| Konu: | |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 15.12.2025 |
MHP GRUBU ADINA MEVLÜT KARAKAYA (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ve 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi görüşmeleri kapsamında Hazine ve Maliye Bakanlığı, ilgili ve bağlı kuruluşlarıyla alakalı olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Gazi Meclisimizi ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, merkezî yönetim bütçesi bir ülkenin ekonomik, sosyal ve mali önceliklerini somutlaştıran, adalet anlayışını ve gelecek vizyonunu ortaya koyan, aynı zamanda yasamanın yürütme üzerindeki bütçe ve denetim hakkının kullanıldığı en kapsamlı ve bütüncül belgedir. Bütçe hakkı fikri toplumların demokratik olmayan rejimlere karşı verdiği demokrasi mücadelesiyle ortaya çıkmıştır. Bu, 1215'te Magna Carta'nın Kral John tarafından imzalanmasıyla başlar ve parlamentoların gelişmesiyle birlikte bütçe hakkı olarak kavramlaştırılır. Bugünü demokratik rejimlerin de erkler ayrılığı durumu elbette farklılaştırmıştır. Mutlak monarşi karşısında elde edilen bütçe hakkının seçilmiş iktidarların maliye politikası oluşturma ve uygulama hakkını olumsuz etkilememesi de günümüz demokrasilerinde en çok tartışılan konuların başında gelmektedir.
Değerli milletvekilleri, şöyle bir göz attığımızda, dünyada büyük ekonomilerde dahi bütçe krizlerinin yaşandığını görürüz. Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanan son kriz dünyanın en büyük ekonomisinde bütçenin siyasete esir kaldığını göstermiştir. Bugün dünyada borçlarını ödeyip ödeyemeyeceğini birkaç yılda bir tartışmak zorunda kalan, devleti kapatan, kamu çalışanlarına maaş ödemeyen, küresel piyasalarda güvensizliğe neden olan tek ülke Amerika Birleşik Devletleri.
Buradaki temel sorun, gelir-harcama dengesi değil, siyasi kutuplaşma ve kısa vadeli hesaplardır. Bütçenin halk için değil, seçim takvimi için yapıldığı kanaati ülkede yaygın bir anlayış. Sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde değil; Birleşik Krallık, Fransa ve Japonya dâhil olmak üzere birçok ülkede yaşanan tıkanmalar bütçenin giderek siyasi krizlere dönüştüğünü gösteriyor.
Bir bütçenin Parlamentoda kabul edilmemesi, sebebi her ne olursa olsun, elbette siyasi bir krizin başlangıcını oluşturur. Burada temel sorun hükûmetlerin iktisat ve maliye politikası uygulamasının zorlaşacağıyla alakalıdır; bu sebeple, bütçe hakkı ile maliye politikası uygulama hakkı arasında optimum bir dengeye ihtiyaç vardır. Parlamento tarafından belirlenen sınırlar dâhilinde bütçe kompozisyonu içinde değişiklik yapma yetkisinin tanınması da genelde iktisat, özelde ise maliye politikası uygulama hakkının bir gereği olarak görülmektedir ancak tüm bunların anayasal ve yasal çerçevesi iyi belirlenmeli, Parlamentonun bütçe hakkının fiilî veya yasal olarak etkisiz hâle getirilmesi de engellenmelidir.
