GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu:
Yasama Yılı:3
Birleşim:76
Tarih:11.04.2025

YENİ YOL GRUBU ADINA MEHMET EMİN EKMEN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2026 yılı bütçe görüşmeleri için bir aradayız; hazırunu saygıyla selamlıyorum.

Bütçeler iktidarların aynasıdır; gelirleri toplar ve harcarken tercih ettikleri önceliklerini, gelir toplama yöntemlerini, harcama iradesini ortaya koyan metinlerdir. Bir bütçe, iktidarın devlet yönetimine bakışını çıplak bir biçimde ortaya koyar. Bir iktidarın temel politik kabulleri ve siyasi pratiği hakkında hiçbir fikir sahibi olmasanız dahi o iktidarın bir bütçe teklifini ele alarak söz konusu iktidarın temel kabullerini, temel anlayışını, vizyon ve perspektifini bu metni analiz ederek anlayabilirsiniz. Bütçeler, iktidarların zihniyet haritasıdır. On dört gün boyunca konuşacağız ama bugünden çok net olarak şunu söyleyebiliriz ki bu bütçe hukuk devletinin bütçesi değildir. Bu bütçe, şeffaflık içeren bir bütçe değildir. Bu bütçe, kamu adına kamu kaynaklarının ve harcamalarının denetimini garanti altına alan bir bütçe hiç değildir. Bu bütçe milletin değil, faizcisinden müteahhidine, ayrıcalıklı bir azınlığın, imtiyazlıların, bir avuç mutlu azınlığın bütçesidir.

Bütçeyi hazırlamak ve yürürlüğe koymak kolay bir iş değildir. Aylarca kurumlar ve bürokratlar hazırlık yapar, sonra TBMM olarak biz Plan ve Bütçe Komisyonunda, Genel Kurulda yaklaşık iki ay çalışarak bütçe teklifini onaylarız. Evet, onaylarız. Peki, basit bir soru: Türkiye Büyük Millet Meclisinin külli iradesi veya bir milletvekilinin bu bütçeye tesiri nedir, ne kadar tesir edebilmekteyiz? Bu sorunun cevabı sıfır veya sıfıra yakındır. Peki, o zaman iki ay boyunca Meclisi bu bütçeyle niye meşgul ediyorsunuz? Bu sorunun birkaç yönü var; birincisi, bırakınız muhalif siyasi parti ve vekillerini, iktidar ve ittifak partisi milletvekillerinin toplam kalitesini ve katkısını dahi bu bütçeye yansıtamıyorsunuz. Diğer taraftan burada virgülüne, kuruşuna dokundurmadan geçirdiğiniz bütçeyi Sayın Cumhurbaşkanı nasıl yönetiyor? Harcama kalemleri arasında istediği kaydırmaları yapabiliyor mu? Yapabiliyor; bütçeyi artırabiliyor. Bütçe Kanunu'ndaki ödeneklerden daha fazlasını harcayabiliyor mu? Maalesef, harcayabiliyor. Bu bütçe çıkmaz ise bu durum Türk tipi Cumhurbaşkanlığı sisteminde herhangi bir sorun ya da sorgulama yaratacak mı? Hayır çünkü bir önceki yılın bütçesi belli oranlarla güncellemelerle geçerli olacak. O zaman sorumuza dönelim: Bütçenin yapımında katkımız yok ise, bütçenin uygulanmasında denetim hakkımız yok ise, bütçenin çıkmaması dâhil hiçbir şey değiştirmeyecek ise biz Türkiye Büyük Millet Meclisini iki ay bir bütçeyle niçin meşgul ediyoruz? Tarihsel olarak vatandaşın devlete karşı en büyük kazanımı olan, Parlamentonun en temel hakkı olan bütçe hakkı işlevsiz bir hâle dönüştürülmüş ise bu Parlamentoyu iki ay niçin bu süreçle meşgul ediyorsunuz? Bu arada şunu da hatırlatmak lazım: Bu yıl Plan Bütçe Komisyonunda icazetle yapılan tek ilave düzenleme devlet memurları arasında açık dengesizlik yaratacak bir maaş düzenlemesiydi; bunun da geri çekileceği ifade ediliyor. Yani düşünün koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün iktidar yönetimi ve milletvekilleri iki ay boyunca bu bütçeye icazet yoluyla tek bir katkı yapmaya çalıştı; onu da şimdi geri çekecekler. Bu iş tıpkı Resmî Gazete'de üniversitesi yanlış yazılan rektör atamaları gibi, tıpkı yürürlüğe girmeden değiştirilen mevzuat örnekleri gibi; istişare edilmeden, yeterince tartışılmadan yapılan, Komisyonda metne eklenip Genel Kurulda geri çekilecek bu düzenleme Türk tipi başkanlık sisteminin çarpıcı bir örneği olarak kayda geçmiştir ve âdeta sistemin bir örneği olmuştur.

