GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İSTANBUL MİLLETVEKİLİ MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU VE 23 ARKADAŞININ, GÖREVİ YAPTIRMAMAK İÇİN DİRENME SUÇLARINDAKİ ARTIŞIN NEDENLERİ İLE İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE İDDİALARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ARAŞTIRILARAK İŞKENCE VE EZİYET SUÇLARININ ÖNLENMESİ VE CEZASIZ KALMAMASI İÇİN ALINACAK TEDBİRLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:67
Tarih:16.02.2012

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İşkence, kötü muamele, onur kırıcı davranış, sanıyorum, insan olmayla özdeş, insani değerlerle, onurlu bir yaşamla son derece bağlantılı kavramlar. Aynı zamanda, bir ülkenin demokratikleşmesi ve uygar bir ülke olup olmamasının ölçütü de genellikle işkence istatistiklerinden geçer. Yani işkence o ülkede ne kadar var? Ne kadar yapılıyor? Bununla ilgili etkin önlemler nelerdir? Neler yapılıyor?

Araştırma önergesine baktığımız zaman, bu konularda, özellikle son dönemlerde artış göstermesi de dikkate alınarak, işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili, önlenme konusunda Meclis araştırması açılması yönündedir. Bu araştırmalar, biliyorsunuz, üç aylık bir çalışmadır. Genelde de iktidar partisi çoğunluk üyelerinden oluşur. Bize 1 tane düşüyor, MHP'ye 2 tane düşüyor, CHP'ye 3 tane düşüyor, 12 tane de iktidar partisine düşüyor. Yani burada sonuçta komisyonun kararlarını da belirleyecek rakam, yine çoğunluk iktidar partisindedir.

Tabii, 12 Eylül işkencesini görmüş, bu Mecliste, sanıyorum, bütün partilerin içinde 12 Eylülde mutlaka gözaltına alınan, işkenceden geçenler vardır. Ahmet Türk gibi 5 no.lu Cezaevi'nden geçenlerin durumu çok, tabii, daha vahim. Mamak'ta cezaevinde işkence görenlerin durumu var, Metris'te görenlerin var ve günümüzde de F tipi canavarlarında işkencede ölenlerin listeleri her geçen gün artıyor. F tipi cezaevlerinde, şu an, her an ölmek üzere olan 100'ü aşkın, ağır derecede hasta hükümlü ve tutuklu var. Geçenlerde Grup Başkan Vekilimiz Pervin Buldan Mehmet Aras'ın buradan mektubunu okudu, ertesi günü ölüm haberi geldi.

İşkence, kötü muamele hangi alanlarda var? Bakıyoruz, kollukta başlıyor, jandarma, polis, gözaltı, yakalama, özellikle siyasi suçlarda ve nitelikli bazı suçlarda da çokça kullanılıyordu. Yani eskiden hani bu gizli dinleme yoktu, ortam dinlemesi yoktu, telefon dinlemesi yoktu. İşkencelere alınanlar zorla konuşturulurdu; elektrik verilirdi, falakaya yatırıldı; 66 tabir edilir, tekerlere alınır, işkence edilirdi, öldürüldü; karda, buzda gezdirilir, tekrar tekrar işkenceden geçirilirdi. Şimdi bu, özellikle darbe dönemleri, sıkıyönetim dönemleri eğer bugün de devam ediyorsa bu ciddi bir tehlikedir.

Şimdi, 99'dan itibaren Türkiye'nin yeni bir mecrası oldu. Avrupa Birliğine üye olmak için -koalisyon dönemi- o zaman, 17 Ekim 2001'de Anayasa'da çok ciddi değişiklikler yapıldı aslında. Yani darbe Anayasa'sında, kişilik hakları, adil yargılanma, insan temel hak ve hürriyetleri konusunda AK PARTİ İktidarından önce? Bakın, bu size kısmet olmadı maalesef, onu açıkça söylüyorum. Sizden önceki dönemde burada Anayasa değişiklikleri var. Açın, okuyun, 2001'dir; rahmetli Ecevit koalisyon döneminde. Şimdi, orada, okursanız, 17'nci maddede çok net tanımlar var, "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz." der. Bir de hemen devamında "Zorla çalıştırma yasağı" var, 18'inci madde: "Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır."

Zaman zaman espri konusu yaparız. Verdiğiniz önergelerle hani "Bitimine kadar." diyorsunuz ya, sabaha kadar sürekli Meclisi çalıştırmanın da bir angarya türü olduğunu? Fakat insan hakları hukukunu iyi okumayanlar bunu anlamıyorlar yani yirmi dört saat durmadan çalışan bir duruma dikkat çektiğimiz zaman.