Bütçenin hazırlık ve teklif, yetkilendirme ve onay, uygulama ve denetim gibi bir işlemler silsilesi vardır; esasen, her bir aşama kendi sınırları içerisinde bir bütçe hakkını doğurmaktadır. Bütçeyi hazırlama, teklif etme ve uygulama hakkı yürütmenindir. Teklif edilen bütçeyi değiştirerek veya olduğu gibi millet adına onaylama, kanunlaştırma ve daha sonradan uygulama sonuçlarını denetim hakkı Parlamentonundur. Sayıştay raporları ve kesin hesap kanunu teklifi Parlamentonun denetim hakkı kullanımıyla alakalı. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir kesin hesap denetim komisyonu kurulması talep ve isteğimiz. Plan ve Bütçe Komisyonunun iş yoğunluğu açısından değil bu talebimiz, bütçe hakkının layıkıyla kullanılmasıyla alakalı. Hepimizin malumu, kesin hesap kanunu teklifleri Parlamentonun Hükûmeti denetleme işlevinin en önemli aracı olmasına rağmen bütçe görüşmeleri sırasında yeterli ilgi ve alakayı görememektedir. Temsilî demokrasilerde bütçe hakkının layıkı veçhile yerine getirilmesinde temsilde adaletin sağlanmış olması da önemli bir husustur. Bu konuda Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişten sonra oluşan Parlamentolarda temsilde adalet tarihin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.
Değerli milletvekilleri, bugün burada bir bakanlık bütçesini değil, esasen Türkiye'nin ekonomik istikametini konuşuyoruz. Şunu ifade etmeliyim ki 2026 merkezi yönetim bütçesinin kalbi Hazine ve Maliye Bakanlığının bütçesidir. Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi çocuklarımızın geleceğidir, Sağlık Bakanlığı bütçesi insanımızın canıdır ama Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesi bu bakanlıkların nefesidir. Enflasyonu düşürecek ama sosyal dengeyi de bozmayacak, disiplini sağlayacak ama yatırımları da durdurmayacak, borcu yönetecek ama geleceği de ipotek altına almayacak; işte bu ve benzeri hassas dengeler burada kurulmaktadır. Bütçeye baktığımızda tasarrufu, mali disiplini ve sosyal devlet anlayışını mevcut şartlar ve imkânlar çerçevesinde bir arada görebiliyoruz. Türkiye, günü kurtaran değil, geleceği inşa eden bir mali anlayışla yoluna devam etmektedir. Deprem felaketine rağmen bütçe disiplininin korunmuş olması, bütçe açıklarının sürdürülebilir seviyelerde tutulmuş olması, eğitim, sağlık, sosyal yardımlar, tarım, yerel yönetimler ve savunmaya ayrılan kaynakların tarihsel olarak yüksek seviyelere ulaşmış olması, vergi politikasında adaletin güçlendirilmiş, dolaysız vergilerin payının artırılmış, kayıt dışılıkla mücadelede önemli adımların atılmış olması doğru yolda olunduğunun göstergesidir.
Değerli milletvekilleri, küresel ekonomi bir süredir önemli çıkmaz ve çelişkilerle karşı karşıyadır. Devletin, hane halklarının ve şirketlerin borç yükü sürekli artış hâlindedir. Faiz artışları borç ödemelerini zorlaştırıyor, gelişmekte olan ülkelerin döviz borçları önemli kırılganlıklar oluşturuyor. Borçla büyüme sağlanıyor lakin büyüme yavaşladıkça borç sürdürülemez hâle geliyor. Küresel büyüme olsa da küresel gelir dağılımı ciddi ölçüde adaletsiz. Bu durum, politik kutuplaşmayı, göçü ve toplumsal gerilimleri arttırıyor, küresel ekonomik entegrasyon tersine dönüyor. Bu da ekonomik, ticari parçalanmaya, bölgesel bloklaşmaya ve ticaret savaşlarına götürüyor. Yaşlanan nüfuslu ekonomiler üretkenliğini yitiriyor, genç nüfuslu ekonomiler istihdam yaratamıyor. Teknoloji verimlilik sağlıyor lakin toplumsal maliyeti yüksek oluyor.
Yeşil dönüşüm şart ama maliyeti yüksek, politik olarak da zorlayıcı.
