| Konu: | |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 10 |
| Tarih: | 22.10.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YAVUZ AYDIN (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun teklifi yalnızca bir kanun değil, onlarca farklı kanunun bir araya getirildiği torba kanun yöntemiyle Meclis gündemine taşınmış bir düzenlemedir. Teklif toplamda 10 farklı kanunda değişiklik öngörmekte; kültür, turizm, vakıflar, arkeoloji, taşınmazı yönetimi ve hatta kimlik bildirme gibi birbirinden tamamen farklı alanları tek başlık altında toplamaktadır. 19 maddelik bu teklif, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda görüşülmüş, ne yazık ki tali komisyonlar devre dışı bırakılmıştır. Bu da teklifin denetimden, tartışmadan ve uzman görüşlerinden yoksun biçimde ilerletildiğini açıkça göstermektedir. Oysa kanaatimizce teklif İçişleri Komisyonunda da ele alınmalıydı. Zira Kimlik Bildirme Kanunu ve Vakıflar Kanunu'nda yapılan değişiklikler, kolluk denetimi, kamu düzeni ve güvenlik gibi doğrudan İçişlerinin görev alanına giren konuları kapsamaktadır. Teklifte, marina, liman tesisleri ve deniz aracı kiralayan işletmelere yönelik kimlik bildirme zorunluluğu getirilmektedir. Bu zorunluluğa uymayan veya eksik bildirim yapan işletmelere hatta aynı yıl içinde tekrar eden ihlallerde idari para cezaları ve ruhsat iptali öngörülmektedir. Dolayısıyla, bu maddelerin teknik açıdan İçişleri Komisyonunda görüşülmesi hem doğru hem de gerekliydi. Nedense daha öncede İçişleri Komisyonunun asli görev alanına giren düzenlemelerin farklı komisyonlara yönlendirildiğini görmüştük. İhtisas ilkesinin bilinçli biçimde aşındırıldığı İç Tüzük'ün komisyon sistemini kurma amacını ve denetimi ortadan kaldırdığı bu durum elbette tesadüf değildir. Şunu soruyorum ve kayda geçiriyorum: AK PARTİ içindeki siyasi çekişmeler mi, bazı bakanlıklar arası yetki kavgaları mı yoksa yürütmenin konforu mu Meclisin çalışma usullerine yön vermektedir? İçişlerinin sahasına giren maddeleri başka komisyonlara taşımanın maksadını kamuoyu gibi bizler de merak etmekteyiz. Amaç, şeffaf ve sağlıklı bir yasama olmalıdır. Hem komisyon sürecindeki eksiklikleriyle hem de içerdiği yetki genişletmeleriyle yasama denetiminin baypas edilmesi bu teklifin en büyük hukuki sakıncasıdır. Teklifin Meclise sunulduğu tarih 10 Ekim 2025. Komisyon görüşmelerinin tarihi ise 15 Ekim 2025. Yani arada yalnızca beş günlük bir süre vardır. Kanun tekliflerine verilen kısa zaman dilimleri tekliflerin yeterli biçimde incelenmesi, değerlendirilmesi ve tartışılması için elbette yeterli değildir.
Bir diğer görmezden gelinen husus ise bu teklifin komisyon sürecinde etki analizinin zamanında sunulmamış olmasıdır. Kanuni bir zorunluluk olmasına rağmen tıpkı önceki örneklerde olduğu gibi etki analizi komisyon görüşmeleri sürerken milletvekillerine ulaştırılmamış, teklif yeterince incelenmeden görüşülüp oylanmıştır. Bizim talebimiz sonucunda ve komisyon çalışmaları tamamlandıktan sonra etki analizi tarafımıza iletilmiştir. Bu, yalnızca teknik bir eksiklik değil, yasama faaliyetlerinin bilgiye ve veriye dayalı olmaktan uzaklaştırılmasıdır. Biz İYİ Parti olarak komisyon sürecinde önemli önergeler sunduk ancak bu önergelerin tamamı reddedilmiştir, hatta bazı maddelerde gerekçemiz dahi okutulmadan doğrudan oylamaya geçilmiştir. Bu yaklaşım Meclisin asli görevini yani yasama denetimini etkisizleştirmektedir. Komisyonların işlevi yalnızca onay makamı değildir. Görevleri ayrıntılı inceleme yapmak, kamu yararını gözetmek ve millet adına denetim görevini yerine getirmektir. Oysa burada yaşanan yasama sürecinin yürütmenin gölgesine sokulmasıdır. Bu durum yalnızca Meclisin saygınlığını değil, kuvvetler ayrılığı ilkesini de zedelemektedir.