Şimdi, bu süreç içinde Anayasa reformu yapıldıktan sonra Anayasa'nın 90'ıncı maddesi değiştirildi. Uluslararası sözleşmeler iç hukukumuzda kanun üstü olmaya başladı. Bu uluslararası sözleşmelerin içinde en önemlisi iki sözleşme: Birleşmiş Milletlerin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, sonra Ekonomik, Sosyal Sözleşme. Ama en önemlisi, geçtiğimiz dönem sonlarında Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Seçmeli Protokol'ü Meclisimiz onayladı, hep beraber bunu onayladık. Sanıyorum yaptığımız en doğru kararlardan birisiydi, birlikte bu kararı aldık, bir uluslararası sözleşmeydi. Orada, İstanbul Protokolü'nün, işkenceyle mücadele standartları konusunda İstanbul Protokolü ismini alması bile anlamlıdır.

Şimdi, buradaki uluslararası, ulusal üstü hukuk, ulusal üstü sözleşmelerden baktığımız zaman Türkiye Avrupa Konseyinin üyesi, bölgesel bir parkta üye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kabul etmiş. 3'üncü maddesi de, işkence, kötü muamele ve haysiyet kırıcı davranışları suç olarak yasaklayıcı bir hüküm olarak kabul ediyor.

Bu arada uyum paketleri çıktı, uyum yasaları çıktı. Kafa değişti mi, zihniyet değişti mi? Gerçekten çok fazla değişmedi. Yani değişti bazı şeyler, yani bunu keşke Meclisimiz karar verseydi; ama dış dinamiklerin etkisiyle, Avrupa Birliği reformlarının zorlamasıyla Gözaltı Yönetmeliği değişti. Gözaltındaki nezarethanelerdeki o berbat ortam biraz daha nispeten değiştirildi, tutanak tutma usulleri değiştirildi, görevlilerle ilgili düzenlemeler getirildi. Bu nispeten biraz caydırıcı olsa da, asıl önemli olan, jandarmada ve poliste insan hakları eğitiminin köklü bir eğitim sürecinin başlatılması ve polis okullarında, harp akademilerinde, okullarda bunun eğitiminin verilmesi. Şimdi bunlar da verildiği iddia ediliyor, söyleniyor ama bunun yeterli olmadığını düşünüyoruz. Bir kere sadece polisin, jandarmanın, gardiyanın eğitimden geçmesi yetmiyor. Eğer yetmiş olsaydı bugün Edirne F tipinden, Tekirdağ F tipinden -ondan sonra- Kandıra F tipinden, Sincan'dan -bilmiyorum- size de geliyor mu? Her gün bana işkence, kötü muamele mektupları geliyor.

Bakın, milletvekillerimizin kaldığı cezaevlerini bu hafta ziyaret ettim. Eğer 8 kişilik bir kadın koğuşuna 38 kişi koyuyorsanız bu, işkencenin dik âlâsı.

Bakın, Diyarbakır E Tipi Cezaevi, 8 kişilik kadın koğuşunda Şırnak Milletvekili Selma Irmak'ın kaldığı koğuşta, 8 kadının kalacağı yerde 38 kadın kalıyor ve şu an açlık grevini başlatmış. Hem de dönüşümsüz, süresiz, ölüm orucu yani. Niçin? Bu işkenceyi protesto için, bu baskıları, bu tecridi, bu izolasyonu, bu haksızlığı, bu hukuksuzluğu. 

Eğer bu milletin Meclisindeki bir milletvekili şu an ölüm orucundaysa bu dikkat çekici bir olaydır. Halkın seçtiği bir milletvekili, bu işkencelere karşı açlık grevinde.

Yine, Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız Mardin Cezaevinde, o da dün itibarıyla süresiz açlık grevine başladı ve Mardin Cezaevi mevcut kapasitesinin tam 4 katı full dolu şu an. Yani, bir yatak, üç vardiya usulü yetmiyor. Bir yatakta 3 kişi sekizer saat arayla yatamıyor, 1 kişi ayakta kalıyor.

Şimdi siz hiç düşünmüyor musunuz bu cezaevlerini doldurduğunuz zaman, bir yatağa 4 kişiyi koyduğunuz zaman insan haklarını hem ihlal ediyorsunuz hem kötü muamele ediyorsunuz hem onur kırıcı davranışa zorluyorsunuz ve bir uygulama bu.

130 bin tane tutuklu ve hükümlü var, şu anki gelinen nokta. Ben bunu sık sık Adalet Bakanına raporlarıyla iletiyorum.

