| Konu: | 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 34 |
| Tarih: | 11.12.2011 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2012 yılı bütçesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
2012 yılı bütçesi de tıpkı önceki yılların bütçesi gibi ülkenin en büyük gereksinimi olan iç barışa ve ekonomik refaha hizmet etmeyecektir. Ne yazık ki bu bütçe de AKP'nin savaş ve rant bütçesidir, adil bir bütçe değildir; halkların kardeşliğini pekiştiren, bölgeler arası eşitsizliği ortadan kaldıran bir bütçe de değildir. Türkiye halklarının acil ihtiyaçlarına cevap veren, halkçı, yoksulu, emekçiyi, işçiyi, köylüyü, çiftçiyi, üreticiyi koruyan, destekleyen bir tasarıdan çok, AKP'nin kendi özel bütçesidir. Bu bütçe tasarısı Türkiye'nin gerçekleriyle uyuşmamaktadır. Bütçe tasarısında eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, adalete, üreticiye ayrılan pay yine çok azdır ve halkçı değildir. Bütçe yurttaşın ihtiyacını karşılamaktan da çok uzaktır. Bu bütçe AKP'nin ihtiyaç bütçesidir, belli ki AKP'nin ihtiyaçları da yeni cezaevleridir. Bu anlayışla, AKP, 2012 yılı bütçesinin tamamını yeni ve yüksek güvenlikli cezaevlerini inşa etmeye ayırsaydı yeriydi, hatta TOKİ'nin bu işleri iyi yaptığı da göz önüne alınırsa, 2012 yılı bütçesinin tamamı TOKİ'ye verilseydi yandaş sermayedarla bu iş kotarılabilirdi. Çünkü hâlihazırda Türkiye'de yaşayan 20 milyon Kürt'e ve vicdan sahibi, aydın, demokrat, yazar ve gazetecilere, onları alacak kadar, onlara yetecek kadar cezaevi bulunmamaktadır. Bugün Türkiye'deki tutuklu ve hükümlü sayısı 150 bine yaklaşmıştır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamıdır bu. Darbe dönemlerinde dahi bu kadar tutuklu ve hükümlü yoktu. Her gün, onlarca kişi "KCK operasyonları" adı altında düzenlenen siyasi soykırım operasyonlarıyla gözaltına alınıp tutuklanmaktadır. Dalga dalga operasyonlar yapılıyor, herkes sıranın kendisine geleceğini düşünüyor ve kapılarının ne zaman çalınacağını doğrusu merak ediyor.
Bakınız, sadece, seçim bölgem olan Ağrı'da üç dört gün önce 21 kişi gözaltına alındı ve bunlardan 16 kişi tutuklandı. Bunların arasında belediye başkan yardımcıları, partimizin merkez çalışanları, il ve ilçe başkanları bulunmaktadır. Partimizin yapmış olduğu çalışmaya göre de yedi ay içerisinde 7.748 kişi gözaltına alındı ve bunların 3.894 kişisi tutuklandı. Yani bu demektir ki ayda 1.100 kişi tutuklanıyor. Son yedi ayda partimizin 5 MYK üyesi, 12 Parti Meclisi üyesi, 28 il ve ilçe başkanı, 13 belediye başkanı ve yardımcısı tutuklanmış bulunmaktadır. Bu sayılar gün geçtikçe de güncelleşiyor ve artıyor. 12 Eylül darbe günlerini aratmayan, hukuki dayanaktan yoksun bu operasyonlar sonucu günde ortalama 10 kişi gözaltına alınırken 5'i ya da 6'sı tutuklanıyor. Halkın iradesini temsil eden milletvekillerinin hâlâ cezaevinde tutuklu olmaları ve iktidar partisinin bu konuda en ufak bir adım atmaması bu Parlamentonun en büyük ayıbı olsa gerektir. Bu kürsüden cezaevindeki tüm arkadaşlarımıza selamlarımızı iletiyoruz, gönlümüz onlarladır. Haklı mücadelemize hiç durmadan devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, adil bütçeler hukukun ve sosyal devletin egemen olduğu demokratik ortamlarda hazırlanabilir. Olağanüstü rejimin hüküm sürdüğü bir ortamda, her gün katliamların yapıldığı, genç bedenlerin toprağa düştüğü, anaların gözyaşı döktüğü bir sistemde, siyasi soykırım operasyonlarıyla binlerce kişinin tutuklandığı bir ülkede demokratik bir anayasa yapılamayacağı gibi adil ve dengeli bir bütçe de hazırlanamaz. Bu nedenle, Hükûmetin öncelikli olarak Kürt sorununu ve onun sonuçlarından biri olarak ortaya çıkan çatışmalı ortamın nedenini ve çözümünü iyi araştırmalıdır. Bu anlamda, maddi ve manevi her türlü kaynak da seferber edilmelidir.