Unutulmamalıdır ki Anayasa’nın 88'inci maddesi açık biçimde "Kanun teklif etmeye milletvekilleri yetkilidir." demektedir ancak bugün görüyoruz ki tekliflerin büyük bölümü fiilen sarayda hazırlanmakta, iktidar milletvekillerinin imzasıyla Meclise sunulmaktadır, bu açık bir Anayasa ihlalidir. Yasama sürecinin yürütme tarafından şekillendirilmesi demokratik işleyişi zayıflatmakta, yasaların kalitesini düşürmekte, toplumun güvenini sarsmakta, Meclisi yürütmenin noter makamına dönüştürmektedir.
Değerli milletvekilleri, teklifin madde madde incelenmesinden açıkça anlaşılmaktadır ki bu düzenleme bir reform paketi olmaktan çok, dağınık ve amaçsız bir yasal revizyon paketidir. Her ne kadar içinde yer yer teknik olarak faydalı adımlar bulunsa da bütüncül bir planlama ve kamu yararına dayalı bir yaklaşımın olmadığı ortadadır. Kanun teklifinin geneline baktığımızda üç temel sorun göze çarpmaktadır. Torba yasa anlayışı bu teklifin de ana karakteridir. Birbiriyle ilgisiz onlarca konunun aynı teklif içinde düzenlenmesi Meclisin denetim kapasitesini zayıflatmaktadır. Milletvekillerinin her maddeyi detaylı değerlendirme imkânını ortadan kaldırmaktadır. Yetki devri ve yürütmenin alan genişletme eğilimi bu teklifte de açıkça görülmektedir. Cumhurbaşkanına verilen artırım belirleme veya sınırlama yetkileri yasamanın asli görev alanına sürekli müdahale anlamına gelmektedir. Teklifin hazırlanma süreci yönlendirmeyle şekillenmiştir. Milletvekilleri eliyle verilmiş görünse de fiilen yürütme organı tarafından hazırlanmış bir metin söz konusudur. Nitekim Komisyon görüşmelerinde kanun teklifini hazırlayan milletvekillerinden birisine deprem bölgesinde neden yalnızca 4 ili kapsama alındığını sorduğumuzda "Ben Malatya'da yirmi bir gün kaldım, diğer illeri de dolaştım, aldıkları hasar nispetinde bir değerlendirme yapıldı." şeklinde yanıt vermiştir. Değerli milletvekilleri, işte tam da bu cümle yasama faaliyetlerinin hangi zeminde yürütüldüğünü göstermektedir. Bir kanun maddesinin ben oradaydım duygusuyla değil, veriye, etki analizine, bilimsel raporlara dayanılarak hazırlanması gerekir. Depremin etkisi kimin daha çok kaldığıyla ölçülmemelidir. Bu Meclis hatırla, gözlemle ya da kişisel kanaatle değil, bilimsel verilere ve kamu yararına dayalı kanun yapma iradesiyle çalışmak zorundadır. Depremden etkilenen diğer illerin kapsam dışı bırakılması, orada bir tek vatandaşın dahi mağduriyet yaşadığı gerçeğini görmezden gelmek demektir. Bu durum hem adalet hem de anayasal eşitlik ilkesi açısından kabul edilemez bir yaklaşımdır. Komisyonundaki bu yanıt, teklifin aslında Bakanlık talimatıyla hazırlanıp milletvekillerini yalnızca imza makamı hâline getirdiğini de açıkça göstermektedir. Eğer teklifi gerçekten imza sahipleri hazırlasaydı hangi illerin neden kapsam dışı bırakıldığını rakamlarla, raporlarla, gerekçelerle anlatabilirler. Ancak karşımıza çıkan tablo, yürütmenin kaleme aldığı metinlerin yasamanın onayına sunulduğu bir noter düzenidir. Bu, Anayasa tarafından güvence altına alınan yasama inisiyatifinin gasbıdır.
Diğer yandan, Vakıflar Kanunu'na ilişkin düzenlemeler yerel yönetimlerin mülkiyet haklarını zedeleyen hükümlerle doludur. Belediyelere ait taşınmazların vakıf kaynaklı olduğu iddiasıyla merkezi idareye devri yerinden yönetim ilkesine ve Anayasa’nın 127'nci maddesinde güvence altına alınan mali özerklik ilkesine açıkça aykırıdır. Kültürel mirasın korunması elbette önemlidir ancak bunun yolu yerel iradeyi yok saymak değil, yerel yönetimlerle iş birliğini güçlendirmektir.
