Konu: | |
Yasama Yılı: | 4 |
Birleşim: | 9 |
Tarih: | 21.10.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MEHMET AKALIN (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin dış politikası uzun yıllardır bir yön arayışı içinde maalesef savrulmaktadır. Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde yer alan "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi maalesef yine zaman içinde yerini kısa vadeli çıkar hesaplarına ve tutarsız diplomatik adımlara bırakmıştır. Bugün geldiğimiz noktada, dış politika artık kurumsal bir vizyonun yerine günübirlik kararların yön verdiği bir alan hâline gelmiştir. Oysa, Türkiye bulunduğu coğrafyada sınırlarının yanında değerlerini de korumakla mükelleftir. Dış politikada duygulardan çok devlet aklı öne çıkmalıdır ancak son yıllarda Türkiye'nin dış ilişkilerinde öngörülebilirlik ciddi biçimde zayıflamıştır; bir gün dost ilan edilen ülkelerle ertesi gün diplomatik kriz yaşanmakta, diğer gün yeniden masaya oturulmaktadır. Bu gelgitli tablo uluslararası alanda güvenilebilirlik kaybına neden olurken Türkiye'nin geleneksel denge politikasını da aşındırmıştır. Bölgesel gücümüz tutarlılık yerine tepkisellikle ölçülür hâle gelmiştir. Bu bağlamda, son dönemde gerçekleştirilen Amerika ziyareti dış politikada yaşanan yönsüzlüğü en açık biçimde ortaya koymuştur. Görüşmelerde uçak alımı, enerji ve doğal gaz tedariki gibi stratejik konuların aynı çerçevede ele alınması, uzun vadeli planlamadan uzak, anlık kararlarla hareket edildiği izlenimini de güçlendirmiştir. Devlet politikası, ticari refleksler yerine ulusal çıkarı uzun vadede koruyacak akılcı bir stratejiyle yürütülmelidir. Bugün atılan her kısa vadeli adım yarın Türkiye'yi bağımlılıklara açık hâle getirecektir. Burada sanki kalıcı dış politika stratejisi yerine iktidarı koruma ve devam ettirebilme ihtiyacı öne çıkmıştır. Dış politikada eksen kayması tartışması da tam bu noktada önem kazanmaktadır. Türkiye'nin bir dönem Washington'la, bir dönem Moskova'yla yakınlaşması, zaman zaman Orta Doğu başkentlerine yönelmesi sağlam bir stratejiden çok konjonktürel tepkilerin sonucudur. Oysa eksen yön değiştirmekle değil, istikrarlı bir merkez inşa etmekle belirlenir. Türkiye hangi ülkeyle masaya oturursa otursun kendi çıkarını tanımlayan bir stratejik omurga üzerinde hareket etmelidir. Aksi takdirde dış politikanın rüzgarın estiği yöne savrulan bir yelkenliden farkı kalmaz. Bu bağlamda Türkiye-İsrail ilişkileri de bu çelişkili çizginin en belirgin örneklerinden biridir. İlişkiler bir dönem stratejik ortaklık düzeyine taşınmışken kısa süre içinde büyük bir diplomatik kopuşa sahne olmuştur. Bugün gelinen noktada yeniden "normalleşme" söylemi öne çıkmakta, ancak bu sürecin ilkesel bir zemine dayanmadığı görülmektedir. Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerinde en büyük sorun bu ilişkinin bir stratejiye değil, tepkisel reflekslere dayanmasıdır. Filistin meselesi kuşkusuz bu ilişkilerin merkezindedir. Ancak Filistin halkının yaşadığı acılar kimi zaman iç politikada bir söylem aracına dönüştürülmüştür. Gazze'de yaşanan her yıkım karşısında yüksek sesle tepki veren Türkiye aynı anda diplomatik ve ekonomik ilişkileri sürdürmüştür. Bu çelişki hem uluslararası alanda hem de kamuoyunda inandırıcılığı zedelemektedir. Oysa Filistin meselesinde gerçek dayanışma duygusal çıkışlardan değil, sürdürülebilir ve ilkeli diplomatik adımlardan geçer. Türkiye Filistin'e yalnızca sesini değil aklını da vermelidir.
Lübnan politikamızda da benzer bir bulanıklık söz konusudur. Bakın, Türkiye tarihsel ve kültürel bağların güçlü olduğu Lübnan'da son yıllarda daha çok sembolik bir rol üstlenmektedir. Oysa bu ülkenin istikrarı sadece kendi sınırlarının değil, bütün Doğu Akdeniz'in barışını ilgilendirmektedir. Lübnan'daki dengeler sadece mezheplerin değil, bölgesel güçlerin de rekabet alanıdır.
Türkiye'nin bu tabloda taraf yerine denge unsuru olarak konumlanması gerekirken zaman zaman ideolojik öncelikler diplomatik derinliğin önüne geçmektedir. Doğu Akdeniz'deki gelişmeler ise Türkiye'nin dış politikadaki en çetrefilli sınavlarından biridir. Enerji kaynakları, deniz yetki alanları ve güvenlik politikaları üzerine kurulan bu karmaşık denklemde Türkiye'nin temel hedefi elbette hakkaniyeti savunmak olmalıdır fakat bu mücadele çoğu zaman diyalogdan uzak, yalnızlaşmayı göze alan bir söylemle yürütülmektedir. Oysa bölgede kalıcı bir denge çatışma yerine iş birliğiyle kurulabilir.
Bütün bu tablo dış politikada yeni bir dönemin zorunluluğunu göstermektedir. Diplomasi artık sadece kriz alanlarında başvurulan bir araç değildir. O sebeple sürekli bir diyalog kültürü olarak da görülmelidir ve bu küresel senaryoya karşı Türk aklı öne çıkmalıdır.
Türkiye dış politikasını yeniden rasyonel temellere oturtmalı, duygusal ve bireysel söylemlerden, iç politikaya malzeme üreten çıkışlardan uzaklaşmalıdır. İsrail'le ilişkilerde de aynı yaklaşım geçerlidir. Normalleşme yalnızca ekonomik değil ahlaki bir tutarlılıkla yürütülmelidir. Barış vizyonu, Filistin halkının adalet talebini unutturmadan gerçekçi bir diplomasiyi inşa etmekle mümkündür. Dış politikanın ekonomik boyutu da giderek önem kazanmaktadır. Türkiye, dış ticaretini çeşitlendirirken siyasi ilişkilerinde güvenilir bir ortak olarak görülmek zorundadır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin dış politikası bir tercihler silsilesi değil bir devlet aklının yansıması olmalıdır. İlkesiz pragmatizm kadar duygusal idealizm de ülkeyi zayıflatır. Biz adaleti savunurken de çıkarlarımızı korurken de vicdanımızı unutmamalıyız. Türkiye bölgesinde yalnızca askerî güçle değil adaletle, yalnızca çıkarla değil itibarla var olmalıdır. Bugün İsrail'le, Lübnan'la ve tüm komşularımızla ilişkilerimizde hedefimiz ne bir tarafa yaslanmak ne de uzak durmak olmalıdır. Asıl hedef, barışı kuran, adaleti savunan ve uygulayan, güvenliği sağlayan bir Türkiye'yi hem içeride hem de dışarıda yeniden inşa etmek olmalıdır. Bu vizyon, günü kurtarma politikasından çok geleceği kurmak için gereklidir diyor, yüce Meclisi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)