Bakınız, yıllardır bölgeler arasında yapılan haksızlıklar ve eşitsizlikler bu bütçe tasarısında da kendisini göstermektedir. Bölgede hızla artan işsizliğe, özellikle yüzde 70 dolayındaki genç işsizliğe çözüm üretilmiş değildir. Bölgedeki tarım dışı işsizlik oranı Türkiye'nin diğer bölgelerinin de üstündedir. Bölge nüfusunun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Yoksulluğun bir göstergesi olan, yeşil kartla tedavi olan nüfus Türkiye genelinde yaklaşık 10 milyon olarak belirlenirken bunların yüzde 50'ye yakını Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 21 ilde görülmektedir. Yeşil kart oranı Hakkâri, Ağrı, Van ve Bitlis'te nüfusun yarısının üzerindedir. Konusu açılmışken yılbaşından itibaren yeşil kart uygulamasına son veriliyor. Peki, 10 milyon kişi sağlık hakkından nasıl yararlanacak, bunu hiç düşündünüz mü?
Bölgeye aktarılmış görünen kamu kaynaklarının ağırlıkla savunma ve güvenlik için harcandığı, bölge insanının iş ve aş beklentisine cevap vermediği de ortadadır. Bölgeye yapılmış görünen sınırlı miktardaki kamu yatırımları bölgenin kalkınmasına ve insanının istihdamına yönelik değildir. Bunlar enerji sektörü ağırlıklıdır ve bölgeye doğrudan yararlı olmayan bu yatırımların bölgenin ekolojik dengesine verdiği zarar ve kültürel varlıklarına yaptığı tahribat ise göz ardı edilmemelidir.
Türkiye nüfusunun yüzde 16'sına yakınını oluşturmasına karşın kamu harcamalarından Türkiye ortalamalarının çok altında pay alan bölge, mahallî idare harcamalarında da öteki muamelesi görmektedir. Kentleşme oranı yüzde 60'a yaklaşan, bazı illerinde Türkiye ortalamasını geçen bölgenin kent sorunları hızla büyürken sorunları çözmeye dönük altyapı yatırımları, mahallî idarelere merkezden aktarılan paylar hep düşük tutulmuştur. Ekim ve kasım aylarında iki büyük depremle sarsılan, en büyük felaketi Hükûmetin ilgisizliği karşısında yaşayan Van'ın yaraları hâlâ sarılmamış iken depremzedenin can damarı olan Van Belediyesinin geliri de bitme noktasına getirilmiştir. Bakıyoruz şimdi, 2012 bütçesinde Van'daki deprem için bir tek kuruş ayrılmış mıdır? Bu nasıl bir adalet duygusudur? Van Belediyesi, İller Bankasından 15 milyon Türk lirası kredi talep etmektedir. Bakalım, bu taleplerine nasıl bir cevap verilecektir, hep beraber göreceğiz.
Bölgenin çok acil kaynak girişine ihtiyacı vardır. Bu kaynak girişi, hem bölge yoksullarının kendilerini adil bir toplumun eşit vatandaşları olarak hissetmeleri hem de gündelik hayatlarını idame ettirmeleri için kaçınılmazdır. Bölgenin acil ihtiyaçları sağlık, eğitim ve ulaşım altyapı yatırımlarıdır. Bu alanlarda yapılacak yatırımlar bölge iş gücü vasfını geliştirecek, çeşitli sektörlerde gelişmenin önünü de açacaktır.
