kıymetli hazıruna ve bizleri dinleyen büyük Türk milletine İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden 1967'ye, 1990'lı yıllardaki Camp David buluşmalarına değinmek ve 21'inci yüzyılın ilk çeyreğini domine eden bu acı tarihi uzun uzun ve tekrar anlatmak niyetinde değilim. Hepimiz biliyoruz ki Gazze ve Filistin diplomatik, siyasi, tarihî ve insani açıdan birçok katmana sahip bir meseledir. O yüzden, ben doğrudan doğruya yakın tarihe, son bir yıllık zaman dilimine değinmek istiyorum çünkü burada görüyorum ki iktidarından muhalefetine herkesin aynaya bakmaya ihtiyacı vardır, bu aynaya en çok da bu meselenin hamasetine bağımlı olanların uzun uzun bakmaya ihtiyaçları bulunmaktadır.
Bugün, dünyada pek az lider ve ülke dışında -ki maalesef Türkiye bunlardan biri değildir- Gazze meselesi ve İsrail'le ilgili olarak neredeyse hiç kimsenin gerçekten kapısının önünü süpürmediği bir dünya gerçekliğinde İsrail'in ve Netanyahu'nun kınanmasının bir "boş gören" olduğunu haykırmak istiyorum çünkü tartışılmaz hakikat şudur: Netanyahu'yu sadece kınamakla yetinmek onun zulmüne ortak olmaktır. Bugün dünya siyasetinin demokrasiden ve ortak vicdani değerlerden günbegün uzaklaşan liderlik anlayışı cam duvarlı saraylarda ikamet etmektedir ve bu camdan saraylar içerisinde her bir lider diğerini koruyup kollamaktadır. Bu sebepledir ki kimse Netanyahu'nun camına o vicdan taşını atmamakta, atamamaktadır. Bu sebeple, milletlerin vicdanı, en çok da Türk milletinin vicdanı o fanustan kurtulmadıkça bu yaşanan katliamlar bitmeyecek; Gazze'nin, Filistin'in, Doğu Türkistan'ın, Kırım'ın, Türkmeneli'nin ve zulüm altında yaşayan nice milletin makûs talihi değişmeyecektir. Kısaca, Gazze'de masum insanların hayatlarıyla bir oyuncak gibi oynayan Netanyahu'yu sadece kınamak bu oyuna eşlik etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Bugün Gazze'nin üzerine yağan bombalar bir şehrin taşlarını değil tüm insanlığın değerlerini paramparça etmektedir. Bir çocuğun ağlaması Birleşmiş Milletlerin duvarlarında yankılanan bir utançtır. Bu zulme yüreğiyle ve aklıyla itiraz edenlerin hamaset nutukları atmadan yapılmasına imkân olmayan şeyleri tekrarlayarak gaz almaktan öte bizzat İsrail lehine bazı şeyleri yapmayı reddederek o masumları da koruyabileceklerini belirtmek isterim. Kimse yapmıyorsa da biz Türk milleti olarak bunu yapabilecek güçteyiz. Bizi yönetenler değilse de biz 1918'in işgal ve izmihlal şartlarına tek başımıza itiraz ederken bunu ispat etmiş bir milletiz. Nice milletlerin bağımsızlıklarına ilham kaynağı olan Türk milleti her zaman böyle bir millettir. "Türk milleti" diyorum, rahatsız olmadınız inşallah. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) O yüzden, ben burada, millet olmak için çırpınan, millet kalmak için çırpınan, kendi vatanlarında yok olma tehlikesi içinde olan Filistinlilerin ve Gazzelilerin hâlinden anlamak ve onlara uzaktan sarf edilen boş sözlerin değil gerçekten el uzatabilmenin imkânlarından bahsediyorum, Netanyahu'ya kimse bir zorluk çıkarmıyorsa o çarka neden Türkiye olarak biz çomak sokmuyoruz diyorum. O katliam makinesinin çarklarına yağdanlık uzatan bir iktidara -aslına bakarsanız- mahkûm olmadığımızı da bu vesileyle haykırmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, meselenin haricî boyutunu hep konuşuyor, itirazlarımızı ve isyanlarımızı dile getiriyoruz ancak meselenin bir de dâhilî boyutu var. Gazze'deki drama karşı sesi en çok çıkan Cumhur koalisyonudur. Bu açıdan da bir tebriği elbette ki hak ediyorlar ama aynı koalisyonun başındaki kişi Büyük Orta Doğu Projesi'nin eş başkanlığıyla övündüğü geçmişini unutmamızı bekliyor. Aynı eş başkanın yaklaşık çeyrek asırdır yönettiği Türkiye'nin dış politikası da ortadadır. 