Peki, şimdi, bir başka soruya gelelim: Bu bütçe kimin bütçesidir veya bu bütçe kimin bütçesi değildir? Bu bütçe, faizciye, müteahhide, israf ve gösterişe ayrılan trilyonlarca liraya karşılık; kuraklık ve don felaketinin zararları karşısında tedbirler alınmayan ve desteklenmeyen ki yalnız bırakılan, hasadını yapacağı hafta pamuğa, göbek marula, cennet hurmasına, fıstık ve bademe ve daha birçok ürüne verilen ithalat izinleriyle ithalatçıya ezdirilen, bahçesindeki narenciyesi işçilik bedeli kadar para etmeyen çiftçiye; gebe hayvanını, süt ineğini kestiren, ağılına yem koyamayan, canlı karkas et ithalatıyla iflasa sürüklenen davarcıya ayrılan 168 milyar TL tarımsal destek ödemesi nedeniyle çiftçinin, hayvancının bütçesi değildir. Bu bütçe, ayda bir et yiyemeyen, kahvede 10 liraya çay içemeyeceği için parklarda vakit geçiren, torununun cebine harçlık koyamayan, açlık sınırını değil sefalet sınırı altında yaşayan emekliye reva görülen 16.881 TL en düşük emekli maaşı nedeniyle emeklinin de bütçesi değildir. Bu bütçe, 6 milyar 737 milyon TL'yle sokaklarda güvenle yürüyemeyen, caydırıcı olmayan infaz sistemi nedeniyle her gün şiddete maruz kalan, şiddetin her türlüsü altında ezilen, anne olarak evlatlarının ihtiyacını karşılayamayan kadının da bütçesi değildir. Bu bütçe, gençlere bağımlılıkla mücadele için ayırdığı kişi başı 4 lira, gençlik desteği için günlük 3 lira bütçeyle her köşe başında uyuşturucu satıcılarıyla karşılaşan, uyuşturucunun pençesine düştüğünde gerekli tedavi ve rehabilitasyon desteğini alamayan kumar ve bahis bataklığında yaşam yerine intiharı tercih eden, gecelerini sosyal medyada, gündüzlerini yatakta uyuyarak geçiren, gideceği bir iş, işe gitse alacağı düzgün bir maaş ve sosyal güvencesi olmayan, spordan bilime yeteneklerini keşfeden ve destekleyen mekanizmalardan yoksun gençliğin de bütçesi değildir. Bu bütçe, siftah yapamayan, eline asgari ücret kadar gelir geçmeyen, Maliye uygulamaları altında ezilen, elektrik parasından tasarruf için iş yerinde karanlıkta oturan esnafımızın da bütçesi değildir. Bu bütçe, yüksek enflasyon nedeniyle maliyetleri, ücret girdileri artan ama baskılanan kur nedeniyle fiyatlarını artıramayıp pazar kaybeden, bu nedenle konkordato ilan eden, işçilerini içi kan ağlayarak kapıya koyan, başta tekstilciler olmak üzere, KOBİ'lerin, ülke ekonomisini ayakta tutan sanayicinin, üreticinin de bütçesi değildir. Bu bütçe, elinde mahkeme kararı olduğu hâlde işine dönemeyen KHK'lilerin, çocuk yaşta müebbetle yargılanan ve melun darbe gecesi eline silah değmemiş er ve kursiyer teğmenlerin, icra dairelerindeki yoğunluk nedeniyle alacağına kavuşamayanların, haciz altında bunalan borçlunun, cezaevlerinde adalet bekleyenlerin, velhasıl hayatın her alanında hukuk ve adalet mücadelesi verenlerin ve arayanların da bütçesi değildir. Peki, bu bütçe kimin bütçesidir? Ülkenin kaynakları, devletin tüm hakları, fakir fukaradan alınan dolaylı vergiler, asgari ücretli ve emekliden sakınılan gelirler, milletin binbir fedakârlıkla biriktirdiği Hazinedeki yani beytülmaldaki yani hepimizin ortak kasasındaki bu birikim kime ve nereye harcanmaktadır? 2 trilyon 742 milyar TL faiz gideri, 101 milyar TL garanti ödemeleri için müteahhitlere ayrılan pay, bir türlü vazgeçilemeyen davetiyeli ihale sistemiyle 3 liraya yaptırılan 1 liralık işler, vazgeçilmeyen israf ve gösteriş harcamalarıyla bu bütçe tefecinin, rantiyecinin, müteahhidin, itibarı gösterişli arayan siyasetçi ve bürokratın bütçesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin temel amacı, kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanmak, ülkemizi ve insanımızı zenginleştirmek, her bir vatandaşımıza hak ettiği müreffeh ve özgür bir yaşamı sunmaktır. Türkiye uzun yıllar boyunca kaynaklarını terörle mücadeleye ayırmak zorunda kaldı. Eğer bugün kendini fesheden PKK hiç var olmasaydı ve kaynaklarımızı verimli kullansaydık bugün dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alabilirdik. Meclis Başkanımız bazı konuşmalarında elli yılımızı esir alan, en az 50 bin insanımızın canına mal olan terörle mücadelenin finansal bedelini 3 trilyon dolar olarak ifade ediyor, hesaplıyor. Ülke tarihimizde böyle bir parantez olmamış olsaydı bugün bambaşka şeyler konuşuyor, çok daha ileri şehirlerde, iyi kalkınmış, açlık sınırından, mutlak yoksulluktan uzaklaşmış bir ülkede yaşıyor olabilirdik. Evet, böyle bir miras devraldık ama evlatlarımıza sorunlarını çözmüş, şiddet, tedhiş ve terörün hak aracı olmaktan çıktığı, gerçek anlamda katılımcı bir yönetim, hukuka gönülden bağlı bir devlet sistemi, özgür ve müreffeh insanların yaşadığı bir ülke bırakabiliriz. Böylelikle, bundan sonraki kuşakların, bizim için siyasetçilerin 2010'lu, 2020'li yıllarda tarihsel dönüm noktalarını ıskalamamış olmaları üzerine yorum yapmalarını ve sitemde bulunmalarını engellemiş oluruz.