Değerli milletvekilleri, gelişme ekonomik olduğu kadar sosyal, siyasal, kültürel düzeylerde de olmalı ve bunların önü açılmalıdır. Kürtlerin ağırlıkta yaşadığı bölgede, farklılığın reddedilmediği, farklılıkları meşru kabul eden bir siyasal, sosyal ve kültürel yaşam ortamı yaratılmalı, bunun için gerekli düzenlemeler bir an önce gerçekleşmelidir. Siyasal, ekonomik ve kültürel haklarla kendini geliştirme hakkı toplumun tümü için eksiksiz ve eşit olarak kullanılabilir olmalıdır. Türkiye'de yaşayan tüm yurttaşların ana dillerini geliştirebilmesi için kamusal eğitim, öğretim alanlarının olanaklarının sunulması, bütçeden pay ayrılması, toplumsal gelişmenin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Bölgenin sınır ülkeleriyle ticaretle katedebileceği çok önemli bir mesafesi vardır. Sınır ticaretini geliştirecek düzenlemelere ivedilikle geçilmelidir ve ona fırsat tanınmalıdır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi bitkisel üretim, Doğu Anadolu Bölgesi ise hayvancılık bölgesidir. Tarım ve hayvancılık bölgede önemli bir potansiyele sahip olmakla birlikte, tarımda istihdam olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle bu potansiyel bölgenin ekonomik kalkınması için bir çare oluşturamamaktadır. Özellikle hayvancılık bölgede bitme noktasına getirilmiştir.
Sayın Bakan, bölge insanıdır ve biliyor. Türkiye'de hayvancılık sektöründe yaşanan sorunların en büyük nedeni son otuz yıldır bölgede devam eden çatışma ve şiddet ortamıdır. Bu çatışma süreci bölge ekonomisini çok ciddi boyutlarda sarsmıştır.
Yine, getirilen mera ve yayla yasakları bölgede tarım ve hayvancılığı durma noktasına getirmiştir. Binlerce hektar mera ve yayla güvenlik gerekçesiyle yasaklanmış, bu yasaklar ise hâlâ devam etmektedir.
Yine, binlerce dönüm arazi mayınlanmış ve bu mayınlar hâlâ temizlenmemiştir. Hükûmet mayınların temizlenmesi için gerekli kaynağı 2012 yılı bütçesine koymalıdır. Temizlenecek bu araziler de yöre halkına tarımsal üretim için tahsis edilmelidir.
Birinci ve ikinci sınıf tarım arazilerinin çoğunlukta olduğu bölgenin mayınlardan temizlenmesi için yapılacak harcama beş yıl gibi kısa bir süre içerisinde geri dönecek bir karakter taşımaktadır. Ayrıca bölgede hem 15 binin üzerinde üretici ve mühendis istihdamı sağlanacak hem de gerçekleştirilecek 100 binlerce tonluk üretimle giderek artan tarım ürünü ithalatı azalacaktır.
Zira mayınlı arazilerin tarıma açılması durumunda yıllık 20 milyon dolarlık net gelir elde edilebileceği uzmanlar tarafından tespit edilmiş ve dile getirilmiştir. Buna rağmen AKP Hükûmetinin bu arazileri yabancı şirketlere yok pahasına peşkeş çekme niyetini anlamış da değiliz.
Özellikle 1990-95 arası yaşanan zorunlu göç de eklenince bölge kırsalı iyice boşalmış, kaynaklar yok edilmiş, insanlar üretimden kopmuş ve üretim yerine mevsimlik işçi, inşaat işçisi ya da çöp toplayıcı olmak üzere batıya göçe zorlanmıştır. Zorunlu göç ile birlikte kırsalda birçok potansiyel -ki bunların başında hayvancılık gelmektedir- atıl kalmıştır.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; tarım stratejik bir sektördür. İnsanoğlu için vazgeçilmez bir konumda olup değeri ve önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Bunun en büyük göstergesi de dünya tarım ve gıda fiyatlarının son dönemlerde sürekli olarak artıyor olmasıdır.
Dünya için bu kadar önem arz eden tarım sektörü ülkemiz için de yaşamsal bir alandır. Bu anlamda ülkemiz şanslı sayılabilecek ülkelerden biridir. Bir başka ifadeyle, tarımın ülkemiz için olağanüstü bir sosyal ve ekonomik değeri vardır ancak AKP İktidarının tarım ve hayvancılıkla ilgili yanlış politikaları ve uygulamaları gösteriyor ki bu İktidar bu önemin farkında değildir.