Küresel ekonomide yaşanan bu çıkmazların elbette Türkiye ekonomisine de yansımaları kaçınılmazdır. Bununla birlikte, yaşanan küresel çıkmazların bizim için bazı stratejik fırsatlar sunduğu da bir gerçektir. Avrupa'nın Çin'den uzaklaşma süreci; lojistik avantaj, artı, Gümrük Birliği, artı, üretim kapasitesi yönüyle birçok sektör açısından Türkiye'ye "yakın tedarik üssü" fırsatı sunuyor. Savunma sanayisi, yenilenebilir enerji, yeşil hidrojen, batarya ekosistemi ve yazılım, oyun, fintek, yapay zekâ ekosistemi bu kapsamda öne çıkan alanlardır. Türkiye bu süreçte doğru konumlanırsa tedarik zinciri merkezi, yeşil enerji ülkesi, bölgesel teknoloji üssü ve savunma sanayisi ihracatçısı olarak önümüzdeki beş yılda adını yukarılara yazdıracak fırsatlara sahiptir.
Değerli milletvekilleri, yaşanan küresel ekonomik güçlüklere rağmen fiyat istikrarı, mali disiplin, büyüme, istihdam ve sosyal refah hedeflerini birlikte gözeten, dengeli ve kararlı bir çerçeve sunan ekonomik program sayesinde Türkiye ekonomisinin 2024 yılında yüzde 3,3; 2025'in ilk dokuz ayında yüzde 3,7 büyümüş olmasını, millî gelirin ilk bazda 1,5 trilyon doları aşmış olmasını, program sonunda büyümenin kademeli olarak yüzde 5'e yükselme hedefini başarılı bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda, enflasyonunun yüzde 31,1 seviyesine düşmüş olmasını, işsizliğin yüzde 8,7 oranıyla 2024 yılında son 12 yılın en düşük seviyesine gerilemiş olmasını, ihracatın 2024'te 261,8 milyar dolara yükselmiş olmasını, 2025 itibarıyla yıllıklandırılmış olarak 270 milyar dolar gibi tarihî zirveye ulaşmasını, cari açığın bu artışa paralel olarak düşüyor olmasını, Merkez Bankası brüt rezervlerinin 180,6 milyar dolara ulaşmasını, ülke risk priminin yaklaşık 200-230 puanla son yılların en düşük seviyesine düşmüş olmasını, kredi notunun uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından artırılmış olmasını, bankacılık sektörünün güçlü sermaye yapısı, yüksek kârlılığı, düşük takipteki alacak oranlarıyla sağlam bir yapı içinde olmasını elbette önemsiyoruz. Bu gelişmelerde Sermaye Piyasası Kurulu, BDDK, TÜİK, Kamu Gözetimi Kurumu gibi Maliye Bakanlığımıza ve genel ekonomimize hizmet veren, destek olan kurumların da elbette etki ve katkıları son derece yüksektir. Yalnız, bu kurumlarla ilgili önemli bir sorunu da dikkate getirmek istiyorum. Başta SPK olmak üzere, bu kurumlarımızdaki uzmanlarımızın özlük hakları ve düşük ücretler dolayısıyla kurumlardan ayrıldıklarını görüyoruz ve bu kurumlarda özellikle uzman boyutuyla ciddi sıkıntılar söz konusu. Sayın Bakanım, bu konuda bu kurumlarda acilen bir çalışmanın yapılması gerektiği ortadadır diyerek iletmiş olayım.
Değerli milletvekilleri, konu bütçe, kaynak maliye olunca terörün maliyetine de değinmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Türkiye, terörden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Öncelikle ben bu vesileyle terörde kaybettiğimiz canlarımızı, şehitlerimizi rahmetle, minnetle bir kez daha anmak istiyorum. Tabii, canlarımızı verdik, canlarımızı verirken biz malı, parayı konuşmadık ama bu işin bir de ekonomik boyutu var. Terör on yıllarca süren zaman diliminde canımızı aldı, hem de büyük ekonomik külfetlere katlanmamıza neden oldu. Çok sayıda yapılan bilimsel çalışma ve tahminler, terörle ilgili yapılan harcama ve ekonomik kayıpların 2 trilyon dolar civarında olduğunu söylüyor ki buna bugün itibarıyla bakacak olursak 50 milyar dolar civarında bir rakama denk gelir. Bu da gerek bütçe içerisinde gerekse gayrisafi yurt içi hasıla içerisinde önemli bir rakam olduğunu bize gösteriyor. Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli'nin ifadeleriyle söylemek gerekirse: "Terör bitmeden ne unsur olur ne de kalkınma. Terörün kökünün kazındığı, ihanete kapı aralanmayan, fitnenin yurt bulamadığı bir Türkiye, kardeşliğimizin pekiştiği, içte ve dışta huzurun temin edildiği terörsüz Türkiye ideali aynı zamanda kalkınmaya açılan bir kapıdır."