Geçtiğimiz yıl yapılan 2024 yılı bütçe görüşmeleri Meclis açılış programında Sayın Devlet Bahçeli'nin DEM PARTİ sıralarına giderek tokalaşması ve devamındaki gerçekten çarpıcı ve tarihî gelişmelerin ardından yapılmıştı. Hatırlayalım, Sayın Devlet Bahçeli Orta Doğu'daki bir altüst oluşun, âdeta üçüncü dünya savaşına gidişin eşiğinde içeriyi tahkim etmek gerektiğini, bu tahkimatın en önemli aşaması olarak da ülkemizdeki silah, şiddet, tedhiş ve terör sarmalının sona ermesi yönünde bir çağrıda bulunmuştu. On beş ay sonra şunu belirtmekten gocunmamak gerekir ki: Sayın Devlet Bahçeli, hepimizi şaşırtan, şok eden bir üslupla elinde bir balyoz, önyargılardan, ön kabullerden, alışkanlıklardan oluşan, birikmiş öfke ve kinden beslenen, yıkılmayacağı zannedilen Berlin duvarlarına hamle üstüne hamlelerde bulundu. Duvarlar belki henüz yıkılmadı ama statüko sarsıldı ve herkes çatışma çözümünün gereği olan yeni fikir ve bakış açılarını konuşmaya, anlamaya ve tartışmaya başladı. Peki, Sayın Bahçeli'nin tutarlı duruşu ve hızı ne iktidar ne kadar ayak uydurabildi? Bugün geldiğimiz bu noktada, bu sürecin istenen seviyeye ulaştığını söylemek mümkün değildir. Evet, yaşanan yol kazalarına rağmen süreç ilerlemektedir ancak ulusal ve bölgesel ve uluslararası konjonktürün bu kadar uygun olduğu ülke iç dinamiklerinin sonuç almaya bu kadar yakın olduğu bir süreç, aradan geçen on dört aya rağmen istenen seviyeye gelmemiştir. Sürecin en büyük problemi, sürece girişilirken öncelikle belirlenmesi gereken fesih ve tasfiye sürecine dair hukuki statünün, yasal adımların bugün itibarıyla henüz atılmamış olmasıdır. İnşallah, Komisyonun raporu bir an önce çıkar ve yasa teklifleri Meclise gelir.