Hükûmetin tarım ve tarım kesimini gözden çıkardığı yaptığı uygulamalardan da bellidir. Bunun içindir ki bugün bu ülkede üretici, çiftçi perişandır. Üretim düşmüştür. Temel ürünler dâhil, Türkiye dışa bağımlı hâle gelmiş ve ithalatçı konuma düşürülmüştür. Türkiye'nin dört bir yanında tarımla uğraşan çiftçi kesimi iktidarın yanlış politikaları yüzünden kan ağlamaktadır. Ne feryatlarını duyan var ne de yardım edenleri.
Çiftçiler yalnızlığa itildi. Özellikle de bölgedeki çiftçilere yıllardır üvey evlat muamelesi yapıldı ve hâlen de yapılmaktadır. Bölgedeki tütün ve pancar üreticileri uygulanan kotalar nedeniyle zarar ediyor, bitme noktasına getiriliyor. Üretici, tarlasını sürüp ekmesi için tohumunu, gübresini, mazotunu alamıyor. Türkiye çiftçisi dünyanın en pahalı mazotunu kullanıyor. Tarlasını ekenler ise Hükûmetin tarım ürünlerine koyduğu kotalar yüzünden, mahsule verdiği düşük fiyat politikalarından dolayı tarlasına yaptığı gideri dahi karşılayamıyor. Kısacası, tarım üreticisi yani çiftçi kan ağlıyor ve çiftçinin feryadını da duyan yok. Çiftçimizin feryadını herkes duyuyor, duymayan biri varsa o da AKP İktidarıdır.
Eskiden ''Dünyada tarımda kendine yeten yedi ülkeden biriyiz." diye sevinen ve gurur duyan bir ülke olan Türkiye, ne yazık ki IMF, Dünya Bankası ve basiretsiz, beceriksiz iktidarların politikaları nedeniyle bitme noktasına gelmiştir. Sayın Bakan bugün hâlâ tarımda dünya yedincisi olduğumuzu iddia ediyor ancak ekonomik göstergeler ve sokağın dili bunun böyle olmadığını gösteriyor. Demin de sözünü ettiğim gibi çiftçi, köylü feryat ediyor, pancar üreticisi, tütün üreticisi, fındık, zeytin, çay ve buğday üreticisi kan ağlıyor.
Ayrıca Sayın Bakan 2023 vizyonunu "Tarımsal ekonomik büyüklük açısından dünyanın ilk 5 ülkesi arasında yer alan, 150 milyar dolar tarımsal hasılaya, 40 milyar dolar tarım ihracatına sahip, büyümesini devam ettiren bir tarım sektörü" olarak açıklıyor.
Sayın Bakanın Türkiye tarımı için hedeflediği bu temenninin gerçeklemesini canıgönülden isteriz ve destekleriz. Ancak AKP İktidarının bugüne kadar ki tarım politikaları ve yanlış uygulamaları, bu vizyonun bir hayalden öteye geçmeyeceğini ortaya koymaktadır. Ayrıca bu iktidar sürekli rakamlarla oynayarak kurumlarına pembe tablolar çizdiriyor, Türkiye'yi bir gecede bile aniden zenginleştirebiliyor.
Değerli milletvekilleri, ülke topraklarının yüzde 60'ı tarıma elverişli topraklardır. Ne yazık ki bu toprakların sadece yüzde 20'sini ekilebilir topraklar olarak değerlendirebiliyoruz. Oysa ki topraklarının bir bölümü deniz doldurularak kazanılmış, Türkiye yüzölçümünün sadece yüzde 7'si kadar büyüklükte tarım arazisine sahip Hollanda, Türkiye'nin 5 katı, yani yıllık 53,3 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatını nasıl gerçekleştiriyor?