2011 yılından beri Suriye'de Nazi hayat sahası misali günbegün genişleyen İsrail'dir, bugün Suriye'nin başkenti Şam'ı basit bir topun menzilinden tehdit eden İsrail'dir, canı istediği gibi nokta operasyonları düzenleyen yine İsrail'dir. Bütün bunlar, bütün bu yaşananlar başka bir hükûmet zamanında olmadı değerli arkadaşlarım; yirmi beş yıldır devam eden Erdoğan hükûmetleri zamanında, sekiz yıldır devam eden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ve Cumhur koalisyonu zamanında oldu. Başta iktidar sıraları olmak üzere hiç kimse başını kuma gömmesin, kimse tarihte ve vicdanlarda yaptıkları ümmet propagandasının kendilerini aklayacağını düşünmesin. Bir şey yapabilecekken yapmamanın, engelleyebilecekken engellememenin, bir çocuğu dahi kurtarabilecekken kurtarmamanın, İsrail'in savaş makinesine çomak sokacakken sokmamanın ahirette yakalarına yapışmayacağı zannına da kapılmasın. Bilin ki ne Münker ne de Nekir melekleri sizin boyalı medyanızın yalanlarıyla günah ve sevapları yazmıyor. Filistin ve Gazze meselesi iç siyasetin malzemesi yapılarak ve ondan siyasi rant devşirmeye kalkışarak çözülemez. Bugün, Filistin'de ve Gazze'de yaşananlar yıllar önce dünyaya ilan edilen bir karanlık projenin ürünüdür. Bu projelerin amacı, İsrail'e bir güvenlik kuşağı oluşturmak için çevresinde bölünmüş, zayıflatılmış, istikrarsız hâle getirilmiş ülkeler yaratmaktır. Irak böyle parçalanmıştır, Suriye böyle felç edilmiştir, Libya böyle yıkılmıştır ve bugün Filistin de böyle yok edilmektedir. Aslına bakarsanız Sevr'den Büyük Orta Doğu Projesi'ne uzanan stratejilerin sonuçlarıdır bunlar. Sorarım sizlere: Bu insanlık suçuna sebep olan Büyük Orta Doğu Projesi'ni sahiplenenlerin bu konuda söz etmeye yüzleri ya da hakları olabilir mi? Olsa olsa, alet oldukları bu emperyal plan ve onun doğurduğu sonuçlardan mahcubiyet duymaları gerekir. Sorarım sizlere: İsrail mezalimi devam ederken çocukların, sivillerin üzerine yağan bombalara rağmen Amerikan doları sevdaları yüzünden ticarete devam edenler kimlerdir? "Ticareti kestik." yalanlarının ardından daha birkaç hafta önce yeniden "Ticareti şimdi tamamen kestik." diyerek kirli tabloyu açık edenler kimlerdir? Hakkın ve hakikatin yanında olmak öncelikle dürüst olmayı gerektirir. Kapalı kapılar ardında işler çevirip sonra da mazlumun yanındayım rolleri kesmek en az bu suçları işleyenler kadar kişi ve kişilere sorumluluk yükler. Sözlerime başlarken belirttiğim gibi, yirmi dört ayda 8 kınama yani ortalama üç ayda 1 kınama yapmışız ama Lahey'de Netanyahu'ya dava açan, neredeyse çeyrek asırdır AK PARTİ'nin yönettiği Türkiye Cumhuriyeti değil Güney Afrika Cumhuriyeti olmuştur. Şimdi, biz, Sayın Bakanın ifadesiyle, davayı açan değil ama davaya müdahil olan bir devlet olma vasfıyla kendimizi hissettirmek istiyoruz. Soruyorum Sayın Bakan: Bu davayı açabilecek bir hukukçumuz mu yoktu yoksa Dışişleri Bakanlığı bu konuyla ilgilenemeyecek kadar meşgul müydü? Ya da ben, devlet geleneğinden gelmiş, mekanizmaların nasıl işlediğini bilen bir kişi olarak soruyorum: Bu davayı açmamaya direnen insanlar mı vardı iktidarın içinde? Öncelikle bunun açıklanmasını bekliyorum.