Ben süreç yönetimi hakkında başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum. İnsanlar Sayın Devlet Bahçeli'nin şaşırtıcı ve sıra dışı çağrısını ve devamındaki konuşmalarını dinlediğinde kendisinin ülkemizin bekası ve istikbali adına ciddi bir durum tespiti yaparak bu adımları attığını düşündü. Haydut devlet, soykırımcı terör devleti İsrail'in saldırganlığı karşısında önce ülkemizin, sonra bölgemizin insanları ve devletlerini din, dil, mezhep farkı gözetmeksizin ayetteki ifadesiyle bir vücudun azaları gibi bir araya getirmek gerekliydi ki önce İsrail'in haddi bildirilsin, sonra da yeni bir tarihsel strateji ve birliktelik bina edilebilsin. Şöyle düşündü insanlar: Devletin elli yıldır mücadele ettiği ve yok etmeye çalıştığı bir terör örgütü, o örgütün lideri ve üyelerine böyle bir çağrıda bulunuluyorsa bu çağrının gerekleri muhtemelen herkesi ve her kesimi kapsayan bir kuşatıcılık ve kapsayıcılıkla yerine getirilecektir. Bu çağrıya esas olan tehdit analizi ve çağrının gerekleri muhalif olsun olmasın her düşünceden, her renkten vatandaşımızın devletiyle kucaklaşması ve bütünleşmesini gerektirir. İktidarın yönetim tarzı artık bu çağrıdan sonra bu yönde değişecektir, şekillenecektir diye düşündü insanlar.