Türkiye'nin bu konuda çok düşünüp çok çalışması gerekmektedir. Nüfusu sürekli olarak artan bir ülke olan Türkiye'nin tarım, gıda ve hayvancılık politikalarında öncelikli amacı kendi nüfusuna yetecek gıdayı temin etmek olmalıdır. Ayrıca çevreci ve ileri teknikler kullanmak suretiyle üretimini artırmak ve tarımsal alandaki üreticileri bilimsel ve sistematik bir şekilde desteklemek de gerekir.
2002 yılında tarımsal üretimin Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasılasındaki payı yüzde 10,3 iken bu rakam 2009'da yüzde 8,3'e, 2010 yılında ise yüzde 7,8'e gerilemiştir.
Değerli üyeler, ülkemizde tarım sektörü istihdam alanında da önemli bir yer tutmaktadır. Tarımda çalışan nüfusun toplam istihdamdaki payı ABD'de yüzde 1,6; G7 ülkelerinde yüzde 2,3; Avrupa'da yüzde 3,6; OECD ülkelerinde ise ortalama yüzde 5,1 oranındayken Türkiye nüfusunun dörtte 1'i yani yüzde 25'i tarım sektöründe çalışmaktadır. Bu tablo, tarım sektörünün Türkiye için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak AKP Hükûmeti, tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağı her geçen yıl daha da azaltmayı düşünüyor.
2012 yılı bütçesinde tarım kesimine toplam 11 milyar lira düzeyinde destek öngörülmüş olup bu tutar millî gelirin yüzde 1'inin altında bir rakamdır. Oysa Tarım Kanunu'na göre, tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'inden az olmayacağı şeklinde bir belirleme vardır. Bu belirmeyi AKP'nin kendisi yapmış, bu belirlemeye uymayan da yine AKP'nin kendisidir.
Değerli milletvekilleri, AKP döneminde buğday üretimi 2010 yılında 2002 yılındaki düzeyinde kalmıştır. Bakliyat, tütün ve pamuk üretimi düşmüştür, şeker pancarı üretimi ve üreticisi gözden çıkarılmıştır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısında ciddi bir azalma yaşanmıştır. Yaşanan bu üretim düşüşleri sonucu ülke et ithalatına mahkûm edilmiştir.
Başta AKP Hükûmetinin yanlış tarım politikaları sonucu, geniş yüz ölçümü, farklı ekolojileri, değişik tür ve ırktan hayvan varlığıyla avantajlı bir konuma sahip olan ülkemizdeki hayvancılığı ve tarımsal ürünler üretimini tehlikeye sokmuştur. Tarımdaki nüfusu yüzde 25 olan ülkemizde, siyasal iktidarın canlı hayvan sayısındaki düşüşe acil çözüm üretmesi gerekmektedir. Türkiye'de uygulanan yanlış politikalar neticesinde, 1980'de 16,5 milyon olan büyükbaş hayvan sayısı 10,5 milyona, 50 milyon olan koyun sayısı da 25 milyona gerilemiştir.
Bütün bu sorunlara karşı, Hükûmet, Türkiye'de hayvan arzını artırma seçeneğini bir kenara koyarak, doğrudan canlı hayvan ithal yoluna gitmektedir. Yanlış ve yetersiz destekleme politikaları, yüksek girdi, özellikle yüksek yem fiyatları, buna karşılık seyreden düşük süt fiyatları sonucu ülkemizde bulunan on binlerce damızlık ve süt hayvanı kesime sevk edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, IMF ve Dünya Bankasının dayatmaları neticesinde ülkemizde neoliberal politikalar endüstriyel tarımı zorlamaya başlamışlardır.
Küçük toprak sahibi çiftçiler tasfiye süreci yaşamakta ve bu sürecin kazananı egemenliklerini tüm dünyada sürdüren çokuluslu tarım gıda şirketleri olmaktadır.
Türkiye'de tarımın bu sarmaldan kurtarılması kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkemizin özgül ekolojik koşullarına uygun emek ve üretim odaklı bir program uygulanmasına bağlıdır.
Konuşmama son verirken, Van depremi neticesinde büyük bir felaket yaşayan Van halkının, tarım ve hayvan üreticisinin?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİL AKSOY (Devamla) - ?destek ve büyük yardımlara ihtiyacı olduğunun altını çizmek istiyorum. Sayın Bakanımızın bu konuda özel bir çaba göstereceğine inanmak istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Aksoy.