Şimdi Diyarbakır, Diyarbakır gibi 1 milyonluk bir metropol kente? Diyarbakır'da biliyorsunuz özel mahkemeler var, Mardin'den, Urfa'dan, Siirt'ten tutukluları getiriyorlar, kelepçeli getiriyorlar. Yolda bir işkence, kelepçeli ve korkunç bir sıkışıklık içinde o ring araçlarında getirdikten sonra? Dışarıdan baktığınız Diyarbakır Adliyesi var ya, o ekranlarda duruşma salonlarında görünen, duruşma salonlarının bir de altı var. Affedersiniz, orası tuvaletten beter bir yer. Oraya sanık olarak gelip henüz ifadesi alınmamış insanlar konuyor, on beş saat bekletiliyor orada, biliyor musunuz? Diyarbakır Adliyesinin dibinde böylesi bir ortamda tutuklular. Ben şu bu demiyorum, insanlar bekletiliyor bakın.

Yani, arkadaşlar, bunu görmüyor mu savcılar, bunu Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Tevkif Evleri görmüyor mu? İnsan Hakları Komisyonu iki üç tane cezaevine gitmiş, Kırıkkale bilmem nereye; neredeyse cennet diyecek diye raporlar çıkıyor. Yani biz yaşadığımızı, gözlerimizle gördüklerimizi mi konuşacağız, anlatacağız yoksa gerçekleri mi konuşacağız? Bir ülkede böylesi bir yaklaşım tarzı kabul edilebilinir mi?

Şimdi, siz, buradan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde -Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'sinin 3'üncü maddesinde- üç noktada, bir, işkenceden -direkt işkence suçu yoğunluklu olan bölümü- ikincisi kötü muamele, üçüncü de onur kırıcı davranış. Bu üçünde Türkiye 2011'de bütün üye ülkelerin içinde rekor kırıyor. Bundan gurur duyulur mu arkadaşlar? Yani bundan gurur duyuyorsanız ret oyu kullanmaya devam edin. Eğer vicdanınız, insafınız, insanlığınız ve inandığınız din uğruna da söylüyorum, inançlarınız uğruna da söylüyorum, siz bu insanlık dışı muameleyi, bu kararları bunun ışığında kabul ediyorsanız ret oyu kullanın. Meclis üç ay bu insanlık onuruyla ilgili çalışmayı yapmasın. Hâlâ insanlar slogan atıyor "İnsanlık onuru işkenceye yenecek." diye.

Ben hiç unutmam, biz de geçtik bu işkencelerden. Bu partide, bu Mecliste, dört grupta işkenceden geçenler var. Ben darbe sürecinde geçtim hem de avukat olduğum zamanda. Gözaltındayım, baktım, sakallarından Sivas'tan getirilen 2 öğretmen belli ki elli gündür içeride tutulmuşlar, elli gün ve gözleri kapalı benim hücreye getirildiler. Bu 2 tane öğretmenin gözleri kapalıydı, ben yalnızdım hücrede. Birbirleriyle konuşuyorlardı: "Avukatımız Hasip Kaplan'a haber veririz derhâl bizim beraat kararını savcının önüne koyar, çıkar, biz de tahliye oluruz." O gün dedim ki: "Valla avukatınız da burada, önce onun çıkması lazım."

Bakın, o günden bugüne geldik. Bugüne gelirken şöyle bir çıkardım kadına şiddet konusunu. KCK operasyonunda yapılanları çıkardım. Özel timler gecenin sabahında belediye başkanlarının, seçilmişlerin, milletvekillerinin evlerini basıyor. Leyla Zana'nın evini bastılar. Bu Meclisten çıt çıkmadı, tık çıkmadı ya, tık çıkmadı buradan. Merve Kavakçı'nın evi basıldığı zaman burada kıyamet koparanlar şu an Başbakan Yardımcısı. Şimdi, böyle bir anlayış olabilir mi? İnsanlara mı, kendine mi insan hakları olur, bu herkesin hak hukuku değil mi?