Evet, biz 1 Ekim 2024'ü milat kabul edip o güne kadar hukuk devleti, özgürlükler, adalet ve demokrasi alanındaki bu sorunların tedricî olarak sona ermesini beklerken, on dört ay sonra bu alanlarda hiçbir iyileşme olmadığı gibi, 1 Ekimden bu yana bırakınız kayyum uygulamasına son verilmesini, yeni kayyum atamaları devam etti. Hukuk güvenliğini ve kişilerin masumiyeti ilkesini hiçe sayan, bir davetle adliyeye gelecek siyasetçileri şafak sökmeden gözaltına alıp bir de bunun video kliplerini yayınlayan, sosyal medya trol ağlarıyla gizli, kaşeli belgelerin servis edildiği siyasiler tarafından lansmanı yapılan sayısız soruşturmayı hep beraber gördük. Soruşturma usullerinin gayrihukukiliğini, hoyratlığının bedelini sadece ekonomide değil hukuka, insana, yaşama dair göstergelerin her birinde ayrı ayrı birlikte hissettik, yaşadık. Herkes kendini özgürce ifade edecek ve yeni Türkiye'yi birlikte inşa edeceğiz diye beklerken, sosyal medyada veyahut da sokakta görüş bildiren gazeteci, akademisyen ve vatandaşların kendini cezaevinde bulması öyle bir hâle geldi ki bırakınız muhalifleri ve gayrimemnunları, AK PARTİ'nin eski milletvekili, dostunuz Sayın Hüseyin Kocabıyık Cumhurbaşkanına hakaretten, ateşli Erdoğan ve AK PARTİ savunuculuğuyla birçok kişiyi incitmiş Furkan Bölükbaşı Cumhurbaşkanını tehditten cezaevine girdi ve bütün bunları biz son bir yıl içerisinde yaşadık. Hasta hükümlü ve tutukluların tahliyesini beklerken, hasta hâliyle cezaevine konulan ve niçin tutuklandığını hâlâ anlayamadığımız yapımcıları ve siyasetçileri gördük. Devlet kurumlarının onayıyla satın alınmış, el değiştirmiş medya gruplarına el konulması yetmiyormuş gibi muhalif medya gruplarına da bir gecede el konulunca, TMSF, Türkiye'nin âdeta en büyük medya patronu oluverdi ve medya, muhalefet ve toplum için iyice nefes alınamaz hâle geldi. Hakkında soruşturma yapılmayan, takipsizlik ve beraat kararı alınan KHK'lilerin işe iadesini beklerken, bu yıl içinde de mahkeme kararıyla alınan birçok KHK'linin görevine iade edilmediğine tanık olmaya devam ettik. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması inadından vazgeçileceğini beklerken hepimize bedel ödeten bu hukuk dışı tavırda ısrar edildi. Siyasetin konusu olan partilerin içinde Seçim Mevzuatına göre bitmesi gereken kongre tartışmalarıyla aylarca kamuoyu meşgul edildi, siyaset zehirlendi, seçimli demokrasilere inanç zayıflatıldı, bir yıl sonra "ağa ile marabanın" örneğinde olduğu gibi niçin yenildiğini bilmediğimiz bu halktan da vazgeçildi. Bütün bu işlemlerin de tek bir başsavcılık ve tek bir yargı çevresinde yürütülüyor olmasının garabetini de iktidar partisi milletvekillerinin takdirine sunuyorum. Sanki Türkiye'de bu alanlarda bütün sorunları burada birikmiş gibi veyahut da başka hiçbir yerde benzer sorunlar yokmuş gibi veyahut da bu görevin bir noktaya tevdi edilmiş olduğu gibi bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Velhasıl, devletin doğrudan gücü, araçsallaştırılan yargı ve siyasi iktidarın hegemonyasıyla kontrol altında tutulan medya, vesair tüm güçlerle toplumsal alanı, siyaset alanını hatta siyasi partilerin içini dizayn etme girişimlerini biz bu bir yıl içerisinde gördük. Ben 1 Ekim süreci vesilesiyle hukuk, adalet ve yargı uygulamalarındaki çelişkilere dikkat çekiyorum ama eminim bizi izliyorsa ki izliyordur Sayın Mehmet Şimşek bu uygulamaların ekonomi üzerindeki maliyetini ve bütün çabasına rağmen bu maliyeti nasıl geriletemediğini içten içe düşünüyor ve hayıflanıyordur. Öyle ya, 100 ülkenin 95'inde uygulansa sonuç alınacak tedbirler en katı hâliyle bizde uygulanıyor ve biz iki buçuk yıl sonra hâlâ baskılanan bir kur, yüksek faiz, yüksek enflasyon altında eziliyoruz. Her geçen gün fakirleşiyor, her geçen gün ağır bedeller ödüyoruz. Oysa Genel Başkanımız Sayın, Ali Babacan'ın her zaman vurguladığı gibi, iyi bir ekonomiye dair bilinen tüm kurallar ancak hukuk güvenliğinin olduğu, adaletin hâkim olduğu, insanların kendini özgür hissettiği ülkelerde uygulanırsa sonuç alınabilir. Hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasiye dair minimum standartların uygulanmadığı ülkelerde -ki artık Türkiye bu ülkelerden maalesef biridir- 10 Nobel ödüllü iktisatçıları iş başına getirseniz bir sonuç alamadığınız gibi o insanların kariyerini tüketirsiniz.