Teklifin 11'inci maddesiyle bir cümleyle belediyelerin, il özel idarelerinin, hatta kamu şirketlerinin elindeki tarihî yapılar "Vaktiyle vakıf kaynağından bir çivi çakılmış olabilir." denilerek bedelsiz biçimde mazbut vakfa devredilebilmektedir. Üstelik "Vakıf kaynaklarından inşa edilmiş, onarılmış veya ilaveler yapılmak suretiyle katkı sağlanmış." denilerek varsayım cümlesiyle devir işlemi yapılabilmekte, böylece hukuk alaşağı edilmektedir. Somut eser aramıyor, delil istememekte, idareye istediğini vakıf, saray bedelsiz devral yetkisi vermemektedir. Bu mülkiyet hakkını ölçüsüzce zedeleyen yerel yönetimlerin tasarrufunu merkeze devreden bir keyfîlik kapısıdır. Zaman sınırı yok, kapsam sınırsızdır. Yarın bir belediye binasının "Geçmişte bir çivisi vakıf yardımıyla çakılmış." denilerek devrine bu yasa maddesine dayanarak kim "hayır" diyebilecektir? Belirlilik ve hukuk devleti ilkesi nerededir? "Kültürel mirası koruyacağız." derken yerel idareyi ve mülkiyet güvenliğini ortadan kaldıramazsınız. İtirazımız eserin kıymetine değil, keyfî el koymayı meşrulaştıran bu sayılır hukukunadır. Üstelik katkı sağlandığı ölçütü pamuk ipliği gibidir. Kimin kayıtlarıyla, hangi projeyle, kim doğrulayacaktır? Yarın "Belediye restore etti, vakıf da boya verdi." diye bir kurumun emeği bir kalem darbesiyle başkasına mı yazılacaktır? Peki, belediyelerin kaynak harcayarak yenilediği, hayata kazandırdığı bu yerleri bu kanun maddesine dayanarak almaya çalışmanız ne kadar hakkaniyetlidir? Belli ki maksat sandıkta kaybettiğiniz belediyelerin mallarını kanun kılıfıyla geri almaktır. Biz buna kültürel mirası koruma değil "yerel iradeye el koyma" deriz. Kültürel mirası korumak, yereli baypas etmek, mülkiyeti merkeze taşımak demek değildir.
Yine, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı'na ilişkin maddelerde Cumhurbaşkanına alan sınırlarını değiştirme yetkisi verilmesi Meclisin yasama iradesinin devri anlamına gelmektedir. Biz, alan başkanlıklarının bu tür tarihî ve turistik bölgeler için önemine inanıyoruz. Fakat bir AK PARTİ klasiğiyle iyinin içine kötüyü karıştırarak faydalı bir düzenlemeyi bile keyfî yetkiyle gölgelemektesiniz. Böyle bir yasama pratiğiyle ne tarihi koruyabilirsiniz ne de devlet ciddiyetini koruyabilirsiniz. AK PARTİ'nin bu alışkanlığı artık devlet geleneğini değil, devlet ciddiyetini aşındırmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi bugün artık bir yönetim modeli değil tek merkezli bir karar mekanizması hâline gelmiştir. Her kararın bir kişi tarafından verilmesini normalleştiren bu yapı, devletin hafızasını, ortak aklı ve istişare geleneğini tasfiye etmiştir. Meclisi etkisizleştiren, yargıyı baskılayan, yürütmeyi sınırsızlaştıran bu sistem, artık demokrasinin değil keyfîliğin kurumsallaşmış hâlidir. Devlet geleneğini hiçe sayan, Anayasa'yı esnetmeyi alışkanlık hâline getiren bu yaklaşım, milletin egemenliğini temsil eden Gazi Meclisi gölgelemektedir, Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk düzenini adım adım aşındırmaktadır. Bu yüzden, her torba kanun, her yetki devri, her komisyon baypası aslında birer küçük anayasal deformasyon olarak tarihe geçmektedir. Biz İYİ Parti olarak bu şahsileşmiş yönetim anlayışının karşısında güçlü yasama, bağımsız yargı ve sorumlu yürütme ilkesini savunmaya devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, İYİ Parti olarak bu kanun teklifinde yer alan olumlu adımları desteklemekle birlikte, torba yasa tekniğini, yetki devrini, yerinden yönetim ilkesine aykırı düzenlemeleri ve yasama iradesini yürütmeye bağımlı kılan anlayışı reddediyoruz. Bu teklif yalnızca teknik eksiklikler içeren bir metin değil, aynı zamanda yasama kalitesinin düşüşünü, denetimsizliğin kurumsallaşmasını ve hukuk devleti ilkesinin aşınmasını temsil eden bir örnektir. Bu Mecliste millet adına yetki kullanan her bir milletvekilini yasamanın itibarını, hukukun üstünlüğünü ve millet iradesinin onurunu korumaya davet ediyorum.
Bu düşüncelerle, kanun teklifinin mevcut hâliyle yasalaşmasını uygun bulmadığımızı belirtiyor, yüce Meclisi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)