Bir de Gazze üzerinden havadan yardım malzemeleri gönderen ülkeler var, 9 ülke olduğundan bahsediliyor. Masumiyetleri her ne kadar şüpheli olursa olsun bu operasyonu da Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler yapıyorlar. Yine soruyorum, uçaklara düşkün olduğunu bildiğim iktidara soruyorum: Türkiye yirmi beş yılda bu imkânı elde edememiş midir? Türkiye'nin Filistin'e, Gazze'ye havadan insani yardım yapabilecek gücü ve kudreti yok mudur? Yoksa onu yönetenlerin yani Türkiye'yi yönetenlerin bunu yapmaya niyeti mi yoktur? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Merak etmeyin, dedim ya hamasete saplanmayacağım "Mehmetçik Gazze'ye!" sloganı atacak değilim çünkü ben Türk evlatlarının canını kelle hesabıyla değerlendirebilecek bir akla ve ruha sahip değilim. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Ve yine kimse kusura bakmasın, tarihe hiçbir vicdan borcu olmayan, elinden gelenin fazlasıyla mazlumların yanında olmayı en zor anlarında dahi bilmiş şerefli Türk milletinin sıradan bir ferdiyim, o sebeple "Önce Türk çocuklarının canı." diyebilecek kadar da şuur ve idrak sahibiyim. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Ben İsrail'e giden demir çelik konteynerlerinin faturası üzerindeki "İsrail"i silip yerine "Filistin" yazan utanmazlığın son bulmasını istiyorum. Ben "ümmetin lideri" diye meydan meydan gezenlerin varil başına alınan komisyondan artık usanmasını istiyorum, onun için konuşuyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Sadece söz söyleyerek vicdan yükünden kurtulamazsınız. Görüyorum ki akıp giden hayatın camdan sarayından, Vahdettin Köşkü'nden donanma selamlayarak bakan liderin vizyonuyla Türk milletine bir Türk olarak bakmayı unutmuş gibisiniz, kendinize çekidüzen vermenizi istirham ediyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bugün burada Gazze'yi konuşurken karşımda, sözde terörsüz Türkiye komisyonu üyeleri de var, sözde iç cephenin mensupları da var ve onlar arasında "Türkiye Gazze'ye döner." diyen Netanyahu'nun dilinden konuşan ve Türkiye'yi tehdit edenler de var. Bu coğrafyada bin yıllık varlığımızı sürdürmemizin yegâne dayanağının millî kimliğimiz olduğunu bile bile, onu aşındırmak için vatandaşlık tanımı üzerinden tartışılmazlarımızı tartışma masasına yatırmak isteyenler var. Bunları unutmadığımızı, unutmayacağımızı ve kaydedeceğimizi bilmenizi istiyorum. Bu meşum zihniyetle Türkiye'ye birlik, dayanışma ve demokrasi getirileceğini zannetmek büyük bir aymazlıktır. Elli yıldır, bu vatanın 40 bin evladının canına mal olmuş terörün bugün Orta Doğu'nun Gazzeleşmesi projesinin bir aparatı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu unutmamız çok büyük bir aymazlık anlamına gelir. Bugün bu oturuma önayak olanlara da bir kere daha hatırlatmak isterim: Terör örgütü ve onların uzantılarının ve muhiplerinin "barış" gibi güzel bir kelimeyle maskelemeye çalıştıkları şey aslında ihanetleridir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yaşama geçirmek istedikleri ikinci Sevr sürecidir. Sevr'in tam ismi nedir? Sevr Barış Anlaşması. Yüz yıl evvel parçaladığımız işte odur, yırtıp attığımız işte odur. Bugün "barış" adı altında bir kez daha dayatılan ihanet yüz yıl evvelki ihanetin yeniden sahneye koyulması hâlidir. Milletimizin yüz yıl evvel "kuva" ruhuyla söylediğini milletimizle birlikte bugün biz söylüyoruz: Barış soysuz bir güvercin değildir ki her dala konsun; parçalanma, yok edilme projelerinizi bize barış diye sunup yutturamazsınız diyoruz. Bilin istiyoruz ki ilkinde kandıramadığınız, bölemediğiniz bu aziz milleti yüz yıl sonra bugün de kandıramayacak ve bölemeyeceksiniz çünkü biz varız ve buradayız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Ben gerçek ve tek efendinin Türk milleti olduğunu öğreneceğiniz günün çok ama çok yakın olduğunu hatırlatmak istiyorum. Ben Türk milletinin tarihî ve insani vasıflarıyla bu büyük insanlık rezaletini sona erdirecek süreci başlatacak güce ve iradeye sahip olduğunu biliyorum. Yüz yıl önce Büyük Taarruz emrini veren işte o iradeydi; o iradenin karargâhı da burası, Türkiye Büyük Millet Meclisiydi. Bunu unutmayan Türk milletinin Zafer Bayramı'nı kutluyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)