Şimdi bakın, kadına şiddet konusu, kadına şiddetin bu son dönemde bu kadar çok artması manidar değil mi? Nedir bunu besleyen? Her gün kadın cinayetleri işleniyor. Bugün ben adliyedeydim. Kamu Emekçileri Sendikasından 16 tane genel sekreter, yönetici, kadın yöneticiyi özel timler evlerini basmış, sendikalarını, konfederasyonlarını basmış, hepsini gözaltına getirmiş, beş gündür gözaltından sonra adliyeye getirmiş. Ne farkı var? Sabahın köründe evini basıyorsun, evini darmaduman ediyorsun. Özel eşyalarını, bilgisayarlarını aldığın yetmiyormuş gibi onun mensubu olduğu kurumu, konfederasyonu da basıyorsunuz, konfederasyonun bilgisayarlarını da alıyorsunuz. Nerede bu olur? Bu, dikta dönemlerinde, dikta rejimlerinde olur. Arkadaşlar, kimse kimseyi kandırmasın. Öyle terörizm merörizm diyecekseniz, terörizm F-16 uçaklarına "Bombala." emri veren zihniyetin ta kendisidir. 34 tane canımız ölecek, istihbarat zaafı yaşayacağız, bu istihbarat zaafının üzerine getireceğiz buraya istihbarat kanunları, istihbaratı farklı biçimde güçlendireceğiz; koruma getireceğiz, dokunulmazlık getireceğiz.

Bakın, size şunu söyleyeyim: İnsan Hakları Derneğinin raporlarını okuyun, MAZLUMDER'in raporlarını okuyun. En çok başvuru işkenceyle ilgilidir, çıkardım listelerini, bir baktım. Gerçi burada da veriler var, arkadaşlar okudu.

Şimdi, siz, bir kanun oylayacaksınız biraz sonra. Ha, biz diyoruz ki elbette ki istihbarat da hükûmet de diyalog, müzakere, bu mutlaka olmalı; bunu Meclis yapmalı, hükûmet yapmalı. Doğru olan budur, sorunlar konuşa konuşa çözülür, konuşulmadan sorun çözülmez ama siz dokunulmazlık zırhına büründürüp zırhları yüklediğiniz zaman, kişiye veya kuruma veya başka görevlerde sınırsız bir uç açıklığı bıraktığınız zaman, sayısı açık, çerçevesi açık, görev alanı açık yani MİT'in dışında jandarmaya, özel güvenliğe, Sahil Güvenliğe, Kara Kuvvetlerine, Hava Kuvvetlerine, Deniz Kuvvetlerine ve hatta itfaiyecilere kadar istediği alana, istediği kişiye küçük bir MİT belgesi verirsiniz, özel görevlidir diye. Ondan sonra işlediği suçu hiç kimse soruşturamaz, gösterir? Susurluk Raporu'nda okudunuz değil mi onları? O Susurluk Raporu'nda o küçük belgeleri cüzdanında taşıyanlar insanların canını aldılar, insanlara işkence ettiler, Sapanca'yı ölüm üçgenine çevirdiler. Faili meçhul cinayetlerin hepsi onların dosyalarında var, raporlarında var. O Susurluk raporlarının hepsini getirin, koyun buraya, cinayetlerin uzatmalı çavuşların düzeyine düştüğünü görürsünüz, JİTEM'i görürsünüz, itirafçıların nasıl kullanıldığını görürsünüz, ajanların nasıl yapıldığını görürsünüz, istihbaratın ne tür katliamlara katıldığını, beyaz Renault'ları görürsünüz, işlenen cinayetleri görürsünüz. Şimdi, Allah aşkına, hiç mi ders almadık geçmişten? Bırakın işkenceyi, kötü muameleyi, direkt insan yaşamına yönelecek düzenlemelere doğru gideceğiz.

O zaman bunun gereğini yapmak çok basit. Gelin, hayvan haklarında birleştik, arkadaşlar, hayvan haklarında birleştik, dört parti grubu olarak çıktık dedik ki: Onlarla ilgili araştırma komisyonu dâhil, komisyon dâhil, yasa çıkaracağız. Ben de sizi insan haklarına davet ediyorum. Sayın iktidar mensupları, hayvan haklarında anlaştık, lütfen, gelin, şu insan haklarında da anlaşalım. Sizi insan hakları konusunda anlaşmaya davet ediyoruz. Gerçekten bu davete vicdanınızla ses verin, vicdanınızla. Yani ne kaybedeceksiniz? Üç ay bir araştırma önergesi? Uzmanları dinleyin, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesine gidin bakın, İnsan Hakları Komisyonunda çok değerli akademisyenler de var, hukukçular da var, gidelim CPT'yi dinleyelim, CPT'den öteye dünya örneklerine bakalım, onlar bu mekanizmayı nasıl kurmuş? İspanya'da halkın hakemi, halkın avukatı kurumu nasıl kurulmuş, bunları önlemiş? O ombudsmanlıkla Türkiye'deki ombudsmanlık arasındaki fark nedir? Bunları araştıralım ve sizleri insan hakları konusunda tekrar davet ediyorum: Gelin, hayvan haklarında anlaştık, insan haklarında da anlaşalım, bu araştırma komisyonunu birlikte kuralım.

Teşekkürler. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Kaplan.