Evet, medeniyetimizin âlimleri yüzyıllar önce "Küfür ile âbad olunur belki ama zulüm ile asla." dediğinde de işte tam buna işaret ediyordu. Küfür ile âbad olunur belki ama zulüm ile âbad olunmaz, olamıyoruz.

Konumuza dönersek, önceki gün sabahın erken saatlerinde Siirt meyve ve sebze halinde vatandaşlarımızla sohbet ederken bir vatandaşımızın bana söylediği şu çarpıcı cümle belki de bir buçuk yılın özetiydi: "Vekilim, bu kadar can alan ve can alıcı -ikisini birlikte kullandı- bir meseleyi çözmeye çalışıyorken başka alanlarda yeni sorunlar üretmekten ve insanların bu sürece olan güvenini azaltacak işler yapmaktan niçin vazgeçmiyorlar?" Bu vatandaşımızın sorusunu burada ben de AK PARTİ'li milletvekillerimize ve grubuna soruyorum.

Siyasetin sadece sürecin temkinli destekçilerini değil, sürece doğrudan karşı olanları da anlama sorumluluğu vardır. Bu aynı zamanda sürecin sağlıklı ilerlemesinin de bir gereğidir. Sürece destek ile güven arasındaki devasa boşluğu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayınız lütfen, buyurun.

MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - ...anlayıp gereğini yaptığımızda sürecin ruhuna aykırı uygulamalardan vazgeçip, tasfiye sürecinin sadece Öcalan ve PKK için değil benzer örnekler için de sonuç üreteceğini. Sürecin en büyük vaadi olan hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi alanında atılacak adımların sadece Kürtler için değil 85 milyon vatandaşımız için de geçici ve gelecek olduğunu anlatırsak, buna uygun davranırsak sürece güven artacak, sürecin ihtiyacı olan yasa ve uygulamalar üzerindeki şüpheler azalacak, süreç de hızlanıp başarıya ulaşacak inşallah. Belki de hepimizin vazifesi aramızdaki niza ve tartışmaları hatta mümkünse ülkenin gündemini üç ay boyunca dondurarak evveliyatla Millî Kardeşlik, Dayanışma ve Demokrasi Komisyonunun gündeminde olan fesih ve tasfiye sürecini başarıyla tamamlamak sonra da hukuk, adalet, özgürlük, demokrasi alanlarında ülkemize çağ atlatacak her bir vatandaşımızı özgür ve müreffeh kılacak adımları atmaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - Son kez efendim.

BAŞKAN - Buyurun tamamlayın.

MEHMET EMİN EKMEN (Devamla) - Ama geriye dönüp baktığımızda buna uygun bir yılı geride bıraktığımızı maalesef iddia edemeyiz.

Bu vesileyle, Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan'ın Cumhurbaşkanımıza yaptığı şu çağrıyı tekrarlamak istiyorum: "Sayın Cumhurbaşkanı hemen, şimdi siyasi parti liderlerini davet ederek, başta millî dayanışma, kardeşlik ve demokrasi sürecinin gerekleri olmak üzere, ülkenin yakıcı sorunlarını bir masanın etrafında konuşsun, müzakere etsin, dinlesin ve ortak aklın gereğini uygulasın." İşte, o zaman bu programda yürütülen programlar ve sunulan bu bütçede faiz, vergi, borsa, kur 4'lüsünün göstergeleriyle ölçülmeye çalışılan ancak gerçekte ne hâlde olduğunu hepimizin bizatihi yaşadığı ekonominin de rahat bir nefes alacağını hep birlikte göreceğiz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyor.

Bütçenin muhalefetten gelecek tenkit ve tavsiyeler dikkate alınarak milletimizin lehine sonuçlar üretecek şekilde uygulanmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (YENİ YOL ve CHP sıralarından alkışlar)