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri sırasında grubumuzu temsilen milletvekillerimiz tarafından defaten dile getirilmiş olsa da birkaç hususun altını çizmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Birincisi, emeklilerimizin ekonomik durumuyla alakalı. Biliyorsunuz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak son aylarda sürekli sahada değişik temalar ve isimler altında çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalar esnasında sokakta bize iletilen önemli konulardan bir tanesinin... MHP olarak emeklilerimizin hayat pahalılığından en çok etkilenen kesim olduğunu da ifade etmek istiyorum.
İkincisi, küçük esnaf ve küçük işletmelerimizin finansmana erişim ve mali yükleri konusundaki beklentileri.
Üçüncüsü, atanamayan öğretmenlerimizin durumuyla... Özellikle kendim de içlerinden gelen birisi olarak, üniversite öğretim elemanlarının, hocalarımızın kadro sorunları ve maaşlarına ilişkin bir düzenlemenin yapılması gerektiği...
Değerli milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce altını çizmek istediğim bir husus şudur: 2026 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda millî gelirimiz 77 trilyon TL, bu yaklaşık 1 trilyon 800 milyar dolar ediyor. Bu, elbette önemli bir millî gelir büyüklüğüdür. İnşallah, en kısa sürede 2 trilyon doları aşacak bir millî gelir büyüklüğüne ulaşırız. Bu büyüklük sadece bizim, Cumhur İttifakı'nın iftiharı olmaz, büyük Türkiye Cumhuriyeti'mizin, Türkiye Yüzyılı'nın ekonomik iftiharı olur. Aynı zamanda, tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımızın bu rakamlarla iftihar edeceğinden, gurur duyacağından, özellikle gençlerimizin istikbale çok daha güvenle bakacağından eminim. Ben de şimdi gururla bundan iftihar ediyorum.
Yine, benzer şekilde, 2026 yıllık kişi başı millî gelirimiz 19.550 doları bulacak seviyesinde yani 20 bin doları bulmak ve geçmek üzereyiz. İnanıyorum ki 19.550 dolar olarak programda yer almış olan kişi başına millî gelir yıl içindeki programı aşacak bir ekonomik performansla cumhuriyet tarihimizin ilk rekorunu kırar ve 20 bin dolar eşiğini aşmış oluruz. 20 bin dolar eşiğinin önemi şu demektir, şöyle bir önemi var: Beş, on yıl öncesine kadar bizim gibi ülkelerin ekonomik büyüklüklerinde patinaj yaptığı bir rakam vardı; o rakam, kişi başına millî gelir rakamı olarak 10 bin dolar civarındaydı, buna "orta gelir tuzağı" deniliyordu. Bu rakam günümüzde 15-20 bin dolarlar olarak telaffuz ediliyor. Ben şahsen 15 bin doları düşük görüyorum, benim gözümde yeni kişi başı millî gelirde orta gelir tuzağı 20 bin dolar eşiğidir. İşte, bu eşiği Allah'ın izniyle, biz Türkiye olarak ilk defa bu sene aşmış olacağız. Şimdiden hepimize gurur duyarak kutlu olsun demek istiyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
2026 merkezî yönetim bütçesinin, Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinin hayırlara ve güzelliklere vesile olmasını dileyerek yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)